CHP'ye 7 öğüt
2178 Okunma, 18 Yorum
Ahmet Hakan - Hürriyet
Lütfi Hocaoğlu

09.04.2010

- BİR: Bir konuyu daha sonra müzakere edeceksen baştan kapıyı kapatma...
- İKİ: Partinden biri yükselip star olmuş ise onu kıskanmak yerine sev...
- ÜÇ: Eğer darbe istemiyorsan “Her şey aynı 1959'daki gibi” deme...
- DÖRT: Eğer hançerin göğsüne saplandığını söylüyorsan öyle davran...
- BEŞ: Hep itiraz eden olma... Öyle bir şey yap ki sana da itiraz etsinler...
- ALTI: Madem Tayyip Erdoğan senden iki kat fazla oy alıyor, o halde sen de ondan iki kat fazla dolaş.
- YEDİ: Hep senden beklenen tavrı koyma... Bazen şaşırt...

Yazının tamamı için tıklayınız.

 

Yorum:

Darbe mi geliyor?

Herkesin başına gelmiştir. Yürümeyi yeni öğrenen çocuğumuzu gezdirirken elimizi bıraktığı zaman öğüt veririz: “Koşma, düşersin.” Ardından çocuk koşar ve kaçınılmaz son: kesinlikle düşer.

Bunun sebebi araştırılmış ve çok ilginç neticeler elde edilmiş. İnsan ilginç bir yaratık. İnsan beyni temel olarak iki kısımdan meydana gelir. Birinci kısım bilinç dediğimiz üst beyin, ikincisi ise bilinçaltı dediğimiz alt beyindir. Bilinç yani kortikal bölge ruh ile alt beyin arasındaki bağlantıdır. Alt beyin yani bilinçaltı ise üst beyin ile vücut arasındaki bağlantıyı sağlar. Ruh bir şeyi yapmak ister ve üst beyine emir verir. Üst beyin ise yapmak istediğini alt beyine emir olarak gönderir. Üst beyin vücudun kasları ve fonksiyonları arasındaki koordinasyonu bilmez. Üst beyin sadece yapmak ister ve alt beyin de onun emrine uyarak çok kompleks işlemleri gerçekleştirir. Çünkü elinize bir kalemi almanız bile o kadar kompleks hesaplamalar gerektirir ki şaşırırsınız. Saniyenin binde biri kadar sürelerde birden fazla kasa giden sinirlerin kasları uyarması, gevşetmesi, açıların hesaplanması, üç boyutlu uzayda elinizi ve parmaklarınızı doğru koordinatlarda oynatmak… Siz bunları düşünerek ve hesaplayarak gerçekleştiremezsiniz. Sadece kalemi elinize almak istersiniz ve alt beyniniz bu işi gerçekleştirir. Sizin için basit bir iş vardır: İstemek.

Bu durum tıpkı bilgisayar kullanmak gibidir. Siz bilgisayarın tuşuna basarsınız ya da fareye tıklarsınız. Bilgisayar o işi yapar. Siz bilmezsiniz ki arka planda neler neler yapılıyor. Bilgisayar programlayanlar bilirler, basit işlerin bile bilgisayarda ne kadar uzun kodlarla gerçekleştirildiğini. İşte alt beyin yani bilinçaltı tıpkı bilgisayar gibidir. Kendine gelen tıklama hareketi ile yapması gerekeni yapar. Üst beyin yani bilinç ise nasıl yapıldığını bilmez.

Gelelim koşup düşen çocuk örneğine. Çocuk niye düştü biliyor musunuz? Siz ona koşma düşersin derken bilinç altına aslında bir fonksiyon yazdınız: Koşarsan düşesin. Bilgisayar dilinde “if koşmak then düşmek.” Bilinçaltının görevi artık o fonksiyonu gerçekleştirmek. Girdisi koşmak olan fonksiyonun çıktısı düşmektir.

Hipnoz olayı bilinçaltına doğrudan başkasının müdahalesidir. Hipnoz eden kimse hipnoz ettiği kimsenin bilinçaltına emir verir ve onun bilinçaltı bu emre cevap verir. Bilinçaltında sonsuz hafıza ve sonsuz fonksiyon olduğu söylenir. Bunun ispatı da hipnozladır. Hipnoz edilen kimseye on sene önce bugün ne yediğini sorun, size tam tamına doğru cevabı verecektir. Hipnoz edilen kimseye kutuplarda olduğunu söyleyin, bilinçaltı hemen soğuk ortam fonksiyonunu çalıştırır ve hipnoz edilen kimse 30 derece sıcaklıkta bile zangır zangır titremeye başlar. Ya da tersini yapın, soğuk bir ortamda ekvator sıcağında olduğunu söyleyin, bilinçaltı sıcak fonksiyonunu çalıştırır ve ter içinde kalır.

Uyku hali bilinçaltının hakim odluğu dönemdir. Bilinç artık bilinçaltının kendini sunduklarını görmektedir. Uyandığınız anda kontrol bilince geçer.

Sürekli olarak araba kullanan bir kimsenin bilinçaltına bilinci önce araba sürme olayını öğretmeye başlar. Yani fonksiyon yazar. Ama başlangıçta kodu tam düzgün yazamaz. Hata verir. Yani araba sürerken hatalı sürer. Zaman geçtikçe bilinçaltı sürekli aynı fonksiyonla muhatap ola ola doğru çalışmaya başlar. Artık arabayı süren ustalaşmıştır ve arabayı nasıl sürdüğünü düşünmez. Sadece sürmeyi ister ve uygun fonksiyon ve alt fonksiyonlar (subroutins) çalışır ve arabayı sürenin bilinci artık sürme olayı ile ilgili vites değiştirme, gaza basmayla uğraşmaz. İstediği an müdahale eder ama asıl fonksiyonu bilinçaltı yapar. Araba sürerken ikinci bir iş yapar. Konuşur, yemek yer… Alt beyin fonksiyonları ne kadar güçlü işlemciye sahipse kişi o kadar beceriklidir.

Bilinçaltının en tehlikeli yanı ise bilinçaltına çevrenin etkisi ile ekilen tohumlardır. Çevreniz size sürekli bir şeyi söylerse bilinçaltı artık o söylenen şeyi fonksiyon haline getirir. Bir çocuğa sürekli olarak beceriksiz, aptal, tembel derseniz bilinçaltı bunu kabullenir ve o çocuk artık bilinçaltına yapılan telkinle davranmaya başlar. O çocuk bir iş yapmak ister ama bilinçaltındaki fonksiyon becerikli iş yapmaz ve o kimse artık beceriksiz olmuştur. Bunu yenmenin yolu bilinçaltına sürekli iyi telkinler yapmaktır. Allah insanlara güzel sözler söylemeyi, yumuşak davranmayı emretmiyor mu?

Bir topluluğa medya vasıtasıyla telkin edilen fikirler de aynı bu etkiyi yapar. Yıllarca televizyonlarda, basında topluma batılı tarzı yaşam o kadar çok gösterilmiştir ki artık batılı yaşam tarzı toplumun bilinçaltına ekilmiştir. Hatta o kadardır ki bu durum Müminim diyenlere bile doğru gelmektedir, en azından rahatsız etmemektedir. Artık çıkmalar, birlikte yaşamalar, evlilik dışı ilişkiler toplum için norm haline gelmiş, bilinçaltına bu fonksiyon yazılmıştır. Hz. Muhammed’in örnek olduğu yaşam tarzı ise bilinçaltı tarafından şiddetle reddedilmektedir.

Medya vasıtasıyla toplumun bilinçaltına nasıl ahlaksızlık tohumları ekilmişse Allah’ın haram ettiği her şey normal hale getirilmiştir.

Ben çocukken TRT’de bir dizi yayınlanmaya başladı. Sadri Alışık’ın oynadığı dizi şöyle başlıyordu: beyaz bir geceliği olan bir kadın intihar etmek üzere bir binanın tepesinde durmaktaydı. Haftada bir yayınlanan dizide o kadını intihara götüren durumlar anlatılıyor ve sürekli olarak kadının intihar etmek üzere binanın tepesinde duruşu gösteriliyordu. Dizi yayınlanmaya başladıktan sonraki birkaç hafta içinde binaların üstünden atlayarak intihar etmeler başladı. O kadar çoğaldı ki TRT diziyi yayından kaldırmak zorunda kaldı. İşte bilinçaltı bu korkunç özelliğe sahiptir.

Trafik canavarı olmayın diye başlayan yayınlar ve trafik kurallarına uymamanın getirdiği kötü sonuçlar medyada sürekli olarak gösterilmeye başlanınca ne oldu? Trafik kazalarının sayısı arttı. Çünkü insanların bilinçaltına trafik kazası yapma tohumları ekildi. O örnekleri gören bilinç bu durumu bilinçaltına ilettiği zaman tıpkı elini bıraktığımız çocuğun düşmesi gibi trafik kazası yapmaya meylediyordu.

Televizyonlarda gösterilen, gerçek hayattan alınan ve vahşet olaylarının nasıl meydana geldiğini anlatan “Reality Show” programları insanların bilinçaltına vahşet duygusunu işlemeye başladı. Bilinçaltlarına vahşet tohumları ekilen bu kimseler başka birinin kafasını rahatlıkla keser duruma gelebiliyordu.

