Dün... Yazı için en son dakikalara kadar bekledim. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ne olacağını merak ediyordum. Tahminlerim ötesinde pek bir şey olmadı.
Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi’nde esamesi okunmayan muhalefet partileri, barış sürecinde ortalığı gererek Batı’da oy avcılığı aranışı içindeydiler.
***
Demokrasi...
Vatandaş...
Birey...
İnsan...
Her nasıl bakarsanız bakın, Tek Parti Cumhuriyeti’nin dışladığı Kürt vatandaşlarımızı sosyal ve siyasal sistem içine dâhil etme çabasını baltalamak isteyen muhalefet partileri çirkin gözüküyordu...
Çünkü aynı zamanda peşinde koşulan süreç, tek parti zihniyetinin ve onun dışlayıcı yaklaşımının onarılmasını hedefliyor...
Üstelik dışlanan o kadar çok kesim var ki...
***
Örneğin, bugün 11 Kasım.
Dün, demokratik açılımı görüşmeye çalışan TBMM’nin tam 67 yıl önce yasalaştırdığı Varlık Vergisi de “Müslüman” olmayan vatandaşlarımızı hedefliyor, yaşamlarını karartmayı amaçlıyordu.
Aslında...
Varlık Vergisi, 11 Kasım 1942 tarih ve 4305 sayılı kanunla konulan olağanüstü servet vergisinin adıdır.
Varlık Vergisi Kanunu’nun resmi gerekçesi hükümet tarafından “olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek” olarak dile getirilmişti...
***
Oysa...
Basına kapalı olarak yapılan CHP grup toplantısında Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun vurguladığı gerekçe farklıydı:
“Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.”
Daha önceleri Kürtlere kendi vatandaşı olarak bakmayan tek parti, gün be gün tam 67 yıl önce bugün de “Müslüman” olmayan vatandaşlarına büyük bir eza çektirme hazırlığındaydı...
***
Başbakan Saraçoğlu, 5 Ağustos 1942’de okuduğu hükümet programında “biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. İstediğimiz sadece Türk milletinin hâkimiyetidir” diyerek yeni hükümetin sosyal politikasını açıkladı.
1942 yazı boyunca İstanbul gazetelerinde hırsızlık, karaborsacılık, vurgunculuk ve ihtikârla ilgili haber ve yazılar ön plana çıkarıldı. Hemen her gün ve her gazetede “karaborsacı Yahudi” tiplemesini içeren karikatürler yayınlandı.
***
11 Kasım’da Varlık Vergisi Kanunu TBMM’de hiç tartışılmadan kabul edildi. Kanun her il ve ilçe merkezinde kimin ne kadar vergi ödeyeceğini belirleyecek servet tespit komisyonları kurulmasını, komisyon kararlarının nihai ve kati olmasını, vergi ödeme süresinin 15 gün olmasını, bu süre içinde tahakkuk eden vergiyi ödemeyenlerin mallarının haczedilerek icra yoluyla satılmasını, buna rağmen borcunu ödeyemeyen mükelleflerin borçlarını “bedenen çalıştırarak ödetmek” amacıyla çalışma kamplarına gönderilmesini öngörüyordu.
İstanbul’da kurulan üç komisyon tahakkuk eden vergi listelerini 18 Aralık 1942’de açıkladı. Tahakkuk eden vergilerin yüzde 87’si gayrimüslim, yüzde 7’si Müslim mükelleflere yüklenmişti. Geri kalan yüzde 6 değişik kalemlerde olup, bunların da çoğu gayrimüslim azınlıklar ve ecnebilerdi. 4 Ocağa kadar vergisini ödemeyen mükelleflere birinci hafta için yüzde 1, sonraki haftalar için yüzde 2 gecikme zammı uygulanacağı ilan edildi.
Aralık 1942’den Ocak 1943’e İstanbul’da gayrimüslimlere ait binlerce taşınmaz mülk el değiştirdi. Satılan mülklerin yüzde 67 kadarı Müslüman Türkler, yüzde 30 kadarı da resmi kurum ve kuruluşlar tarafından alındı.
