Hayrettin Karaman, 10 Aralık 2009 Perşembe, “İslam ve farklılık”, Dini Farklı olanlar” “Mezhebi farklı olanlar”,
Hayrettin Karaman bu hafta 10, 11, 12 Aralık’taki üç yazısını, yurt dışında ilmi araştırma yapan bir akademisyenin (H. Akarca (Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Araştırma Gör.) mektubuna ve bu konudaki görüş ve düşüncelerine ayırmıştır.
Yazıdan bazı bölümler:
“Şu anki demokrasi mücadelesinin ön saflarında görünen Müslüman kesimlerin farklılıklara bakışının daha net belirtilmesi gerektiği kanaatindeyim. Gerçekten de İslami hükümlere göre idare edilen bir ülkede Alevi'lerin durumu ne olacaktır? Osmanlı idaresi altındaki hallerinden kendilerinin memnun olmadığını biliyoruz. Suudi idaresi altındaki Şii'lerin vaziyetinin de iç açıcı olmadığı hepimizin malumu. Cezayir, Iran, Sudan, Afganistan, Filistin gibi ülkelerde İslami fikriyata sahip akımların idareyi demokratik ya da cebri yollarla ele geçirdikleri dönemlerde takip ettikleri "İslami" anlayışa sahip olmayan fert ve grupları dışlayıcı ve hatta yok edici bir politika yürüttükleri de acı bir gerçek….
“Kendi kanımca hala daha Türkiye'deki Müslüman kesimin Alevi'leri oldukları gibi kabul etmediklerini düşünüyorum. Hakim idarenin temsil ettiği İslami anlayışın dışında olan ama genel anlamda İslam çatısı altında değerlendirilebilecek topluluklara yönelik düzenlemeler konusunda düşüncelerinizi paylaşabilmenizi arzu ederim. Genel anlamda fikir ve vicdan hürriyeti konularında İslami yaklaşımın modern dünyada ne noktada olduğunu ve olması gerektiğini yazılarınızda irdelemenizin bugünkü ve gelecekteki sorunların çözümüne katkı sağlayacağına inanıyorum.” …
Râşid Halifeler devri (Hz. Hasan'ın hilafeti, kan akmasın, fitne sona ersin diye Muaviye'ye devretmesi ile biter) biteliden beri …iki şart (İslami kuralların uygulanması ve toplumda İslam ahlak ve imanının egemen olması) kamil manada hiç gerçekleşmemiştir. Hemen daima –İslam adına uygulanan- siyaset ve hikmet-i hükümet bu iki şartın önüne geçmiştir…
Hayrettin Karaman, 11 Aralık 2009 Cuma günü konuya “Dinleri Farklı Olanlar “ yazısı ile konu hakkındaki görüşünü açıklamaya devam etmiştir. …
...İslam ülkesi vatandaşı olan ve olmayan gayr-i Müslimlerle ilişkinin temel kuralları Mümtehine sûresinin şu ayetlerinde açıklanmıştır… (60/7-9 … Bu âyetlerde Kur'an'ın, uluslararası ilişkilerde hemen herkesin mâkul ve ikna edici bulacağı bir temel düstur getirdiği görülmektedir. Şöyle ki, aslolan barış halidir ve dostane ilişkilerin sağlıklı yürüyebilmesi için şu iki şarta titizlikle uyulması gerekir: a) İyi niyetli olma ve bunun ilişkilere yansıtılması, b) Bu alanda yapılacak düzenleme ve uygulamalarda, aynı şekilde herhangi bir ihtilâf çıkması durumunda adalet ve hakkaniyetin esas alınması. Yazının tamamı için bakınız: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=19913&y=HayrettinKaraman
Hayrettin Karaman, 13 Aralık 2009 Pazar günkü yazısını “Mezhebi farklı olanlar” konusuna devamına ayırmıştır.
