Bahaeddin Sağlam
Bediüzzaman’da Nedensellik Problemi
22.09.2023
636 Okunma, 0 Yorum

  

Bediüzzaman’da Nedensellik Problemi

 

İnsanoğlu, Bediüzzaman’ın tabiri ile Âdem zamanından (yani insanlığın soyut meseleleri öğrendiği dönemden) beri ilmin ve nedenselliğin anlaşılmasının zirve yaptığı günümüze kadar, bir şeylerden yola çıkarak yeni sonuçlara varılabileceğini öğrenmiş, bazen doğru bazen yanlış olarak tabiat olaylarının neden ve sebebini karara bağlamıştır. Evet, sonsuz varlıkların ve olayların birbiriyle olan örgüsünü çözmek, insanoğlu için üç yaşında başlıyor. Bu aşamada üç basamaklı ilişkileri kavrıyor. Bazı maymunların ve karga gibi zeki bazı hayvanların da üç aşamalı ilişkileri kurdukları keşfedilmiştir.

Bediüzzaman çok kitap okumuş, ama o kitaplardan yüz kat daha fazla tefekkür yapmıştır. Dolayısıyla sebepler dünyası hakkında çok ilginç değerlendirmeleri var. Bunların analizine geçmeden önce, genel olarak sebepler ve nedensellik hakkında beş not yazacağız. Sonra Üstad Said Nursi’nin beş analizini anlamaya çalışacağız. İşte:

A) Sebep kelimesi Arapça bir sözlük olarak yol, halat, araç manasına gelir. Tam neden manasında değildir. Aşağıda metin analizinde göreceğiniz gibi Bediüzzaman da sebep kelimesini vasıta ve alet (araç) manasında kullanıyor. Neden manasında değil.

B) Neden manasında, sebep değil de illet kelimesini seçiyor. İllet-i Tamme’yi tam, gerektirici, zorlayıcı neden manasında kullanır; Kader Risalesinde, insanın özgürlüğünün neden olup olmaması bahsinde. Hastalığa da illet denir. Çünkü hastalık birçok şeye neden oluyor.

C) Bediüzzaman döneminde Kuantum, DNA, Sibernetik etkileşim bilinmediği halde o bunları adeta başka kelimelerle bulmuş, ama evrenimiz içinde işleyişlerini bilmediği için onların fonksiyonunu dışarıdan İlahi bir tecelli ile izah ediyor. Çünkü o, kâinatı Allah’ın somut varlığı yani Rahmaniyeti olarak değil de ayrı ve müstakil bir sistem olarak görüyor. Çünkü ona göre rahmet ismi somut değil de soyut idi.

D) Bediüzzaman’ın da 29. Sözde izah ettiği gibi kâinat diyalektiktir. Yani her şey zıddıyla vardır. Somut varlık boyutu varsa soyut boyut da vardır. Yasalar varsa yasa üstülükler de vardır. Kozmos varsa kaos da vardır.  İyi varsa kötü de vardır. Hayır varsa şer de vardır. Ama onda sonsuz sistem olarak öyle bir birlik var ki, iki göz bir görüyor. Gerçekte ikilik birliğin mana ve katmanlarını artırmak içindir. Soyut aynı somuttur. Somut aynı soyuttur.

E) İnsanoğlu, çağımıza kadar hatta çağımızın da son yirmi yılında, bilgi-işlem hacmi sınırsız olan nedensellikleri keşfetti. Başka bir tabir ile düzenli nedenleri ve sonuçları yani kozmosu keşfetti. Bugün bilgi-işlem hacmi sonsuza varan kaotik durumları da artık biliyor.

 İşin ilginç tarafı bu kaotik alanlar, sürekli olarak sonsuz bilgi-işlem hacmi içerdiği halde sürekli aynı sonucu tutturuyor.

Hemen hatırlatalım ki, gerek soyut ve somut boyutlar ve gerek kozmos ve kaos alanları öyle karpuz gibi ikiye bölünmüş değiller. İç içedirler ve birbirini tamamlıyorlar. Kur’an, yasal olana Sünnetullah diyor. Kaotik olanlara da emir ile yönetilenler diyor. Ruh, atmosfer hareketleri, vahiy, kıyamet ve birer kaotik durum olan diğer musibetlere emir ile yönetilenler diyor. Mesela DNA, dünyanın henüz düzene girmediği yani kaotik ortamlarda oluşan ve kainattaki etkileşimi ile sonsuz bilgi-işlem hacmi içeren mucizevi bir hakikattir.   

Şimdi zamanına göre harika keşif sayılan beş numuneye geçiyoruz:

A) Eğer icaddaki vasıta, hakikî olsa idi ve hakikî te’sir verilse idi; hem bir şuur-u küllî verilmek lâzım idi. Hem bizzarûre eser-i itkân, kemâl-i san’at muhtelif olacaktı. Halbuki en âdiden en âliye, en küçükten en büyüğe itkân derece-i kemâlde, mâhiyetin kameti nisbetindedir. Demek hakiki tesir sahibi olan Allah’a bazı varlıklar yakın, bazıları uzak, bazıları bir vasıta ile bazıları çok vesait ile değildir. (Evet) insanın ihtiyarıyla yani özgür iradesiyle yaptığı eserlerdeki tam mükemmeliyeti tutturamaması, zorunlu kaderi reddeder, insanın iradesini ispat eder.  (Nokta Risalesi)

Bir makale kadar mana içeren bu paragrafın açılımı şöyledir:

*Gerek varlık ve gerek form olarak yapılan icaddaki araç ve sebep gerçekten tam etki sahibi olsaydı, O araç ve sebeplere külli (bütün kâinatı kuşatan) bir bilinç verilmesi lazım gelirdi.

1920’de yazılan bu not ancak şimdi anlaşılıyor. Çünkü kâinat bir veya birkaç sebeple var olmuyor. Sonsuz sebeplerin beraber ve birbirinin farkına varıp, birbiriyle haberleşmesi sonucu yazılım tarzında var oluyor. Ayrıca eğer sebepler etkin olsaydı bizzarûre (zorunlu olarak) varlıklardaki eser-i itkân (yani) kemâl-i san’at (zirve bir şekilde sağlamlık ve güzellik) muhtelif (değişik) olacaktı. Halbuki en âdiden (sıradan olan varlıktan) en âliye (en yükseğine), en küçükten en büyüğe (kadar) itkân (sağlamlıkla güzellik) derece-i kemâlde (zirvede), mahiyetin (iç yazılımın) kameti nispetindedir (boyu oranındadır.)

