09.04.2010
Türkiye yakın bir geçmişe kadar yoğun bir şekilde Kürt sorununu ve bunu kalıcı bir şekilde çözmeyi hedefleme iddiasındaki “demokratik açılım”ı tartışıyordu. Ne var ki ikitdar partisi kısa bir süre önce gündemi değiştirdi ve karşımıza bir Anayasa değişikliği paketi çıkardı. Bunda yadırganacak bir durum yok çünkü 12 Eylül askeri rejiminin armağanı olan bu Anayasa tepeden tırnağa değiştirilmeyi, hatta tamamen iptal edilmeyi hak ediyor. Ne var ki paketin içinde Kürt sorununun çözümüyle doğrudan, hatta dolaylı bir şekilde alakalı hiçbir madde bulunmuyor.
Geçtiğimiz Ağustos ayından beri açılımı ısrarla gündemde tutan, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AKP’liler, bu anormal durumu izah etmeye hiçbir şekilde kalkışmadılar. Aslında neden böyle bir tutum izlediklerini anlamak hiç de zor değil: İktidar partisi başından itibaren bu paketi referanduma götürmek istiyor. Eğer içine Kürt sorunuyla ilgili bazı düzenlemeler koyarlarsa, kendi gruplarından, BDP’den gelecek destekten daha fazla sayıda fire vermekten ve bu yüzden referandum için gerekli 330 oyun altına düşmekten ürküyorlar. Ama Kürt sorununu da kapsayan bir paketin referandumda Kürt olmayan seçmenlerin tepki oylarıyla geçmeme riskinin kendilerini daha fazla endişelendirdiğini söyleyebiliriz.
Ne yapmalı?
Zaten açılıma başından beri ve katı bir biçimde karşı olanlar için ortada endişelenecek bir durum yok. Ama işin tuhafı onların ezici bir çoğunluğu AKP’nin bu paketine de başından beri ve katı bir biçimde karşı çıkıyorlar. Bu tutumlarını basitçe “AKP düşmanlığı” ile açıklamaya kalkmak yanıltıcı olur. Onlar Türkiye’nin kangren olmuş sorunlarına cesaretle el atılmasını, ülkenin her geçen gün daha da demokratikleşmesini -şu ya da bu gerekçeyle-arzulamıyorlar.
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Doğru yön ne Taraf?
Düşünmek taraf olmaktır, diyor gazetelerden biri. Bu söz özel ve tüzel kişilikler için ne kadar doğruysa, görevi yayım yoluyla halka haber, salt haber iletmek olan basın organları için o kadar düşündürücüdür. Böyle yayım organlarının amacı belli ki halkı bilgilendirmek değil. Kendi penceresinden gördüklerini insanlara manzara olarak sunmak, gerçek olarak dayatmak ve bu sayede bir getirim oluşturmaktır. Sonra yaktığı şöminenin karşısına geçip keyifle ısınırken, halkıma gerçekleri göstererek onları bilinçlendirdim yalanını içine sinesine söyleyebilmek, belki de daha ileri giderek maşası olduğu düzenin kuklalarına kıs kıs gülmektir.
Bunlardan her biri ihtimal dâhilindedir. Durum buyken bu zihniyette olanların çıkıp ahlak dersi vererek uyuyan halkı uyandıran kahramanlar gibi ortada dolaşmaları pişkinliğin başka bir boyutudur. İlla bir tarafın adamı olarak adaleti sağlamaya çalışanlar, kendi belirledikleri doğrunun cephesinden karşı tarafı bombalarken acaba o çok karşı oldukları kardeş kıyımını gerçekleştirmiş olmuyorlar mı?
Sadece bir çeşit zulmü görüp, ona yoğunlaşarak, onu ön plana çıkararak merkeze oturtanlar ve çözümsüz kalması reytingini arttırır, o da başkalarının işine gelir mantığıyla sorunlara yaklaşanlar, mevcut adaletsizliği çözmeye aday bile olamazlar. Ne bu cesareti gösterebilirler ne de özveride bulunabilirler. Sadece laf. Bunların bu oyundaki rolleri bundan ibarettir. Replikleri de hazırdır. “Kardeş, kardeşi vurmasın.” İyi vurmasın, önerin var mı? Cık. “Kürt halkı ezilmesin, ayırımcılık yapılmasın.” Amenna, nasıl sağlayalım adaleti? Sessizlik.
Amaç zaten gündem bozmak olduğu için, slogan atılıp köşeye çekinilmiştir. Görev tamam, sen sağ ben selamet.
Adaleti sağlamak için taraf olunmaz. Terazinin sağ kefesi de sol kefesi kadar ağırken hangi hukuk anlayışıyla ölçüm yapacaksınız?
Herkes kendince haklı ve mazlum, diğerleri haksız. Diğerleri kim?Biz olmayan diğerleri mi?
Daha kim olduklarını bile bilmeden, söyleyeceklerini dinlemeden peşin hükümle haksız yapmışız onları, haklı saymışız kendimizi.
Önce dinlemeyi öğrenmeliyiz. Adalete daha çok yolumuz var.
Gökten 3 elma düşmüş! Hangi Taraf’a düştü, gören var mı?