Kâmil manada uygulanan İslam'da, dini ve mezhebi farklı olanlara tanınan haklar ve özgürlükler, bugün Batı'da, başörtüsünü ve minareyi yasaklayan, cami yapmak isteyenlere bin müşkilat çıkaran ülkelerde olandan daha fazladır ve iyidir. … Gerçek hilafetin uygulandığı dönemde Hâricîler başkaldırıp ayrılıkçılık yapınca Hz. Ali onlara şu kuralı hatırlatmıştı: … Hz. Ali Cuma namazında, minberden halka hitap ederken (bizdeki ifadesiyle hutbe okurken) mescidin bir köşesinden Havâric (bir gurup Hâricî) ayağa kalkarak “Hüküm Allah'a aittir” diye bağırmaya başladılar. Hz. Ali sözünü kesti, onlara dönerek “Söz doğru ama söyleyenlerin maksadı hak ve doğru değil. Sizin mescidimize girip orada Allah'ı anmanızı, ibadet yapmanızı engellemeyiz, gücünüzü düşmana karşı bizim gücümüze eklediğiniz sürece sizi ganimetten mahrum etmeyiz, bize karşı savaşa girmedikçe de sizinle savaşmayız” dedi ve kaldığı yerden hutbesine devam etti.
…Büyük İslam fıkıh alimi Serahsî (v.483/1090), yukarıdaki vakıayı aktardıktan sonra özetle şöyle diyor: …… “Söz doğru, ama maksat doğru değil” derken Hz. Ali şunu kast ediyor: “Bu söz doğru, ama bunların maksadı, Muaviye ile mücadele ederken ihtilafın çözümünü (bu konudaki hükmü) hakemlere bırakmayı kabul ettiğim için beni tekfir etmektir (kâfir olduğumu ilan etmektir), bu sözü de bu maksatla tekrar edip duruyorlar; işte bu maksat yanlıştır, bâtıldır.”
…Sünnî doktrinde de farklı mezhep sahiplerine karşı tavır konusunda şu kural genellikle kabul görmüştür: “Dine ve mezhebe zarar vermeyen (saldırmayan, kandırmayan), meşru yönetime karşı silahlı isyana kalkışmayan farklı mezhep sahiplerine dokunulamaz, bütün hak ve özgürlüklerden onlar da yararlanırlar.” …
Hayrettin Karaman’ın 10, 11, 12 Aralık tarihli yazılarının özeti: Dört halife dönemi İslami yönetime örnektir. Dört halife döneminden sonra İslam teorisine ters düşen uygulamalar yapmışlardır. Tam anlamıyla uygulanan İslam'da, dini ve mezhebi farklı olanlara tanınan haklar ve özgürlükler, bugün Batı'da, başörtüsünü ve minareyi yasaklayan, cami yapmak isteyenlere bin sorun çıkaran ülkelerde olandan daha fazladır ve iyidir.
İslam’ın Sünnî doktrininde de farklı mezhep sahiplerine karşı tavır konusunda şu kural genellikle kabul görmüştür: “Dine ve mezhebe zarar vermeyen (saldırmayan, kandırmayan), meşru yönetime karşı silahlı isyana kalkışmayan farklı mezhep sahiplerine dokunulamaz, bütün hak ve özgürlüklerden onlar da yararlanırlar.”
YORUM:
İslam anlayışlarında, yorumlarında bazı temel sorunlar vardır. İslam İnancı ve İslam düzeni birbiriyle karıştırılması bunların başında gelen temel sorunlardandır. Bu ana sorun Müslümanlar ile yönetim mekanizması/yönetim arasında sürekli sorun oluşturmuştur. Günümüzde de İslam, inanç, yönetim, demokrasi, laiklik ilişkisi birkaç ana sorundan biridir.