Bizi yaratan ve bilinçaltımızın bu fonksiyonelliğini bilen Allah bize gereken uyarıyı şu ayetle yapıyor:

لاَ يُحِبُّ اللَّهُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ إِلاَّ مَنْ ظُلِمَ

Allah sözle kötülüğü açıklamayı sevmez, zulme uğrayan hariç. (Nisa 148)

Çünkü kötü olan şeylerin söylenmesi, gösterilmesi insanların bilinçaltına o kötülüğü yapma fonksiyonunu veya o kötülüğün normal olması fonksiyonunu eker. Televizyon dizilerinde ve filmlerde sinek öldürür gibi adam öldürülmesi kime normal gelmiyor, bir düşünün.

Bugün ise yapılan çok daha tehlikeli bir şey vardır. Sürekli olarak medyada darbelerin kötülüğünden bahsedilmektedir. Her gün darbe planları açıklanmakta, ıcığı cıcığı çıkartılarak bu planlar ayrıntıları ile açıklanmakta. Artık darbe planlarının sayısını unuttuk. Bu haberlere göre neredeyse darbe planına karışmamış veya haberi olmamış subay yok. İşte asıl tehlike burada. Toplumun farkında olmadan bilinçaltına darbe tohumları ekiliyor. Artık öyle bir hale geldi ki askerin darbe planı yapması hem toplumun hem de askerlerin bilinçaltına normal bir fonksiyon olarak yazıldı.

Darbe fikri artık toplum ve askerler tarafından öyle bir kanıksandı ki bir darbe meydana gelirse şaşırmayın.

Ama daha da kötüsü bu basın yayın kuruluşlarının bilerek veya bilmeyerek bu ülkeye çok büyük bir kötülük yapmalarıdır. Tamamen birilerinin kontrolü altındalar ve o birileri de bu ülkeyi yıkmak istiyor. Rabbim akıl, fikir versin. O birileri bu bilinçaltı oyunlarının öyle bir ustasıdır ki aklınız durur. Toplum psikolojisini, topluluğu bir davranışa yönlendirmeyi o kadar güzel planlar ve becerirler ki. Ben bunu 1993’te Sivas’ta Madımak Otelinin yakıldığı o kötü günde yaşadım ve bir topluluğun nasıl da koyun sürüsü gibi ustaca yönlendirilebildiğini gördüm. Doktor olarak görev yaptığım Üniversite Hastanesinde o birilerinin olaydan sonraki süreçte bile ne kadar ustaca manipülasyonlar yaptığını gördüm ve şaşırdım. Bugün de ülke bazında bu manipülasyonlar yapılmaktadır. Bunlarla mücadele etmenin yegane yolu Kuran’ın bize söylediklerini yapmak, Kuran’la yaşamak için Kuran’a dayalı olan Adil Düzen’in gelmesi için çalışmaktır.

 

 

Lütfi Hocaoğlu


YorumcuYorum
Mete Firidin
11.04.2010
17:53

Yazınız güzel fakat darbelerden bahseden yayınlar darbe reklamı yapmıyor,darbe korkusu(obsesyon)yaratıyor.Bu da inşallah darbe perverleri korkutur veya çekingenleştirir.

Lütfi Hocaoğlu
11.04.2010
20:51

Olay reklam değil zaten. Olay bilinçaltlarının hazırlanması ve darbe fikrinin artık norm hale gelmesi. O kadar ki artık hepimiz bir subayın darbe planı yapmasını normal karşılar duruma geldik. Artık darbe planları sıradan işler haline gelmeye başladığı anda artık darbeperverler korkmazlar hatta daha kolay darbe yaparlar.

Adamlar diyor ki 12 Eylül darbesini yapanları yargılayalım. Bu açık ve seçik en aptalca iştir. Ne demek biliyor musunuz: Bundan sonbra biri darbe yaparsa artık oradan ayrılmasın. Diktatör olsun. Çünkü orayı bırakırsa asacağız onu.

İnsanlar böyle tersine düşünürler. Korkutacağız zannederken asıl büyük tehlikeyi çağırırlar. Siz kendi çocuğunuz sürekli tehdit edin. Şunu yaparsan sana böyle böyle yaparım diyin. Keisinlikle sizin sürekli yapmaması için tehdit ettiğiniz şeyi yapacaktır. İnsan davranış modellerini ve beyin yapısını bilenler buna göre planlar hazırlarlar ve ustaca uygularlar.

Mete Firidin
12.04.2010
09:46

İyi de bunlar geleneksel olarak 10 yıldabir bir bahane ile zaten darbe yapıyorlardı.Daha önce bu tarzda hiç kimse mucadele etmemişti.Umutluyum ki bu tedavi ile darbe yapma hastalığından kurtulacaklar.

Lütfi Hocaoğlu
13.04.2010
09:58

Çözümleme: Cengiz bey: “Bunlarla mücadele etmenin yegane yolu Kuran’ın bize söylediklerini yapmak, Kuran’la yaşamak için Kuran’a dayalı olan Adil Düzen’in gelmesi için çalışmaktır.” demek “Bu bozuk düzen de böyle devam etsin” demektir.

Tahlil: Yapılacak herhangi bir tahlil yok. O cümleyi o şekilde anlayan zihnin neyini tahlil edeceğiz.

Çözümleme: Cengiz bey: Adil Düzen’in gelmesinin yegane yolu Erbakan’dır.

Tahlil: Adil Düzen Allah’ındır. Allah Erbakan’a muhtaç değildir. Kişiler önemli değildir. Adil Düzen gelecektir. Erbakan’sız da gelir, Erbakan’lı da. Bu beni ilgilendirmez. Benim imanım kişilerle ilintili değildir. Ben Allah’a inanırım.

Mete Firidin
13.04.2010
10:07

sn cengiz bey:

İttihad-ı Muhammedî Fırkası, İkinci Meşrûtiyet döneminde faaliyet gösteren islâmcı siyâsî parti.

5 Nisan 1909’da kuruldu. Adı, günümüz Türkçesinde Muhammedci Birlik Partisi anlamına gelir. Kurucusu Derviş Vahdeti’dir.

Tarık Zafer Tunaya’ya göre, İttihad-ı Muhammedî Fırkası, "parlamento içinde kurulmuş, klerikal, gizli ve ihtilalci eğilimli bir parti değildir" . Basında partinin en önemli destekçisi Volkan Gazetesi olmuştur. Parti üyeleri "Volkancılar" veya "Muhammedîler" olarak anıldılar.

Parti kurulduktan on gün sonra 31 Mart Vakası patlak verdi. Tarihçiler olayların İttihad-ı Muhammedî yöneticileri tarafından başlatıldığını düşünmektedir. Partinin ileri gelenleri, 31 Mart Vakası ile başlayan darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması sonrasında divanı harpte yargılanmış, Derviş Vahdeti idam edilmiştir.

Dervi Vahdedi bir ingiliz ajanıdır.

Kadayıflı particilere ne kadar benziyor.

Mete Firidin
13.04.2010
10:24

Bir Örnek Olay Olarak Hudeybiye

Siyer ve İslam tarihi kitaplarında "Emrü’l-Hudeybiye", "umretü’l-Hudeybiye", "Sulhu’l-Hudeybiye" şeklinde kaydedilen Hudeybiye Antlaşması ve bu antlaşmadan önceki ve sonraki gelişmeler de Müslümanların beşeri ilişkilerde, iletişimde ve tebliğde nasıl bir metod takip etmesi gerektiği hakkında önemli ipuçları vermektedir. Hudeybiye Antlaşması yalnızca o dönemin siyasi ve ekonomik koşullarında ortaya çıkmış bir hukuki olay olarak değerlendirilmemelidir. Zira antlaşmanın taraflarından birisi İslamiyet’i bütün yönleriyle ve en güzel şekilde yaşayan Hz. Peygamber ve Ashabı, diğer taraf ise İslamiyet’in bütün güzelliklerine sırt çevirmiş ve Müslümanlara hayat hakkı tanımayacak kadar hoşgörüsüz bir siyaseti benimseyen Kureyşlilerdir. Ayrıca Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra Arap yarımadasında İslami inkişafta olağanüstü bir hızlanmanın görülmesi de Hudeybiye’nin yüzeysel bir tarih okuma ile anlaşılamayacağını göstermektedir. Hudeybiye, İslam tarihinde bir dönüm noktasıdır ve birbiriyle insan olmaktan başka hiçbir ortak noktası olmayan iki farklı grubun Hz. Peygamber’in gayret ve ferasetiyle barış ortamında yaşamasını temin eden hukuki bir olaydır. Kur’an-ı Kerim’de "Ap açık bir fetih yolu" (Fetih Suresi: 1) olarak tavsif edilen Hudeybiye Antlaşması’ndan günümüz Müslüman’ına düşen hissenin ne olduğunu anlayabilmek için öncelikle Antlaşmanın hangi siyasi ve ekonomik koşullar altında imzalandığını bilmekte fayda vardır.

