En büyük asker...
1207 Okunma, 0 Yorum
Toktamış Ateş - Bugün
Osman Eskicioğlu

Bundan 10–15 yıl önceydi.

O günlerde; müthiş şölenlerle askere uğurlanan gençlerin bende oluşturduğu duygusallık ve gurur içinde; o dönemde yazdığım gazetede "En büyük Asker" başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Aman efendim "kıyamet koptu..."

Gelen fax ve mesajlar genellikle olumluydu. Ama bazı öyle "liberal" arkadaşlarımız vardı ki; "sol" bir kalemin "ordu övgüsü" yapmasını "hayretle" (!) karşılamışlardı. Türkiye o günlerden bugünlere geldi. Sanıyorum "bazı yetkili isimler" yarattıkları ortamdan ve İmralı'da oluşturdukları "kahramandan" (!) memnundurlar.

Abdullah Öcalan Suriye'yi terk etmek zorunda kaldıktan sonra; bir süre Avrupa'da dolandı. Fakat Yunanistan ve İtalya'da aradığını bulamayınca gene Yunanistan gizli servislerinin bir bölümünün koruması altında Kenya'ya sığındı ve oradan ABD gizli servislerinin bir operasyonuyla "paketlenip" (sanıyorum) idam edilmemesi koşuluyla bize teslim edilmişti. (Türkiye'de insanların çoğunun yaşadığı için ezbere bildikleri bu süreci ikide bir yeniden yazmamın nedeni günümüz üniversite öğrencilerinin bu olaylar yaşanırken henüz on yaşının altında olmaları nedeniyle çoğu kez fikir sahibi bile olmamaları oluyor.)

Bu "teslimat" (!) Bülent Ecevit'e büyük prestij sağladı. Ama çoğu kez yaptığı gibi bu fırsatı da kullanamadı. Adil bir mahkeme süreci hazırlanmasına karşın İmralı gibi koca bir ada önce yargılanmaya sonra da mahkûmun yaşamasına tahsis edildi. Aşçısından bekçisine; memurundan amirine kadar; karadan ve denizden koruma için birkaç yüz kişinin görevlendirildiği bu süreç içinde Öcalan "ben neymişim" demeye başladı. Ve işin daha vahimi Öcalan tümüyle itibar yitirmişken ve PKK dağılmanın eşiğine gelmişken PKK militanları yeniden Öcalan etrafında kenetlendiler. (Tabii sanal olarak.)

Atalarımız "şeyh uçmaz müritleri uçurur" demişler. Çok doğru. Öcalan'ın müritleri Öcalan'ı yeniden uçurdular. Ne gerek vardı buna? Tutar kulağından bir F Tipi cezaevine atardınız, git gide itibar ve güç yitirerek kaybolur giderdi.

Burada (övünmek için değil ama) bu konuyu defalarca ve defalarca yazmama karşın gündelik basında bu düşüncemin çok az paylaşılması çok şaşırtıcı bir şeydi. Eğer yazdıklarıma o zamanlar itibar edilseydi; bugün ne Öcalan'ın öldürülme korkusu olurdu ne de "odası küçüldü" bahanesiyle sokağa dökülen insanlar görülürdü. Ne diyelim "büyüklerimizin" (!) bir bildiği vardı herhalde...

Geçtiğimiz hafta sonu 2009'un son "tertip" askerleri silâhaltına alındı. İstanbul'un diğer semtlerinde neler oluyor bilemiyorum ama her "sevkıyat" döneminde benim yaşadığım "sur içi İstanbul"da kıyamet kopar. Hatta "coşku" kimi zaman "maganda baskısına" da dönüşebilir. (Zaten bu maganda terörü her türlü sevincimizi gölgelemiyor mu?)

Bilebildiğim kadarıyla çocuklarını askere bir "şenlik" havası içinde gönderen bir millet yok. Hele ki askere giden bu çocuklarımızın bir kısmının "sıcak çatışmalara" girebileceğinin de bilinmesi bu şenlikleri çok daha anlamlı kılıyor.

Bu türden uğurlamaların pek yaşanmadığı Avrupa ülkelerinin çoğunda "zorunlu askerlik" zaten kaldırıldı. Bu ülkelerde askerlik "profesyonelleşti" ve "gönüllülük" esasına dayandırıldı. İyi mi oldu kötü mü oldu bilemiyorum. Ama eğer ABD'de askerlik zorunlu olarak sürseydi çocuklarını tehlikeye atmaktan korkan "iyi Amerikalılar"ın muhalefeti Başkan Obama'yı Afganistan konusunda fazlasıyla düşündürürdü...

