Bir süredir burada 'Balyoz darbe planı' ile '1 Mart tezkeresi' arasında varolduğuna inandığım ilişkiye dikkat çekmek için çaba gösteriyorum. İddiam, dönemi değerlendirirken askerlerin 'Balyoz' hazırlığı yaptıkları sırada TBMM'ye sunulmuş tezkerenin geçeceğine dair yaygın bir kabul bulunduğu; o döneme bir de bu gözle bakıldığında planın bugün anlaşılmaz veya saçma gelen ayrıntılarının daha kolay anlaşılacağı...
Sağolsun, Milliyet'ten Fikret Bila, tezimi ele alan dünkü yazısı ile konuya önemli bir katkıda bulundu. Yazının özeti başlıkta: "Özkök 1 Mart'ın geçmesini istiyordu." Milliyet yazarının tespitini okuyalım: "Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, 1 Mart Tezkeresi'nin TBMM'den geçmesini istiyordu. Bu konudaki görüşünü dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı'na iletmiş; ilgili kurullar da bu yönde açıklamalar yapmıştı. Özkök, 1 Mart Tezkeresi'nin eki olan Mutabakat Muhtırası'nın Türkiye'nin milli çıkarlarına uygun olduğunu, çok iyi bir anlaşma sağlandığını düşünüyordu. Tezkerenin geçmesini istemesinin nedeni buydu."
Bu tespitin gerçek olduğuna ben de inanıyorum. Dönemin komuta kademesini oluşturan diğer komutanlarla birlikte Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök de Amerikalılar ile müzakere sürecini yakından takip ediyor ve beklentilerin elde edilmesi şartıyla kuzeyden ikinci cephenin açılması için ABD'ye her türlü kolaylığın sağlanmasını istiyordu.
Ülkemiz adına müzakereleri sürdürenler hükümet kadar komuta kademesini de bilgilendiriyordu. Şimdilerde MHP saflarında politika yapan Büyükelçi Deniz Bölükbaşı, iki tarafa da, "İstenilenler alındı" mesajını vermişti.
Fikret Bilâ'nın tezime katkısı kendisinin daha önce anlattıklarıyla da örtüşüyor.
Artık önemli bir ayrıntıya daha değinebilirim: Dönemin askeri sorumlularından bazıları, aldıkları anlık istihbarat sayesinde, müzakerelerin nereye vardığını gördükleri ve tezkerenin geçmesini istedikleri halde, kamuoyuna bunun tam tersi bir görüntüyü verme çabasındaydı. Oylamadan bir gün önce MGK'dan tezkereye kuvvetli bir destek çıkmaması, MGK toplantısından bir gün önce de Milliyet'in "Asker rahatsız" manşetini atması oyunun ikili oynandığını gösteriyor...
Tezimin önemli ayrıntısı şudur: Askerler tezkerenin çıkmasını istiyor ve bunu bekliyordu; ancak içlerinden bazıları tezkerenin kendilerinin rahatsızlık duymasına rağmen geçtiğine kamuoyunun inanması için çaba gösteriyordu.
"İkili oynayanlar hangileriydi?" sorusunun cevabını en iyi verebilecek kişilerden biri Milliyet'in "Asker rahatsız" manşetindeki imzanın sahibi Fikret Bila'dır.
Hilmi Özkök'ün tavrına dair tanıklığını da önemsiyorum Bila'nın. Şöyle diyor yazısında: "Kuşkusuz Özkök'ün, bu tezkereyi darbeye ortam hazırlamak için savunduğunu düşünmek mümkün değil. Özkök'ün darbelere karşı olduğu en iyi bilinen yönü. Eğer 1 Mart Tezkeresi'nin darbeye dönük bir ortam hazırlaması olasılığı söz konusu olsa, Özkök, 1 Mart'ı desteklemezdi."
