09.12.2009
AÇILIMI sabote etmek için birileri fırsat arayıp duruyormuş... Şunun gözyaşı daha çok “timsah ağlamasını” andırıyormuş... Meclis'teki İnsan Hakları Komisyonu eğer gidip İmralı'daki “haşmetmeap”ın koşullarını görse ve muhteremin huzuru için gerekli düzenlemeler zamanında yapılsa imiş...
Bu kanlar da akmazmış.
Bir şu söylenenlere bakın. Bir de sırf “vatan borcunu ödemek” gibi dünyanın en kutsal görevini yaparken pusuya düşürülerek alçakça şehit edilen 7 yiğidin al bayrağa sarılı tabutuna göz atın.
Bir an bu son olayı hariç tutun.
Terör suçlusu olduğu, iç-dış tüm yargı organları tarafından kabul edilmiş birinin hapishane koşulları onun istediği gibi olmadığı için İstanbul'da çıkan olaylarda Serap Eser isimli bir yavru ile Diyarbakır'da çıkan olaylarda Aydın Erdem adında bir üniversiteli hayatını kaybetti.
Şikâyetle sonuç arasında zerre kadar denge görüyor musunuz?
Gerçi 7 askerimizin kimler tarafından şehit edildiğini henüz bilmiyoruz.
Ama Tokat'ı da içine alan Sivas, Erzincan, Amasya, Giresun ve Ordu bölgesinin taa 1996'dan beri PKK'nın ilgi alanı içinde olduğunu biliyoruz. Nitekim önce 1996 yaz aylarında Sivas ve Erzincan kırsalında, daha sonra da Tokat, Amasya, Giresun ve Ordu kırsalında bazen sadece PKK'lılar görüldü. Bunlarla bazen TİKKO bazen de DHKP-C mensubu silahlıların işbirliği yaptığı biliniyordu. Nitekim önce 13 Ağustos 1996 günü PKK'lılar Sivas'ın Kangal İlçesi'ne bağlı Demiriz Köyü tren istasyonunu basıp 8 kişiyi öldürdüler.
Sonra Gürün'de bir otobüsü durdurup 2 sivili öldürdüler.
Bunu 7 Eylül günü Erzincan'ın Kemaliye İlçesi'nde askeri araca pusu kurarak -aynen Tokat'ta olduğu gibi- 8 askeri şehit etmeleri izledi.
Divriği'de 4, Erzincan'ın Refahiye İlçesi'nde 2 kişiyi aynı yıl öldürerek olabildiğince Batı'ya ve Kuzey'e kaydılar. Ve bir yandan Giresun ile Ordu, öte yandan da Tokat, Amasya kırsalına uzandılar.
Buralarda özellikle 1997 yılında TİKKO ile işbirliği içindeydiler. Çok acımasızca hayli sivil öldürdüler.
Gerçi özellikle Jandarma birlikleri bunlara çok kayıp verdirdi. Keza yöreye yeni konuşlanan Komando birlikleri uzun süre onlara göz açtırmadı. Ama bu son olayın da eskilerle bağlantısı olduğunu varsayarsak diyebiliriz ki, yeniden kafa gösterdiler.
Bu olayın, siyasi iktidarın “açılım” kampanyasını sabote etme kastıyla yapılıp yapılmadığını henüz bilmiyoruz. Doğrusu gittikçe çıkmaza girdiği izlenimi veren “açılım”ı yıkmak için bu tür bir sabotaja ihtiyaç olduğunu da sanmıyoruz.
Ama eğer Türkiye'yi bölmeyi veya ülkemizde kardeş kavgası çıkmasını isteyenler bu eylemin çok büyük bir infiale yol açacağını düşündülerse, hesaplarında yanılmadıklarını söyleyebiliriz.
Bu gidişi önlemek, yedi cihana akıl veren bugünkü iktidarın borcu ve görevidir. Dahası, bu gidişi önleyememenin bir de sorumluluğu vardır. O artık siyasi mi olur, hukuki mi, onu da gelecek günler gösterir.
