Bahaeddin Sağlam
Filistin İçin Üç Reçete
29.12.2023
214 Okunma, 0 Yorum

 

Bilimlerin Önemi Hakkında İki Hadis

veya

Filistin İçin Üç Reçete

 

Birinci Hadis: İlim öğrenen, çarşı pazarda ve tarlada çalışandan yüz kat daha üstündür.

İkinci Hadis: Bir saat ilim öğrenmek, bir senenin ibadetinden: Sene boyunca her gün kılınan beş vakit namazdan, Ramazan orucundan, senenin hac ve zekatından daha yararlıdır.

Maalesef İslam’da buna benzer on bin mucizevi bilgi varken, hepsi de rayından çıkartılmış veya yanlış anlaşılıyor. Onun için seküler kesimler ve bilim ehli süratle İslam dininden kaçıp, sapır sapır ya agnostik oluyorlar veya ateist oluyorlar. Nitekim bu iki hadisin birincisi, “Gerçek ilim kabul edilen ama aklı, bilimi ve hukuktaki kıyası reddeden hadisleri bilen kişi, Ebu Hanife gibi bir müçtehitten yüz kat üstündür.” Şekline girdi. Akla ve ilme dayanan tüm Kur’an’ı devre dışı bıraktı. Daha sonra bu değişimin analizi ikinci sayfada yapılacaktır.

İkinci hadis de “Bir saat ilim, hiç yatmadan, yemeden, tuvalete gitmeden bir sene nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır.” Şekline büründü.

Burada yıllık ibadetleri hafife almak diye bir şey yok. Onlar, insan için temel görevler ve zorunlu farzlardır. Fakat bazen bir saat ilimle bütün varlığı ve hayatı öğrenince, imanını kurtarıyorsun, ebediyeti kazanıyorsun. Milyarlara faydalı oluyorsun.

Evet, Allah ve Peygamberi kelime sıkıntısını yaşamıyorlardı. Onlar asla, insanları şaşırtmak rolünde değillerdi. Nafile namaz maksut olsaydı öyle denirdi. Ayrıca azıcık da olsa Arapça vurguyu ve belagati bilenler, hadisin asıl maksadı bizim burada tercümesini verdiğimiz şekilde olduğunu anlarlar.

Maalesef derdimiz bir değil; bindir. Sorunlu bölge sadece Filistin değil; her tarafta şiddet ve yanıltmalar hâkim. Mesela Filistinliler, aklı ve bilimleri esas alsaydı, birleşseydi, Kur’an’ın barış ve ehl-i kitap (dindar gayrı müslimler) hakkındaki ayetlerini esas alsaydı, bugün bu üzücü ve vahşi durumlar olmazdı.  Ayrıca yaptıkları da asla cihat değildir. Cihatta, güç dengesi, strateji ve hedef olmalıdır. Hemen hatırlatalım ki: Ganimet asla birinci hedef değildir. Ehl-i kitap saldırmadıkça onlara saldırmak Kur’an’da yasaktır. Kur’an’da, cihadın iki temel amacı vardır. Biri, fitneyi durdurmak yani inanç özgürlüğü. (Tevbe suresi). Diğeri, zulmü özellikle çoluk-çocuğa, özellikle sürgün edilmiş olanlara yapılan zulmü önlemek. (Nisa Suresi)

Bilim deyince, bireysel düşünceleri kastetmiyorum. Fizik de Kimya da Askerlik de Sosyoloji de birer bilimdirler. Bilimler insanlığın kollektif aklıdırlar.

Şimdi Birinci Hadisin analizine ve ikinci reçetemize geçebiliriz. Şöyle ki:

"İlim öğrenen, müçtehitten yüz kat daha üstündür." hadisi hakkında çağları aşan bir analiz:

İslamiyet Arap yarımadasına geldiğinde hiç dinsiz yoktu. Allah’a şirk koşanların da kendine göre bir inancı ve dini pratikleri vardı. Kur’an’ın şu mucizeli ayeti, o günün insanlarının ihtiyacını ve ne durumda olduklarını çok güzel bir şekilde özetliyor:

“Sadece ve sadece o Allah’tır ki (yani son derece olağanüstü bir şekilde) hiç okur-yazar olmayanlar içinden ve onlar gibi okur-yazar olmayan bir peygamber diriltti. O Peygamber, o okur-yazar olmayanlara kendisini gönderen Allah’ın belgelerini okuyor ve uygulatıyor (Tilavet). Onları her nevi pislik ve yanlıştan arındırıyor (Tezkiye). Onlara hukuk ve kanunlar öğretiyor (Kitap). Ve onları belirli bir anlayış ve ahlak içinde eğitiyor (Hikmet). Her ne kadar o okur-yazar olmayanlar (ümmiler) bu işlemlerden önce apaçık bir sapıklık içinde idilerse de...” (Cuma Suresi, 2)

İlk nesil Sahabeler, bu dört işleme hepsi tabi idiler. Fakat insan mideden ibarettir; ilk basamak olarak. Dolayısıyla, o Sahabelerin büyük bir çoğunluğu ziraat ve ticaretle de meşgul idi. Çok az bir grup ise kendilerini bu kutsal dört işleme adamıştı. Bunlar, Hz. Muhammed’in Mescidinin avlusunda yatarlardı. Geçimlerini Hz. Muhammed sağlıyordu. Bunlara Ashab-ı Suffa denilirdi. Suffa avlu demektir. Ashab-ı Suffa sayıları azdı; ama görevleri çok önemli idi. Peygamber bunu bildirmek için, İlim Öğrenenlerin mertebesi, ziraat ve ticaret için çalışanların mertebesinden yüz kat daha yüksektir, diye buyurdu. (Darimi)

Fakat Peygamberin vefatından sonra, bu kutsal kuruma yeteri kadar önem verilmedi (1). Ayrıca savaşlar bütün enerjiyi bitiriyordu (2). Ve Sahabe iç savaşıyla tam bir ölüm yaşandı (3): İlim ve bu dört kutsal görev hemen hemen ortadan kalktı. Muaviye işin başına geçince de İslam, ganimet toplamaktan ibaret haline geldi. (4) Yani o dört kutsal görev, dört atom bombası yemiş gibi oldu. Allah’tan Hz. Ali ve ona yakın on, on beş sahabe, her birisi birer memlekete gidip o dört kutsal görevin suyunun suyunu insanlara aktardılar. Suyunun suyu diyorum. Çünkü Hicri ellili yıllardan itibaren büyük bir karşı devrim olmuştu.  Hz. Muhammed’in savaştığı cahiliyet geri gelmişti. Evet, İslam, akıl ve bilim dini olarak, dinsizlikten ziyade cehalete karşı savaşmıştı. O dört kutsal görevle her şey, ancak kırk yılda düzelmişti. Ama Emevi karşı-devrimi bu dörtlü dirilişe son vermişti. Bu değişim numunelerini ancak bir cilt kitapta bitirebiliriz. Fakat konumuz İlim Tarihi olunca, size şu numunenin nasıl tersine dönüştüğünü anlatmak yeterli olur, kanaatindeyim. Alimin mertebesi, çalışanın mertebesinden yüz derece daha yüksektir.

İşte yukarıda değindiğimiz o dört atom bombası Sahabeyi felç edince, Ali’nin Talebeleri ve onların talebeleri olan Mutezile İmamları dil, fen ve özgür düşünceyi kullandılar.  Çoğu yolda kaybolduysa da üç yüz yıl gibi O Muhammedî inkılabı yaşattılar. (Muhakemat,) Fakat yeni bir musibet geldi, O Mutezile İmamları, Yunan Felsefesi sayesinde Pozitivist oldular. Hadisçiler ve onların baş temsilcisi olan İbn Hanbel, onları Irak'tan sürgün ettirdi., onlar da dağılıp İran’a kaçtılar. Sonra zaman içinde özellikle Moğol istilasıyla yok oldular. İbn Hanbel ve Şafii İmamları, ileri derecede muhaddis olmalarına rağmen onları diğer mutaassıp rivayetçilerden ayıran şey, her ikisinin de kıyası, aklı ve içtihadı kabul etmeleridir ve yerine göre hadisleri eleştirmeleridir. Rivayetleri değil de ümmetin pratiklerini esas almalarıdır.

Hadisçiler İslam’ın ta başında vardılar. Hz. Muhammed’in hayatını ezberlemişlerdi. Fakat o dört bela ile o kutsal dört görev ölünce: Yani belge ve bilimi bilmeyen, arınmayan, kanun ve hukuk tanımayan, anlayış ve ahlak kıtlığı içinde kıvranan bir nesil yetişti. Emevilerin zorlaması ve karşı devrimiyle de binlerce uyduruk hadis daha işin içine karıştı. Mesela Ali’ye karşı Aişe’yi yüceltme rivayetleri, bunların binlercesinden sadece ilginç numuneleridir. Ve zoraki kader rivayetleri 2. bir numuneler yumağıdır.