Hudeybiye Antlaşması Hicretin 6. yılında (628) Hz. Peygamber ve Ashabının umre yapmak amacıyla Medine’den hareket ederek Hudeybiye mevkiine gelmesi ve buna karşın Kureyşlilerin Müslümanları Mekke ve civarına almama kararı üzerine akdedilen ve zahiren Müslümanların aleyhine hükümler içeren hukuki-siyasi olaydır. Bu umre seferinin görünüşteki sebebi Hz. Peygamber’in görmüş olduğu bir rüyadır. Hz. Peygamber bu rüyasında hiçbir endişe ve korku duymadan Ashabıyla birlikte Kabe’yi tavaf ettiğini, bazı Sahabelerin başlarını kazıttığını, bazılarının da saçlarını kısalttığını görmüştür.1

Rüyasını Ashabına anlattıktan sonra umre ibadetini yerine getirme hususunda anlaşma sağlanmış ve sefer hazırlığı başlatılmıştır. Hz. Peygamber sadece umre ibadetini yerine getirmek istediği için yolculuk sırasında yalnızca korunma maksatlı silahlar taşınmasını emretmiştir. Hz. Peygamberin silahlanmaya sınırlama getirmesi Hz. Ömer ve Hz. Sad bin Ubade’nin muhalefetiyle karşılaşmıştı. Ancak Hz. Peygamber bu isteğinde ısrarlı olduğunu belirtmiş, niyetinin yalnızca umre olduğunu ifade etmiştir.2 Burada Hz. Ömer ve Sad bin Ubade’nin muhalefet nedenine dikkat etmek gerekmektedir. Bu iki Sahabenin muhalefet etmesi umre seferi öncesi Kureyşliler ile Müslümanların arasındaki husumetin canlı olmasından kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber yolculuk öncesi Busr b. Süfyan’ı Kureyşlilerin durumunu öğrenmesi ve onlara Müslümanların umre etmek amacıyla harekete geçtiklerini anlatması için Mekke’ye göndermiştir.

Hz. Peygamberin Barıştan Vazgeçmemesi

Müslümanların harekete geçtiğini duyan Kureyşliler Müslümanların kesinlikle şehre sokulmaması hususunda karar almışlar ve Halid bin Velid öncülüğünde askeri birlikler oluşturmuşlardır. Ayrıca Müslümanlara gözdağı vermek ve Müslümanların Mekke’ye girişini imkansızlaştırmak maksadıyla bazı Arap kabileleri ile (Ahabiş Kabilesi bunlardan birisidir) ilişkilerini güçlendirerek onları da yanlarına çekmişlerdir.3 Hz. Peygamber’in elçisi Büsr b. Süfyan’ın Kureyşlilerin hazırlıklarını Peygamberimize anlatmasından sonra bir durum değerlendirilmesi yapılmıştır. Hz. Peygamber Kureyşliler’in diğer Arap kabileleri ile ittifak etmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş, savaşmak gibi bir niyeti olmadığını ama mecbur bırakılırsa savaşmaktan kesinlikle çekinmeyeceğini ifade etmiştir.4 Hz. Peygamber’in tek gayesi umre ibadetini yerine getirmek olduğu için olası bir çatışmanın çıkmasını arzu etmiyordu. Kureyşliler ile meseleyi diplomatik yollardan çözmeyi umut ediyordu. Ancak Kureyşliler’in diğer Arap kabilelerini Müslümanlar aleyhine kışkırtmasından büyük rahatsızlık duyuyordu. Hz. Peygamber yolculuk sırasında Halid b. Velid öncülüğündeki Kureyş askeri birlikleri ile çıkabilecek muhtemel bir çatışmayı engelleme maksadıyla yol güzergahında değişiklikte bulunmuştu. Hz. Peygamber ve Sahabeleri yapılan müzakereler sonucunda umre ibadetini yerine getirmeye kesin kararlı olduklarını ifade etmişler, öncelikle barış taraftarı olduklarını, ancak Kureyşliler’in kendilerini zorlaması halinde savaşmaktan çekinmeyecekleri konusunda karar almışlar ve Mekke’ye doğru yolculuklarına devam etmişlerdir. Müslümanlar, Mekke ve Medine şehirleri arasında yer alan Hudeybiye adlı bir kasabada konaklamışlardı. Hz. Peygamber konaklama sırasında çevredeki Arap kabileleri ile görüşmeler yapmış, savaş gibi bir niyetinin olmadığını, amacının yalnızca umre ibadetini yerine getirmek olduğunu bu kabilelere de anlatmıştı. Bu kabilelerden birisi Huzaa kabilesi idi. Hz. Peygamber bu kabile vasıtasıyla Kureyşliler ile diyalog kurmak istiyordu. Hz. Peygamberin Kureyşliler ile anlaşma zemini ararken aracı olarak Huzaa kabilesini seçmesi Kureyşlilerin ısrarlı bir şekilde uzlaşmaya yanaşmamalarından kaynaklanıyordu. Hz. Peygamber bu maksatla Huzaa kabilesi reisi Budeyl ibn Verka ile yaptığı görüşmede Kureyşlilerin siyasi ve ekonomik yönden güçsüz durumda olduklarını, savaşın Kureyşlilere büyük zarar vereceğini, Kureyşlilerin kabul etmesi halinde bir barış antlaşması imzalayabileceğini ifade etmişti. Bütün iyi niyetlerine rağmen Kureyşliler savaş isterlerse bundan kesinlikle çekinmeyeceklerini de açık ve seçik olarak anlatmıştır.5 Bu dönemde Mekkeliler siyasi ve ekonomik yönden büyük sıkıntı içerisindeydi. Hz. Peygamber yapmış olduğu araştırmalar sonucunda Kureyşlilerin ekonomik ve askeri yönden güçsüz olduklarını gözlemlemiş ve Kureyşlilerin savaşa cesaret edecek güçleri olmadığını anladığı için barışta ısrar etmiştir. Mekkeliler bu dönemde güneyde Müslümanların hakimiyetinden ötürü rahatsızdı. Bölgenin tek geçim kaynağı olan kervan ticareti Müslümanlar tarafından kontrol altına alınmıştı. Hz. Peygamberin müttefiki olan Beni Huzaa Mekkelilerin Yemen’e doğru açılmasına fırsat tanımıyordu. Kuzey bölgesinde yağmacı Gatafan ve Fezare kabileleri Mekkelileri rahatsız ediyordu. Bu durum Mekkelilerin ekonomik ve askeri gücünü zayıflatan olgulardı. Hz. Peygamber Kureyşlilerin ekonomik ve askeri güçsüzlüğünü bilmesine rağmen Kureyşlilerin üzerine yürümemiş, barış siyasetini tercih etmiştir. Huzaa reisi Hz. Peygamber ile yaptığı görüşmeden sonra Müslümanların amaç ve isteklerini Kureyşlilere iletmiştir. Ancak Kureyşliler hiçbir şart altında Müslümanların Mekke’ye sokulmayacağı konusunda ısrarcı bir tutum sergiliyorlardı. Kureyşliler’in bu tutumuna Urve b. Mesud karşı çıkmış, Hz. Muhammed’in teklifinin değerlendirilmesi gerektiğini önermişti. Görüşme için kendisinin elçi olabileceğini ifade ettiyse de Kureyşliler bu duruma karşı çıkmış, ancak şahsi bir görüşme için Hz. Muhammed ile müzakere yapabileceğini, bu görüşmelerin kendilerini bağlamayacağını ifade etmişlerdir. Urve b. Mesud Hz. Peygamber ile görüşmelerde bulunmuş ve Hz. Peygamber’in istek ve önerilerini Kureyşlilere iletmiştir. Ancak Kureyşliler yine uzlaşmaya yanaşmamışlardır.

Sahabenin Muhalefetine Rağmen Hz. Peygamberin Barış İstemesi

Kureyşlilerin uzlaşmaz tutumunu devam ettirmesine rağmen Hz. Peygamber diplomatik yollar ile çözüme ulaşma niyetinden hiç vazgeçmemiştir. Hıraş bin Ümeyye isimli Sahabesini Kureyşliler ile görüşmesi için elçi olarak göndermiştir. Ancak Kureyşliler bu elçiye kötü muamelede bulunmuşlar hatta suikast teşebbüsünde bile bulunmuşlardır. Elçisine bu şekilde muamele edilmesine rağmen soğukkanlılığını yitirmeyen Hz. Peygamber, Kureyşlilerin yeni tekliflerini bekliyordu. Hz. Peygamberin ısrarlı tutumu karşısında Kureyşliler siyasetlerinde bir değişiklik yaparak bir elçi göndermeyi kararlaştırmışlardır. Ahabiş Kabilesi reisi Huleys b. Alkame’yi elçi tayin etmişlerdir. Alkame Müslümanların konakladığı Hudeybiye mevkiinde gözlemde bulunmuş, Müslümanların silah durumunu inceledikten sonra niyetlerinin yalnızca umre olduğunu anlamıştı. Bu yüzden Hz. Peygamber ile görüşme bile yapmadan Kureyşlilerin yanına dönmüş ve onları fikirlerinden vazgeçirmeye çalışmıştır. Müslümanların Mekke’ye girmesine engel olunması halinde Kureyşlilere vermeyi taahhüt ettiği askeri ve ekonomik desteği çekeceğini de belirtmiştir. Buna rağmen Kureyşliler uzlaşma için somut adım atmaktan kaçınmışlardır.

Kureyş ile olan sorunu barışçıl yollardan çözmeyi umut eden Hz. Peygamber, bu sefer elçi olarak Hz. Osman’ı tayin etmiştir. Hz. Osman yaptığı görüşmelerde Hz. Peygamberin tekliflerini iletmiş, öncelikle barış yanlısı olduklarını ifade etmiştir. Kureyşliler Hz. Osman’a isterse kendisinin tavafta bulunabileceğini, ancak Hz. Peygamber’in Kabe’ye girmesine kesinlikle izin vermeyeceklerini belirtmişlerdir. Hz. Osman Hz. Muhammed tavaf etmedikçe kendisinin de tavaf etmeyeceğini ifade edince Kureyşliler Hz. Osman’ı göz hapsine almışlardır. Bu durum Müslümanlara Hz. Osman’ın öldüğü şeklinde ulaşmıştır. Hz. Osman’ın ölüm haberini alınınca Hz. Peygamber Ashabından Kureyşliler ile savaşma hususunda biat almıştır. Bu biata siyer ve tarih kitaplarında "Rıdvan Biatı" denilmektedir. Hz. Peygamberin Ashabından savaşma hususunda biat aldığını duyan Kureyşliler siyasetlerinde köklü bir değişiklik yaparak barış görüşmesi yapması amacıyla Süheyl b. Amr önderliğinde bir heyeti Müslümanlara göndermişlerdir. Yapılan görüşmeler sonucunda maddeler üzerinde uzlaşma sağlanmış ve sıra antlaşmanın yazılı hale getirilmesine gelmişti.