Yorum:
DTP ve AKP iyi etmedi
Ak Parti İktidarı’nın büyük bir cesaret ile gerçekleştirmek istediği demokratik açılım çalışmalarına DTP kanadından beklenen destek gelmedi. CHP ve MHP’nin bütün eleştirilerine ve açılımı sonlandırma girişimlerine karşın DTP’nin yapması gereken şey, hakların kardeşliği, demokrasi, eşitlik ve barış namına bu değildi. Yıllardır süren puslu havanın dağıtılması için bir fırsat doğmuştu. Belki de hepimizin düşündüğü de DTP’nin bütün mücadelesinin böyle bir yol ayrımına gelmek adına olduğuydu. Ama DTP siyasetini bu kadar akıllıca yapmadı. Sokaklarda gelişen olaylar, ölenler, verilen şehitler…
AKP İktidarı da başlangıç noktası bana göre iyi, fakat yürüttüğü politika açısından iyi bir performans gerçekleştiremedi. Biz eskilerden bahsede duralım yeni olaylarla sarsıldık. Barış olacak derken yeni savaşlar başladı. Kanlar döküldü. Yüklendikleri misyonun hakkını veremeyen AKP ve DTP(ya da yeni parti)‘nin biran önce çözüm üretmesi gerek.
DTP’yi kapatma davasının karar gecesi Ahmet Türk’ün yaptığı sağduyu çağrısı da pek etkili olmamış gibi görünüyor. Batman, Hakkari, D.Bakır, İstanbul ve çeşitli yerlerde sokaklar karışık. En tehlikelisi ise halklar ayrımcılığın eşiğinde. Kutuplaşmaya doğru ilerliyoruz. Samimiler ve samimi olmayanlar, barışı isteyenler ve istemeyenler, provokatörler ve dizginleştiriciler karışmış durumda. Halk kime inanacağını bilemez oldu. Yapılan analizler gününde doğru ama ertesi gün başka bir doğruyla karşılaşıyoruz. 1990-94 dönemine benzerlikler vuku buluyor. Haber bültenleri haber bulmakta zorlanmıyor. Tedirginlik diz boyu. Gelecek ile ilgili endişeler heyhat…
Her ne olursa olsun, bir kaç kişinin şahsi menfaatleri için bir ülke bu hale gelmeme ve halkın kendini toparlaması gerekliydi. Yegâne sistem olan Kur’an eksenli bir hayatı benimsemek, özümsemek gerek. Irksal çatışmalarla hayatı yaşanılmaz hale getirip gelecek endişesine mahal vermemek gerek. Bu çatışma bir ‘’hiç’’. Bir ‘’hiç’’ uğruna tanımadığı kimselerin hayatını karartmamak gerek. Kanla beslenmek, anarşiden, kargaşadan nemalanmak isteyenlerin kirli oyunlarına alet olmamak gerek.
Bugüne kadar çok şey söylendi bu konularda. AKP, DTP, MHP, CHP, Ergenekon, derin devlet, darbeler, darbe planları, askerler, siyasiler ve dış güçler… Sebep her ne olursa olsun bu ortamın dağıtılması şart. Dağıtacak gücün nerde olduğunu sormaya gerek yok. Tam adaletli, ırk ayrımının bulunmadığı, kusursuz kanunların işlendiği Kur’an donanımlı insanların, Kur’an’ın emrettiği şekilde harekete geçmesi. Yani kan yok. Yani anarşi yok. Adaletsizlik, haksızlık, sebepsiz ölümler yok. Derinlik yok. Glasnost bir perestroykaya kösteklik ve nedensiz muhalefet yok. Dayanaksız çarpıtmalar ve molotoflar yok. Bunun yerine güzel ahlakla perçinlenmiş Kur’an eksenli yaşanılası bir Türkiye var.
Saygılar…