Bu hadisçiler, aklı ve o günün bilimi olan felsefeyi reddettikleri gibi, İmam Azam gibi kıyası ve içtihadı esas alan, şekilden ziyade işin ruhuna bakan bir zatı da tekfir ediyorlardı. Kendilerini ehl-i ilim adlandırıp, o Emevi rivayet külliyatını ilim diye kabul ederek başka her şeyi bid’a ve küfür sayıyorlardı. Hz. Muhammed’in ilim tarihine geçecek o sözünü de çarpıtmışlardı: Ehl-i ilim olan bir muhaddisin derecesi, ehl-i içtihat olan Ebu Hanife'den yüz derece üstündür.

Evet, Peygamberin o hadisini böyle anlamışlardı. Çünkü başta anlattığımız o dört Kur’anî değerin hiçbiri onlarda yoktu. Peki eğer bu rivayet neden ilk muhaddislerde yok diye sorarsanız, cevap şudur: Çünkü ilk muhaddisler Ebu Hanife’nin içtihadını hiç kabul etmiyordu. Onlara göre, içtihat yapmak küfürdü. Fakat son nesil muhaddislerden olan Darimi ve İbn Hanbel ile bu yanlış ve cahilane kanaat kırıldı. Ama hadis ve sünnet varsa, onu rivayet eden bir muhaddis yine de bir fıkıh müçtehidinden yüz kat daha yüce idi.

Evet, İslam ümmetini geri bırakan, bu organize hadisçilik cereyanıdır. Bu cereyan o kadar kuvvetli olmuştu ki dört fıkıh mezhebini ve Ehl-i Sünnet kurucuları olan İmam Eş’ari ve İmam Maturidi‘yi bile etkilediler. Çok ilginçtir ki bu Ehl-i Sünnet mezhepleri ve İmamları, nerede kendi aklî metotlarını bırakıp hadisçilerin rivayetini kullanmışlarsa daima yanlışa düşmüşlerdir. Çocuk Evliliği ve Recm Meselesi gibi.

Hemen hatırlatalım ki: Hiçbir Müslüman kendini kandırmasın: Bütün hadisçiler cebri (zoraki kaderi) savunuyorlar, insan iradesini reddediyorlar. Halbuki insan özgürlüğü ve iradesi dışlansa din ve imtihan da biter. Başka dinsizlerin gelip propaganda yapmasına gerek kalmaz. Çünkü asrımız bilim ve iletişim asrıdır; IŞID ve El-Kaide gibi zakkumları İslamiyet’in başına bela eden bu hadisçilik anlayışını çabuk selekte eder. Nitekim hadisçilerin zoraki kader anlayışlarını kendilerine delil yapan Emeviler kısa bir zaman içinde tarihten silindiler.

Nitekim bunların Allah algısı da müşrikçedir. Allah, eli kolu olan sınırlı bir bedene sahip olup yedinci göğün üstünde, Tahtında oturuyor. Demek Muhaddislerin dini ve bilimsel yanlışlarını saymak için Kütüb-ü Sitte kadar yani altı cilt kitap yazmak gerekir. Çok acıdır ki bilim tarihinde o dört kutsal görevi eşit ağırlık olarak uygulayan tek din İslam dinidir. Diğer dinler aslında İslam iken, çaresizlikten, tarihin zorlamasından, o görevlerin birini veya ikisini yapabilmişlerdir. Artık dini, siyasetten, zenginlikten ve seksten ibaret bilen yani o dört görevde bi-behre olan İslamcıların kulakları çınlasın.

İslam fen ve teknoloji numunelerini toplayan Fuad Sezgin Hocanın koleksiyonuna baktığımızda, onların çoğu o anlattığımız ilk üç yüz yılda ve bir kısmı da ilk beş yüz yılda gerçekleşmiş. Ondan sonra Miladi bin yılın (Hicri beş yüz) başında Gazali Felsefeyi yasak edince, bütün akli ilimler de beraber gömüldü. Haliyle Selçuklu ve Osmanlı, şanına yakışır bir ilmi birikim yapamadılar. Hulasa İstanbul’un fethi, Avrupa için yeni bir çağ açtı; fakat kesinlikle bizim için açmadı. İslam dünyası bugün bile Skolastik bilgiler bataklığındadır. Evet “İslamiyet üç yüz yıla kadar tam ilerici, beş yüz yıla kadar yarı yarıya ilerici. Geri kalanı mazıdır (gericidir.)” (Muhakemat)