Antlaşmanın yazılı hale getirilmesi aşamasında Hz. Peygamber’in barış siyasetinde ne kadar samimi olduğunu gösteren ilginç bir gelişme yaşanmıştır. Hz. Peygamberin antlaşma metninin başına "Besmele-i Şerife"nin yazılmasını istemesi karşısında Süheyl b. Amr buna karşı çıkmıştır. Besmele-i Şerife’nin İslami bir kelime olmasından dolayı tepki gösteren Kureyş elçisi, antlaşmanın taraflarının yazıldığı kısma Müslümanları temsilen "Muhammed Resulullah" yazılmasına da karşı çıkmıştır. Kureyşliler bunun gerekçesini Hz. Muhammed’in risaletini kabul etmediklerini, böyle bir şeyi kabul etselerdi zaten Kabe’ye girmelerine izin verecekleri şeklinde göstermişlerdir. Bu tepki üzerine Hz. Peygamber, risaletinin Kureyşliler tarafından inkar edilmesinin "hakikat"i değiştirmeyeceğini ifade etmiştir. Hz. Ali, Hz. Ömer ve diğer Sahabelerin isteksiz tutumuna rağmen "Muhammed Resulullah" lafzını değiştirerek, sadece dünyevi bir sıfat olan "ibn-i Abdullah" terkibini yazdırmıştır. Hz. Peygamber bu uygulamasıyla Kureyş ile olan uzlaşmazlığı kaldırmış ve aralarında ortak olan unsurları ön plana çıkararak barış antlaşmasının imzalanmasını sağlamıştır. Hudeybiye Antlaşması şu maddelerden müteşekkildir:

1- Müslümanlar o yıl Mekke’ye girmeden Hudeybiye’den geri dönecekler, umre için ertesi yıl gelecek ve şehirde ancak üç gün kalacaklardır.

2- Mekkeli bir kimse Hz. Muhammed’in yanına kaçarsa velisinin isteği üzerine geri verilecek, fakat bir Müslüman kaçarak Mekke’ye sığınırsa iade edilmeyecektir.

3- Barış 10 yıl sürecek; taraflardan biri bu antlaşmaya dahil olmayan herhangi bir kabile ile savaşa girerse diğeri pasif kalacaktır. İki taraf, kendi hakimiyetleri altındaki toprakları kervanların geçişi, hac ve umre için emniyet altında tutacaktır.

4- Diğer Arap kabileleri taraflardan istedikleriyle ittifak yapabileceklerdir.6

Antlaşmaya Tepkiler

Hudeybiye Antlaşması görünüşte Müslümanların aleyhine hükümler içerdiği için Müslümanların diplomatik alanda yenildiği düşüncesinin doğmasına neden olmuştu. Sahabeler Medine’den hareket etmeden önce Kabe’yi tavaf ederek geri döneceklerini ümit ediyorlardı. Ancak yaşanan siyasi gelişmeler Hudeybiye Antlaşmasının akdini netice vermişti. Bu antlaşmanın bir hükmü de Müslümanların o yıl tavaf etmesine izin vermiyordu. Antlaşma hükümlerinden birisi olan "esir ve mültecilerin iadesi" hükmü de Sahabelerin bir bölümünün tepkisini çekmişti. Bu sırada Sahabelerin muhalefetinin artmasını netice verecek bir olay gerçekleşmişti. Kureyş elçisi Suhey b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel İslamiyet’i tercih etmişti. Mekke’de ikamet ediyordu ve Müslüman olduğu için Mekkeliler ona işkence ediyordu. Mekkelilerin elinden kurtulan Ebu Cendel Hudeybiye mevkiine gelerek Müslümanlara sığınmıştı. Bu durumu gören Süheyl b. Amr Ebu Cendel’in antlaşma gereği iadesini istemişti. Ancak bu sırada antlaşma henüz imzalanmamış olduğu için Hz. Peygamber bundan sonraki iltica olaylarında antlaşmanın uygulanması gerektiğini ifade etmiştir. Fakat Süheyl b. Amr’ın bu iade gerçekleşmediği sürece antlaşmayı imzalamayacağını söylemesi üzerine Hz. Peygamber Ebu Cendel’i iade etmek zorunda kalmıştı. Hz. Ömer bu konuda Hz. Peygamber ile görüşmelerde bulunmuş ve antlaşma hükümlerinin inananların aleyhine olduğunu ve bu iade olayının inananları küçük düşüren bir olay olduğunu söylemiştir. Ebu Cendel’in teslim edilmesinden sonra şahit sıfatıyla atması gereken imzayı bir süre geciktirmiş, daha sonra Hz. Ebu Bekir’in önerisi ve Peygamberin de antlaşmayı kabul ettiğini söylemesinden sonra imzasını atmıştır.7 Sahabelerin bu muhalefetinin nedeni Hudeybiye’nin zahiri görünümüne göre hükmetmelerinden kaynaklanmaktaydı. Bazı Sahabeler Hz. Peygamber’in bu tasarrufunun bir vahiy ile değiştirilebileceğini düşünüyorlar, bu yüzden bir süre beklemeyi uygun görüyorlardı.

Müslümanlar Hudeybiye’den Medine’ye dönerken yolculuk sırasında zihinlerdeki soru işaretini dağıtan ayetler nazil olmuştur. Yolculuk sırasında Fetih Suresi nazil olmuş ve bu sure Hudeybiye Antlaşması’nın bir zafer olduğu konusundaki şüpheleri ortadan kaldırmıştır: "Biz sana ap açık bir fetih yolu açtık."8 Sure aynı zamanda Rıdvan Biatı’nda Hz. Peygamber’e biat eden Sahabelerin Allah tarafından yüceltildiğinden bahsetmekteydi.9 Ayrıca Hz. Peygamberin rüyasında Kabe’yi tavaf ettiğini görmesinin Allah tarafından tasdik edildiğini, Müslümanların "korkusuzca ve güven içinde" Kabe’ye gireceklerini müjdeliyordu.10

Hudeybiye Antlaşması’nın Değerlendirilmesi

Hudeybiye Antlaşması Kur’an-ı Kerim’de "feth-i mübin" ve "nasr-ı aziz"11 olarak nitelendirilmiştir. Başlangıçta Sahabelerin hikmetini kavrayamadığı bir antlaşma olan Hudeybiye Antlaşması Kur’an-ı Kerim ile teyit edilen büyük bir siyasi zaferdir. Antlaşmanın Müslümanların umresini 1 yıl sonraya ertelemesi Sahabeler arasında hayal kırıklığı yaratan hükümlerden birisiydi. Oysa bu durum geçiciydi ve Müslümanlar 1 yıl sonra Mekke’ye gelmişler ve şehirde 3 gün kalarak Kabe’yi ziyaret etmişlerdir. Müslümanların en fazla tepkisini çeken hüküm ise "mülteci ve esirler" ile ilgili madde idi. Hükme göre Kureyşlilerden Müslümanlara sığınan bir mülteci Kureyşliler’e teslim edilecekti. Müslümanlardan Kureyşlilere sığınan bir mülteci ise Müslümanlara geri verilmeyecekti. Bu hüküm zahiren Müslümanların büyük bir siyasi tavizi olarak görülmekteydi. Ancak uygulama tamamen Müslümanların lehine sonuçlar doğurmuştu. Zira Kureyşlilerden Müslümanlara sığınan birisi ya Müslüman idi ya da Kureyş aleyhine cephe almış birisi idi. Bu kişinin geri iade edilmesi Mekke ve civarında Müslümanların veya Kureyş aleyhtarı insanların sayıca artmasını netice verecekti. Bu durum da elbette ki, Müslümanların lehine olacaktı. Müslümanlardan Kureyşlilere sığınanlar ise "münafık"tı ve bunların Medine’den çıkması Müslümanların birlik ve beraberliği için daha faydalı idi.12 Antlaşmanın taraflarından birisinin yaptığı bir savaşta diğer tarafın pasif kalması hususunda anlaşılması da Müslümanların Hudeybiye’den sonraki fetihlerini kolaylaştıran bir madde idi. Bu maddeden ötürü Kureyşliler Müslümanların Hayber Yahudileri ile yaptığı savaşta Yahudilere askeri ve ekonomik yardım yapamamışlardı. Hayber Yahudilerinin yalnız kalması da Müslümanların fethini kolaylaştıran bir unsur oldu. Hayber’in fethedilmesi de Mekke’nin fethedilmesine uygun bir siyasi zeminin doğmasına neden olmuştur. Hudeybiye Antlaşması İslam tarihinde dönüm noktası olan bir olaydır. Antlaşmaya kadar Müslümanları tanımayan, muhatap kabul etmeyen ve Müslümanlara "atalarının dinine sırt çevirmiş asiler" nazarıyla bakan Kureyşli müşrikler, bu antlaşma ile Müslümanları kendileriyle eşit bir güç olarak kabul etmişlerdir. Lammens Hz. Muhammed’in barış görüşmeleri sırasındaki tutumunun Kureyş oligarşisini kendisi ile eşit şartlar ile muameleye mecbur ettiğini, bunun da Müslümanların bütün Arap yarımadasında büyük bir güç olarak tanınmasını netice verdiğini söyler.13 Müslümanların bütün Arap Yarımadasında "siyasi bir güç" olarak tanınmasını netice veren bu antlaşmadan sonra diğer Arap kabileleri ile olan ilişkiler arttırılmıştır.

Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra Arap Yarımadasında kabileler arasındaki diyalogların güçlendiğine dikkat çeken Bediüzzaman, bu sulhten sonra maddi kılıçların kınına yerleştirildiğini, buna mukabil Kur’an-ı Kerim’in hakikatlerinin insanlara ulaştırılmasıyla "kalplerin ve akılların" fethedildiğini ve asıl fethin bu olduğunu söyler. Arap kabilelerinin Müslümanlarla olan diyaloglarının artması neticesinde İslamiyet’ten kaynaklanan güzelliklerin ve üstün ahlak örneklerinin Araplardaki inat ve taassubu ortadan kaldırdığını ifade eder. Kur’an-ı Kerim hakikatlerinin Hudeybiye Antlaşmasından sonra cilvesini gösterdiğini, bu yüzden birçok nüfuz sahibi Arabın İslamiyet’i tercih ettiğine dikkat çeker.14 Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra Halid bin Velid, Amr ibnü’l As, Osman bin Talha gibi nüfuzlu kişilerin İslamiyet’i tercih etmesi Müslümanların güçlenmesini netice vermişti.

Hudeybiye Barışından çıkarılabilecek bir başka sonuç "savaş"ın İslamiyet’te yalnızca zaruri hallerde başvurulan bir olgu olarak değerlendirildiğini göstermesidir. Hz. Peygamberin umre amacıyla sefere çıktığı için yanında fazla silah bulundurmaması, bazı Sahabelerin muhalefetine rağmen silahsız yolculuk kararında ısrar etmesi, Mekkelilerin diplomatik çözüm yollarını engellemelerine rağmen soğukkanlılığını muhafaza edip bekleme siyasetini benimsemesi ve ancak Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberinden sonra harekete geçmesi Hz. Peygamber’in barış elçisi ve taraftarı olduğunu net bir şekilde gösterir. Nitekim Hz. Peygamber aradan çok zaman geçmeden Mekke’yi fethettiğinde de savaştan kaçınmayı tercih etmiş, kan dökme yerine insanlar ile diyalog kurmayı benimsemiştir. Oysa Mekkeliler Müslümanların bu şehirde yaşamasına, ticaret yapmasına, Kabe gibi bütün Araplar için kutsal olan bir mekanı ziyaret etmesine izin vermeyecek kadar katı bir tutum sergilemişler ve İslamiyet’in ilk yıllarından itibaren Müslümanları taciz etmişlerdir. Mekkelilerin bu kötü karnelerine rağmen Hz. Peygamber onlara hiçbir şekilde zulüm etmemiş, Cahiliye Araplarına ve tüm insanlığa barış, diyalog, ahlak gibi üstün değerleri bizzat yaşayarak (Sünnet-i Seniyye veya Kur’an ahlakı) öğretmiştir.

Sonuç

Hz. Peygamberin beşeri ilişkilerde ısrarlı bir şekilde barış yanlısı uygulamalarda bulunduğu ve savaş kararını ancak düşmanın zorlamasıyla ve siyasi-ekonomik şartların bastırmasıyla aldığı görülmektedir. Sözgelimi Hz. Peygamber’in müşrik Araplarla yaptığı savaşlar Araplar’ın Müslümanlara siyasi ve ekonomik ambargo koymaları, yapılan antlaşmaları bozmaları, Müslümanların hayatını tehdit etmeleri, diğer Arapları Müslümanlara karşı kışkırtmaları gibi nedenlerden kaynaklanmıştır. Bu yüzden savaşın Müslüman için meşruluk ölçüsü sınırlıdır ve bu sınırları Hz. Peygamber’in uygulamaları göstermektedir. Hz. Peygamber’in Hudeybiye öncesi diplomatik çözüm arayışlarında ısrarlı tutumu, antlaşmanın maddeleştirilmesi sırasında Kureyşlilerin nazarında bir önemi olmayan "besmele-i şerife" ve "Muhammed Resulullah" lafızlarının kullanımından vazgeçmesi O’nun barış sağlamada ne kadar ciddi olduğunu göstermektedir. Hudeybiye’den iki yıl sonra Mekke’yi hiç kan dökmeden fethetmesi ve akabinde bütün Kureyşlilere umumi af ilan etmesi O’nun amacının kan dökmek olmadığını, insanların barış ve güven içerisinde yaşayacağı bir sosyal ortamı oluşturmak olduğunu göstermektedir.

İman soyut bir hakikattir ve insanların bu hakikate inanması için zorlayıcı ve baskıcı yöntemlerin geliştirilmesi İslami dayanaktan yoksundur. İnsanlar arasında kin ve nefretin artmasını sağlayan, insanların psikolojik yapısında olağanüstü değişiklikler yapan, masum binlerce insanın ölümünü netice veren ve "ahsen-i takvim" suretinde yaratılan insana yakışmayan bir olgu olan savaş vasıtasıyla insanları İslamiyet’e zorlamak Hz. Peygamber’in uygulamalarına dayandırılamaz. Bu yüzden bütün insanlığın kurtuluş ve huzuru için Müslümanların Hz. Peygamber’in bütün yaşamında ve özellikle Hudeybiye’de yapmış olduğu gibi "barış"ta ısrar etmesi gerekmektedir. Hudeybiye, İslam dininin ve Hz. Peygamber’in barış ve sulh taraftarı olduğunu öğreten hikmetli bir antlaşmadır.

Mete Firidin
13.04.2010
10:43

1980 öncesi ülkeye sosyalizim veya adildüzen getirmek için birçok partiler vardı.Daha sonra bunların amerika tarafından yönetilen gruplar olduğunu öğrendik asıl amaç sosyalizmi veya adil düzenin gerçekleşmesini önlemekti.Bu partiler vasıtası ile sosyalizmi ve islamı gerçek dışı ,ütopik birşey, yada marjinal bir oluşum gibi göstermekti.Sn cengizbey sizde bugün aynı yönde hizmet ediyorunuz.Bilinçli olmadığınızı tahmin ediyorum.Biliçsizce de olsa islami bir yaklaşımın nekadar ütopikmiş gibi görünmesini sağlıyorsunuz.

İslam tarihinin Mekke dönemini ve Medine döneminin ilk yıllarını görmemezlikten geliyorsunuz.Kısacası kitabın yarısını inkar ediyorsunuz.

1980 öncesi memlekete iş ,ekmek, özgürlük getireceklerini söyleyen cahil,kıçı boklu,dünyadan bihaber ,kendini dahi geçindirmekten aciz lise talebeleri gibi söylemlerde bulunuyorsunuz.Bununla ancak mevcut düzene hizmet ediyorsunuz.Allah basiretinizi versin.

Mete Firidin
13.04.2010
11:02

Cengiz beyin biliçaltı düşüncesi:Darbeler devam etsin etsinki eğer islami bir canlanma olursa hemen tepesine vurulsun.Böğlece düzen devam etsin.Partileri veya davaları devam etsin.Böylece dünyevi davaları ve nemalanmaları devam etsin.Efendilerinin düzeni de.İslamda efendilerinin düzeni içinde marjinal bir unsur olarak kalsın ve zamanla tarih olsun.

Bir deyim vardır size çok uyan:ŞAŞKIN ÖRDEK KIÇTAN DALARMIŞ.

Sizin amacınız milleti de kıçtan daldırıp başarısız kılmaktır.

Süleyman Karagülle
13.04.2010
17:26

Ahmet Hakan Bizim kurduğumuz ama bizim konuşamadığımız Kanal 7 TV de masonlar aleyhine bir dizi yaptı. Dizinin sunulması şeriata aykırı idi. Kur’an ın nehiy ettiği tecessüsü içeriyordu. Dizinin gayesi Masonlar Tanrının üstünde bir güç göstererek Müslümanların bilinç altına korku ve dehşet yerleştirmekti. O dizinin amacını anlamak için, o diziden bir iki programı hatırlamak ve Lütfi Hocaoğlu nun bu yorumunu okumak yeterlidir. Biz o tarihte bu diziye şiddetle karşı idik. Cengiz’in toz kondurmadığı ekip bize karşı olmuştu. Ahmet Hakan sakalını kesmeden Hürriyet Gazetesine terfi etti ve şimdi orada CHP ye destek vermeye çalışmaktadır.

Dr Lütfi Hocaoğlu nun yazdıkları bizim eskiden beri savunduğumuz ama izahını yapamadığımız konuların ilmi tahlillerini yapmaktadır. Cengiz’in bunları defalarca okuyup yararlanması gerekirken Milli Görüşte yapılan hataları savunma sadedinde Hocaoğlu na ve Karagülle’ye karşı görüşlerini beyan etmektedir. İyi niyetle yaptığından emin olduğumdan dolayı kendisine duacıyım. Allah ondan razı olsun bizi uyarmaktadır.

Mete Bey’e gelince, yorumlarıyla dergimize katıldığından dolayı büyük memnuniyet duyuyorum. Başka kitaptan aktardığı değerli yazıyı yorum içinde uzun buluyorum. Bütün bunları kendi ifadeleri ile bir sahife içinde özetlemeli idi. İfadelerde karşı tarafı suçlayıcı cümlelerin bulunmasını doğru bulmuyorum. Kişileri değil görüşleri tartışmalıyız. Görüşlere değil ama görüşleri ortaya koyanlara saygılı olmalıyız. Kimseden bizim görüşte olmasını istememeliyiz. Herkes bizim gibi insandır. Bizim sahip olduğumuz haklara sahiptir.

