Kur’an’ın Kolaylığı Derin İlmi Bir Gerçekliktir
İnsanda iki temel algı mekanizması var. Akıl ve kalb… Başka bir deyimle üst korteks ve bilinçaltı (Jung’un ifadesiyle bilinçdışı. Bilinçaltı bütün evreni kuşattığı için Freud’un aksine Jung ona bilinçdışı dedi.) Toynbee’nin ifadesiyle bilincin bilinçdışıya göre oranı, çok büyük bir çölün dikenlerine karşı bir tek gül ağacı kadardır. Onun için gerçek öğrenme, gerçek sevgi ve hakiki aşk ve asıl beceri insanın bilinçdışına yani kalbine mal olan beceri ve bilgidir. Çünkü aklın algısı soyutlama tarzında olduğundan çabuk uçar, bedene mal olmuyor. Dolayısıyla Bediüzzaman kalbe (bilinçdışına) mal olmayan bilimler karanlık bir aydınlanmadır, diyor.
Dinleri araştıran ve insan ruhiyatını inceleyen bütün bilim adamları bilir ki araştırdıkları bu bilgiler insanın kalbinden (bilinçdışından) doğuyorlar. Kur’an üç yerde, bu bilgileri Cebrail senin kalbine indiriyor, diyor. (2/97) Hatta eskiden bedevi insanlar, üst korteksi fazla çalıştırmadıkları için nerede ise bilgilerinin çok büyük kısmı kalpten geliyordu.
Yine bu bilim adamları müttefikan bildiriyorlar ki: Bütün evrensel kanun ve soyut kavramlar insanın bilinçdışında somut olarak oluşuyorlar ve öylece dile geliyorlar. Genellikle de üst korteks durunca yani insan uyuyunca onlar dışarı çıkarlar. Bazen çok basit bir tetikleme ile o bilinçdışı deryasından bir kitap bile fışkırabilir. Peygamberlerin çoğunlukla vahyi uykuda veya yarı uykuda almasının sırrı budur.
İşte vahiy, İlahi sonsuz bir tetikleme ile bu bilinçdışı deryasının dış aleme taşmasıdır. Haliyle bu bilinçdışının somut literatürü ile yazılıyorlar. Mesela haram mal, domuz eti olarak o arşivde var. Gıybet çiğ et olarak var. Devlet dağ olarak var. Sevgi çiçek olarak var. Madde feminen ve istifadeye elverişli olduğu için kadın olarak var. İnsanlığın tamamı Âdem olarak var. İsa Vahiy olarak var. Meryem çile çeken ve vahyi doğuran insanlık olarak var. Kemik insanın ebedi tarafı olarak var. Saç insanın bilimleri olarak var. Dünya kocakarı olarak var vesaire, sonsuza kadar çıkabiliriz. Peygamberlerin bu literatürü değiştirme yetkileri yok. Çünkü insanoğlu yüzde doksan dokuz bu bilinçaltından oluşuyor. Aklını kullanan feylesoflar ise, o literatürü bizim bildiğimiz dile çeviriyorlar. Neticede Allah’ın insanlıktan beklediği ideal kalite elde edilmiş olur. Bediüzzaman Allah, Peygamberlerle ve feylesoflarla insanın mukadder gelişmesini gerçekleştiriyor, diyor. Hürriyete Nutuk Makalesinde.
Hulasa, Kur’an ve diğer semavi kitaplar bu bilinçdışı literatürü kullandıkları için onu ezberlemek, öğrenmek ve yaşamak çok kolaydır. Bilinçdışı arşivi dijital bir kayıt ile işler. Bir ayetin başını söylediğinde gerisi dile geliyor. Ve ondandır ki DNA gibi tevafuklar barındırıyor o metinler. İşte vahyin mahiyetini anlatan bir surede Kur’an’ın bu kolaylığı beş sefer tekrar ediliyor. Bilinçdışının tekrar ile çalıştırıldığını bildiriyor. Bu tekrarlarla olağanüstü yönleri gelişen ruhani rahipleri kınayanların kulakları çınlasın.
“And olsun!’ (Yani Kur’an’ın bu özelliği kendisiyle yemin edilecek kadar ilmi bir hakikattir.)