Bu Muhakemat’ı hafife almayın. Çünkü ta 1911’de, İslam dünyasının kayıtsız şartsız fen bilimlerini esas almaları gerekir, diyen ve bunun için üç yüz bilimsel kural getiren bir kitaptır. Fakat ne yazık ki, İman elden gidiyor, Batı fen ve felsefesi, Materyalizm ve Natüralizme dönüştü diyerek bizzat kendi müellifi, çoğu yerde o ilmi prensipleri çiğniyor. Belki de kendini mecbur sanıyordu.

Bu yazının anahtar cümlesi şudur: İslam dininin asıl düşmanı cehalettir. Kimse dış güçlerde ona düşman aramasın. Dış güçler dedikleri ülkeler, çoktan İslam’ı yani bilimi, hukuku, anlayış ve ahlakı almışlardır. Bir tek arınmaları eksik. Onun da en iyisini Hz. İsa yani İncil yapar.

Müslümanların Ehl-i Kitapla Yaşaması Hakkında veya 3. Reçete

Bir sene önce, İslam’ın dinsiz ve putperestlere karşı yaptığı cihad kavramını ekleriyle beraber yayınlamıştım. Amerika’dan bir kız kardeşimiz, “Hocam, İslam’ın Ehl-i Kitapla ilişkisi de çok problem oluyor, onu da açıklasanız.” dedi. Ben de daha sonra dedim, fakat Kur’an’ın bu konudaki mucizevi beyanatı bana acele ettirdi. İşte:

Hz. Muhammed, vefatına yakın günlerde; Müslümanların sapmaması için bir ve tek bir ilke bıraktı: “Kur’an’a ve Ehl-i Beytime sarılırsanız asla sapmazsınız,” diye buyurdu. Çünkü Kur’an’da yeteri kadar ayet ve ilke vardı.  Ehl-i Beytte de o ilkelerin sağlıklı anlayışı ve pratiği vardı. Çünkü Ehl-i Beyt işin içinde idi ve dinin asıl varisleri idi.

Fakat Hz. Muhammed’in vefatından kırk sene sonra; O’nun ezeli düşmanları olan ve mecburiyetten Müslüman görünen Emeviler, karşı devrim yaptılar. İşi Ehl-i Beytten aldılar, onları katle ve sürgüne maruz bıraktılar. (Bunlar Tarihen sabittir.)

Çok geçmeden, “Size Kur’an ve Ehl-i Beytimi bırakıyorum” vasiyetini Kur’an ve Sünnetimi bırakıyorum, şekline çevirdiler. Çığır ve pratik demek olan sünnet kavramını da Emevilerin izin verdiği kadar bize gelen ve çoğu çelişkili; Emevilerin cebir ve antropomorfizmini içeren hadis rivayetlerine çevirdiler. Ve maalesef asıl çığır ve pratikleri bilenler susturuldu, öldürüldü veya zehirletildi.

Bu rivayetlerin sahibi olan Ehl-i Hadis, tarihte Kur’an’ı, aklı, ilmi ve yorumu esas alan, başta Ehl-i Beyt İmamlarını ve Ebu Hanife gibi Büyük Mezhep İmamını çok yorduğu gibi, İmam Eşari ve İmam Maturidi’yi de sapıklıkla suçladılar. En son Vehhabiliğe dönüştü, sonra Işid ve El-Kaideye dönüştü. Bunlar, Hadis, Kur’an’ın hükmünü kaldırır, diyorlar. Yorumu, aklı ve bilimi esas alan herkesi tekfir ediyorlar. BÖYLELİKLE HZ. MUHAMMED’İN MESAJI BİRÇOK KONUDA KAYBOLDU.

a) Muhaddisler, Dinin Evrenselliğini dışladılar. Ehl-i Kitabın da ehl-i necat olabileceğini inkâr ettiler. Halbuki Kur’an:

“Müslüman olsun, Yahudi olsun, Hristiyan olsun, Sabii olsun kim Allah’a, ahirete inansa ve yararlı işler yapsa, o kurtuluş ehlidir, ona ne korku vardır ne de üzüntü.” (Bakara, 62) Bu konuda başka birçok ayet daha vardır.