Peygamber Muhammedi’n vefatı -kişisel vahyin bitmesi- ile yönetim sorunu ana gündem olmuştur. Müslümanlar hatta insanlık uygulamada yönetim sorunuyla karşı karşıya kalmışlardır. Halk, geleneksel alışkanlıkla soydan hatta aileden birinin atanmasını beklemiştir. Peygamber Muhammed kendisinden sonra devlet başkanlığına hiç kimseyi atamamıştır. Yönetim halka bırakılmıştır. Sorunların çözümünde artık kişisel vahiy desteği yoktur. İlk denemelerde, seçim ve yönetim metodu bakımından sorunlar da olmuştur. Sahabelerin ilk döneminde - Halifeler döneminde – yönetim-siyaset sorunu farklı yöntemlerle aşılmaya çalışılmıştır. Bir taraftan kurulmuş olan devletin temel ilkelerinin korunması kaygıları diğer taraftan sınırları çok genişleyen devletin yeni sorunları yönetim işini daha da sıkıntılı hale getirmiştir.
· Seçim sistemlerinde farklı modeller uygulandı. Bunlar genel olarak şöyledir.
· —Halife Ebu Bekir’in toplumsal gruplar /temsilciler tarafından seçilmesi/biat,
· —Halife Ömer’in, başkanın kendi yerine yardımcısını ataması ile yönetime gelmesi,
· —Halife Osman’ın grup başkanları (temsilciler ve kabine) tarafından seçilmesi
· —Halife Ali’nin, temsilcilerin önermesi ve çoğunluk tarafından seçilmesi/biat
Yeni dönemde kişisel vahiy ile desteklenen Peygamber Muhammed’in 10 yıllık uygulama örneği dışında örnek yoktur. Devletin toprakları genişlemiştir. Yönetime gelme ve yönetimi uygulama konusunda farklı sorunlar olmuştur. Dönem şartları içinde genel olarak halifeler dönemi başarılı ve örnek davranışlarla geçmiştir.
· Bununla birlikte bazı eksiklikler de belirtilmektedir:
· —Halife Ebu Bekir döneminde halktan kadınların yeterli şekilde yönetime katılamaması,
· —Halife Ömer’in yönetimin devamı niteliğinde Halife Ebu Bekir’in atamasıyla gelmesi,
· —Halife Osman’ın sadece temsilcilerin, grup başkanlarının seçimiyle gelmesi,
· —Halife Ali’nin temsilcilerin ve halkın çoğunluğunun oyuyla seçilmesi halifelerin seçimlerinde eksik veya kusurlu yöntem ve uygulamada olarak görülebilmektedir.
Halife Osman’dan sonraki Halife seçimleri Ali kazandığı halde seçimler sabote edilmiştir. Yenilenen seçime de yargı hilesi karıştırılmıştır. İslam’ın dünyaya armağanı olan Hakemlik modeli istismar edilmiştir. Muaviye hem seçim metodunu sabote etme ve hem de yargıya hile karıştırarak İslam’ın yönetim ve yargı tarzının gelişmesinin önünü kesmiştir.
Bu dönem sonrasında yönetimler zamanla yönetimde inançsallaşma /teokratikleşme, saltanat, kabile, ırk, hanedan gibi halkın yönetimi olmayan ve İslam’ın reddettiği yönetim anlayışlarına dönüştürülmüştür. Bu yönetimler İslam’ın yozlaştığı, istismar edildiğinin de ifadesidir. Mücadelesi verilen her uğraşının güç odakları tarafından önce engellendiği sonra da istismar edildiği bir gerçektir.
Günümüzde özellikle cemaat ve tarikat çevreleri bir dönem örnek olan tarzı zamanla köhneleşmesinden sonra da örnek görme bağnazlıklarından kurtulamamıştır. Halifeler dönemi sonrası Müslüman halkın yaşadığı ülkelerin yönetiminin İslamlık olduğu konusunda ısrar edilmesi de temel sorunlardandır. Zamanla köhneleşmiş İslam halkının Müslümanlığının şablon kabul edilmesi de başka bir sorundur. Tarihsel İslam anlayışının hala hüküm sürdüğü günümüzde farklı İslam anlayışlarına tahammül edemeyen bir anlayışın yeryüzünde daha farklı gözle bakılan diğer (din/inanç, yönetim v.b) anlayışlara normal gözle bakması zaten mümkün değildir. Kendisine yakın gördüğüne bile tahammül edemeyen tek tip anlayışın diğer anlayışları kabullenmesi mümkün değildir.
