Hayrettin Karaman, hkaraman@yenisafak.com.tr, 15 Kasım 2009 Pazar, yazısını Alevi ve Kürt meseleleri’ne ayırmış:
Alevi ve Kürt meseleleri
Eğer bir inanç gurubuna veya etnik guruba mensup insanlar varsa ve bu insanlar, diğerlerine göre farklı muameleye tabi tutuldukları, baskı altında oldukları, hak ve özgürlüklerini eşit olarak kullanamadıkları düşünce, duygu ve intibaı içinde iseler meseleleri var demektir…
İstismar dedim de hemen bir iki satır da onu yazayım.
Evet bir Alevi meselesi, bir Kürt meselesi, bir din özgürlüğü meselesi… vardır, ama bu meseleleri büyüten, çözümü güçleştiren amillerin başında bazı ideoloji mensuplarının, çıkar çevrelerinin, millet ve memleket düşmanlarının istismarları vardır…
Bu ülke İslam kanun ve kurallarına göre yönetiliyor ve toplumda İslam inancı ve ahlakı egemen olsaydı müslümanım diyenler arasında bugün olana benzer meseleler olmazdı, olanlar da daha farklı çarelerle çözüme bağlanırdı. …
Laik demokratik cumhuriyet çakma değilse etnik, kültürel, sosyal, ekonomik, hukuki bütün meselelerin demokrasi kurallarına göre ele alınması ve çözülmesi gerekir. Bugün demokrasiler “insan hak ve özgürlükleri” temelinde işliyor ve millet iradesi ile hukukun üstünlüğü üzerinde bir otoriteye yer verilmiyor…
Herkesin bildiği, bilmesi ve uyması gereken bu hususlara rağmen ülkemizde demokrasi dışı otoriteler var, millet iradesine dayalı iktidar dışında iktidarlar var. …
Bu durum karşısında halkımızın soğukkanlı olmaları, yapılan propagandalara, ateşli konuşmalara, kavga ve gürültülere kapılmamaları, asırlardır içinde yaşadığımız ve yaşattığımız evrensel ve bize mahsus değerleri arka plana atmamaları, bu değerleri duygularının ve gerektiğinde şahsi menfaatlerinin de üstünde tutmaları elzem oluyor.
Yazının tamamı için bakınız:
Hayrettin Karaman’ın yazısından anladığımın özeti:
Sorunlar:
Kürt sorunu görmezlikten gelinemez.
Alevi sorunu görmezlikten gelinemez.
Alevi ve Kürt sorununu görmezlikten gelmek sorunu derinleştirir.
İdeoloji mensupları, çıkar çevreleri, millet ve memleket düşmanları bu sorunları istismar etmektedirler.
Ülkemizde demokrasi dışı otoriteler var.
Siyasiler ülke ve millet menfaatinden önce kendi menfaatlerini düşünüyorlar.
Hayretin Karaman’a göre çözüm
Bu ülke laik demokratik bir cumhuriyettir. Laik demokratik cumhuriyet çakma değilse etnik, kültürel, sosyal, ekonomik, hukuki bütün meselelerin demokrasi kurallarına göre ele alınması ve çözülmesi gerekir.
Bu ülke İslam kanun ve kurallarına göre yönetiliyor ve toplumda İslam inancı ve ahlakı egemen olsaydı müslümanım diyenler arasında bugün olana benzer meseleler olmazdı, olanlar da daha farklı çarelerle çözüme bağlanırdı. O zaman oturup bunları düşünmemiz, bu çerçevede değerlendirme ve çözüm üretmemiz gerekirdi.
Halkımızın soğukkanlı olmaları, yapılan propagandalara, ateşli konuşmalara, kavga ve gürültülere kapılmamaları, asırlardır içinde yaşadığımız ve yaşattığımız evrensel ve bize mahsus değerleri arka plana atmamaları, bu değerleri duygularının ve gerektiğinde şahsi menfaatlerinin de üstünde tutmaları elzem oluyor.
HİLMİ ALTIN’IN YORUMU:
Türkiye’de Alevi ve Kürt sorunlarını iyi analiz edebilmek, çözümleri doğru bulabilmek için iki programı iyi bilmek gerekir. Bunlardan biri, Türkiye’yi kuran ve devam ettirmek isteyen halkımızın, örgütlerimiz tekelci olmayan programlarıdır. Diğeri de Türkiye’yi çökertmek isteyenlerin tekel sermayesinin programıdır.