b) Müslümanların bu suçunda Ehl-i Kitabın çoğu da ortaktır. Onlar da dini, kültür ve milliyetçilik şekline büründürdüler. Kendilerinden başka hiçbir dinî geleneği kabul etmiyorlar, özellikle Yahudiler. (Bakara, 120) Onun için Kur’an, Maide, 51’de böylelerle yani dini milliyetçilik haline getirip dinsizleri diğer dinlerin etbaına tercih edenlerle dost olmayın diyor.

c) Bugünkü Müslümanların ve Ehl-i Kitabın dini yanlış anladığı bir konu da şudur: “Biz ehl-i iman olduğumuz için, günah da işlesek cehennemde sayılı günler kalacağız, diyorlar. Hayır, kötülük işleyen ve hataları kendisini kuşatan herkes ebediyen cehennemde kalacaktır.” (Bakara, 80)

Bu konudaki yanlış inanç, Müslümanlara hadislerden geçmiş, Yoksa Kur’an: “İman etmeyen veya imanı kendisini günahlardan alıkoymayanlar ebedi cehennemliktirler.” diyor. (En’am, 158) d) Kur’an’ın Ehl-i Kitaptan istediği bir şey de ecdat-perestlik yapmamalarıdır. Ecdadınız, gelip geçen bir ümmet idi, onların kazancı onlara, sizin kazancınız size, siz onlardan sorumlu değilsiniz, diyor. (Bakara,134)

Maalesef Müslümanlar da diğer dinî gelenekler de bu konuda yanlış yoldadırlar. Din adeta gericilik unsuru oluyor. Evet bütün dindarlar, ecdatlarının anlayışını dine; daha doğru ve yeni bilinen bilimsel gerçeklere tercih ediyorlar. Avrupa fen ve bilimlerine yeniliyorlar. Halbuki dinî anlayışı, o fen ve bilimlere bir ruh ve açıklayıcı ve anlam katan bir unsur yapabilirler. En kötüsü de ecdadı ve ulemayı ve papazları, helal ve haram etmede yetkili görüyorlar. “Birbirimizi Allah’tan ayrı tanrılar edinmeyelim!” (Al-i İmran, 64) ayetine muhalefet ediyorlar. Allah’ın sonsuzluğunu unutuyorlar.

e) Kur’an’ın Ehl-i Kitaptan istediği bir konu da “Peygamberler arasında ayrım yapmamak. Bu arada Hz. Muhammed’in peygamberliğini de kabul etmek…. Yani ayrım yapmamak… Yani dinin evrenselliğini bilmek. (Bakara,136; Maide, 19)

Ehl-i Kitap bu konuyu çözerse, özgürce kendi dinlerinde kalabilirler. Herkes kendi kitabından sorumlu olur. Çünkü Kur’an, Tevrat ve İncil'i tasdik ediyor. Onlara laf dokundurmuyor. Yahudiler Tevrat’ın aydınlatıcı rehberliğini inkâr ederse kafir olurlar, ondaki yasaları uygulamazlarsa zalim olurlar. (Maide, 44 ve 45) Hristiyanlar İncil ile amel etsinler… Amel etmezlerse fasık olurlar. (Maide, 47) Çünkü İncil Ahlaktır. Dini gelenekler, birbirini dışlamadan hayırlı işlerde yarışa girsinler. Kur’an, dengeli bir kitap olarak bu müspet yarışı destekliyor. (Maide, 48) (Bu konunun teferruatı için, Maide, 44 ila 48’i Dinlerin Ortak Noktaları isimli makaleden detaylı olarak okuyun.)

Evet, rakibinin elindeki elması elmas bilmeyen, kendi elindeki elmasın da değerini bilmez. Cam değerinde onu satar. Kur’an böyleleri “Ehl-i Kitaptan kafir olanlar…” diye beş on yerde dışlıyor. Onları cehennemlik ilan ediyor. (Beyyine Suresi.) Çünkü din evrenseldir ve başta Allah’ın varlığı gibi sonsuzluk ifade eden gerçekleri anlatır. Maalesef Müslümanlar da Ehl-i Kitabın çoğunluğu gibi dinin bu evrenselliğini bilmiyorlar. Diğer semavi dinleri dışlıyorlar; Bilge Mutasavvıflar hariç.

Ben bir Nurcu ileri gelenine Tevrat ve İncil üzere yazdığım şerhleri okutunca, şöyle itirafta bulundu: “El-hamdu lillah, ben Kur’an’ın “…. Müslümanlar, Peygamberlere ve kitaplara inanırlar ve aralarında ayrım yapmazlar” ayetini şimdi anladım, imanım tekmil oldu.

