16.11.2009
Kütüphanenin ilim ve kültür hayatındaki önemini mürekkep yalamış herkes az buçuk takdir eder. Aslında kültür ve medeniyeti günışığına çıkaran yazıdır, kitaptır, kütüphanedir. Bizim açımızdan konuyu ele alınca iş ayrı bir ciddiyet arz eder; çünkü son bin yıllık medeniyetimiz kitaba, ilmihale dayanır. Bunun için hayatımızda diğer milletlere göre kitabın, kütüphanenin yeri farklı olmalıdır; ama nerde!..
Bizde önceleri zenginler, Köprülü, Koca Ragıp Paşa gibi hizmet adamları hizmet telakki edip kütüphane kurarlardı. Devlet eliyle kurulan ilk kütüphanemiz ise 'Kütüphane-i Umum-i Osmani', günümüzdeki adıyla 'Bayezıd Devlet Kütüphanesi'dir. 24 Haziran 1884'te devlet ricalinin, alimlerin ve halkın katılımıyla Sultan II. Bayezıd'ın yaptırdığı külliyenin bir parçasında hizmete açılan Bayezıd Devlet Kütüphanesi'nin rafına dualarla birinci kitap olarak 'Naima Tarihi' yerleştirildi. İlk dört yılda kitap sayısı 4.764'e ulaştı; 'Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu' ile hızla artmaya başladı. Günümüzde 600 bine yakın kitapla, 26 bin çeşit dergiyle, ülkemizde yayımlanan bütün gazetelerle, 11.120 elyazması eserle büyük bir kültür yuvası haline gelmiştir.
Muhit olarak Bayezıd'ın seçilmesi rastlantı değildir. Burası yüzyıllardan beri İstanbul'un beynidir. Bayezıd Devlet Kütüphanesi'nin sağ tarafında üniversite, sol tarafında Sahaflar Çarşısı, karşısında Bayezıd Camii ve Hat Eserleri Müzesi bulunmaktadır. Geçmişte Küllük, Marmara Kahvesi gibi önemli kültür mekânları da burada idi.
Kültür ve fikir hayatımızda saygıyla söz edilen çok değerli kimseler Bayezıd Devlet Kütüphanesi'nde müdürlük yaptılar. Bunların arasında İsmail Saib Sencer vardır ki, hafızasına, bilgisine dair anlatılanlar toplansa ciltlerce kitap olur. Süheyl Ünver onun için şöyle demektedir: "Doğu ve Batı'daki şöhretini birçok eser sahibi sağlayamamıştır." Adnan Adıvar ise onu şu şekilde değerlendiriyor: "O, bir kütüphane memuru değil, canlı bir bibliyografya idi... Paris, Berlin, Londra şarkiyat okulları öğrencisi bile biraz olsun İsmail Saib Hoca'nın öğrencisidir." Ünlü şarkiyatçı Ritter onu nitelendirmek için "Bilimin gaipten sesleneni" anlamına gelen "İlim Hatifi" demektedir.
Konferanslarında anlattıkları çok üst seviyeden konular olduğu için dinleyiciler bir elin parmaklarını geçmezmiş. Bunlardan birinde Arapça ve Şarkiyat konularında ünlü olan Oscar Rescher de bulunmuş. Birbirlerini tanımıyorlarmış; ama Rescher, İsmail Saib Hoca'nın ününü duymuş ve dinlemeye gelmiş. Hoca bir ibareye anlam verirken Rescher; "Yanlış söylüyorsunuz!" diye itiraz edince, cevabı; "Sus... Ve dinle!" olmuş. İbarenin nerelerde, hangi anlamlarda kullanıldığını sayarken beşinci anlam olarak Rescher'in itiraz ettiği noktayı söylemiş. Hoca'ya hayran kalan Rescher peşine takılmış, dünyanın bütün ilim mahfillerinde bulunduğunu, İsmail Saib Bey'den başkasının kendisini tatmin etmediğini sık sık tekrar edermiş. Hoca Hakk'ın rahmetine kavuştuğunda da; "Benim güneşim söndü. Artık hayat bana karanlıktır." demiş. Onun ölümüne sadece Oscar Rescher değil, dönemin cumhurbaşkanı İnönü'ye telgraf çekerek duygularını belirten Norveç başbakanı gibi binlerce seviyeli yabancı da üzülmüştür.
İsmail Saib Hoca'nın, 1896 ile 1939 yılları arasındaki müdürlüğü devlet geleneğimizi anlatması bakımından da çok önemlidir. II. Abdülhamit zamanında tayin edilmiş; Meşrutiyet, Cumhuriyet dönemleri gelmiş; inkılaplar tavizsiz şekilde uygulanmaya başlanmıştı. Ama İsmail Saib Bey sarığı ve cübbesiyle kütüphanenin müdürü olarak görevine devam etti. Kesinlikle dalkavukluk yapacak bir insan değildi; fakat mesleğinin üstadı idi. Onun şahsında devletimizde ehliyete saygı gösterildiğine şahit oluyoruz.
Son yıllarda Bayezıd Devlet Kütüphanesi çöküntü içinde, eleman eksikliğinden ödenek yokluğuna kadar dertlerin altında can çekişiyor. Müdür vekili olarak Süheyla Şentürk Hanımefendi'nin çırpındığını, ümit hissettiği her kapıyı çaldığını görüyoruz. En zengin, tarihî kökleri olan kütüphanesine sahip çıkamayanların, İstanbul'u 2010 yılında dünya kültür başkenti haline getireceklerini söylemeleri abes değil mi?