Bugün "his panikler", "siyahlar" ve toplumun fukara kesimlerinden gelen ABD askerleri; kumandanlarının ve siyasetçilerinin akılları sıra "dünya barışını" koruyorlar.

Batı'nın gelişmiş ülkeleri bu konuda nasıl bir tutum içine girmiş olurlarsa olsunlar bizde zorunlu askerlik hizmetinin sürmesinde yarar görürüm. Zira bizde "askerlik" sadece ülkenin iç ve dış tehlikelere karşı savunulmasından çok daha fazla bir şeydir.

Durumun epeyce değişmiş olmasına karşın askerlik hâlâ ufak bir azınlık için de olsa Türkçe'nin tam anlamıyla öğrenilmesinin yeridir. Aynı biçimde artık kırsal kesimde de okuma-yazma bilmeyen erkek çocukların çok azalmasına rağmen okuma yazmanın da tam anlamıyla öğrenildiği yer gene "asker ocağıdır."

Bizde askerliğini yapmayan gence tam anlamıyla "olgunlaşmış" gözüyle bakılmaz. Bu anlayış aslında boş bir anlayış değil uzun yıllara dayanan gözlemlerin bir sonucudur.

Kendi yakın çevremde askere giden gençlerin askerden döndükten sonra nasıl olgunlaştığına birebir tanık olmuşumdur. Güneydoğu'daki çatışma ortamı çocuklarımızın sinirlerini epeyce bozmasına karşın; gerek "sorumluluk duyguları" gerekse "yaşam disiplinleri" müthiş gelişmekte ve klasik deyimiyle bu çocuklarımız artık "erkek olmaktadırlar."

 Televizyonlarda izlediklerimiz bir yana "asker konvoyları" bizim sokaktan da günlerce geçti. Çocuklar değişiyordu ama sloganlar aynıydı; "en büyük asker bizim asker" ve beni en çok duygulandıran slogan; "asker gidecek geri gelecek..."

Elbette gidecek ve geri gelecekler... Yüzyıllardan beri süzülen bir sorumluluk duygusu ve vatan sevgisiyle.

 

Yorum:

HUKUKUN BİTTİĞİ YERDE SAVAŞ BAŞLAR

 

Kafalar karışık, bilgiler karışık, işler karışık, hayat zor, hayat pahalı, her alanda hastalıklar var. Kafalar hasta, kalpler hasta ve gönüller hasta, hatta ruhlar bile hastadır. Çünkü bu düzen bozuktur. Okul hasta, cami hasta, mektep ve medrese hasta, fabrika hasta, kışla hasta toplumun tüm kurumları hastadır. Hasta bir toplumun hasta bir üniversitesinde ders veren prof da hasta, onun kafası da hasta ve karışık olduğundan yanlışlarını doğru diye insanlara yutturuyor. Eskiden beri “devlet-i ebed müddet” ve “asker millet” diye, diye yutturdukları gibi.  Bir insan bir insancı olmadığı gibi, yine bir insan bir sınıfçı da olmaz. Zaman, zaman hep duyarsınız: Filan kimse askerin lehinde, ama falan kimse ise askerin aleyhinde, şu adam emniyetin lehindedir, şu adam ise emniyetin aleyhindedir. Falan kimse parlamenter düşmanıdır, filan kimse ise parlamenter dostudur… Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Bu adam tutmalar ve sınıf ya da meslek tutmalar doğru değil, yanlıştır, faydalı değil, zararlıdır. Hem de toplum ve devlet açısından çok zararlıdır ve yaralayıcıdır.    

Toplumdaki bireyler asla birbirinden farklı değildirler.  İş bölümü sonucu toplumda bir takım meslekler ve sınıflar meydana gelir. Toplumda bulunan tüm meslekleri icra edenler,  aralarında hiçbir fark gözetilmeden hepsi değerlidirler. Her mesleğin kendine göre toplumda bir yeri, konumu, durumu ve kıymeti vardır. Sen askerleri göklere çıkar, emniyeti ise yerin dibine geçir…sen parlamentoyu göklere çıkar, fakat hakimleri ise yere batır…Böyle uzviyet ve böyle organik toplum olmaz.