1 Mart (2003) tezkeresi ile 'Balyoz darbe planı' (5-7 Mart 2003) arasında sadece beş günlük bir zaman aralığı var. Balyoz ekibi, planlarını hazırlarken, tepeden aldıkları sinyaller sayesinde, tezkerenin geçeceğinden emindiler. TBMM tezkereyi reddedince üç-dört günde planlarını fazla revize edemediler. Bugünden bakınca plandaki bazı ayrıntıların anlamsız ve saçma gelmesi bu sebepledir.
Acaba bir yandan 1 Mart tezkeresinin geçmesini ister ve beklerken bir yandan da sonraki gelişmeleri etkileyeceği kuşkusuz "Asker rahatsız" türü manşetler peşinde koşanlar kim(ler)di?
Bu sorunun cevabını Hilmi Paşa'dan bekliyorum, ama Fikret Bila'dan gelecek bilgiye de 'Hayır' demem...
Fehmi Koru
f.koru@yenisafak.com.tr
11 Nisan 2010 Pazar
Yorum:
1 Mart tezkeresi bir çok açıdan önemlidir. Fehmi Koru’nun bu yazısıyla yeniden gündeme taşınan yanı ise kimin isteyip kimin istemediği, ve kimin ister veya istemez gibi yaptığıdır. Esas itibariyle böyle bir tezkereye AK Parti kadrolarının muhalif olması ve engel olmaya çalışması gerekirken, hükümette bulunan kadrolar bu tezkereyi meclis gündemine getirmiştir. Buna karşılık gene aynı kadronun oyları neticesinde tezkere reddedilmiştir. AK Parti’ye göre kendilerini her an yeniden konumlandıran çevreler de bu süreçte muhalif kanadı devlet adına temsile soyunmuşlardır. Irak işgalinden çok sonra bile aynı sayfalarda hayıflanma ve yazıklanma yazıları yayınlanmıştır. Fehmi Koru da o dönemde AK Parti’nin süreci yönetme başarısını konu alan ve belki de farklı bakış açıları sunabilecek yazılar kaleme almıştır.
Bugün bütün olmuş bitmişlere tarih ışığında bakarken kimin rol yaptığı üzerine tartışmak abestir.
Güneydoğusunda bir işgal cephesi açmış bir Türkiye’nin terörize edilmesi çok zor olmayacaktır. İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da bombalar patlamaya, panik yayılıp insanları esir almaya başladığı zaman o ana kadarki tüm roller değişecek akıl verenler hesap sorar hale gelecek ve kimse sorumluluk kabul etmeyecektir. Unutulmamalıdır ki terör en etkili siyasal katılım araçlarından biridir ve ülkemizde silahlı kalkışmalar yüzyıllardır dirlik ve düzenin sağlanması adına yapılagelmektedir. Öyle ki celali isyanları birer halk ayaklanması değil devlet erkanı etrafındaki bir örgütlenmenin dirlik kavgası olarak görülmektedir.
Fehmi Koru’un tezi, “planlar gerçek olmasına rağmen birer plan olarak hazırlanmış ve asla uygulanmamıştır, dolayısıyla planları hazırlayanlar hiçbir surette yargılanamazlar” tezini tam kalbinden vuruyor, planların söylenildiği gibi kağıt üzerinde kalmadığı hatta apaçık uygulandığı ihtimalini gündeme getiriyor.
Oyuncu ve rol sayısının çokluğuna bakarak birilerinin bazı askerlere bazı planlar hazırlattığı ve bu planları farklı biçimlerde hayata geçirdikleri de düşünülemez mi? Neticede bu strateji oyunun uzmanı olan kişiler ordu mensupları değil mi? Darbe, demokrasi, anayasa vb. konular tartışılırken hemen herkes “kendi kulağıyla” duyduğuna, “kendi gözüyle” gördüğüne o kadar inanıyor ki kulaklara fısıldananlar ve gözlere boyananlar görmezden geliniyor. Ötekini her şeyle itham ederken kendinden bu kadar emin olmak da aslında kulağa usul usul fısıldayan “şeytan” a kanmak değil midir?