B) Eğer her bir zerrede (atom ve molekülde) hükema şuuru (feylesoflar bilinci), etibba hikmeti (doktorların bilimi), hükkâmın siyaseti (devlet başkanlarının yönetimi) bulunduğunu ve her bir zerre de sair zerrat (diğer atomlar) ile vasıtasız muhabere ettiğine itikad edersen (inanırsan), belki nefsini kandırıp o muhali (sebepler yaptı yanlışını) de itikad edebilirsin. Halbuki, o zihayat (canlı) makinede (balarısında) öyle bir mu'cize-i kudret, öyle bir hârika-i hikmet (harika bilimsellik) vardır ki, ancak bütün kâinatı, bütün şuûnâtını (niteliklerini) îcad eden, tanzim eden bir Sâniin sun'u (sanatı) olabilir. Yoksa kör, az, basit imkân (olabilirlik) tereddüdüyle ayak atamaz esbab-ı tabiîden olamaz. Bahusus o esbab-ı tabiiyenin üss-ül esası (temel taşı) hükmünde olan cüz-ü lâ-yetecezzadaki (atomdaki) kuvve-i câzibe ve kuvve-i dâfianın içtimalarının (çekme ve itme enerjisinin birleşmesi) hortumu üzerinde bir muhaliyet damgası var.

Fakat (bununla beraber) caizdir ki, her bir şeyin esası zannettikleri olan cezb, def', hareket, kuva (çekim, itme, hareket ve enerjiler) gibi emirler (işler) âdâtullahın kanunlarına birer isim olsun. Lâkin kanun, kaidelikten tabiîliğe (kural olmaktan doğal bir nesnelliğe) ve zihnîlikten haricîliğe (zihni bir varlık olmaktan maddi bir varlık olmaya) ve itibardan hakikate (görecelilikten gerçeğe) ve âletiyetten (araçlıktan) müessiriyete (gerçek etkinliğe) geçmemek şartıyla kabul ederiz. (Nokta Risalesi)

Bu ikinci metinde iki doğru yanında iki yanlış da var. Şöyle ki: a) Tek tek her bir nedenin tek başına etkin olmadığını bildirmesi harika.

b) Ta o zamandan yani Kuantum fiziğini okumadan, bütün atomların birbiriyle vasıtasız haberleştiğini vurgulaması ayrı bir harika.

c) Ama bütün bunları Allah’ın somut varlığı olan kâinatın bütüncül yazılımı olarak değil de hariçten yönetildiğini anlaması yanlış. Ne yapsın, onun zamanında yazılım bilimi yoktu. Çok acıdır ki günümüz bilim adamları dahi henüz bu yazılım bilimini bilgilerinde kullanmıyorlar.

d) Her birisi bilinçli bir şekilde görevini yapan kainattaki varlıklar başka bir tabir ile nedenler kör sağır değiller. Allah’ın somut isimleridirler. Allah işin içindedir. Varlık ve hayat olarak kendini yaşıyor. Uzaklardan tecelli etmiyor.

C) Hem nasıl ki bütün mevcudat, vücudları ve kıyamları ve bekaları cihetinde Kayyum-u Zülcelal’e dayanıyorlar; kıyamları onunladır. Öyle de mevcudatın keyfiyat (nitelikleri) ve ahvalinde (duruşlarında) binler silsilelerin; (temsilde hata olmasın) telefon, telgraf silsilelerinin (tellerinin) merkezi ve santral direği hükmünde olan sırr-ı kayyumiyette وَ اِلَيْهِ يُرْجَعُ الْاَمْرُ كُلُّهُ sırrıyla uçları bağlıdır. Eğer o nurani nokta-i istinada dayanmazlarsa ehl-i akılca muhal ve bâtıl olan binler devirler ve teselsüller lâzım gelecek; belki mevcudat adedince bâtıl olan devirler ve teselsüller lâzım gelir. Mesela, bu şey (hıfz veya nur veya vücud veya rızık gibi) bir cihette buna dayanır, bu da ötekine, o da ona… Gitgide herhalde nihayetsiz olamaz, bir nihayeti bulunacak. İşte, bütün böyle silsilelerin müntehaları, elbette sırr-ı kayyumiyettir. Sırr-ı kayyumiyet anlaşıldıktan sonra o mevhum silsilelerde birbirine dayanmak rabıtası ve manası kalmaz, kalkar; her şey doğrudan doğruya sırr-ı kayyumiyete bakar. (30. Lem’a, 6. Nükteden)

Bu parçada beş yanlış var:

1) Teselsül şudur: a b’ye sebeptir, b de c’ye sebeptir, c de d’ye sebeptir. Öyle sonsuza kadar gidersen, buna zincirleme manasında teselsül denir. Eğer d de a’ya sebeptir, deyip başa dönsen ona devir (paradoks) denir. Gerek teselsül ve gerek devir aklen muhaldir, denir. Dolayısıyla bir Allah’ta bunlar son bulmalı, diye Tarih boyunca Kelamcılar Allah’ın varlığını öyle ispat etmişlerdir. Halbuki böyle yollara başvurmak kâinatın işletim mekanizmasını bilmemekten kaynaklanır. İşin doğrusu şudur: Harflerle gösterilen varlıkların hiçbiri diğerine neden ve sebep değildir. Hep beraber sonsuz sistem içinde istişare ederler, çoğunluğun kararına göre bir emir ve buyruk çıkıyor, bütün sistemin çalışmasına sebep ve neden oluyor.

2) Demek sebepler zinciri kablo vazifesini görmekten ziyade farklı datalar olarak sibernetik çalışır. Kablo gibi görmek ve ucunu Allah’a dayandırmak, yanlıştır. Varlığı da Allah’ı da tanımak olmaz. Ontoloji disiplini bize böyle bir Allah ve böyle bir varlık algısı vermiyor.

3) Bediüzzaman Hazretleri Risalelerde bu varlık ve sebepler zincirini, Allah’ın varlığından ayrı olarak var kabul eder ve Allah’a engel olmak şöyle dursun, O’na yol ve yardımcı olur, diyor. Ama burada o zincirlere mevhum (kuruntu) diyor. Böyle çelişkiler Risalede çok var. Çünkü Yeni Said’in Risaleleri, irfandan ziyade küfre karşı ispat ve savunma makamında yazılmışlardır. Savunmada ise elinize ne geçse kullanırsınız.