Bir defa hayat nedir; bunu çok iyi anlamamız lazımdır. Her zaman söyleyip duruyoruz. Bir insan vücudu ne ise toplum da odur. İnsan vücudunda organlar vardır; toplumda da kurumlar bardır. İnsan vücudu organların bileşkesinden ibarettir. Toplum bünyesi de kurumların bileşkesinden ibarettir. İnsan vücudu organiktir; toplum da organiktir. İnsan vücudunda imtiyazlı dokular ve imtiyazlı organlar yoktur. Toplum bünyesinde de imtiyazlı meslekler ve ayrıcalıklı sınıflar olamaz.

İnsan bazen hasta olur, ama çoğu zaman da sağlıklıdır. Böylece hastalık ve sağlık, insan içindir. Herhangi bir sebeple insan vücudunda, bir doku veya organında işleyişinde bozukluk ve düzensizlik görülebilir. Bunun sonucu olarak ağrı, sızı, akıntı, kanama, ateş vesaire meydana gelir. İşte insan vücudunda böyle bozuklukların yer almasına hastalık denir. Öyleyse sistemin çalışmasında bir bozukluk yoksa ona da sağlıklı bünye diyoruz.

Hastalık sağlık birey için olduğu gibi toplum için de savaş ve barış vardır. Asıl olan barıştır; ama savaş da her zaman vardır ve var olacaktır. Başka bir açıdan baktığımız zaman bir insanın hem bireysel ihtiyaçları ve hem de toplumsal ihtiyaçları vardır. Bir kişi kendi ihtiyaçlarını bizzat kendisi giderecektir. Bunun başka bir yolu yoktur. Ahmet’in yemesiyle Mehmet’in karnı doymaz; Ali’nin su içmesiyle Veli’nin susuzluğu gitmez. Onun için herkesin yemesi ve yine herkesin içmesi lazımdır. Bunun başka bir çaresi de yoktur. Ancak ülke güvenliğini sağlamak, memleketi savunmak, yönetmek, yol, su ve elektrik gibi hizmetlere bakmak için herkesin görev almasına ihtiyaç yoktur. Bunlara kamu görevleri diyecek olursak, böyle görevlerde bu işleri ve böyle hizmetleri Hasan yerine getirirse Hüseyin’in görevi de üzerinden kalkmış olur. Tüm kamu görevleri böyledir. Burada bir soru akla beliyor. Kamu görevi kişinin yemek yemesine benzemiyorsa yani herkesin bu işi yapmasına ihtiyaç yoksa öyleyse Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her erkek kişi neden askere gidiyor. Bence buna gerek yoktur. Eğer memleketi savunmak her erkeğin bir görevi ise bunu bilfiil yapması şart değil, kişi ben askere gitmeyeceğim, ben bedelini vereceğim deme hak ve salahiyetine de sahip olmalıdır. “En büyük asker, bizim asker” sloganını üretenler “bu millet, asker millettir” yakıştırmasını da üretip tedavüle sokmuşlardır. Ama bizce bu ifadelerin hamasi sözlerden ve bir Türk dünyaya bedeldir gibi temenni cümlelerinden öteye geçmesi mümkün değildir. Belki bunlarla diğer ülkelere ve dünyada elaleme karşı gülünç bir duruma düşme gibi bir riskimiz de vardır.

Toplumdaki kamu görevlerinden hiçbirisi diğerinden daha üstün ve daha değerli asla olamaz. En alt sıradaki bir görevden en yukarıdaki göreve kadar hepsi eşittir ve hepsi aynı kıymettedir. İnsan toplumları böyledir ve böyle olmalıdır. Eğer bir ülkede askerlik en şerefli bir meslek ve diğerlerinden daha değerli bir meslek olarak görülüyor, böylece askerler de imtiyazlı bir sınıf haline gelmişse o ülke bizim görüşümüze göre ilkeldir ve primitiftir. Çünkü asıl olan barıştır, savaş değildir. Asıl olan hukukun çalıştırılmasıdır. Hem ülkede ve hem dünyada hukukun çalıştırılmasıdır. Onun için yurtta barış ve dünyada barış esastır. Uygulama düzenlemeleri buna göre olmalıdır. Savaş ise hukukun bittiği yerde başlar. Yani savaş tali derece bir olaydır. Fakat bu medeniyet savaş medeniyetidir. Yönetenle yönetilen arasında savaş vardır. Kadınla erkek arasında, sermaye ile emek arasında savaş vardır, din ile bilim arasında savaş vardır, velhasıl bu medeniyetin bir sınıflar savaşı felsefesine oturduğunu söyleyebiliriz.