Tabi bu arada bütün ana ve ayrıntı programların anası olan sünnetullahı/ doğal ve sosyal yasaları da doğru anlamak, bilmek gerekmektedir. Bütün programların işlerliği bu ana programa bağlıdır.
Ülkelerin, toplulukların planlarını etkileyen, günlük, aylık, yıllık, yüzyıllık ve bin yıllık planların oluşumunda etkili olan tekel sermayesidir. Tekel sermayesi rahatını bozmamak adına bütün dünyada genel ve yerel program çalışmaları yapmaktadır. Bu merkez program ürettiren ve program üreten olarak iki ana yapıdan oluşmaktadır. Program ürettiren merkez genelde gözükmez. Bu çekirdek merkezle ilgili biz halkın fazla bilgisi yoktur. Örneğin, kim olduklarını, merkezlerinin şu anda nerede olduğunu bilemiyoruz. Sadece böyle bir merkezin olduğu ve program hazırlattıklarını biliyoruz. Bu program yaptıran çekirdek üst grubun kendi yakın soydaşlarından oluşan ikinci basamak olarak kabul edilen program yapım merkezleri vardır. Üçüncü basamakta, programları detaylandırma ve şekillendirme, yönlendirme, planlama merkezleri vardır. Günümüzde herkesin Siyonizm olarak bildiği merkez bu üçüncü kademedeki merkezdir. Bu merkez son dönem program detaylandırma ve ana uygulama çalışmalarını İsviçre Basel’de 1897’de yapmıştır. Türkiye için Osmanlı sonrası gelişmeleri de o dönemde planlamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti ile mücadele yöntemlerini de o toplantı kararlarını revize ederek yapmaktadırlar. Kurtuluş savaşında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna engel olamamışlardır. Planlarında da Türkiye’nin tamamen ortadan kaldırılmasından çok zayıf bir devlet olarak kalması vardır.
Bu merkez ana planı doğrultusunda ara planlar ve yerel çalışmalar yapmak üzere kendisini dinleyecek ve ona göre planlamalar çalışmalar yapacak merkezler seçer. Bütün dünya için olduğu gibi Türkiye için de bazı dış ve iç kaynak/merkez alanlar seçmiştir. Bu dördüncü basamaktır.
Bu program ve planlar gereği Türkiye Cumhuriyeti’nde etnik ve dinsel sorunlar bu merkezlerin çalışma alanlarındadır. Çalışma gruplarını halk olarak bizler ‘dış güçler/odakla’’ ve bu güçlerle irtibatlı “iç güçler/odaklar” olarak duyar biliriz. Dış kaynak, gizli servisler, mafyalar olarak bilinen yollarla çalışmalarını yapmaktadır. Bu güçler her dönemde farklı metotlar kullanmakla birlikte genellikle ülke içi bazı kişi ve grupları kullanırlar.
İç odaklar, genelde Türkiye’deki eksiklikler ve yanlışlıklardan yararlanarak kendi şahsi menfaatlerini (ihtiyaç, özgürlük v.b) gerçekleştirmeye yönlendirilmiş kişi, grup, cemaat, sosyal veya ekonomik kuruluşlardır. Bu kişi ve kuruluşlar kendi akıllarınca kendi menfaatlerini gerçekleştirme adına geçici olarak her şeyi mubah saymaktadırlar. Hatta kendi akıllarınca dış tekel sermaye güçlerinden yararlandıklarını, bazı problemlerini çözdüklerini sanmaktadırlar.
Bu kişi ve grupların bazı ortak özellikleri şunlardır:
-Tekel sermayenin programını işletirler.
-Kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye programlanmışlardır.
-Bir tek kendi kişi ve grupları için çalışırlar. Her şeyi araç olarak kullanılırlar. Sadece kendi görüşleri doğrudur. Kendi görüşleri ve sıkıntıları dışında her şey ayrıntıdır ve yanlıştır. Kendi işlerine bakarlar menfaat görünce veya işleri bitince yolda bırakırlar.
-Kendi değerleri adına bütün değerleri istismar ederler.
-Hangi metot in /revaçta ise o metodu kullanırlar.
-Hangi metot aut/dışlanmış ise o metodu terk ederler.