4) Evet sebepler bir zincir oluşturmuyor ki ucu sınırlı bir Allah’a dayansın.  Ayrıca kâinatın ayakta durması, bekada devam etmesi, Allah’ın kudreti olan enerji ve kütle çekimi iledir. Yıldızlar boşlukta düşmezler; çünkü başka bir varlık yoksa madde uzayda sabit durur. Dolayısıyla, hariçte ayrıca bir Kayyum kabul etmek ve kâinatı onun varlığından ayrı sanmak yanlıştır. İrfanî bir değerlendirme değildir.

Çünkü kâinat Rahmaniyetin ifadesi olarak bütün nedenlerini kendi içinde barındırıyor. Bazen tıkanır, kaotik durum meydana çıkar. Onun üzerine emir alemi devreye girer yani yeni ve olağanüstü bir matematik işlemeye başlar. İşte Allah’ın ol deyip oluyor sözünün manası bu demektir.

5) Ayrıca metinde geçen ayet, sebepler zincirinin son nihai ucu Allah’a dayanır demek değildir. Her şeyin yönetimi son safhada Allah’a ve sonsuz sisteme varır, demektir.

D) Yeni Said savunma makamında söz söylüyor, dedik ama, Eski Said’in, Ontolojik çok güzel tespitleri var. Şöyle ki:

1) Sonuç ve neticenin sebepler denilen işin basamak ve öncülerinin üzerine olması, sebeplerin etkinliği değildir. Belki sıradan bir şeydir; alışkanlık ve sürekli öyle gördüğümüzdendir. Sebeplerin bir hazırlığı ve yeteneğinin sonucu da değildir. Mutezilenin iddia ettiği gibi sebeplerin doğurması da değildir. (Kızıl İcaz)

Evet doğru söylüyor. Çünkü kanatın işletim mekanizması neden sonuç değildir. Yazılımdır, etkileşimdir. Neden ve sebepler sonucu etkilediği gibi sonuçlar da nedenleri etkiliyor. Bazen hiç tahmin etmediğin çok uzak bir sebep gözün önündeki sonucu netice veriyor. Çünkü yazılımdır.

2) Fikir, başka bir tabirle neden sonuç arasında insan şöyle üç işlem yapıyor: Düşünce şudur: Taklidini yapmak ve dizmek için yaratılışta zincirleme var olan sebepleri keşfetmektir.  Sonra onların nedenselliğini öğrenmek için onları tahlil ve çözümlemektir. Sonra onları geri monte etmektir. Yani birbirini doğuran nedensellikler zincirini tabiattan fışkırtıp onu kendi iş ve sanatına döllemektir. (Kızıl İcaz)

3) Kâinatın birliğini sağlayan Allah’a güvenmek ve ondan istemek, insanı sayısız sebeplere köle olmaktan kurtarır. Böylelikle insan kulluk ve inanç görevini yerine getirir. Ama Allah yine sayısız hikmetler gereği bir sebepler düzenini de kurmuştur. Demek insanın Allah’ın bu düzenine karşı gelmemesi için buna ayak uydurması da gerekir. Bu düzene ayak uydurmak da bir kulluktur. Bu düzene karşı tevekkül yani işi Allah’a bırakma tevekkül değil, tam tersine atalet ve temerrüttür. Hulasa inanç alanı ile esbap alanını birbirine karıştırmamak gerekir. (İşaratül-İ’caz)

E) Şimdi geldik asıl nedene: İlk yaratılış veya Big Bang… Bediüzzaman burada iki can alıcı cümle söylüyor: 1) Allah’ın ilmi sonsuzdur, bugünkü tabir ile nerede varlık orada yazılım yani ilim var. İlimle eşyanın form ve biçimi şekilleniyor. Allah da kudretinin bir yansıması olan enerjiyi o forma sürer eşya maddi varlık olarak ortaya çıkar. Evet Allah kudretinden var ediyor, çünkü bütün ehl-i aklın ittifakı ile mutlak yokluktan var etmek muhaldir. (26. Lem’a, 11. Rica)

Demek Üstadın Allah yoktan var ediyor sözü, bizim açımızdandır. Yoksa Allah Kudretinin bir yansıması olan kuvvetten (enerjiden) yaratıyor, diyor, aynı yerde. Burada sözü, geçen sene Tabiat Risalesi için yazdığım beş mülahaza ile bitiriyoruz:

[Ben beş-on yıldır düşünüyordum. Üstad Bediüzzaman, çok yoğun bir tefekkürle ilimleri ve Kur’an’ı inceleyip, binlerce delil ile özellikle 30. Lem’a ve 23. Lem’a ile Allah’ın varlığını ve birliğini ispat ettiği halde neden ehl-i fen tarafından, özellikle Ontoloji, Kimya, Fizik ve Biyoloji ehli tarafından yeteri kadar değer görmüyor. Bunda bilmediğimiz bir şeyler var diye şüpheleniyordum. Önce Risale-i Nur'da elliye yakın teknik yanlışlar tespit ettim. Fakat bu Tabiat Risalesi sanki eleştirilmez imiş gibi geliyordu bana.

Öyle ise bu Risaleler niye ehl-i ilme tesir etmiyor diye bugünlerde düşünürken, eleştirel bir şekilde mütalaa ettim. Kendi muhakememe başvurdum, baktım eleştiri için yetmiyor. Bu Risalelerin telifinden sonra öğrenilmiş bilimlere başvurdum. Yine yetmedi. Sonra o fen bilimleriyle ilgili olan Kur’an ayetlerine başvurdum, bu sefer mesele aydınlandı. Ve bu Risalenin eksikleri belirdi. O belirlenen noktaları metin içinde sırası geldikçe açıklayacağım; ama şimdi bir giriş olarak beş ana noktayı ve önemli ilave bir tespiti yazmak gerekiyor, şöyle ki:

Birinci Nokta: Üstad Bediüzzaman 1920’ye kadar fen ilimlerini takip etti. Çoğunlukla da dinî bilgileri ile onları çelişik görüyordu. Çünkü o dönemde fen ve felsefe Avrupa’dan bize karışık geliyordu. Daha sonra takip etme imkânı olmadı. Halbuki DNA ve yerin tektonik tabakaları ta 1953’te keşfedildi. Yazılım ise yetmişli yıllardan sonra bilindi. Onun zamanında sadece yetmiş element biliniyordu. Kuvvet dediği enerji tespit edilmişti, ama fizik ilmi olarak kainattaki miktarı ve mahiyeti tam izah edilmemişti. Haliyle bu Risalede getirdiği Dokuz Muhal de ilmen tam oturmuyor ve ehl-i ilmi ikna etmekten uzaktır.