Başka bir Nurcu da Bahaeddin kardeşin İncil üzere olan kitabını beğenmiyorum, fakat bendeki din milliyetçiliğini kırdı, diye bir sadık arkadaşıma söylemiştir.

f) Kur’an bütün Ehl-i Kitabı suçlamıyor. Onları bir merci ve örnek olarak da gösteriyor. İki yerde; “Ehl-i zikre (vahiy ehline) sor ey Muhammed; eğer sana inende şüphen varsa,” (10/94) diyor. Zikir burada bilinçaltı demektir. Evet, vahiy ancak bilinçaltı ile algılanır.

Ve Kur’an diyor: Ehl-i Kitap hepsi bir değiller. Onlardan bir toplum var ki; gece boyunca ayakta durarak, secde ederek Allah’ın ayetlerini okuyorlar. Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanırlar. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar. Ve yararlı işlerde yarışırlar. Onlar salihlerdendirler. Yaptıkları iyilikler inkâr edilmeyecektir. Allah kimin kendini koruduğunu (takva sahibi olduğunu) çok daha iyi bilir. (Al-i İmran, 113-115)

g) Kur’an, Ehl-i Kitabın Mekke ve Medine’ye girmesini yasaklamıyor. Sadece Putperestleri yasaklamış Tevbe suresinde; o da sadece Hareme girmelerini... Maalesef bu yasak, Ehl-i Hadis marifetiyle İslam’a sokulan bir bida olmuş. Kur’an, değil yasak; Haccı, Müslüman ve Ehl-i Kitap bütün insanlara farz kılıyor, Ehl-i Kitabın da gelip Müslümanlarla iş birliği yapmalarını emrediyor. (Al-i İmran, 97) Asr-ı saadette Hz. Muhammed’in vefatına yakın bir zamanda Ehl-i Kitap, Mekke ve Medine’ye geliyordu.  Nitekim Necran Hristiyanları Medine’ye gelince, Hz. Muhammed Mescidini onlara açtı, o Hristiyanlar orada ibadet ettiler.

SON BİR NOT: Tarihte Ehl-i Beyt ve büyük mutasavvıf mürşitler, Kur’an’ın bu Ehl-i Kitap konusunu doğru anlamış... Fakat aklı ve yorumu dışlayan ve aslı astarı tam bilinmeyen rivayetleri esas alan zahiri alimler ve sultanlar bırakmamışlardır. (Bu konuda önemli bir doktora tezi hazırlanmıştır. Müracaat edilmesini tavsiye ederim. Academia.edu’da yayınlanmıştır.) Kur’an’ı, aklı ve ilmi esas alan Bediüzzaman ise daha da ileri giderek Kastamonu ve Emirdağ Mektuplarında şöyle diyor:

“Müslümanlarla Ruhanî Hristiyanlar omuz omuza verip, insanlığı kolera gibi kavuran materyalizm ve ahlaksızlık belasını gidereceklerdir.” “İslam alemini temsil edecek olan Mehdi, Dünya Siyasetini dindar Hristiyanlara bırakacaktır.”

Çünkü Müslümanlar, bilimler, din ve siyaset dengesini kuramayacaklar. Ve çünkü güç, o gün Hristiyan dünyasında olacak. Hatta Bediüzzaman 25. Söz’de ehl-i mektebi de Ehl-i Kitap sayıyor... Evet, kâinatın birliğini ve düzenini bilen, evrensel hukuka göre yaşayan ve hijyene dikkat eden herkes (her mektepli) Ehl-i Kitaptır, hayatı garanti altındadır.

Kaldı Üçleme Meselesi, o da avamın anladığı gibi et ve kan itibariyle olmazsa; Hz. İsa’nın Petrus’a olan uyarısı nazara alınsa (Matta, 16); Nisa, 171. ayetin anlattığı gibi; İsa, Allah’ın kelimesi ve ondan bir ruhtur, anlayışı esas olsa bir şey olmaz. Müslümanların Allah’ın sıfatları konusundaki inancı gibi olur.

A) Ehl-i Kitabı dost edinmeme (Maide, 50). Bu ayeti, Maide 48- 49 ile beraber ele aldığımızda şu evrensel mesaj ortaya çıkar: “Ey Müminler (Müslümanlar)! Dinin evrenselliğini bilmeyen (Maide, 48) ve putperestleri, cahiliye dönemini, bugün de dinsizleri siz Müslümanlara tercih eden (Maide, 49) Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” ... demektir. Yoksa tarih boyunca, Müslümanların Ehl-i Kitaptan dostları hep olmuştur.