- Bir alanda at koşturmaya başlarlar daha sonra her alanda boy gösterirler. Nerede bir rant oluşmaya başlarlarsa orada olurlar. Rantın kokusunu iyi alırlar. Örneğin, hiç siyaset yapmamış olsalar da, siyaset in olduğunda başköşeye otururlar, hemen siyasete ortak olurlar.
-Makam, mevki, para, şöhret v.b insanların önünde bulunma maharetleridir. Herkes zarar ederken onlar kar ederler.
-Başka yerde menfaat görünce hemen sizi suçlayarak terk ederler.
Gizli olarak halktan, iç ve dış kuruluşlardan para toplarlar. Özellikle dış merkezler ve onların uzantılarından gizli para desteği görürler.
Fazla meşakkatli işe girmezler. Sonunda kar yoksa o işe de girmezler.
Kendilerini çok akıllı sanırlar. Ama unuttukları bir şey var, program yapan ve planlama yapan merkezler bu güçleri hatta bunların patronlarını da gerektiğinde değiştirirler. Program yaptıran merkez çok zorda kalırsa program yapan merkezi ve ana bayileri bile değiştirir.
Bu servislerin planları gereği, ilgili servisler Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda azınlık din ve azınlık etnik grubu oluşturarak devletin kuruluşunda sorunlu olmasını istemişlerdir. Bu aşamada bütün halk gruplarını olduğu gibi Hayrettin Karaman’ın bahsettiği iki halk grubumuzu da zamanla kullanabilir miyiz diye yoklamışlardır. Özellikle işsiz, çaresiz, sosyal talepleri yeterince karşılanmayan halkımızın yakınmasını fırsat bilerek istismara yönelmişlerdir. PKK örgüt üyelerini seçerken Kürt kökenli halkımızı, inanç gruplarından Alevi vatandaşlarımızın işsizlik ve sosyal sorunlarını istismar ederek isyan bayrağını çekmeleri için zorlamışlardır. Türkiye’yi parçalama planları olan güçler PKK örgütünü ayakta tutmaya çalışmışladır. Kürt halkının bu sinsi plana ilgisiz kaldıkları ve destek vermediği anlaşılmasın ve açığa çıkmasın diye ülke içinde kullandıkları grupları ve Ortadoğu’daki ülkelerden kullandıkları grupları harekete geçirerek/ devreye sokarak PKK örgütünün yıllarca önemli bir terör örgütü olmasını sağlamışlardır. Ancak zamanla düzenleri açığa çıkmaya başlamıştır. O da olmayınca kendi kullandıklarını kendileri temizleme yerine önce Türkiye’ye tebelleş ederek Türkiye’de terör yapmalarını sağlamışlardır. Böylece çatıştırarak yok olmaları sağlanmıştır. Zamanla o da çare olmamıştır. PKK örgütünden desteklerini iki nedenden dolayı hemen çekmemişlerdir.
Desteklerini çekmeme nedenlerinden biri, hemen desteklerini çekerlerse kullandıkları terör örgütü boşta kalır ve onların kendilerini kullandıklarını anlayabilir endişesidir. Diğeri de acaba başka post çıkabilir mi diye farklı yöntemlere geçmişlerdir. Tekrar lazım olduklarında kullanabilmek için onlara hala destek veriyor imajını korumak içindir.
Türkiye’yi parçalamak isteyenler, kurtuluş savaşında Alevi ve Kürt halkımızı kullanamayınca, bu halklara karşı hıncını saklamaktadır. Şimdiye kadar bu halklarımızın başlarını belaya sokmak için bir sürü metotlar denemişlerdir. Ancak şimdiye kadar kötü emellerine ulaşamamışlardır.
Türkiye de tüm halkımızın gibi Kürt kökenli halkımızın da talepleri vardır. Her iki halkımız (Kürt ve Alevi ) tarihte asla tahriklere uymamıştır. İsyan teşviklerine pirim vermemiştir. Gayri meşru yollardan hak talebinde bulunmamışlardır. Kitleler içinde kullanılan alt gruplar veya kişisel kullanımlar olabilir ama asla Kürt veya Alevi isyanı olmamıştır.
Burada Kürt halkı ve Alevi vatandaşları gibi etnik kökeni farklı olan ama Türk olan ve inancı farkı olan Türk halklarımızın sabırlı olması kadar, Türkiye’nin /yönetimin de sorunları sağlıklı çözmesi önem kazanmaktadır. Aksi taktirde her insanın, her toplumun zayıf noktaları ve yetersiz kaldıkları durumlar olabilir. Bu nedenle Türkiye’nin kendi programını halkıyla birlikte kendisinin yapması gerekir.