İkinci Nokta: Üstad Bediüzzaman muhakemelerinde daima Aristo mantığını kullanır. Bu ise sonsuz bilgi-işlem içeren bilimlerdeki yapıya kıyas olamıyor. Evet o mantık insan aklı ölçeğinde ve çoğu kıyasları antropomorfiktir. (İnsan benzerlidir.)

Nitekim Batı dünyası, o mantığı bıraktıktan sonra fen ilimlerinde ilerleyebildi. Ve çoğunlukla antropomorfik olan Hristiyan dinine soğuk bakıyor. Onun için dünyada dinsizlik yayıldı. Maalesef İslam dünyasının aklı hala o Aristo mantığına göre şekilleniyor. Onun için gittikçe geriliyor. Fenlerden kopuyor. Dindar da olamıyor. Batı gibi Laik de olamıyor.

Üçüncü Nokta: Kur’an ise tam kâinat kitabıdır. Allah için sınırlı misaller vermeyin. Siz sınırlı bilginizle bilmez iken, Allah sonsuz ilmi ile biliyor. Misaller ancak aciz insanlar içindir, (Nahl,74-75) diyor. Mesela hayatın başlamasını açıklayan Enbiya, 30. Ayet ve hayatın türleşmesini açıklayan Nur, 45. Ayet tam anlaşılsa, Üstadın verdiği 1. Yoldaki Birinci Muhal geçerliliğini yitiriyor.  O muhaller sonsuz bilgi-işlem içeren kâinat için değil de biz aciz insanlar için ancak geçerli oluyor. Ayetlerin bağlamları ve tefsiri şöyledir:

Birinci Ayet: “O inkarcılar, nasıl görmediler: Gökler ve yer kupkuru idi. Biz onları su ile açtık. Ve her canlı şeyi su ile kıldık. Daha inanmayacaklar mı?” (21/30)

İşte Astro-fizik gözlemi ile bu ayete bakıyoruz. Ve görüyoruz ki başta uzaydaki küreler de ve onlar gibi yer küremiz de kuru idi. Yani su yoktu. Sonra Allah yaşlanmış güneşleri su elementi ve diğer ağır elementler için bir fırın yaparak onları öldürdü, enkazlarını uzaya dağıttı. Dünyamız da o su ve hayat için gerekli olan diğer elementlere sahip oldu.  Nitekim gökten size su indirdik, mealindeki otuzdan fazla ayet, suyun bu özel yaratılışını anlatıyor. Yoksa sadece bulutlardan indirdik demek değiller, o ayetler. Çünkü buluttan suyun indirilmesi için olan ayetler ayrıca anlatılıyor.

Bu ayette üç kelime anahtar kavramdır. 1) Bu elementler içinde hayatın nedeni olarak suyu sayması, onun bütün kimyevi reaksiyonlara elverişli olması içindir. 2) Kıldık kelimesi ise der ki: hayat, kimyevi elementlere ilave bir şey değildir. Bir kılınıştır, bir yazılımdır. Ve bunun baş nedeni, suyun o harika reaksiyon özellikleridir. 3) Uzaya baktığımızda yıldızların ve gezegenlerin yüzde doksan dokuzu hala o susuz halde oldukları için o kafirler neden görmüyorlar, diye soruyor.

İkinci Ayet: “Şekilsiz olan ve suyun o harika reaksiyon özellikleri ile gerçekleşen o ilk canlıdan yine suyun o harika özellikleri ile milyonlarca debelenen canlı olarak yarattık. (Yani onlara şekil verdik) Kimi iki ayak üzere yürüyor, kimi dört ayak üzere yürüyor. Kimi de karnı üzerinden sürünüyor. Allah istediği şeyi (şekli) yaratandır. Allah sonsuz güç sahibidir.” (21/30 ve 24/45)

Her iki ayette de min edatı, sebebiyet edatıdır, canlılığın nedenselliğini bildirir. Bazılarının sandığı gibi min edatı, beyaniye değildir. Çünkü canlıların her tarafı su değildir. Birinci ayette kıldık demesi ve ikinci ayette şekil verdik denmesi çok manidardır. Sade canlılığın bir kılınış olduğunu maddeye ilave bir şey olmadığını bildirir.

Halaka şekil verdi demektir. Caale ise kılmak demektir. Debelenen hayvanlarda Halaka fiili kullanılması onlardaki ilave bir sinir sistemi ve ruha işarettir aynı zamanda. Evet her hayvanın ruhu onun şakilesi (formu) tarzındadır. (İsra, 84)

Demek Astrofizik bilinse, sonsuz kimyevi reaksiyonlar göz önünde bulundurulsa ve suyun harika özelliği dışlanmazsa ve bunların mücessem İlahi kudret ve ilim olduğuna inanılsa o Risalede anlatılan muhaller ilmi yönden eksik sayılır. Evet, Bediüzzaman varlıkta tekâmül meyli var, diyor. Ama dinsizleri susturayım diye insanlıktaki özellikle ilk yaratılışındaki evrimi reddediyor. Bu gibi çelişkiler Risalelerde çok var.

Dördüncü Nokta: Kur’an tesadüfü kabul etmiyor. Her şeyi Allah’ın mücessem rahmeti ve kudreti olarak görüyor.  Fakat varlığı ikiye bölüyor. Her şeyin iki günü var diyor. (Fussilet suresi) Biri kaos diğeri kozmos. Kur’an’ın tabiri ile biri emir, diğeri sünnetullah ve fıtratullah. Yani tesadüf yok. Bazı şeyler düzenli ve yasal tarzda yürüyor. Bazı şeyler de olağanüstü ve emir ile yürüyor. Mesela şekli ve yasası belli olan yeryüzü ve emirle yönetilen atmosfer.

Kur’an daima hava ve bulut hareketlerini emir kavramına verir. Ve yapılan haksızlıkların mutlaka ceza göreceğini anlatan ayetlerde de sünnetullah tabirini kullanır. Hakkaniyet yasası olarak vurgular. Emir kavramı içinde kıyameti, musibetleri, ölümü, ruhu ve vahyi de dahil eder. Ve başta yıldız ölümleri olmak üzere her ölüm, her emir yeni bir şeyin oluşunu doğurur, diye bildirir. Bu beş-altı kavramla ilgili ayetleri buraya alacak yerimiz yok. Ehil olanlar İndeksten takip etsinler.