B) Cizye Meselesi. Bu, gerçekten inanan ve inancını yaşayan Ehl-i Kitapla ilgili değildir.  Ayet şöyledir: (Maalesef bu da tarihte çarpıtılmıştır.)

“Allah’a ve ahirete inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin yasak ettiklerini çiğneyen, semavi bir geleneğe tabi olmayan, (isimde) Ehl-i Kitap olanlarla, elde zillet içinde cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe, 29)

Evet, dindar Ehl-i Kitap olan rahiplerden tarihte cizye alınmamıştır. Fakat cizyenin genellemesi yanlış olmuştur. Ahir zamanda Hz. İsa (a.s.) gelince cizyeyi kaldırır, diye bir rivayet vardır.

Çünkü Müslümanlar ve Ehl-i Kitap o gün, yani İsa geldiğinde yani Hristiyanlık İncil’deki manalarla tam anlaşılıp yaşandığında, dindarlar özellikle Müslümanlar şekilci şeriatçılıktan kurtulduklarında, dinin evrenselliğini ve gerçek manalarını doğru öğreneceklerdir. Mesela:

İslam bütün semavi dinlerin ismidir, bir Allah’a inanan bütün peygamberlerin dinidir. Onlar arasında ayrım yapmamaktır. Allah’a teslim olmaktır. (Al-i İmran, 84) Allah, bu din dışında diğer beşerî inançları ahirette kabul etmez. (Al-i İmran, 85) Tevrat’la amel eden bütün peygamberler Müslüman idi. (Maide, 44) İlk Müslüman İbrahim idi. (Hacc, 78) Kur’an’ın anlattığı hakikatler (ana ilkeler) yedi bin senedir, insanlık aleminde hakimdir. (Barla Lahikası)

Ve mesela, Üçleme, insanda Ruh, Nefis ve Beden birliğinin, sonsuz olan Varlıkta Allah, Ruh ve Evren birliğinin ifadesidir, diye anlaşılacak; Varlığın birliğini ve sonsuzluğunu anlayan ve anlatan bilim ehli için temel bir ilke olarak bilinecektir.  Değil çok tanrıcılık, asıl birlik ve tevhid dillendirilecektir. Yoksa bilim ehli ruhu anlamayıp materyalist olacak ve Varlığı, Allah, Ruhanî alem ve Kâinat (madde) alemi olarak ayrı ayrı varlıklar olarak görenler, sonsuzluğu anlamayıp bir nevi putperest olarak kalacaklardır.

Hulasa: Ehl-i Kitap, yasal yaşayan, helal ve harama dikkat eden dindar kişi demektir. Kitap kelimesinin ilk manası yasa demektir. Yasa da öncelikli olarak emir ve yasaklarda kendini gösterir.

Hiçbir Millet Bütünüyle Lanet Edilmiş Değildir.

Burada not olarak Maide 78-81. ayetler ile Maide 12-13. ayetlerdir. Hemen belirtelim ki, Beni İsrail kavramı küçük çapta ve ilk gerçek örneğinde Yahudiler iken daha sonra, dindar medenî milletler manasında kullanılmıştır. Bu mesele Kur’an’ın birçok ayetinden ve Tevrat’ın birçok babından anlaşılıyor. (Bkz. Geçmiş ve Gelecek Arasında Tevrat kitabımız.)

Maide 78: Beni İsrail’den kâfir olanlar, Davud ve İsa İbn-i Meryem dili ile lanetlendiler. Çünkü isyan ediyorlardı ve azıyorlardı.

Bu ayette 4–5 önemli ipucu var: a) Bütün Beni İsrail lanetlenmiş değildir. Sadece kâfir olanları lanetlenmiştir. b) Neden Davud ve İsa dili ile?.. Çünkü Davud, dindar devleti ve dindar dünyayı temsil ediyor. İsa ise maneviyatı ve uhreviliği temsil ediyor. Demek, medenî, bilgili milletler, kâfir olunca hem dünyadan hem de ahiretten mahrum kalıyorlar, yani lanetlenmiş oluyorlar. Lanet, kelime olarak mahrumiyet demektir. c) Dar manası ile Yahudiler, tarihte, Davud (a.s.)’ı tam dinlemedikleri gibi, vahiy ve kelam olarak değil, insanoğlu olarak Peygamber İsa’yı da (Meryem Oğlu Mesihi) tam dinlemedikleri için, 2500 senedir çekiyorlar. d) Bir millet, dindar bir devletin ve mistik bir hareketin emri altına girmezse isyankârlığa (anarşizme) mahkûm olur.