İşin daha vahim tarafı ise, herkesin anlayışını kendi dar tek kalıbıyla ölçen, dışlama veya dışlamama hakkını kendinde gören, yönetimi halkın tamamının oluşturduğu bir ortaklık olma yerine kendilerini yöneten diğerlerini de yönetilen anlayış bir ilke-inanç olmuşsa vay insanlığın haline!
· Türkiye’de İslam ve yönetim ilişkisi,
· —İslam anlayışı, Hanefiliğin tekelci bir yorumuna mahkum edilmeye-sıkıştırılmaya çalışılmaktadır.
· —Yönetim anlayışı, Türkiye Cumhuriyetini sıkboğaz edip kendi anlayışını devletin anlayışı olarak lanse edip kitleleri, cemaatleri bağırttıran bağnaz bir anlayışta sabitlenmeye çalışılmaktadır.
· —Din, mezhep, tarikat, cemaat, denince bütün bunları kendine göre yorumlayan, kendi cemaati, tarikatı, anlayışı dışında diğer anlayışları yok sayan bir bağnazlığa veya en azından tebaa sayan ve başkalarını buna mahkum etmeye, istismar etmeye çalışan, dışlayıcı mantığa dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
· —Bazen muhafazakar, bazen İslamcı adla ortaya çıkan ama sonunda toplumu tekele, seçeneksizliğe iten bozuk anlayışları üzerinde temellendirilmeye çalışılmaktadır.
Bunun bir çok kaynağı vardır. Bunlardan biri de, yapısı bozulan ve bakım görmeyen hatta zamanı geldiği halde yenisi kurulmayan İslam ve tekel yönetim anlayışlarını Türkiye’ye reva gören merkezlerin programlarıdır. Herkesin programı geçici de olsa onların programına göe belirlenmektedir..
Adem’den Muhammed’e gelişen kişisel vahiy dönemi İslam’ı ve İlim dönemi ile devam eden bilimsel İslam anlayışları toplumun yönetim mekanizmasında hiçbir zaman tam yerine oturtulamamıştır. Böyle olunca, yönetim, krallık, saltanatlık, emirlik, despotluk, bağnazlık örnekleri Müslüman olarak takdim edilen yerlerde arzı endam etmeye devam etmektedir.
Genel olarak, tarihselci, ahlakçı/inanççı (teokratik), metotsuz İslam anlayışları Türkiye’de ağırlıklı olarak cemaatçilik, tarikatçılık, particilik, hizipçilik tarlalarında ekilip beslenmektedir. Bu geleneksel ve bozuk yapının yerleşmesi ve devamında en büyük payın nerede olduğunun ve örneğin; ilahiyat fakültelerinin bunda ne derece etkili olduğunun da sorgulanması gerekir. Örneğin, laiklik, demokrasi, yönetim sistemleri (teokrasi, halifelik) konularında hangi görüşler üretilmiştir, hakla, siyasete hangi seçenekler sunulmuştur.
Seçenek üretmeyen, bırakın halkın önünü açmayı bilimsel çözümlere tahammül edemeyen, farklı çözümleri çözümsüzlüğe iten, boğan, dışlayıcı yapının oluşmasında ilahiyat fakültelerinin durumu nedir. Örneğin kaç tane ilahiyat fakültesi vardır? Oralarda kaç görevli vardır? Hangi farklı anlayışlar, çözümler buralarda üretilmiştir. Başka bir anlatımla hangi ilahiyat fakültesinde toplumun sosyal-ekonomik hangi sorunu çözülmüştür. Yönetimde krallığın, padişahlığın, kayırmacılığın, dışlayıcılığın, iticiliğin yanlışlığının sürekli dillendirildiği günümüzde yönetime bilimsel çözüm oluşturma konumuna yerleşen fakülteler ve inanç alanında İlahiyat fakültelerinin ve Diyanet’in bu çözüm/çözümsüzlüklerdeki durumunun incelenmesi gerekir.