Bugünkü yönetim iyi niyetli olsa da sorunları ve çözümleri yeterince bilmemektedir. Şoförün iyi niyetli olması kazayı önlemez. Yolcuların sabırlı olması da sorunu çözmez. Yolcular/ halk kazaya sebebiyet verememek için şimdiye kadar hükümetlere müdahale etmedi. Hep sabırlı davrandı.
Bu aşamada halka ve hükümetlere bazı görevler düşmektedir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir.
Dışarıdan desteklenen ve birinci sınıf çözümler olarak gösterilen ama doğru çözüm olmayan çözümlere hemen kapılmamalıdır.
Her çözüme önyargısız kulak vermelidir. Onlar içerisinden en iyisini ondan sonra tercih etmelidir.
Şişirme reklamlarla, sermaye desteği ile, taklit programlarla hareket edenlere pirim vermemelidir.
Sadece sorunları söyleyenler ve çözüm söylemeyenler elenmelidir.
Sorunları ve çözüm sonuçlarını söyleyenler de elenmelidir. Örneğin, ‘herkese hakkı verilmelidir’, ‘devlet iyi yönetilmelidir’, “herkese özgürlük verilmelidir” v.b ‘NASIL’ ı içermeyen, metodu içermeyen sahte çözümlere pirim verilmemelidir.
Örneğin siyasi partilerin programlarında ne yapılacağı, nasıl yapılacağı belli olmayan, bilimsel olmayan çözümlere rağbet edilmemelidir.
‘Sahte çözümlere rağbet edilmemelidir’ sözü yeterli değildir. Sahte çözümlere rağbet edilmemesi için ve sahte çözümlerin ön plana çıkmaması için bütün çözümlere eşit/adil yer veren tanıtımlara izin verilmelidir. Devlet vatandaşını namerde muhtaç etmemelidir. Bunun için ‘sorunlar-çözümler’, ‘hangi sorun nasıl çözülür’ gibi konular için ya mevcut basın ve yayın organlarında adil bir yer paylaşımı sağlanmalıdır. Ya da bu konularda ayrı basın yayın organı çıkarılmalıdır. Burada kişi ve parti sayfaları olmalıdır. Nereden geldiği belli olmayan desteklerle bin adım önde yarışa başlayan kişi ve gruplara mahkum olmadan, siyasilerin çözümlerinin NASIL’larnı halk adil bir şekilde burada görmüş olacaktır.
Örneğin, bucak seviyesinde kişilere, il seviyesinde parti olamamış siyasi yapılanmalara, ülkede de parti olmuş siyasi görüşlere yer verilmelidir.
Örneğin,
İşsizlik konusunda çözümü olanlar bu basın ve yayın kuruluşlarında çözümlerini herkesle paylaşmalıdırlar. Böylece ülkeyi yönetenlerin “çözümü olan varsa çıksın ortaya..” türünden belki samimi ama çevirme yapılmış yönetime götürülemeyen çözümler ortaya çıkmış olur. Ya da yanı başımızdaki ülkelerde 30 kuruşa satılan ve ülkemizde yaklaşık 3 TL’ye satılan petrol için sahtekârlık yapmak zorunda kalmaz. Bunun için gümrük ve ülke içindeki vergilerin ortalama %10’lara çekilmesi gerekir. Konuyla ilgili farklı ve ayrıntılı yorumlar için Akevler.org’daki yazılara bakılabilir.
Terörün bir kaynağı demokratik olmayan yapıdır. Demokrasi tam olmalıdır. Merkezi ve tekelci yapılanama, halkı devlete karşı kullanmak isteyen birimlerin işini kolaylaştırmaktadır. Merkezi sistemde baskı vardır, seçenek yoktur. Bölgesel/eyalet yöntemi de merkezi yönetimler kadar tehlikelidir. Bölgesel yönetim modelleri kopma, bölünme, iç çatışmaya müsaittir. Bölge ölçeğindeki sosyal örgütlenmeler iç çatışma konusunda istismara müsaittir. Bölge büyüklüğündeki sosyal yapılanma merkezi yapılanma benzeri baskı uyulamaya müsaittir. Bölge içinde farklı sosyal ve etnik gruplar özgür olamazlar. Bucak ve il ölçeği üstünde sosyal-siyasi birim yapılanmalar diğer sosyal-siyasi birimleri baskı altına alabilir, devre dışı bırakabilir. Halk seçeneksiz kalabilir.
