YORUM!
Yoruma ne hacet!?!
Her şey apaçık yani ayan beyan ortada...
Ama görmek yani görebilmek için gözler açık olmalı...
GÖZLER derken...
Pek çok GÖZ; akıl gözü, gönül gözü, ilim gözü, iman gözü vs
***
NE YAPIYORUZ?
Neler yapmıyoruz ki...
Yarım yüzyıldan beri hem de...
(AKEVLER ADİL DÜZEN ÇALIŞMALARI)
AMA
Summun-bukmun-umyun olanlar...
Bütün gözleri kör olanlar nasıl olup da görebilecekler?!.
Bütün kulakları çağdaş tıkaçlarla tıkalı olanlar nasıl olup da duyacaklar...
Bütün gözler kör ve de bütün kulaklar sağır olunca nasıl olup da diller dile gelip konuşacak!?!
OLMADI
Olmuyor işte..
Nafile çaba; olmayacak!
Eee...
Uyanmak için daha ne bekleniyor?
TUFAN mı?
SOSYAL TUFAN dediğimiz...
Dini, ilmi, iktisadi,siyasi; hayatın her alanında...
KIYAMET; MEHDİ; MESİH bekleyenlere diyeceklerim pek çok...
Ama sadece şunu diyeyim, anlayan anlasın; siz hiç KUR'AN ve KÂİNAT okumaz mısınız!?!
Okumaz... Anlamaz... Uygulamaz... Vs yapmaz mısınız!?!
O zaman akıbetinizi bekleyebilirsiniz...
***
YORUM!
Evet, 'YORUM!' demiştim!
Neden ve de hangi vesileyle?
Bir YAZI ve bir YAZAR vesilesiyle...
***
Uzatmayayım...
Yazıya geçelim
GAZETE YAZARI
Kimin borusu ötüyor?
04 Eki 2017, Çarşamba
Üzerime vazife olmayan işlere burnumu sokmak yerinde değil, biliyorum ama şair ne demiş:
Sevmek derdi beni boğar, Sevdiğimi demez isem.
İlgili olanlar bilir, bilmeyenler için söyleyeyim. Serbest piyasanın, serbest iktisadın; liberalizmin dünyayı getirdiği nokta şurası: Dünya gelirinin yüzde doksanına dünya nüfusunun yüzde onu el koyuyor. Bu makas gittikçe daralıyor. Şöyle: Mesela bundan beş altı yıl önce dünya nüfusunun yarısı, yani üç buçuk milyar kişinin toplam serveti dünyada üç yüz elli kişinin gelirine denk iken, bu rakam günümüze doğru gelirken düşe düşe seksen kişiye düştü. (Bazıları sekiz aile diyor ya, o bahsi diğer.) Her gün açlık sınırının altında yaşayan ailelerin otuzdört bin çocuğu açlıktan ölüyor.
Avrupa’nın bir yılda sadece kozmetiğe ayırdığı para ile tüm Afrika’nın içme suyu ihtiyacı giderilebilir deniyor. (Neden insanlar hemen her gün şişme botlarla Avrupa’ya gitmek üzere yola çıkıp Akdeniz’de boğuluyor, işte bu yüzden.)
Yazılanlara, konuşulanlara bakıyorum (Ramazan’da çok oldu bu) geçmiş güzel günlerden dem vuruluyor. Meselâ: Şehir denilince önce cami yanında çarşı, öte yanda medrese, şifahane. Bütün yollar camiye çıkıyor (Diyanet galiba camilerimizi yeniden hayatın merkezine koymak için bir proje geliştiriyordu, sonuç nedir bilmiyorum ve bu ne kadar mümkündür onu da bilmiyorum.)
Bildiğim şudur: Meselâ İstanbul. Kubbeler minareler şehri. Suriçi İstanbul’un bir “müze şehre” dönüştürüleceği (Herhalde Turizm için) veya zaten dönüştüğü söyleniyor, Suriçi İstanbul’da ceddimizden ne kaldı acaba? Birkaç adacık belki, müze zaten ölü sayılır. Kelebek koleksiyonu gibi. Orada hayat yoktur. Fotoğraf veya film çekilir ancak. Kısa keselim.
Yaşayan, gelişen, görünen İstanbul neresi? Maslak-Mecidiyeköy’den Mahmutbey’e kadar. Oralar artık bir ABD şehri gibidir. Dubai de öyledir, Katar da, Zemzem Towers benzeri Kâbe’nin etrafını çeviren gökdelenler de öyledir. Ne Çin ne Japonya bu yürüyüşün dışındadır. İktisadî hayatımızın bugün için motoru olan konut sektörü hangi konutları üretiyor? Siteler ve rezidanslar. Bunların cami merkezli olduğu söylenebilir mi? Siteler çocuklarımıza hangi hayat tarzını teklif ediyor?