***
Aslında “savaş lobisi” yanında saf tutan muhalefetin daha derin bir soruya cevap vermesi gerekiyor...
Kürtlerden gayrimüslimlere, vatandaşlarını düşman sayan tek parti zihniyetinden mi yanalar, yoksa tüm vatandaşlarına sahip çıkan gerçek demokratik bir cumhuriyetten mi?
Eskiyi sahiplenen tek parti anlayışını böylesine benimseyen bir siyasal anlayış zamana dayanamaz...
İnsanını dışlayan bir otoriter ve totaliter devlet anlayışı buna sahipleneni tarihe gömer.
Bunun da çok uzun sürmeyeceğini yaşayan görecek.
Yorum
Devlet olmak lafla olmuyor. Devlet olmak Fırat kenarında bir kuzuyu kurt kapsa hesabı Halife Ömer’den sorulur anlayışı ile oluyor.Onlar bize şöyle şöyle yapmışlardı biz de onlara böyle yaptık veya yapmalıyız düşüncesiyle hareket etmeyi reddetmektir.
Devlet olmak haksızlığı ortadan kaldırmak tezi üzerine kurulmalıdır. Fatih Sultan bir Rum’un arazisini, rızası olmadan istimlak ettikten sonra Rum, kadıya başvurarak Fatihi şikayet ediyor. Fatihi haksız bulan kadı cezasını infaz ettiriyor.Fatih de kadıya teşekkür ediyor.
Adaleti gözeten devlet, devlettir.Kuvvete dayalı devlet de devlettir amma zalim devlettir.Yani zulüm devletidir.Yani Firavunların yolunu takip eden devlettir..Zulüm yapanlara nasıl engel olacak? Şeriatın kestiği parmak acımaz dedirtebilir mi? Milleti sadıka denilen gayri müslimlerden tebası veya vatandaşı olabilir mi? Vatandaşları arasında saygı sevgi adalet tesis edebilir mi? Irkçı bir anlayışla Kürt vatandaşlarını kendine bağlayabilir mi?
"Başbakan Saracoğlu, 5 Ağustos 1942’de okuduğu hükümet programında “biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. İstediğimiz sadece Türk milletinin hâkimiyetidir” diyerek yeni hükümetin sosyal politikasını açıkladı. Açıkladı, açıkladı da ne oldu. Varlık vergisi gibi bir garabetin mucidi olarak tarihe geçti. Hakka ve adalete istinat etmeyen ve vatandaşlarına keyfi davranışları reva gören bir miras bıraktı.İşte onların bakiyesi olarak, bu gün Ergenekon dosyalarına bakan mahkemeler kuruldu.O mahkemelerde de adaletin tecelli etmeyeceğini görüyor ve endişeler duyuyoruz. Gerek yargılananlar gerekse yargılayanlar mağdur edilecektir.Zira adalet kuyumcu terazisinden hassas adalet ölçüleri ile yapılmalıdır.Bugün o ölçülere riayet edildiğini bir Allah kulu söyleyebilir mi?
Şüphesiz Ergenekon dosyalarında ismi geçenlerin çoğu bilerek veya bilmeyerek zikredilen suçlara karışmışlardır. Suçlular cezalarını çekmelidirler.Ama asıl olan cezaların suçlardan vazgeçiriciliğidir.Yani suç işlemekten caydırıcılığıdır. Böyle karmaşık bir hukuk düzeninde caydırıcılık aranabilir mi?
Öyle ise ne yapılmalıdır:
Öncelikle her ferdin mutabakatı olacak Adil Bir Hukuk düzeni kurulmalıdır.O tarihten önceki suçlar tespit edilmeli ve af edilmelidir.Bir daha işleyenlerin cezaları derhal infaz edilmelidir.Konu bu kadar basittir. Etrafında dönelenmeye gerek yoktur.
Çare Adil Düzendedir.