Terörün bir kaynağı, güçsüz ordudur. Ordu yıpratılmamalıdır. Ordunun yıprandığını gören dış ve iç düşmanlar önce sessiz görünür ama zamanı geldiğinde amansızca harekete geçerler. Kansere benzer. Sonradan müdahale sorunu çözmez. Ordu’nun yıpranmaması için dört ordu şeklinde teşkilatlanan ordumuz on ordu şeklinde teşkilatlanmalıdır. Her bir ordu komutanı kendi bölgesi dışında ordu komutanıyla idare olunmalı, halk da kendi bölgesi dışında orduya katılmalıdır. Askerlik yapanlara silah taşıma serbestliği modeli getirilmelidir. Her türlü kötü işe kalkışanların silahı elinden alınmalıdır. Bugün tam tersi vardır. Mafya mensuplarının, teröre karışanların, kötü iş yapanların v.b herkesin silahı var. İyi ve suçsuz insanların silahı yok. Her kötü olay olduğunda sorunsuz vatandaşlar silah kullanıyormuş havası ile silahsızlanma teşvik ediliyor. Bütün terör mensuplarından, mafyadan, bilumum şer odaklarından silah alınmadıkça (ki bu mümkün değildir) her sağlıklı, sicili temiz ve silah eğitimi almış, askerlik yapmış kimselerden de silah alınmamalıdır. Tam tersine askerliği yapmış/vatan savunmasına fiilen katılacak olanlara silah verilmeli, hatta üstüne bir de para verilmelidir. Aksi taktirde kurtuluş savaşındaki halkımızın gösterdiği başarıyı gösteremeyiz. Silah bulundurma ve taşıma vergileri kaldırılmalıdır. Ağır vergiler ruhsatsız silah bulundurmayı, taşımayı teşvik ediyor. Hatta ordular halkın silahlarının bakımını üstlenmeli ve bakımı bedava yapmalıdır. Askerlik, temel eğitim olan iki aydan sonra her yıl bir hafta’dan az olmamak ve bir aydan fazla olmamak üzere ömür boyu intibak olarak yeniden düzenlenmelidir. Gerekirse dini ve milli bayramlarda, farklı ortamlarda ailelerle birlikte kamplar şeklinde bu düzenleme yapılmalıdır. Özetle, terörün olmaması için savunma eğitimi yeniden planlanmalıdır. Ordu cephe savaşı yapar. Ülke içinde terörün olmaması için halk da güvenlik eğitiminden geçmelidir. Silah sadece saldırma için değildir. Savunmak içindir. Hatta saldırı savaşı yoktur. İnsan haklarına aykırıdır.
Tüm halkın kent dışında altyapısı tamamlanmış ormanlık ve su alanlarında birer dönümden aşağı olmamak üzere kır hayatı özelliklerini içeren (her türlü gıda ve su ihtiyacını karşılayabilen kendi içinde yeterli) birimlerde dinlenmeleri ve boş/ek zamanlarını değerlendirmeleri için birimleri olmalıdır. Buralar genelde hafta sonu olmak üzere bütün tehlikeli (savaş, deprem, sosyal, doğal, biyolojik felaket v.s )durumlarda korunacağı ve yaşayabileceği alanlar olarak düzenlenmelidir. Öncelikle orman ve hazine bölgeleri, ormanlaştırılmak istenen bölgeler bu amaçlar için vatandaşlara tahsis edilmelidir. Buraların güvenliği, altyapısı v.b genel hizmetleri ordu tarafından karşılanmalıdır. Barış zamanlarında dinlenme ve ek geçim için ayrılan bu yerler, savaş zamanında korunma ve yaşama alanları olarak kullanılmalıdır. Çok acil olarak konuyla ilgili yerlerin genel ve altyapı projeleri yapılmalıdır.
Terörün bir kaynağı, çevre ülkeler olabilir. Ortak yatırımlar, işbirliği ve vizesiz, gümrüksüz yapılanmaya geçilmelidir.
Terörün bir kaynağı, halkın olanaklarını, ürünlerini serbestçe içte ve dışta değerlendirememesidir. Herkese ürününü dünyada pazarlama olanağı sağlanmalıdır.