Bu sünnetullah ve emir kavramlarını şöyle de izah edebiliriz: Sünnetullah, nedeni açık ve sabit olan; emir alemi, nedeni gizli ve değişken olandır. Bu kavramlar için, Üstadın rastgele fırtına dediği ve ayetlerin İlahi emirle yönetiliyor, dediği atmosfer içinde suyu, havayı ve toprağı da düşünün, sonsuz bilgi- işlem içeren DNA’nın nasıl olduğunu görün. Evet düzenli yapılar gibi kaotik yapıların da bir matematiği vardır. Bu matematikteki işler sonsuzda bir ihtimaldir, ama hep o ihtimal tutuyor. İşte DNA bu kaotik ortamda doğmuş düzenli bir yapıdır.

Evet her şey bir yazılımdır, sonsuz enerji Allah’ın kudretidir ve yazılım da onun müşahhas ilmidir. Evet, atmosferdeki kaotik yapı, yani emir, dünyada hayatı sürekli devam ettiren en birinci faktördür. Demek ehl-i ilme resmin tamamını göstermek lazım, varlığın mahiyetini anlatmak lazım. Ayrıca Allah içeriden yönetir, dışarıdan değil. Hele uzaklardan asla değil.

Beşinci Nokta: Üstad, Nokta risalesinde ve bu Tabiat risalesinde Tabiatın önemli bir faktörü olan kuvvet ve kuvva dediği enerji çeşitlerinin mahiyetini tam bilmiyor. Onlara hayali, vehmi şeyler diyor. En iyi ihtimalle 26. Lem’a 11. Ricada ve Sünuhatta Ezeli Kudretin bir cilvesi diyor. Halbuki ehl-i ilim bugün enerjinin sonsuzluğunu ve yoktan var edilmediğini ve sabit olduğunu ve madde dediğimiz şey onun yoğunlaşmış hali olduğunu biliyor.

Onlara göre cilve falan değildir. Bizzat Allah’ın kudretidir.  Sonsuz olduğu için de o enerjiye ezeli denebilir. Nitekim, İbn Arabî kâinattaki realitelerin Allah’ın gerçek isimleri olduğunu söylediği için Üstattan fazla itibar görüyor, ehl-i ilimce.

Bediüzzaman, bu gibi eksikliklerle beraber, yoğun bir tefekkür sonucu yedi bin anahtar kavramı Risalelere serpiştirmiştir. Mesela. 24. Söz Birinci Dalda, ehl-i dalalet eşyadaki kudreti görüyor, fakat onlardaki ilmi görmüyor. Onun için sapıtıyorlar, diyor. Ve mesela 30. Lem’a, 3. Nüktede eşyada kanun-u ilmî var diyor. Evet, kâinatta, özellikle kuantum fiziğinde özellikle hayatta ve DNA’larda sonsuz ilim isteyen ve kanun şeklinde yürüyen bir ilim var. Dinsizler bunu görmediği için varlığı karışık ve absürt görüyorlar. İnşaallah bilim dünyası bu sonsuz yazılımı yani mücessem ilmi görür, kendi mesleklerinin hakkını verirler. Zaten aşağıda da ifade edildiği gibi Bediüzzaman’ın asıl karşı çıktığı bu fen literatürü değil de absürt, anlamsız, karanlık bir anlayış içeren Nihilizm, Materyalizm ve Natüralizm felsefeleridir.

Son bir Not: Üstad Kelam ehli gibi gidiyor. İşi soyuta atıyor. Bir an önce eserden müessire varıyor. Halbuki Tasavvuf ehli gibi gitse varlığı tam tanısa, ispata ve dışarda bir güç aramaya gerek kalmaz. Evet, Gazali Kelam yetersizdir, dedi. İbn Arabi ise Kelam tutarsızdır, dedi. (Ekrem Demirli) Şimdi bu çalışmaya bir besmele olarak, Besmele tefsirini ve Üstadın bazı teknik yanlışlarını buraya alıyorum. Ki çalışmamızın haritasını bize göstersin. Ve eksiklerin, onun Kur’an ve Tevhid dellalı olan manevi şahsiyetinin değil de zaman ve zeminden kaynaklandığı anlaşılsın.

Bilimler Tekâmül Eder, Evrim Geçirir

Kâinatta her şeyde özellikle hayatta tekâmül (evrim) olduğu gibi, ilimlerde de tekâmül vardır. Birçok eski alim, birçok konuda zirve iken, çağlarının çocuğu oldukları için sonradan gelen çağlardaki çocukların artık oyuncak gibi bildikleri bilgileri bilmez olurlar. Kusur ve eksiklik o kadim alimlerde değil de çağlarındadır. İlim, tekemmül-ü mebadi (alt-yapının tamamlanması) ile tamamlanır. (Muhakemat) İkinci Abdülhamid alt-yapıyı tekmil etmeden Avrupa’dan ilimleri getireceğini sanıyordu. (Nutuk ve Makaleler)

Tarihte bütün büyük alimleri büyük yapan, onların dilbilgisinde, çağlarına göre fen bilgisinde ve özgür düşüncede zirve oluşlarıdır. Bugün İslam dünyasında büyük alimlerin çıkmaması, bu üçünün bir şahısta bir araya gelmemesidir. Demek Özgür Düşünce, geçmiş büyük zatlara hürmetsizlik olmadığı gibi, ilme ve hakikate büyük saygıdır. O büyük zatların öğrencilerinden beklediği ve zamanın gerektirdiği bir başarıdır.

Şimdi zamanlarının zirveleri olan, fakat zaman farkından dolayı birçok üniversite okumuş gençten dahi geri kalan üç büyük dâhiye değinelim. Aristo… 2350 sene önceden yazılımın mahiyetini ve bazı özelliklerini keşfetti; Mantık, Fizik ve Metafizikte zirve oldu. Hatta ahlaktaki ifrat-tefrit ve orta yol ilkesinin de ilk kâşifi odur.

Ama dünyanın yuvarlak olduğunu bilmiyordu. Ay-altı kevn ü fesat (oluş ve bozuluş) alemidir, geri kalan gökler ve yörüngeler tanrısal ve mükemmel akıllardır, diyordu. (Müthiş bir hurafe!)