Türkiye’deki ve bütün dünyadaki darbelerin kaynağı Sömürücü Tekel Sermayesidir. Sermaye dünyanın düzenini sürdürmesi için bu darbeleri hazırlamaktadır. Adil Düzen gelmedikçe sermaye bu davranışta mazurdur. Fitne katilden eşettir.

Türkiye ve diğer devletler bu darbelere ancak sermayeye boyun eğmekle dayanabilmektedirler. Adil Düzene yapılanlar darbecilerin kendi arzuları değildir. Dışarıdan yapılan dayatmanın uygulamasıdır. Muhterem Erbakan Adil Düzeni dünyaya duyurdu. İnsanlık Adil Düzene göre üçüncü bin yıla bu sayede girmektedir. Erbakan bu hizmeti tam başarı ile yapmıştır.

Erbakan kısa dönem için, mevcut düzen içinde uygulama denemelerini yapmıştır. Denemeler yararlı olmuştur. Ancak başarı elde edilememiştir. Bu da gayet tabiidir. Başarı elde edilse idi zulüm düzeninde de iyilik oluyormuş anlamı çıkardı. Suç düzende değil Demirel’de olurdu. Bu gün Ak Partinin yaptığı da denemeden ibarettir. Başarılı olursa bizim kırk senedir söylediğimiz yanlış olur. Adil Düzen şahısların masuniyetine dayalı bir düzen değildir. Cengiz’in Erbakan’a inanmayı teklif edeceğine Adil Düzeni anlatması gerekir. Ak Partiye veya askerlere muhalefet etmek kötülüğün düzenden değil kişilerden ileri geldiğini kabul etmektir. Olsa olsa Adil Düzenin gelmesi için çalışmadıklarından dolayı suçlayabiliriz. Ak Parti bu suçlamadan kolay kolay aklanmaz. Oysa ordunun bu hususta bir eksikliği varsa sorumlusu Erbakan’dır. Başbakan olduğu zaman Adil Düzen çalışanlarını yanına alıp örnek uygulama yaptırsaydı askerlere tebliğ ulaşırdı, o zaman askerleri suçlayabilirdik. Askerler darbeci olsaydı şimdi Adil Düzeni savunanlar Türkiye’de olmazlardı.

Reşat Nuri Erol
13.04.2010
18:17

DAVET, RİCA, HATIRLATMA...

VEYA HER NE ŞEKİLDE ANLARSANIZ, O...

ALLAH RIZASI İÇİN BU LÜZUMSUZ VE UZUN TARTIŞMALARI BIRAKIN...

Mahir Kaynak - Süleyman Karagülle bölümünde, "ADİL DÜZEN" ÇALIŞMALARIMIZA FAYDASI OLACAK ÇALIŞMALARA, TARTIŞMALARA, "YORUMLARA" SİZİ DAVET EDİYORUM...

ZAMAN, MEKAN, İMKAN, ENERJİ, VAKİT VS. İSRAFININ HARAM OLDUĞUNA İNANIYORUM; HARAM FİİL İŞLİYORSUNUZ, HARAAAM !!!

HELE BAZI CÜMLELERİNİZ VE İFADELERİNİZ ÖYLESİNE AĞIR Kİ;

TEK KELİMEYLE "FİTNE"

VE

"ELFİTNETİ EŞŞEDDÜ MİNE’L-KATL /

FİTNE KATİLDEN BETERDİR." (ayet)

ALLAH İÇİN SORUYORUM:

- SİZİN BAŞKA İŞİNİZ YOK MU?!.

GERÇEKTEN "ADİL DÜZEN ÇALIŞANI" İSENİZ;

ALLAH İÇİN "ADİL DÜZEN" İÇİN ÇALIŞIN...

VESSELÂM...

ADİL GÜZEN ÇALIŞANI

REŞAT NURİ EROL

Mete Firidin
14.04.2010
10:18

SN CENGİZ BEY DAHA ÖNCE PARTİNİZ HAKKINDA SÖĞLEDİKLERİM TAM SAMİMİ GÖRÜŞLERİM DEĞİLDİ FAKAT SİZE ŞUNU GÖSTERMEK İSTEDİM Kİ: ELEŞTİRMEK,ÇAMUR ATMAK OKADAR KOLAYKİ KARŞIDAKİ İNSANLARI NEKADAR ÜZÜYOR.

SİZDEN RİCAM:ÖZELLİKLE LAİLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RESULULLAH DİYEN İNSANLARA DAHA ŞEFKATLİ VE ANLAYIŞLI YAKLAŞINIZ.ONLARA ÇAMUR ATMAYINIZ.BELKİ ALLAH KATINDA SİZDEN DAHA TAKVALIDIRLAR.BİR İŞİ YAPMANIN BİRÇOK YOLU OLABİLİR.

ALLAHIN AHLAKI İLE AHLAKLANINIZ.ALLAHDAN MERHAMET BEKLİYORSANIZ SİZ DE ALLAHIN KULLARINA MERHAMET İLE YAKLAŞINIZ.

Reşat Nuri Erol
14.04.2010
12:09

Davet...

Bu tartışmayı ve karşılıklı atışmayı artık tadında bırakın ve bu haftaki "Mahir Kaynak - Süleyman Karagülle" yazıları ve yorumları tarafına geçin...

Oradaki

1

2

3

4

5

6’ıncı YORUMLARI okuyup düşünün...

Yetmezse; bu hafta sonu okuyacağınız

557. "KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ" tefsirlerine, derslerine, yorumlarına ve yazılarına iştahınızı saklayın...

Boş şeylerle, "fitne" ve özellikle "israf" olan şeylerle vakit geçirmeyin;

Çünkü;

İSRAF HARAMDIR ve

ALLAH İSRAF EDENLERİ SEVMEZ...

FİTNE İSE KATİLDEN DE BETERDİR...

Vesselâm... Vesselâm... Vesselâm...

O’na tâbi olan ve O’nun dediği gibi amel edenlere...

Reşat Nuri Erol
14.04.2010
13:47

ERBAKAN’DAN ÖNCE...

ERBAKAN’DAN SONRA...

N E L E R O L D U ?..

Önemli bir olay veya gelişme olduğunda onu yazmak, yorumlamak ve tarihe not düşmek gerekiyor. Erbakan İstanbul’a geldi ve "Gençlik Gecesi"nde konuştu...

Konu ile ilgili ilk notlarımı bu köşedeki 2 Mart Pazartesi yazısında okudunuz. Başlık olarak meramımı kısaca anlatmak için ne dedim? "Her seferinde yeniden başlayarak..."

Aslında yazdıklarımı tam olarak anlatması için başlık şöyle olmalıydı:

"Millî Görüş Hareketi: Her seferinde yeniden başlayarak üçüncü hamlesini yapıyor..." Ancak başlık uzun olacağı için öyle demedim. Ama yazımın içeriğinde Millî Görüş Hareketi’nin geçmişteki iki hamlesinden sonra, şimdi de üçüncü hamlesini yapmakta olduğunu anlatmaya çalıştım... Bugün yazdıklarımın daha iyi anlaşılması için o yazımı -okumadıysanız- okumanızı tavsiye ederim.

Evet; Erbakan İstanbul’a geldi ve konuştu... Erbakan İstanbul’da ne dedi?..

Erbakan’dan önce neler oldu?.. Erbakan’dan sonra neler oldu?..

***

Bugünkü yazıda biraz geriye gideceğim, Erbakan’dan önce neler olduğunu yazacağım.

Sevr anlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu tarih olmuştur... 1920 tarihinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti kurulmaya başlanmıştır... Lozan anlaşması ile Türkiye istiklâlini kazanmıştır. Sonra Cumhuriyet Hükümeti Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını elde etme yolunu aramaya başlamış, bunu gerçekleştirmek için önemli atılımlar yapmıştır.

1. İlk iş olarak Türkiye’yi dış borçlardan kurtarmak gerekiyordu. Lozan’da Türkiye’nin borcu belirlenmiş ve taksitlere bağlanmıştır. Hükümet bu borçları muntazaman ödemiş, 1950’lerden önce bu borç bitmiş, böylece Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı için önemli bir adım atılmıştır.

2. Türkiye’nin ikinci ekonomik esareti sanayi alanındaydı, tüm sanayi tesisleri yabancıların elindeydi. Şehirlerin su ve elektrik tesisleri ile demiryolları da dış sermayenin idi. Hükümet yabancı sermayeye dayanan tesisleri millileştirdi ve ekonomik bağımsızlığa giden ikinci adımını da attı.

3. Türkiye’nin bağımsızlaşması için modern ekonomik tesislere gerek vardı. Bunun için iktisadi devlet teşekkülleri kurulmuştur. KİT’ler teknoloji transferi yapmış, teknolojik eğitimi gerçekleştirmiş, kentleşmeyi sağlamış ve sermaye tekelinin sömürüsünü önlemiştir.

4. Hükümet nüfusu çoğaltma siyasetini gütmüş, Müslüman halkın ülkeye göçünü kabul etmiş ve Türkiye’yi yeterli seviyede ekonomik nüfus sayısına ulaştırmıştır.

***

1950 yılına gelindiğinde CHP iktidardan indirilmiş, DP iktidar edilmiştir...

DP Türkiye’nin ekonomik ve idari siyasetini tamamen değiştirmiştir.

1. Devlet borçlanarak altyapı yatırımları yapmış, böylece ülkeyi günümüzde çökertecek seviyeye ulaşmış olan bir borç yüküne sokmuştur.