Biz (yani benim tetiklememle, bilinçdışı sebebiyle ve kudsiyet gibi bir duygu ile) bu Kur’an’ı zikir (bilinçaltını çalıştırmak) için kolaylaştırdık. Acaba zikir (pratik bir mesaj ve bilgi) alan var mı?’ (KUR’AN; 54)
Bu yazıyı meallerin yetersizliğine kızdığımdan ve vahyin mahiyetini öğrenmek isteyen Amerikalı bir bilim adamına bir ders olarak kaleme aldığım gece aynı saatte yayınladım; sabah namazına doğru, iki geri dönüş oldu. Şöyle ki:
1) Antep’ten bir Nurcu lider, sen vahyi gökten yere indirmişsin, seni marifetullaha davet ediyorum, diye sloganvari tehditler savurdu. Galiba Vehhabiler gibi Allah’ı gökte sınırlı bir varlık olarak ezberlemiştir. Bütün hayatını sloganlarla geçiren bu zat bilmiyor ki, varlık namına ne varsa Allah’ın varlığıdır. Asıl marifet budur. Ve bilmiyor ki: Gökler uzay demek değildir. Din dilinde soyut ve metafizik ne varsa hepsi gökler ve melekut diye geçer. Ona bu kitabın eklerinden olan Kur’an Varlığın Ruhu mu Yoksa Tarihsel mi yazısını gönderdim, kızgınlığı daha da kızıştı. Bana bir daha yazı gönderme deyip Whatsappını kapattı.
2) İkinci zat ehl-i ilim ve meseleyi anlamak için şöyle bir soru gönderdi: Hocam yazıda Peygamberler o bilinçdışı arşivi değiştirmeye yetkili değildir, demişsin. Hz. İsa domuz etini ve içkiyi helal etti. Bu bir çelişki değil mi, diye sordu. Ben de cevaben şu iki notu gönderdim:
A) İsa o hükümleri kaldırmadı. Daha iyisini getirdi. Ben Tevrat’ı kaldırmaya gelmedim. Tamamlamaya geldim, diyor, Matta İncilinde. O burada diyor ki: Siz ey Ferîsiler (şekilci şeriatçılar) ağzınıza girene değil de ağzınızdan çıkana bakın. İnsan sadece ekmek ile doymaz. Vahiy ve ruh ile de doyar.
Nitekim Bakara, 106. ayet şöyledir: Biz bir hükmü kaldırsak ya benzerini ve daha iyisini getiririz.” İşte İsa daha güzelini getirdi. Öyle bir şeriat getirdi ki laiklik gerekmiyor artık.
B) Bazıları Hristiyanlıkta Şeriat yok diyor. Pavlos o dini bozdu, diye hem İncil’e hem İncili tasdik eden Kur’an’a iftira atıyorlar. Ben de o muhterem Hocama, İslam tasavvufu da tam bir İncil’dir, dedim. Ve hediyelerini gönderdim. Hulasa ehl-i ilimle müzakere bir başka oluyor.
Ve sözü Hz. İsa’ya bıraktım. O şekilci ve farkına varmadan tarihselci olan Ferisilere karşı ne yaptı ise tarihselciler de öyle yapmalı. Dini bırakıp modernizme kaçmamalıdır; dedim. Şöyle ki: (Matta İncili 5. Baptan:)
17-Sanmayın ki, ben şeriatı yahut peygamberleri yıkmağa geldim; ben yıkmağa değil, fakat tamam etmeğe geldim. 18-Çünkü doğrusu size derim: Gök ve yer geçip gitmeden, her şey vaki oluncaya kadar, şeriatten en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmayacaktır. 19-Bundan dolayı bu en küçük emirlerden birini kim bozar ve insanlara öylece öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine en küçük denilecektir ve onları kim yapar ve öğretirse, göklerin melekûtunda kendisine büyük denilecektir. 20-Zira size derim ki, salâhınız yazıcılar ve Ferisilerinkinden ziyade olmazsa, göklerin melekûtuna hiç girmeyeceksiniz.
21-İşittiniz ki, eski zaman adamlarına denildi: “Katletmeyeceksin” ve: “Kim katlederse, hükme müstahak olacaktır.”[1]
22-Fakat ben size derim: Kardeşine kızan her adam hükme müstahak olacaktır ve kardeşine: Raka (köle), derse, Millet meclisinin hükmüne müstahak olacaktır ve kim: Ahmak, derse, cehennem ateşine müstahak olacaktır.
23-İmdi, takdimeni (kurbanını) mezbahta arz ederken, kardeşinin sana karşı bir şeyi olduğu hatırına orada gelirse, 24-takdimeni orada mezbahın önünde bırak ve git, önce kardeşin ile barış ve o vakit gel, takdimeni arzet.
25-Hasmınla yolda beraber iken onunla çabuk uyuş da hasmın seni hâkime, hâkim de seni memura vermesin ve zindana atılmayasın. 26-Doğrusu sana derim: Son mangırı ödeyinceye kadar oradan çıkmazsın.
27- “Zina etmeyeceksin,”[2] denildiğini işittiniz. 28-Fakat ben size derim: Bir kadına şehvetle bakan her adam zaten yüreğinde onunla zina etmiştir. 29-Ve eğer sağ gözün sürçmene sebep oluyorsa, onu çıkar ve kendinden at; çünkü senin için bir azandan birinin yok olması, bütün bedeninin cehenneme atılmasından iyidir. 30-Ve eğer sağ elin sürçmene sebep oluyorsa, onu kes ve kendinden at; çünkü senin için azandan birinin yok olması, bütün bedeninin cehenneme gitmesinden iyidir. 31-Ve: “Kim karısını boşarsa, ona boş kâğıdını versin,[3] denilmiştir. 32-Fakat ben size derim ki, zinadan başka bir sebeple karısını boşayan adam onu zaniye eder ve kim boşanmış bir kadınla evlenirse, zina eder.