İbn Sina, Mantıkta, Felsefede ve Tıpta hiç kimsenin öğrenemeyeceği kadar zirve oldu, yirmi cilt kitap yazdı. Ama Aristo’nun Form dediği o yazılım gerçeğini basit, somut bir şekilden ibaret sandı; dünyanın yuvarlak olduğunu bilemedi… Ve hastalıktan ölünceye kadar kendini tedavi edemedi.

Bediüzzaman, birçok ilimde özellikle siyasal ve sosyal hayatta ve özellikle Kur’an’ı anlamada, soyut nedensellikler ve gerçeklerin tespitinde, arınmanın onlarca yönteminde yedi bin anahtar kelime, kavram ve cümleyi altı bin sayfalık Risalelerinde yazmıştır. Ben şahsen ona sonsuz minnettarım. Fakat bazen bilimleri esas almamasından, bazen de kendi zamanında o bilimsel veriler bilinmediğinden birçok hata tespit ettim, o Risalelerde…

A) Mesela depremi bir maden patlaması, diye açıklıyor. O gün öyle biliniyordu. Sonra 1954’te depremin tektonik tabakaların birbiriyle çarpışmasından olduğu keşfedildi.

B) Ve mesela, Antropolojinin (kendi deyimiyle İlm’ül-Beşerin) tespitlerini bildiği halde, zayıf bir hadisin etkisinde kalarak İnsanlığın ömrü yedi bin senedir, canlıların ömrü iki yüz bin senedir, kâinatın ömrü 126 milyar senedir, diyerek Barla Lahikasında yazmıştır. Maalesef bunlar tamamen ilmî verilere aykırıdır.

C) Mesela çok önemsediği bir tevhit delili olarak, milyonlarca Radyo dalgaları hava zerreleri üzerinden giderken birbirine karışmıyorlar, diyor. Halbuki Radyo dalgaları, Radyo frekansı olarak gerçekleşen elektromanyetik dalgalardır. Ve her frekansın bir rakamı var olduğundan ve uzunluk ölçüsü olduğu için birbirine karışmıyorlar. Karışanlar, aynı rakamı ortak kullandıkları içindir.

D) Onun zamanında DNA bilinmiyordu. DNA 1953’te keşfedildi. Kendisi, tohumlarda ve hücrelerde manevi bir plan ve kader olduğunu söyleyip, onlardaki hayatî düğümü çözmek için çok çaba harcadı. En sonunda o tohumların birbirine karışmadan filizlenmelerini Sonsuz İlahi İlme verdi; bazı kader çizgilerinden başka maddi bir sebep yoktur, dedi. “Dindarlar, bilinmez noktaları hep Allah’a verirler, sonra o bilinmez noktalar bilinince delilleri düşer” şeklindeki bilimcilerin eleştirisine maruz kaldı. Hâlbuki İbn Arabî gibi kâinatın Allah’ın Rahmaniyeti olduğunu ve kendi kendine yeterli olduğunu kabul etseydi, bu gibi zaaflar, ortaya çıkmazdı.

Ayrıca eğer DNA’yı yani somut bir yazılımı bilseydi ve çok iyi bildiği ihtiyaç dilini nazara alsaydı, türlerin mutasyonlarla birbirine dönüştüğünü anlardı.

Aristo’dan naklen, tür hakikati değişmez, demezdi. Canlıların asıl hakikati canlılıktır; değişmeyen budur, diyebilirdi.

İşte sırf bu yanılgıdan dolayı, kendisi Eski Said olarak, evrensel evrim kanununu bildiği halde Âdemin manasını ve tür ismi olduğunu anlamadı. Sonra Yeni Said ise, anladı. (8. ve 20. Sözlere bakın.)

E) Onun zamanında sadece bizim Galaksi biliniyordu. O da tam değil. Haliyle Aristo gibi Bediüzzaman da bu Astronomi konusunda birçok yanlış ifadede bulunuyor. Mesela:

a) Güneşimiz, Herkül burcuna veya Vega yıldızına gidiyor, diye söylemiştir. Halbuki Herkül burcundaki yıldızlar da Vega yıldızı da Güneşimizle beraber Galaksimizin halkaları içinde dönüyorlar. Birilerinin diğerine gittiği yok.

b) Sabit yıldızların bir kısmı ahiret aleminin güneşleridirler, diyor. Halbuki sabit yıldız yok; hepsi de iki yüz elli milyon yılda bir Galaksinin etrafında dolaşıyorlar. Ve bizim Galaksimizden ayrı dört yüz milyar galaksi daha keşfedildi, ama ahiret diyebileceğim bir şey bulunmadı. Galiba ahiret başka boyutlardadır. Çünkü kâinatımızın on bir boyutu ilmen keşfedildi.

 c) Güneşimiz ısısını Cehennemden, ışığını Cennetten alıyor, yoksa sonsuz bir yakıt gerekir, diyor. Halbuki güneşlerin ısısı da ışığı da Hidrojen gazının Helyuma dönüşmesiyle oluyor. Yani milyarlarca yıldan beri her an milyarlarca atom-bombası, güneşlerde ve Güneşimizde patlıyor.

F) Kendisi Kelam ekolünden geldiği için; Allah için, Allah’ın isim ve sıfatları için sürekli olarak hadsiz, nihayetsiz ve mutlak deyimini kullandığı halde; kâinatı Allah’tan ayrı bir varlık (vücud) olarak benimsiyor; Sonsuzluğu yaşamak noktasında zorlanıyor. İbn Arabî’nin Allah’tan başka varlık yoktur, sözünü de yanlış değerlendiriyor. Halbuki İbn Arabî kâinatı, Allah’ın soyut sonsuz varlığının bir devamı ve isimleri olarak görüyor. O’ndan başka bir varlık yoktur, diyor. Hem Allah’ın sonsuzluğunu koruyor hem isimlerini somut bilimsel veri olarak yaşıyor. Şöyle ki:

Allah ve Kâinat Hakkında:

Allah öz olarak sonsuz soyut varlık olduğu için fizik ve metafizik alemlerde yani her yerde eşit olarak bulunur. Çünkü soyut varlık mekândan ve kayıttan münezzehtir. Ve çünkü mekân sadece maddenin özelliğidir. Besmeledeki Allah ismi bu soyut boyuta bakar. Hz. İsa, Matta İncilinde (10/20) bu boyuta Ruh, diyor.