 

21.12.2023

 Bahaeddin Sağlam

 






Son Eklenen Makaleler
Bahaeddin Sağlam
Oruç ile İlgili Beş Kavram
17.03.2024 244 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Din Kaygısı mı, Siyasi Çıkar Kavgası mı?
5.02.2024 178 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Erken Doğmuş Fakat İnsanlık İçin Gerekli Bir Proje
3.02.2024 222 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Yahudilerin Özgeçmişi ve İsrail Devleti
26.01.2024 171 Okunma
Bahaeddin Sağlam
A Call to My Atheist Brothers and Sisters
14.01.2024 129 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ateist Kardeşlerime Bir Çağrı
10.01.2024 172 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kibir ve Gurur
29.12.2023 199 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Three Prescriptions for Palestine
29.12.2023 175 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Filistin İçin Üç Reçete
29.12.2023 214 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Prof. Dr. Celal Şengör’den Beş Tespit
29.12.2023 192 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Değişim ve Gerçek İslam Söylemi
14.12.2023 240 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Çağımızda Şiddet ve Şiddet Felsefesi
14.12.2023 211 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Netanyahu Amalek Deyince Neyi Kastetti?
5.11.2023 325 Okunma
Bahaeddin Sağlam
To Join or Not to Join the EU
7.10.2023 436 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Bilinç ve Sorumluluk
7.10.2023 443 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Türk Kardeşlerimle Bir Hasbihal (Durum Değerlendirmesi)
23.09.2023 327 Okunma
Bahaeddin Sağlam
AB’ye Üye Olmak veya Olmamak (Türk Kardeşlerime Çağrı)
23.09.2023 297 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Winning or Losing the Spiritual Test
23.09.2023 393 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İmtihanı Kazanma veya Kaybetme
23.09.2023 308 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu ve Akıl
23.09.2023 310 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah, Ruh ve Bilinçdışı
23.09.2023 293 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu’na Cevap-2 veya Allah’ı Tam Tanımak
23.09.2023 462 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Diyalektik, İmtihan ve Savaşlar
23.09.2023 334 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sıdk ve Kizb, Mesih ve Deccal Kavramları
23.09.2023 433 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Karşılaştırmalı Eski Ontoloji ile Çağımızdaki Ontoloji
22.09.2023 345 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
22.09.2023 393 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsan Nedir?
22.09.2023 368 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Bediüzzaman’da Nedensellik Problemi
22.09.2023 422 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ne Kadar Allah’ı Tanıyoruz?
22.04.2023 357 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ahlak Kelimesinin Reel Anlamı ve Etimolojisi
22.04.2023 345 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Risale-i Nur’un Beş Temel Amacı
22.04.2023 461 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
9.04.2023 381 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İSLAMİYETİN TEMELLERİ NASIL ATILDI!?
23.03.2023 945 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İslam Bilim Tarihinden Bir Anekdot
23.03.2023 350 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Arketip Ne Demektir?
8.03.2023 395 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kur’an’ın Kolaylığı Derin İlmi Bir Gerçekliktir
8.03.2023 372 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deprem, Kıyamet ve Diriliş
8.03.2023 349 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 2
1.02.2023 341 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 1
1.02.2023 365 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah’ın Sonsuz Varlığı ve İnsan Özgürlüğü
23.01.2023 405 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık ve Allah’a Dair
13.01.2023 492 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah'ın Nefsi
13.01.2023 513 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deizme Cevap Olarak Şehit ve Şahit Farkı
6.01.2023 446 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sanat ve Kültür Mahiyetleri ve Etimolojileri
6.01.2023 456 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Hadid Suresi: 57. Sure 29 Ayettir
30.12.2022 488 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Mürselat Suresi Meal-Tefsiri
30.12.2022 503 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve İsa Mukayesesi
24.12.2022 495 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve Havva Hakikati
24.12.2022 462 Okunma
Bahaeddin Sağlam
ÂDEM VE EVRİM
24.12.2022 470 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Saff Suresi Meal-Tefsiri
20.12.2022 561 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Hz. Ayşe Sendromu
20.12.2022 563 Okunma


© 2024 - Akevler