Türkiye’de sadece İslam’ın değil, halkın inançlarının tümünün serbest ortamda nasıl ifade edileceğini, yönetim anlayışı ile inanç anlayışının nasıl birbirinden ayrıştırılması gerektiğini doğru ortaya koyabilmek için tüm halkın konuyla ilgili seferber olması gerekir. Geleceğin aydınlık dünyasını inşa edebilmek için bazı temel ilkelerin oluşturulması gerekir. Aksi taktirde inançları, yönetimleri kendi tekellerinde gören zihniyet ellerinden gelse kimseyi konuşturmayacaktır. Bu konuda ciddi ve metotlu açılımlara ihtiyaç vardır.
Temel ilkeler için önerilerim:
· Halkın kendi özgür iradesi ile örgütlenmesi gerekir. Bunun dışında dışarıdan destekli, kayırılmış örgütlenmeler toplumun sağlıklı örgütlenmesinde ciddi sorunlar oluşturmaktadır.
· Örgütlenme, kişiden insanlığa serbest seçim, katılım ile olmalıdır. Bu oluşum, kişiden devlete ve tüm insanlığa kadar görüşleri olanların görüş grupları şeklinde organize olmaları ile mümkündür.
· İslam’ın sosyal yapılanma modellerinin oluşması gerekir. Akevler’deki bilim çalışanları İslam inancı ile İslam düzeni kavramlarının farklı olduğunu söylemektedir: İslam inancı başkadır, İslam düzeni başkadır. İslam düzeni; laik, demokratik, sosyal, liberal, hakemlere dayanan bağımsız, etkin, saygın, yansız bir düzendir. Akevler’in bu ana görüşünün ve bu konuda varsa başka görüşlerin tartışılması gerekir. Başta ilahiyat fakülteleri bu konuda ne düşünmektedirler. Cemaatler, tarikatların bu konudaki görüşleri nedir? Akevler.org da bu konuda yorumlar vardır. Konunun öncelikle tüm Türkiye sonra da tüm insanlık tarafından tartışılması ve netleştirilmesi gerekir. Bu konunun bilimsel standartlarda Diyanet ve YÖK’ ünde içinde bulunduğu, sivil örgütlerin katılımının sağlandığı (bu konuda projeleri olan Akevler unutulmamalı) tam katılımla, görüş grupları şeklinde organize edilmelidir. Bu konularda öncü fikirlere sahip tarafsız yansız bir kuruluş olan Akevler de unutulmamalıdır.
· Kapitalizm, Sosyalizm, İslam v.b ne kadar sosyal- ekonomik görüş varsa bunların denemelerinin yapılması gerekir. Denemeler bu görüşü benimseyenlerin gönüllülerinden yapılmalıdır. Bu ana görüşlerin alt görüşlerine de ayrı ayrı deneme olanağı tanınmalıdır. Aksi taktirde bir görüşe sürüklenen farklı anlayışlar istismar edilmektedir. Genelde belli çıkar sahipleri görüşü sahiplenmiş ve diğerlerini kendi anlayışlarına zorlamaktadırlar. Örneğin, “İslam budur, İslam istiyorsanız bu görüşe gelin, diğer görüşler sahtedir …” gibisinden baskılar olur.