33-Ve yine, eski zaman adamlarına: “Yalan yere and etmeyeceksin ve andlarını Rabbe ödeyeceksin,”[4] denildiğini işittiniz. 34-Fakat ben size derim: Hiç and etmeyin; ne gök üzerine, çünkü o Allahın tahtıdır; 35-Ne yer üzerine, çünkü onun ayaklarının basamağıdır; ne de Yeruşalim üzerine, çünkü o, büyük Kıralın şehridir. 36-Başın üzerine de and etmeyeceksin; çünkü sen bir tek saçı ak yahut kara edemezsin. 37-Ancak sözünüz: Evet, evet; Hayır, hayır, olsun; bunlardan ziyadesi şerirdendir.
38- “Göz yerine göz, diş yerine diş,[5] denildiğini işittiniz. 39-Fakat ben size derim: Kötüye karşı koma ve senin sağ yanağına kim vurursa, ona ötekini de çevir. 40-Ve eğer biri seninle mahkemeye gidip senin gömleğini almak isterse, ona abanı da bırak. 41-Ve kim seni bir mil gitmeğe zorlarsa, onunla iki mil git. 42-Senden dileyene ver, senden ödünç isteyenden yüz çevirme.
43- “Sen komşunu sevecek”[6] ve düşmanından nefret edeceksin, denildiğini işittiniz. 44-Fakat ben size derim: Düşmanlarınızı sevin ve size eza edenler için dua edin ki, 45-siz göklerde olan Babanızın oğulları olasınız; zira o, güneşini kötülerin ve iyilerin üzerine doğdurur ve salih olanlar ile olmayanların üzerine yağmur yağdırır. 46-Çünkü eğer sizi sevenleri severseniz, ne karşılığınız olur? Vergi mültezimleri[7] de öyle yapmıyorlar mı? 47-Ve yalnız kardeşlerinizi selâmlarsanız, fazla ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyorlar mı? 48-Bundan dolayı, semavî Babanız kâmil olduğu gibi, siz de kâmil olun. (Baba Kitab-ı Mukaddes dilinde şefkat ve merhamet sahibi ve insanı soyut algıya sahip bir şekilde yaratan demektir. Yani Allah, soyut ve dini değerleri bilen herkesin babasıdır.) (Tekvin, 6/8)
Önemli Bir Fark: İncillerde Oğul kelimesi tekrarla geçiyor. Asr-ı Saadetteki Kur’an’ın tasdik ettiği kopyalarda da geçiyordu. İmam Razi’nin beyan ettiği gibi, Asr-Saadetten günümüze İncillerin değişmediği de bir gerçektir. Çünkü Kur’an, bu kelimeyi yasak etmiyor. Evet, oğul Tevrat’ta tekrarla ifade edildiği gibi; insan soyut değerleri, dilleri ve yasaları öğrendiğinde bu makamı alır. (Tekvin, 6) Demek oğul kelimesi, Allah İbrahim’i dost edindi. (Nisa, 125) ayetindeki dost gibi bir manaya geliyor. Evet, Kur’an’ın yasak ettiği oğul kelimesi değildir, veled (maddi olarak doğmuş çocuk) kelimesidir. Çünkü bu kelime, Allah’ın maddi, sınırlı bir varlık olduğunu bildiriyor. Bu ise, ontolojik, fahiş bir hata olur. Zaten bu veled yasağı daha çok müşriklere yönelik idi. Bediüzzaman, bu oğul ve veled farkını nazara almadığından Hristiyanlarda velediyet akidesi var, diyor; 29. Mektupta.
Nitekim, Tevbe 30. ayet, oğul kelimesini veled (çocuk) diye anlayan Yahudilerin özellikle avam kesiminin ve Hristiyanların özellikle avam kesiminin ve veled kelimesini bizzat kullanan müşriklerin bu ontolojik fahiş hatasını şöyle anlatıyor:
“Yahudiler, Üzeyir Allah’ın Oğludur, dediler. Hristiyanlar, İsa Allah’ın Oğludur, dediler. Bu sözleri, müşriklerin sözüne ne kadar da benziyor. Allah onları kahretsin. Nasıl sapıyorlar.!”
Bahaeddin Sağlam/ 05.03.2023
[1] Çıkış 20/.13; Tesniye 5/17.
[2] Çıkış, 20/14
[3] Tesniye 24/1, 3.
[4] Levililer 19/12; Sayılar 30/2; Tesniye 23/21.
[5] Çıkış 21/24; Levliler 24/20; Tesniye 19.21.
[6] Levililer 19/18.
[7] Ecnebi hâkimler olan Romalılar için vergi toplayan Yahudiler.