Terörün bir kaynağı, çevre ülkelerdeki imkanların, ürünlerin v.b. ülke içinde belli tekel firmaları tarafından pazarlanmasıdır. Başta petrol, doğal gaz v.b bütün olanak ve ürünler ortaklık sistemi ile halka açık olmalıdır. Halk gerekirse kişisel olarak bu ürünleri getirebilmelidir.
Terörün bir kaynağı işsizliktir. Sigorta ve yatırım alanı devletten olmak üzere işsiz kimse kalmamalıdır. Bunun için bir haftalık planlama yeterlidir. Karnı tok olan insan namerde muhtaç olmaz.
Terörün bir kaynağı, yargının işlememesidir. Yargının bağımsız, etkin, saygın, adil ve işleyen yargı olması gerekir. Bunun için farklı modeller geliştirilmelidir. Yargının tekliği ile yargıçların tek merkezden atanması karıştırılmamalıdır. Yargıda da demokrasi olmalıdır.
Terörün kaynaklarından biri de terör şehitlerine gereken önemin verilmemesidir. Terör bitmeden af olmaz. Terörü bitirme görevi olağan üstü haller dışında, ülke içinde polise ve ülke dışında askere ait olmalıdır. Terör örgütü teslim olmadan ve silah bırakmadan barış sağlamak veya affetmek yanlıştır. Bu terör mücadelesini veren halkın ve askerin hiçe sayılması demektir. Terör bittikten sonra da af konusunun yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Affetmek isteyen devlet ise devlet terörde gazi olmuş, şehit olmuş askere, polise, sivile ağır diyet ödemelidir. Affetmek isteyen veya affı dayatan ülkeler varsa onlardan bunu istemelidir. Hukuk bunu gerektirir. Hatta bu konuda ısrarcı da olabilir. Zaten o ülkeler bu terör örgütlerine yardıma alışmış durumdadırlar. Yapacakları tek şey o yardımlarını şehit ettikleri Türkiye Cumhuriyeti halkına yönlendirmek olacaktır. Ağırlaştırılmış tazminat hesabına devlete verilecek pay da eklenmelidir. Çünkü devlet olarak da yıpranma olmuştur. Devletin de (Bütün Türkiye halkının) burada hakkı vardır. ‘Bu çok büyük meblağ tutar’ denecek olursa, batılı ülkelere epeyce faiz borcumuz var. Hesaptan düşmeyi de kabul edebiliriz. Bu aynı zamanda bizim gibi mağdur olan batılı halkın uyanmasını ve yöneticilerini denetlemesini sağlar. Çünkü bu terör destekçileri onlara da zarar veriyor. Terör bitmeden af sadece şehit ailelerine ait olmalıdır. Terör bittikten sonra aileye tazminat ödeme koşuluya af devlete ait olabilir. Konu tartışılmalıdır.
Ancak bütün bu içinden zor çıkılan ve halkı bıktıran sorunların bir daha yaşanmaması için yeniden yapılanma çalışmalarına ihtiyaç vardır. İnsanlar gibi medeniyetler, yapılanmalar, idareler, metotlar v.s de yaşlanır.
Bu doğrultuda:
Kişi, bucak, il seviyesinde sosyal özgürlükleri hedefleyen ama devlet bütünlüğünü de tam koruyan projeler üretmeli veya bu yönde proje üretenlere destek vermelidir. Yerel/ana dil özelliği sadece Kürtçe için değil bütün etnik diller için sağlanmalıdır. Ama burada tuzağa düşüp Milli/ Resmi dilin Türkçe olma zorunluluğu zedelenmemeli ya da ileride zedelenecek bir yapıya dönüşmesine müsait yapılanmalara izin verilmemelidir. Örneğin bölge ölçeğinde tek bir Kürtçe yapılanmasının altyapısını oluşturmak bu sakıncayı doğurur. Her bucak Milli/ resmi dil Türkçe yanında kendisinin ilköğretimde temel/ana eğitimini verebileceği yerel ek dilini seçebilmelidir. Her il, resmi dil Türkçe eğitimi yanında orta öğretimde yerel ek dillerden yaklaşık on tanesine orta öğretimde yer verebilmelidir. Her ülke yaklaşık yirmi kadar üniversite çatısı altında bucakta ilk, ilde orta, ülkede yüksek öğretim şeklinde teşkilatlanan ve bunların temsilcilerinden oluşan Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde yüz kadar ek dil bölümleri oluşturulmalıdır. Diğer diller bu bölümlerde anabilim dalı veya masa olarak yer almalıdır. Ayrıca her kıtada kendi kıtasındaki bütün dillerin üniversitesi olmalıdır. Yaklaşık 7 üniversite ortaklaşa dünya diller merkezini oluşturmalıdır. Bu diller üniversitesinin iki ana görevi olmalıdır. Hedeflerden biri yeryüzünün ortak biri sosyal alanda biri de teknik alanda olmak üzere iki dilini seçip geliştirmek olmalıdır. Hedeflerden diğeri de, bütün dilleri (nesli tükenenler de dahil) korumaya almak, onları tekrar kazandırmak olmalıdır.