· Kişiden devlete, insanlığa sosyal yapılanma anlayışlarının özgür üretilen deneme modellerine olanak sağlanmalıdır. Bunu sağlamak için, görüş gruplarından görüşlerini proje haline getirmeleri istenmelidir. Projeyi tamamlayanlara uygulama projesi olanağı tanınmalıdır. Deneme için görüşü beğenenlerin katılacağı Bucak seviyesinde tam sosyal yapılanma modellerine olanak tanınmalıdır. 1000 yıllık nüfus ölçeğinde Türkiye’nin 300 Milyon nüfusa erişebileceği düşünülmelidir. Deneme için pilot laboratuarlar için alanlar belirlenmelidir. Yaklaşık 3-10 bin insana deney ve geliştirme alanı olması için pilot Bucaklar açılmalıdır. Bu bucaklarda yönetim modellerinden hangi model, düşünce, teorik proje, uygulama projesi aşamalarını geçmişse ve görüşü savunan on tane profesörü ve gerekli Bucak nüfusunun alt limitini bulmuşsa insanlığa model üretebilecek Bucak laboratuarını oluşturabilmesi için gerekli yasal ve fiili altyapı hazırlanmalıdır. Benimsenen bucaklar nüfuslarını artıracaklardır. Bucak nüfuslarının 10000 den fazla olmasına izin verilmemelidir. Modeli beğenilen bucaklar çoğalabilir. Türkiye’de bu ölçekte şu anda 10 bin bucak oluşabilmektedir. Büyük bir yarış içinde geleceğin sosyal yapılanmaları üretilebilir.
· İslam ve farklılık modeller alanı olmalıdır. Kişilerin, grupların birbirine bağışladığı bir lütuf değildir. İslam bütün anlayışların kesiştiği noktada ortak hareket etmesi, farklı konularda birbirlerine zarar vermeden birbirlerini serbest bırakmalarıdır.
· İslam, yerel yönetimlerle merkezi yönetimin dengede olduğu, yerel yönetim yapılanmasının diğer yerel yapılanmaları ezemediği modeldir.
· İslam, Merkezin yereli ezemediği, yerelin de merkezi bölemediği yapılanmadır. Bu açıdan bölgesel yapılanmalar sakıncalıdır. Bölünme tehlikesi içerir.
· İslam sadece Sünniliği kendi uhdesinde görenlerin, Sünnilerin, Şiilerin, Vahabilerin v.b başka inançları veya bunlardan herhangi birisini kendi uhdelerinde görenlerin değil, bütün inançların eşit, adil ve özgür olarak oluşturdukları serbest yapılanmadır. Bu açıdan bir inanç, mezhebin diğerlerini ikinci sınıf hatta daha aşağı din, inanç, mezhep, cemaat, görüş v.s olarak itemediği bir anlayıştır.
· İslam sadece din yönetim ayrışması değildir. Din, ilim, ekonomi, yönetim örgütlenmelerinin her birinin birbiriyle ayrıştığı ve farklı alanlarda farklı ölçütlerle çalıştığı bir anlayıştır.
· İslam anlayışında farklılığa izin vermek yönetimin, bir dinin yetkisinde değildir. Kimse başkaları adına resmi açıklama yapamaz. Kendi açıklamasına başkalarını mahkum edemez. Kişisel vahiy bitti. Herkes eşit, herkes ilim adamı olabilir. Kimse kendisini istemediği din anlayışına itilemez. Peygamberlik bitti bu demektir. Vahyin bittiğini söyledi. Kimseyi de kendi adına vekil ve yetkili bırakmadı. Kur’an ilimle anlaşılabilen bir kitaptır. Herkes istediği gibi anlar ve uygular. Bazıları din adamı gibi fetva veriyor. Sadece isteyerek ona uyanları bağlar.
· Klasik mezhep anlayışlarını yıkma yerine yeni görüşler/mezhepler oluşumunun önünü açma yöntemi benimsenmelidir. Mezhepsizlik, toplama, derme çatma anlayışlar sistemden uzak yaklaşımlar ne kadar yanlış ise bütün mezhepleri tek mezhep, din, anlayış altında toplamaya çalışmak da o derece hatalıdır.