Ve varlıkta her şey dengi ile var olduğundan; Allah’ın sonsuz soyut varlığının bir devamı olan ve Evren denilen somut bir varlığı da vardır. Rahman ismi, yine sonsuz olan, ilim ve yazılım ile yönetilen bu somut boyut demektir.

İster Allah deyin ister Rahman deyin herhalde O’na dua edebilirsiniz. (İsra Suresi, 110)

Soyut varlık, son yıllarda derin fizikçiler tarafından bile bilindi, ama mahiyeti henüz tam keşfedilemedi.  Somut varlığın sonsuz olduğu da ancak Cern Müessesesi ile bilindi. Maalesef ancak son otuz seneden sonra kâinatta 400 milyar Galaksinin varlığı keşfedildi. Daha önce kâinat bizim Galaksimizden ibaret sanılıyordu. (Şimdi trilyon galaksinin varlığı tahmin ediliyor.)

Ve bu somut boyutun işletim sistemi 70’li yıllardan beri biliniyor. O da Sibernetik oluşudur. Yani Evren, denge (İsm-i Adl) ile yönetilen zıtlıklardan oluşuyor. Nedensellik gibi yasalara tabidir. Sibernetik olması, denge, ilim ve yazılım ile yönetiliyor, demektir.  Evrenin bu bilgi ve yazılım boyutu, madde ve enerji boyutundan daha önceliklidir.  Evet Evren, enerji, yazılım ve evrimden ibarettir. Dinî tabir ile kudret, ilim ve irade. “Bunlar Allah’ın isimleri. İsim ve müsemma (isim sahibi) ise birdir. Allah’ın isimleri kâinat hakikatleridir. Arapça ve İbranice sözcükler ise isim değiller, Esma-i Hüsna denilen bu kâinat hakikatlerinin ismidirler.” (İbn Arabî)

Yazılım ve sibernetik yöntemiyle atomlar, yıldızlar ve hücreler birbirine hem komut verirler, (hâkim olurlar) hem komut alırlar (mahkûm olurlar.) Aralarında istişare ile dengelenip kemalata doğru çıkarlar. Demek bu somut boyutta “Allah var kabul edilmezse, atomlar hem hâkim hem mahkûm olurlar; bu da mantığa aykırıdır,” (23. Lem’a) sözü tam doğru değil. Tam aksine Kuantum Fiziğinin mantığı, bu komutlaşma ve etkileşimdir. Evet bazen atom, yıldız ve hücreler arası istişarede tıkanma olur. Bu takdirde sonsuz soyut varlık müdahale eder. Biz buna mucize ve keramet diyoruz.

Rahim ismi bu olağanüstü müdahale demektir. Ve soyut ile somut arası olan vahye, kalbe, rızka ve biyosfere bakar. Demek gerek sonsuz soyut boyutuyla ve gerek her tarafa yayılan ve ilim ile yazılım içeren somut boyutuyla:

Allah, bize şah damarımızdan daha yakındır (Ayet.) Ve nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir, size çok yakındır. (Ayet)

Kur’an’da bu manada çok vurgu var. Ve Allah bizden çok uzaklardadır, mealinde hiçbir ayet ve vurgu yoktur. Onun katına ruh hızıyla ancak elli bin senede gidilir, mealindeki ayet, ahirete ancak bu kadar sene mesafede gidilir, demektir. Allah’ın katı ahiret demektir. (24. Söz). Çünkü başta da söylediğimiz gibi Allah mekândan münezzehtir. Ahirette olduğu gibi dünyadadır aynı zamanda.

Ve: Gökleri kat ettikten sonra, Sidretül-müntehayı, Arşı geçip kab-ı kavseyne vardığında (iki yay kadar yaklaştığında) ancak Allah’ı bulursun, mealindeki rivayet, ya sahih değildir, mücessime ve müşebbihe olan ve Allah’ı gökte, insan şeklinde düşünen Muhaddislerin uydurmasıdır. Veya rüya gibi belki çok daha güçlü, bilişsel bir yaşamanın ifadesidir. Nitekim Miraç da böyledir; bilişsel bir yazılımdır ve onu yaşamaktır.  (İsra Suresinde Miraç olayına rüya deniyor.).

Yani fizik ve metafizik alemlerde ve ahirette gezmek ve görmek Hz. Peygambere yaşatıldı, ona gösterildi. Yoksa fizik olarak bir yerlere gitmek hem muhal hem anlamsızdır. Burada fiziki sürat söz konusu değildir, sadece bilgi işlem hızı söz konusudur.  Evet fizik olarak 14 milyar sene ışık hızını birkaç dakikada kat etmek muhaldir.

Besmeleyi tefsir ederken baştaki be ile demektir, Nedensellikten kinayedir. İsim de her biri bir ilim dalı olan kainattaki hakikatlerdir. Bilimselliğin ifadesidir. İşte Müslümanlar başta Nedensellik ve onunla açılan Bilimselliği ihmal ettikleri için, çok katmanlı ve derin manaları içeren dinî literatürün manalarını bilmiyorlar. Sokak dili ile kitap yazıyorlar.  Ve avam lisanıyla Hutbe ve vaaz veriyorlar. Maalesef ahlaksızlık ve ateizm galip çıkıyor. Hem dindar hem yalan söyleyip yolsuzluk yapan partiler ve adamlar bulunabiliyor. Ateistlere bahane oluyorlar. Din bu ise biz bunda yokuz, diyorlar.

İbn Arabî izahlarına yakın bu Allah algısı, sonsuz bir huzur verir, yoksa uzaklarda tahayyül edilen ve ara sıra kızan ve bazen seven bir Allah algısı, huzur-u tammı (tam huzuru) vermez.  Sahibini günahlardan alıkoymaz. İnsan bile bedeni yani enerji boyutuyla O’nun o sonsuz varlığının devamıdır.  Sadece özerk bir ilmi ve iradesi var, kişiliğini ve ruhunu onlarla geliştirir ve zenginleştirir. Allah’a döner. Yani Nedenselliğin olmadığı aleme (ahirete) gider. Yani ebedi bir hayata varır. Yoksa Allah mekândan münezzehtir.  We ileyhi turce’un: (O’na döneceksiniz) ayetinin manası, Allah’ın egemenliğinin net göründüğü ahirete dönüş demektir. (İşarat’ül- İ’caz)

Son Bir Not: Bu dengeli ve sonsuz varlık algısında bütün kötülükler hayra dönüşür, Şeytan, Azazil (Allah’ın özerk ilim meleği) olur, cehennem cennete dönüşür.