Başta da söylediğim gibi bugün toplumlar hasta olduğu için kafalar ve akıllar da karışıktır. Az önce hastalığı bünyedeki bozukluk diye tarif ettik. Bazen toplumlar da hasta olurlar. Eğer bir ülkede mektep, medrese, kışla, fabrika, cami (veya kilise ya da havra da tabi) ve parlamento arasında bozukluk var ve bu kurumlar kendi aralarında ahenkli değilse o toplum hasta demektir. Hasta bir toplumun üniversitesi de hastadır. Mikroplu bir bünyeden beyne de virüsler gideceği ve gittiği için maalesef beyin normal değil,  anormal çalışmaya başlar ve bilgiler de anormal olur. İnsan insanın kurdudur sözü virüslüdür. İnsan merkezli bir dünya sözü virüslüdür. Askerlik en şerefli meslektir sözü virüslüdür. Şu millet asker millettir sözü de virüslüdür. 

Eğer bana çareyi sorarsanız, bu virüslerden nasıl kurtulacağız derseniz,  çare kolaydır, çare önce hastalığı gidermektir. Çare toplumdaki kurumlar arasındaki düşmanlığı kaldırmaktır. Çare mektep ile cami arasındaki savaşı yok etmektir. Çare kurumlar arasındaki uyum ve ahengi sağlamaktır. Evet, şunu herkesin huzurunda açıkça söylüyorum ki, bu kurumlar arasındaki düşmanlık kalkmadıkça, toplumu meydana getiren kurumlar birbirilerini tanıyıp bir vücut gibi olmadıkça bu cennet vatan için yarınlar çok geç olabilir. Onun için her şeyi hukukla çözelim, savaşı bırakalım, hukuku da bazı hukuk dairelerinin yaptığı gibi savaş aracı olarak kullanmayalım. Bizim bu ülkede imam ile öğretmen, işçi ile fabrikatör, askerle sivil, parlamenter ile polis ve yönetenlerle halk,  hepsi, bunların tümü,  bir ve aynı seviyede bir uzviyet olsun… Bu konuda herkese, hepimize ama hepimize görevler düşmektedir. Yoksa en büyük asker… diye, diye savaşın içersine doğru sürüklenmekte olduğumuzu artık görelim.

 

Osman Eskicioğlu






Sayı: 27 | Tarih: 13.12.2009
Hayrettin Karaman
İslam ve farklılık
1791 Okunma
2 Yorum
Hilmi Altın
Ahmet Hakan
Kürt cephesinden bazı söylentiler
1369 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Altan
Müslüman İsrail
1315 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Oktay Ekşi
Gidiş kötü
1240 Okunma
2 Yorum
Vahap Alma
Nazlı Ilıcak
Ölen de, öldüren de bizden
1229 Okunma
1 Yorum
Fatma Karuç
Ali Bayramoğlu
PKK, Tokat, DTP
1215 Okunma
Özgül Ertuğrul
Mehmet Şevket Eygi
Tam Toz Duman
1215 Okunma
Emine Hocaoğlu
Can Ataklı
Fehmi Bey’den al haberi AKP’yi zor günler bekliyor
1209 Okunma
Mesut Karaaytu
Toktamış Ateş
En büyük asker...
1207 Okunma
Osman Eskicioğlu
Ebubekir Sifil
Modern Çağda Tebliğ ve Davet
1203 Okunma
1 Yorum
Zafer Kafkas
Bekir Berat Özipek
Dezenformasyon akıyor demokratlar bakıyor
1181 Okunma
Bünyamin Demir
Mahir Kaynak
Operasyon sürüyor
1180 Okunma
Süleyman Karagülle
Fehmi Koru
DTP kapatıldı, ama...
1173 Okunma
Ahmet Kirtekin
Zülfü Livaneli
Ahmet Türk’ten ılımlısını bulmak zordur
1154 Okunma
Ali Bülent Dilek
Fikret Bila
Gül: Anayasa Mahkemesi ne yapsın
1135 Okunma
Harun Özdemir
Mehmet Niyazi
Edebiyat mevsimi
1134 Okunma
Abdurrahman Erol
Reşat Nuri Erol
Arnavutluk’tan Balkanlar’daki Türkiye’den...
1111 Okunma
1 Yorum
Ilker Ardic
Ruşen Çakır
Talimat yine Apo’dan
1110 Okunma
Tayibet Erzen


© 2024 - Akevler