2. Devlet ülkeyi yabancı sermayeye açmış, onların Türkiye’de yatırım yapmalarına imkan vermiştir. Ancak Türkiye’yi yıkmayı düşündükleri için yabancı sermaye sadece borç olarak gelmiş, ülkeyi kalkındıracak yatırımlara girişilmemiştir.

3. KİT’ler zarar ediyor diye bedava satılmaya başlanmış, ’özelleştirme’ adı altında bu furya günümüzde de devam etmiştir. Oysa Türkiye teknoloji transferi yerine teknoloji üretimi yapmak, köylerin boşalmaması için tedbirler almak zorundadır. Bu, tarım teknolojisi üretme yanında, küçük sanayiyi köylere götürecek tedbirler şeklinde olmalıdır. Bunun gerçekleşmesi usta-çırak eğitimi ile mümkündür. Türkiye küçük işletmeleri yani KOBİ’leri organize etmek zorundadır. Bu da ancak KİT’lerin fonksiyonunu değiştirerek sürdürülmesi ile mümkündür.

4. Devlet, doğum kontrolü ve ülkeye gelen göçü durdurma siyaseti ile birlikte, dışarıya işçi gönderme siyaseti ile Türk nüfusunu durdurma çabası içindedir...

yazımda anlattığım üzere, Demokrat Parti 1950’den itibaren iktidara gelir gelmez, önceki hükümetlerin özellikle "ekonomik" alanda yaptıklarını yıkmakla meşgul olmuş, ülkeyi borçlandırmaya başlamış; bu yetmiyormuş gibi daha önce başlatılan halkı dinsizleştirme siyaseti de başka versiyonlarıyla sinsi bir şekilde devam ettirilmiştir...

İşte bu gelişmelerin ardından;

- 1960’larda Gümüş Motor kurucusu ve Odalar Birliği Başkanı,

- 1970’lerin başından itibaren de "Millî Görüş Lideri" olarak,

Prof. Dr. Necmettin Erbakan gelmiştir...

O geldiği andan itibaren Türkiye siyasetinde, ekonomisinde ve halkımızın makus talihinde -hattâ insanlığın geleceğinde- yeni bir tarih/dönem yaşanmaya başlanmıştır...

***

Millî Görüş Lideri Prof Dr. Necmettin Erbakan Türkiye’de neler yapmıştır?

1. Gümüş Motor’u kurarak -sömürü sermayesi dışında- ilk motor üretimini yapmış, Türkiye’de çok ortaklı halk işletmelerinin kurulmasına örnek-öncü olmuştur. Bu ilk öncülük sayesinde, bugün ülkenin her bölgesinden en ücra beldesine varıncaya kadar, O’nun başlattığı sanayileşme hareketi/hamlesi gerçekleşmiş, fabrikalar ve sanayi siteleri kurulmuştur.

2. Millî Görüş Hareketi sayesinde, Türkiye’deki anlaşmalı/muvazaalı iki parti sisteminden (DP-CHP), "çok partili gerçek demokrasi sistemi"ne geçilmiştir. Bugünkü mecliste AKP, CHP, MHP, DTP grupları vardır. Bütün baskılara rağmen Türkiye’de ikili parti sistemi oluşturulamamış, bunu Erbakan başarmıştır.

3. Erbakan Türkiye’deki sanayileşmeyi İstanbul tekelinden kurtarmış, İstanbul’dan Anadolu’ya taşımış, O’nun önderliğinde ve öncülüğünde "halk ekonomisi ve sanayileşmesi" Türkiye’nin her tarafına yayılmış, ülkemizin dört bir yanı fabrikalarla donatmıştır.

4. Millî Görüş Hareketi "Önce Ahlâk ve Maneviyat" parolasıyla yola çıkmış, bunun sonucunda Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasalarına bile Din Kültürü ve Ahlâk Dersleri konulacak gelişmelere gidilmiştir. İslâm Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) tam üye olma ve İSEDAK Başkanı olma ile başlayan sürecin ardından, D-8 Projesi sayesinde en büyük İslâm ülkeleri ile çok yönlü birliğine doğru gitme adımları atılmıştır...

5. "Adil Düzen" ve "Adil Ekonomik Düzen" ise zamanla daha iyi anlaşılacaktır...

***

Erbakan önce 12 Eylül 1980 darbesi ile iktidardan uzaklaştırılmış, ancak O’ndan sonra gelen hükümetler hep O’nun başlattığı yenileşmeyi tamamlamış; Erbakan 1970’lerde neler söylemişse, 1980’lerdeki siyasi aktörler tarafından onlar yapılmıştır...

28 Şubat 1997 darbesi sonrasındaki gelişmeleri biliyoruz... 2009 Şubat ayında yorumcular konu üzerinde yeterince durmuş; hâlen de durmaya devam ediyorlar...

Hâsılı, Erbakan kırk-elli sene önce ortaya koyduğu hedeflere ulaşmıştır...

Millî Görüş Lideri Necmettin Erbakan, işte bugüne kadar bu yaptıklarının ve başardıklarının huzuru içinde İstanbul’a gelip "Gençlik Gecesi"nde konuşmuştur...

Evet, Erbakan İstanbul’a geldi, görevini yapmış olmanın gönül huzuru ile "Gençlik Gecesi"nde geleceğin Millî Görüş Kadroları ile kucaklaştı ve konuştu... Söylediklerini canlı olarak dinledik, basına yansıdığı kadarıyla okuduk... O konuşmada önemli olan şu cümleleri not etmede yarar vardır: "Erbakan iki partiyi arkadan idare ediyor diyorlar, beni de AKP’li sayıyorlar!" dedikten sonra, cevaben şunu söyledi:

"Oysa ben şimdi buradayım... Burası neresi?.. Sizin gönlünüz..."

Evet, sizin gönlünüz, hepimizin, gönlü, milletin gönlü, insanlığın gönlü..

Reşat Nuri EROL

Bizim görüşümüz budur.

Vesselâm...

Süleyman Karagülle
14.04.2010
14:38

Cengiz bey daha evvel suçladığı kimselere beni de katmış. Şu kadarını söyleyeyim ki “ben insanlara tapmıyorum.” İnsanlar Kuran’a ne kadar bağlıysalar bana göre o kadar doğru yoldalar.

Ben çocukluğumdan beri Kuran’la meşgul oldum. Erbakan’ı ve Fethullah Gülen’i destekledim. Onlar da benim desteğimi kabul ettiler.

Bana göre Adil Düzen Kuran düzenidir. Kuran’la kim çok meşgul oluyorsa Adil Düzen’i o daha iyi bilmektedir. Cengiz bey ile Kuran üzerinde çalışmak üzere iken bizi ortada bırakıp Türkmenistan’a gitti. Türkmenistan’dan bize maddi imkanlar sağladı. Allah ondan razı olsun.

Ben sadece şunu söyleyeceğim, Allah bizi insanları tanrılaştırmak veya suçlamak için görevlendirmedi. Kimsenin içinde değiliz. Kimin samimi olduğunu, kimin ise münafık olduğunu yalnız Allah bilir. Biz insanların söylediklerine ve yaptıklarına bakar onlarla beraber oluruz veya ayrı oluruz. Kuran her söze kulak verirler diyor, söyleyene demiyor. Kuran iyilikte yardımlaşırlar diyor, iyilerle yardımlaşırlar demiyor. Çünkü biz kimin iyi olup olmadığını bilemeyiz. Cengiz beye tavsiyem Reşat Erol’un tavsiyelerini dinlemesi ve insanları ululamak veya onları kötülemek yerine Adil Düzen çalışmalarına daha fazla katılmasıdır.

Reşat Nuri Erol
14.04.2010
15:09

ÜSTADIM SÜLEYMAN KARAGÜLLE;

Teşekkürler...

Allah razı olsun...

Demek istediğim ’ÖZ/ÖZET’ olarak odur.

En derin hürmet, muhabbet ve dualarımla; DUA.. DUA.. DUA...

Adil Düzen Çalışanı

ve de Hizmetkârı

Reşat Nuri EROL

Osman Köse
14.04.2010
17:16

Erbakan hocanın Gençlik Gece’sinde ki konuşmasını ben de dinlemiştim ve hoca orada şayiayı redd için işte ben burdayım (yani sadece sp’deyim)manasında, ampul iddisasını işte benden bizzat duyun anlamında tekzib anlamında söyledi.

Konuşmanın ilgili kısmının alıntısı:

"2- Şuursuz Müslüman olmaz (Şuur Çivisi)

Şuur: Hayrı ve şerri birbirinden ayırmak; Batıldan kaçınıp Hakka tabi ve taraf olmaktır.

Bazıları: “Bu Hoca öyle akıllı adam ki, iki partiyi birden idare ediyor. Saadet Partisinin başında gibi duruyor, ama AKP’yi destekliyor” diyorlar.

’AKP de Milli Görüşçüdür. Ben Saadet Partiliyim, ama Halk Partisi gelmesin diye AKP’ye oy veriyorum’ diyen birine rastlarsanız ona, Erdoğan’ın şu sözlerini hatırlatın. "Irak’ta savaşan kahraman Amerikan askerlerinin ülkelerine başarılı ve sağlıkla dönmeleri için dua ediyorum..." Bu zihniyetteki kişi ve partilerin vebaline ortak olunur mu?

Namazda okuduklarıyla dışarıda yaptıkları aynı olmayanlar, şuursuz ve sorumsuz insanlardır!