Nitekim birliği ve varlığın sonsuzluğunu bilen ehl-i tasavvuf Şeytan ve İblis demezler; Azazil derler. (Ahmed-i Cezeri Divanı) Evet Güneşimiz ve magma tabakası nükleer yöntem ile çalışan birer cehennemdirler, ama yeryüzünü bize cennete çeviriyorlar.

İkinci Bir Not: Allah gerek Uluhiyeti (soyut) boyutuyla ve gerek Rahmaniyeti (somut) boyutuyla sonsuz olduğu için sadece O’na tapılır. Eşya ve nesneler somut ve sınırlı birer dosya oldukları için onlara tapılmaz. Tapılsa putperestlik olur. Allah’ı gökte, sınırlı ve somut olarak algılayanlar düşünsünler. Fakat bu gibi putperestlik yasakları, sonsuzluğu ve münezzehiyeti (paklığı) anlayanlar içindir. Yoksa ilkeller ve belli bir yaşa gelmeyen çocuklar için nesnel somut şeylere tapmak veya Allah’ı sınırlı somut olarak algılamak caizdir. Onları dağınıklıktan ve anarşizmden kurtarır. İbn Arabî’nin putperestlerle ilgili hoş gören fetvası bu manadadır.

[Sakın bu gibi teknik veya ilmî eksiklik ve yanlışlara bakıp Risale-i Nurun İman ve Küfür Muvazeneleri, Mehdi-Deccal analizleri ile ahlak ve irşad dersleri, özellikle hizmet-i imaniyenin stratejik dersleri hakkında şüphe etmeyin. Onlar tam doğru ve çağımızda Mehdiyeti tahakkuk ettiren derslerdir, saf ilmî prensiplerdir. Özellikle Risalelerde serpiştirilen yedi bin anahtar kavram tam ilmî keşiflerdir. Bu konularda Bediüzzaman’ın benzeri yoktur. Onun gibi olmak, ancak 20. Asrı yeniden yaratmakla mümkündür. Bu ise muhaldir.]

 

09.06.2023 /Bahaeddin Sağlam

 

 

 






Son Eklenen Makaleler
Bahaeddin Sağlam
Yol ve Yolsuzluk
3.11.2024 140 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanları Yanıltanlar
29.10.2024 78 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Acemi Doktor Prof. Dr. Mustafa Öztürk
19.10.2024 113 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Cevher Kelimesinin Etimolojisi
19.10.2024 105 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Yusuf’un Rüyası
19.10.2024 105 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Oruç ile İlgili Beş Kavram
17.03.2024 529 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Din Kaygısı mı, Siyasi Çıkar Kavgası mı?
5.02.2024 453 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Erken Doğmuş Fakat İnsanlık İçin Gerekli Bir Proje
3.02.2024 566 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Yahudilerin Özgeçmişi ve İsrail Devleti
26.01.2024 392 Okunma
Bahaeddin Sağlam
A Call to My Atheist Brothers and Sisters
14.01.2024 333 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ateist Kardeşlerime Bir Çağrı
10.01.2024 410 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kibir ve Gurur
29.12.2023 431 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Three Prescriptions for Palestine
29.12.2023 398 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Filistin İçin Üç Reçete
29.12.2023 470 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Prof. Dr. Celal Şengör’den Beş Tespit
29.12.2023 403 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Değişim ve Gerçek İslam Söylemi
14.12.2023 485 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Çağımızda Şiddet ve Şiddet Felsefesi
14.12.2023 456 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Netanyahu Amalek Deyince Neyi Kastetti?
5.11.2023 559 Okunma
Bahaeddin Sağlam
To Join or Not to Join the EU
7.10.2023 640 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Bilinç ve Sorumluluk
7.10.2023 644 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Türk Kardeşlerimle Bir Hasbihal (Durum Değerlendirmesi)
23.09.2023 529 Okunma
Bahaeddin Sağlam
AB’ye Üye Olmak veya Olmamak (Türk Kardeşlerime Çağrı)
23.09.2023 557 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Winning or Losing the Spiritual Test
23.09.2023 584 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İmtihanı Kazanma veya Kaybetme
23.09.2023 598 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu ve Akıl
23.09.2023 545 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah, Ruh ve Bilinçdışı
23.09.2023 498 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu’na Cevap-2 veya Allah’ı Tam Tanımak
23.09.2023 709 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Diyalektik, İmtihan ve Savaşlar
23.09.2023 537 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sıdk ve Kizb, Mesih ve Deccal Kavramları
23.09.2023 724 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Karşılaştırmalı Eski Ontoloji ile Çağımızdaki Ontoloji
22.09.2023 556 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
22.09.2023 596 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsan Nedir?
22.09.2023 585 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Bediüzzaman’da Nedensellik Problemi
22.09.2023 636 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ne Kadar Allah’ı Tanıyoruz?
22.04.2023 553 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ahlak Kelimesinin Reel Anlamı ve Etimolojisi
22.04.2023 606 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Risale-i Nur’un Beş Temel Amacı
22.04.2023 699 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
9.04.2023 631 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İSLAMİYETİN TEMELLERİ NASIL ATILDI!?
23.03.2023 1144 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İslam Bilim Tarihinden Bir Anekdot
23.03.2023 549 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Arketip Ne Demektir?
8.03.2023 605 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kur’an’ın Kolaylığı Derin İlmi Bir Gerçekliktir
8.03.2023 589 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deprem, Kıyamet ve Diriliş
8.03.2023 615 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 2
1.02.2023 594 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 1
1.02.2023 567 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah’ın Sonsuz Varlığı ve İnsan Özgürlüğü
23.01.2023 657 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık ve Allah’a Dair
13.01.2023 683 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah'ın Nefsi
13.01.2023 722 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deizme Cevap Olarak Şehit ve Şahit Farkı
6.01.2023 644 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sanat ve Kültür Mahiyetleri ve Etimolojileri
6.01.2023 646 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Hadid Suresi: 57. Sure 29 Ayettir
30.12.2022 719 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Mürselat Suresi Meal-Tefsiri
30.12.2022 747 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve İsa Mukayesesi
24.12.2022 696 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve Havva Hakikati
24.12.2022 682 Okunma
Bahaeddin Sağlam
ÂDEM VE EVRİM
24.12.2022 680 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Saff Suresi Meal-Tefsiri
20.12.2022 771 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Hz. Ayşe Sendromu
20.12.2022 819 Okunma


© 2024 - Akevler