Kişilerin, bucakların, illerin ortak yerel ana dillerinin gereği kadar ülkenin ortak bir dilinin olması gerçeği ve zarureti asla unutulmamalıdır. Nasıl diğer yerel/ ana diller o yöredeki insanların ananelerini paylaşmaları için gerekli ise devletlerin de bir tek resmi dile sahip olmaları o derece önemlidir. Bunun doğru anlaşılmayan hali herkesin (her bir insanın) ayrı dil sahibi olduğu gerçeğini istismar ederek herkese ayrı dil imkanı sağlamak gibi bir sonuç çıkar.
Bütün inançların devlet içinde yerelden merkeze doğru çoğulcu yapılanma ile örgütlenmelerini sağlayan yapılanmaya gidilmelidir. Laiklik sadece Aleviliğin değil bütün inançların garantisi olmalıdır. Dersim de olduğu gibi inancın istismara açık olmaması için çoğulcu dinsel yapılanma şarttır.
Kişiden devlete çoğulcu yapılanma ile tüm inançların yeniden yapılanması sağlanmalıdır. Her inanç bucak, il ve devlet ölçeğinde teşkilatlanmalıdır. Bu inanç temsilcileri Diyanet İşleri Başkanlığı yönetimini oluşturmalıdır. Konuyla ilgili ayrıntılı yorumları daha önce Akevler.org’da, Akevler Adil Düzen Dergisinde, “Diyanetin Hayırlı İşleri” başlıklı 22. yazıda yaptığımdan dolayı burada özet olarak sundum.
YORUM ÖZETİ:
Devletin yönetim yapısının özgürlükleri tam sağlayacak ama dağılmayı/bölünmeyi de önleyecek şekilde kişiden devlete yenilenmesi gerekmektedir. Bunun için yapılanmada metot geliştirilmelidir. Bu çalışmaya bütün görüşlerin temsilcileri katılmalıdır. Sosyal yapılanma temelde nüfus ölçeğinde yenilenmelidir. Örneğin, 1000-3000 nüfusa sahip yerler Bucak, 300 000 -1000 000 nüfusa sahip yerler il yapılmalıdır. Bucaklarda ilk, illerde orta öğretimde Milli ve resmi dile ek yerel/ana dil eğitimi olanağı sağlanmalıdır.
Birbirini tanıyabilecek büyüklükte oluşacak olan Bucaklar tam donanımlı sosyal yapıya dönüştürülmelidir. Devletin sosyal statüsünde ne varsa Bucakta da o olmalıdır.
Bölge çapında sosyal yapılanmalar yanlıştır. Bölünme tehlikesinde istismar edilebilir.
Askerliği yapmış ve suç işlememiş olanlara silah taşıma serbestliği getirilmelidir. Askerlik temel eğitimden sonra her yıl ortama bir hafta intibak eğitimi şeklinde devam etmelidir.
Gümrük ve ülke vergileri ortalama %10’a çekilmelidir.
Herkes aidatsız sağlık güvencesine kavuşturulmalıdır. İşyerlerinin zorunlu sigorta yükünden kurtarılması gerekir.
İşi olmayan herkes yatırım alnında istihdam edilerek işsizlik çözülmelidir.
Tüm inançlar adaletli çoğulcu yapılanma modeli ile Diyanette temsil edilmelidir. Diyanet bütçesinden inanç, mezhep, görüş, cemaat hatta kişi dahil her seviyede yararlanmaları sağlanmalıdır. Diyanet hiçbir inanca, mezhebe, görüşe, taraf olmamalıdır.