Günde sünnetleriyle beraber 40 rekât namazın her rekâtında Fatihayı şerif okuyoruz. Çünkü Fatihasız namaz olmaz. Fatihada ne diyoruz? “Gayrilmağdubi aleyhim veleddallin.” Cenab-ı Allah bize neden günde 40 defa bu sözü söyletiyor? Nedir bunun manası? “Ya Rabbi sakın bizi sıratı müstakimden ayırma. Bizi gadap ettiklerinin yoluna saptırma. Dalalete düşenlerin yoluna kaydırma!” Gadap ettikleri kim? Siyonistler, Yahudiler. Dalalete düşenler kim? Hıristiyanlar. Haçlı emperyalistler... Kim söylüyor bunu? İslam âlimleri. Nerden çıkarıyorlar? İcma-i ümetten. Kıyas var. İcmai ümmet var.

Sen namazda 40 defa “aman ya Rabbi beni sakın Yahudilerin ve Hıristiyanların yoluna saptırma!” diyorsun, ardından selam veriyorsun ve sonra gidip “Ben BOP eşbaşkanıyım, İsrail’le stratejik ortağım, Ortadoğu’yu Siyonistlerin istediği şekle sokacağım, Büyük İsrail’i kurmak için çalışacağım” diyen işbirlikçileri destekliyorsun.

Yahu sen namazda ne okuyorsun, Allah’a ne söz veriyorsun? Selam verdikten sonra ne yapıyorsun? Sen ne dediğinin farkında mısın?

3- Cihatsız İslam olmaz (Cihat Çivisi)

Cihat: Emribil maruf-Nehyi anil münker yapmaktır......"

Konuşmanın tüm metni için:

http://www.millicozum.com/mc/ARALIK-2009/erbakan-hocanin-ankara-milli-genclik-sahlanis-konusmasi.html

Reşat Nuri Erol
14.04.2010
19:04

HER SEFERİNDE YENİDEN BAŞLAYARAK…

Millî Görüş Hareketi (1969-2009), 40 yıllık geçmişine bakıldığında, bütün engellemelere rağmen, Erbakan Hocamızın tesbitiyle ifade edeyim, “milletimize büyük ve tarihî hizmetler yapmış, ‘HER SEFERİNDE YENİDEN BAŞLAYARAK’ en büyük siyasi güç olmuştur”, yine öyle olacaktır. Milî Görüş ikinci şahlanış dönemini geride bırakırken, üçüncü şahlanış dönemine gelmiş bulunmaktadır. Yeni dönemde Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünya, hattâ Yeni Bir Medeniyet kurulacağının işaretleri var...

Erbakan Hocamız, İstanbul’daki muhteşem “Fark Var Gençlik Gecesi”nde, ‘Hak var, bâtıl var. Hak nedir? Bâtıl nedir?’ dedikten ve bu soruların cevabını verdikten sonra, ‘Saadet ancak hakkın hakim olması ile mümkündür’ dedi.

Sözkonusu olan 40 yıllık Millî Görüş Hareketi olunca, Hocamız ‘Millî Görüş nedir?’ diye başladığı konuşmasının ilk bölümünde, Millî Görüş’ün ne olduğunu anlattı… Millî Görüş’ün tarihçesini anlattı, kırk yıllık muhteşem mazimizi anlattı… 1990’lardaki gelişmeler, değişim ve başlatılan 20’inci Haçlı Seferi…

Sözü günümüze, günümüzdeki AKP iktidarına getirdi ve dedi ki: AKP krizi, terörü, işsizliği, açlığı önleyemez… İşsizlik, açlık, bütçe açıkları, dış borçlar arttıkça artıyor… 15 milyon işsiz var… 40 milyon aç var… 500 milyar dolar dış borç var…

Bu duruma Hayim Nahum Doktrini ile geldiğimizi ve getirildiğimizi anlattı.

Nedir bu Haim Nahum doktrini? 1. Açlık, 2. İşsizlik, 3. Borç (iş ve dış borçlar), 4. Dinden uzaklaştırma, 5. Böl, 6. Çarpıştır, 7. Yumuşak lokma hâline getir…

Notlarıma bakıyor, altını çizdiğim ifadelere ve vurgulara dikkat ediyorum:

Siyonizm… Kabala… Dolar… Para gücü… Irak savaşı… Filistin savaşı… Firavunların hak anlayışı… Timsah örneği: Üst çene ABD, alt çene AB, kuyruk İsrail…

Tekrar tekrar hatırlatılan ‘Hidayet, Feraset, Dirayet’ meselesi var... ‘Hidayetin kararması’ meselesi var… ‘Hakkı üstün tutma ve maneviyatçı olma’nın önemi var…

Adil Bir Düzen… Adil Bir Nizam… Adil Bir Dünya…

Önce mahallî seçimler, yerel yönetim seçimleri…

Sonra önümüzdeki genel seçimler…

Erken veya normal seçim…

Ve en sonunda ayağa kalkarak hep birlikte verilen söz: ‘Milletimizin saadeti ve selâmeti için… ADİL DÜZEN için çalışacağımıza söz veriyoruz…’

Her şeye rağmen hayat devam ediyor ve ‘her seferinde yeniden başlamak’ gerekiyor… Bizim ve yaşayan bütün nesillerin Hocamızdan öğrenmemiz gereken en önemli ve de en yeni derslerden biri de bu olsa gerek: Her seferinde yeniden başlamak…

Geçtiğimiz iki ayda, Erbakan Hocamızla, her biri 5-6 saat süren iki mutfak çalışması toplantısında bulundum. Yapılan hazırlıklar bir konferans, ‘Uyanalım! Kriz ve Adil Düzen’ konferansı içindi. Bu köşenin dikkatli müdavimleri hatırlayacaklardır, bu konuyu geçtiğimiz aylarda yazmıştım. Ben o çalışmalara istinaden bir konferans beklerken; seksen yaşındaki delikanlı, İstanbul gençleri arasında, muhteşem bir ‘Fark Var Gençlik Gecesi’nde ortaya çıktı, onlarla ve hepimizle kucaklaştı, yeniden heyecan ve ümit getirdi!..

Kırk yıl önce Erbakan Hocamızın önderliğinde başlatılan ‘Bağımsızlar Hareketi’ kısa zamanda ‘Millî Görüş Hareketi’ne dönüştü. O dönemde Hocamız Konya’da, biz Ege ve Aydın’da ilk adımları attık… Bilahare İzmir ve bütün Ege’de MNP ve özellikle MSP teşkilatlarını kurduk… Ege’nin illerini, ilçelerini, beldelerini, köylerini, dağlarını, yaylalarını, yollarını zaman zaman bizzat Erbakan Hocamızla karış karış arşınladık… 1970’li o yıllarda ‘…Ve Zafer Yakındır’ hamlesi yapıldığında Adana, G. Antep, K. Maraş’a kadar uzandık… Konya’ya defalarca gittik… Şimdi ve ‘HER SEFERİNDE YENİDEN BAŞLARKEN’, MİLLÎ GÖRÜŞ HAREKETİ’nin üçüncü büyük ve de muhteşem hamlesi başlarken; yeniden ve bir defa daha ‘…VE ZAFER YAKINDIR’ diye haykırıyoruz…

Reşat Nuri EEROL

Millî Gazete, 2.3.2008

Reşat Nuri Erol
14.04.2010
19:07

OSMAN KÖSE Kardeşime;

- Hatırlatmaların için teşekkürler...

Allah razı olsun...

Selamlar...

RNE





Sayı: 44 | Tarih: 11.04.2010
Ahmet Hakan
CHP'ye 7 öğüt
2178 Okunma
18 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mahir Kaynak
İki model
1989 Okunma
11 Yorum
Süleyman Karagülle
Fehmi Koru
1 Mart tezkeresi ve Balyoz Planı
1581 Okunma
Ahmet Kirtekin
Mehmet Şevket Eygi
Riba Ateştir!..
1434 Okunma
3 Yorum
Emine Hocaoğlu
Zülfü Livaneli
En doğru söz
1343 Okunma
Ali Bülent Dilek
Toktamış Ateş
Devlet işçisini döver mi?
1323 Okunma
Osman Eskicioğlu
Ebubekir Sifil
İNSAN HAKLARI ve KAVRAMLAR
1316 Okunma
2 Yorum
Zafer Kafkas
Ruşen Çakır
Taraf tutmak yine çok zor
1295 Okunma
Tayibet Erzen
Mehmet Niyazi
Topçu'nun dünyasına bir bakış
1242 Okunma
Abdurrahman Erol
Mümtazer Türköne
Ordumuzu kim kurtaracak?
1236 Okunma
1 Yorum
Arif Ersoy
Dücane Cündioğlu
Çadırdan saraya göçen uygarlık
1236 Okunma
4 Yorum
Abdülkadir Altınhan
Rahmi Turan
Bizim kaşığın sapı kırık
1234 Okunma
1 Yorum
Serdar Turan
Reşat Nuri Erol
Hatırlatıyorum
1228 Okunma
Ilker Ardic
Nazlı Ilıcak
CHP'nin teklifi ve Çankaya
1226 Okunma
Fatma Karuç
Can Ataklı
AB ülkelerinde bir savcı aynı anda 70 subayı tutuk
1212 Okunma
1 Yorum
Mesut Karaaytu
Oktay Ekşi
Köşk Fena Kızmış
1194 Okunma
2 Yorum
Vahap Alma
Ali Bulaç
Türkiye'de hukuktan anlaşılan
1183 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Hayrettin Karaman
Dehşete düşüren iddialar ve haberler
1180 Okunma
Hilmi Altın
Mehmet Altan
Kimler interneti kullanmaz?
1147 Okunma
Mehmet Hikmetumut


© 2024 - Akevler