“Görünmeyen el” bizi yönetiyor.
Otomobil, bilgisayar, internet bizi yönetiyor. Yönetimin başında, tahtında “para” oturuyor. Bilhassa ne olduğu pek bilinmeyen “kâğıt para”. O paranın hatta altının değerini kim belirliyor?
Kimin borusu ötüyor?
Cevap: Sermayenin.
“Sermaye devleti” dünyaya hâkim oldu olalı bu katlanarak büyüyor. Ne işçi kaldı, ne köle. Ne imparatorluk kaldı, ne ulus devlet. Bütün dünya ne olduğu pek açık edilmeyen “Küresel sermaye”nin pençesi altındadır.
Hayatımızı etkileyen unsurlara bir bakın.
Kredi kartları.
Cep telefonu.
Modern iletişim ağları.
Sosyal medya.
Evlerimiz, sokaklarımız, okullarımız, marketlerimiz, AVM’lerimiz, videolarımız, zevklerimiz, giyim-kuşamlarımız, dilimiz, kültürümüz (Yerel kültürler de artık turizme çalışıyor. Düşünün Mevlevî semai bir “gösteri” oluyor), eğlencemiz, mutfağımız (en azından mutfak biçimi ve gereçleri) hemen herşeyimiz “endüstri”nin emrindedir. Ahşap ve bahçeli evlerimizi kat karşılığı müteahhitlere verdikten sonra ne yaptık? O daracık dairelere tıkılıp kaldık. Ve tabi nefes almak için biz de hemen bir “yazlık” edinmek için kolları sıvadık. Bütün sahillerimiz, kıyılardaki tarım arazilerimiz, senede bir ay yaşadığımız kooperatifler, yazlıklar ile doldu.
Şehirlerimiz dönüşüyor.
Bunu alkışlıyor muyuz, kınıyor muyuz?
Yoksa, “değişim zaruridir” diye bir muğlak cümle mi kuruyoruz?
Kurulan “Yeni şehir”ler bizim yeni hayatımızdır. Bu hayatın hangi unsuru için fetva alınmış, içtihat yapılmıştır.
Seküler bir dünyaya mahkumuz ve bu dünya içinde İslâm’ın şu emri veya bu emri üzerinde hâlâ tartışıyor; yorum yapıyoruz.
Bir “yolcu namazı” hakkında dahi kesin hükmümüz yok. Biz “hangi para” ile zekât veriyor, hacca gidiyoruz? Şunu hatırlatmak isterim:
Bu ülkede bir yıl içinde trafik kazalarında ölenlerin sayısı İstiklal Harbi'nde verdiğimiz şehit sayısının belki beş katıdır. Otolarınızı yenileyin. Sıktın be Mustafa Kutlu ne yapalım yani; su değirmenine, deve kervanlarına mı dönelim diyorsun?
Haklısınız bu sorular can sıkıcı. Yine de ben bir hikâyeci olarak (işte burun sokmak bu) sermaye hakimiyetine karşı isyanı (kanaat ekonomisi) başlatacak bir yol sunuyorum: Nasıl olacak derseniz elbette bir formülüm yok. Ancak büyük fotoğrafta şu görülebilir: Paranın ve tüketimin dünyayı tutan borazanına karşı ruhlara üflenecek bir ney sesi işe yarayabilir. Bu misal hafif geldi size. O zaman şöyle diyeyim: Tanka karşı tank, bombaya karşı bomba, kurşuna karşı kurşun kullanmadan; çıplak el ve iman dolu bir göğüs ile darbeyi durduranlara ne dersiniz?

Mustafa Kutlu
1947 yılında Erzincan’da doğdu. Orta Öğrenimini Erzincan Lisesi’nde, yükseköğrenimini Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Tunceli ve İstanbul’da edebiyat öğretmenliği yaptı.1974 yılında öğretmenlik görevinden ayrılarak kuruluşuna katkıda bulunduğu Dergâh Yayınları’nda çalışmaya başladı. Sanat hayatına, İstanbul’da çıkan “Fikir ve Sanatta Hareket” dergisinde yayımladığı hikâyeler ile girdi. Adımlar, ... ... ...
http://www.yenisafak.com/yazarlar/mustafakutlu/kimin-borusu-otuyor-2040444
NE DERSİNİZ?
BU YAZI "ADİL DÜZEN" İÇİN
BİR "GEREKÇE YAZISI" DEĞİL Mİ?
BU YAZI VE YORUM BU AMAÇLA YAZILDI!
VE'S-SELAM MEA'D-DUA.. DUA.. DUA; DUA...