Bahaeddin Sağlam
Karşılaştırmalı Eski Ontoloji ile Çağımızdaki Ontoloji
22.09.2023
345 Okunma, 0 Yorum

 

Karşılaştırmalı Eski Ontoloji ile Çağımızdaki Ontoloji

 

Ontoloji, Yunancada varlık manasına gelen onti kelimesi ile bilim ve mantık manasına gelen logi kelimelerinden oluşmuş, önemli ve eski bir kavramdır. Eskisini de ele alıyoruz, çünkü bu kavramın kökeni 4000 yıl öncesine, Hz. İbrahim’e kadar gidiyor. Bazılarının sandığı gibi bunun ilk kökeni Yunan değildir. Ontoloji için sözlüklerde Felsefenin bir alt dalı deniyorsa da bu söylem, antik Yunan dönemi için geçerlidir. Çünkü antik Yunanda bilim ile felsefe iç içe idi. Fakat çağımızda varlığı dört boyutuyla; Fizik, Kimya, Biyoloji ve Yazılım bilgileri merceğiyle gördüğümüz ve değerlendirdiğimiz için artık bugün Ontoloji Varlıkbilimi demektir, denilebilir. Zaten insanlık bugün logi kelimesini artık felsefeden ziyade bilim dalları manasında kullanıyor.

Şimdi ilk olarak antik Yunanda Ontoloji bilimine bakacağız, Sonra Sami (İbrahimî) dinlerdeki oluş (varlık) bilgisine bakacağız. Sonra konu ile ilgili beş-on temel kavramanın bilimsel izahına geçeceğiz. İşte:

İnsanlık 40-50 bin senedir, nedenselliği ve etrafımızı kuşatan varlığı merak ediyor. Gücü nispetinde ona isimler de takıyor. Son 12 bin yıldır, ona kutsallık ve başka manalar da kattı. Çünkü varlığı tanımak, yanlış bir şekilde de olsa insana huzur verir. O tanımakla insandaki yabanilik ve vahşet diner. Bu tanıma işlemi, Tasavvuf dilinde irfan diye isimlendirilmiştir. İrfan kelimesi tanımak demektir. İnsanoğlunun olmazsa olmazıdır. Çünkü insan kelimesinin de asıl manası tanıyan demektir.

Bu son 12 bin yıllık geçmişte özellikle Sümer, Akad, Mısır ve Yunanda Mitolojik ifadelerle varlık tanınmış ve dillendirilmiştir. Yani eski dönemde bu milletlerde üst korteks ve akıl fazla çalışmadığı için, derin bilinçdışıları, varlığı, ondaki saklı olan yazılım sonucu oluşan arketip veya melek ve ruh (ne derseniz deyin) olarak görüyordu, her şey onlarda canlı idi. Gerçi ilkel yapılarından dolayı maddi nedensellikleri bazen absürtçe ifade etmişlerse de onlarda farklı bir varlık algısı ile hayat ve ölüm algısı vardı. Mesela onlarda kişisel ömür yoktu, devlet veya millet ömrü vardı, bin ve 950 senelik gibi ömürleri o dönemde görüyoruz.

Sonra M.Ö. 7. yüzyılda refah ve özgürlükten dolayı, Yunan site devletlerinde fikir, üst korteks ve akıl, kendini o eski Mitolojik algıdan ve o literatürden kopardı. Düşünce ve Felsefe başladı, Thales, (D.M.Ö. 623) ilk bilimsel keşifleri yaptı; Güneş Tutulmasını bildi. M.Ö. 5. yüzyılda gelen Parmenides geniş bir yelpazede varlığı düşündü, Ona göre varlık bir tane idi, ezeli ve ebedi idi. Bu görünen eşkal ve görüntüler geçici idi. Bazı araştırmacılar Parmenides madde ezelidir, diyor, söylemişse de o bunu kastetmiyor. Maddeyi geçici kabul ediyor. Onun dediği şey, engin ve sonsuz bir kudrettir. Parmenides’e göre bir ve şekilsiz olan o asıl varlık, aynı zamanda hareketsizdir de. Herkes Epistemoloji ve Doksa kavramlarının mucidi Platon’u biliyorsa da ondan önce Parmenides bu iki zıt kavramı dile getirmiştir. Bu iki kavramdan Epistemoloji, kesin ve tam kuşatılmış bilgi bilimi demektir. Doksa da zan ve kanaat yani dış görünüşe göre elde edilen bilgi demektir.

Parmenides kesin bilgi elde ettiğini, Allah ile buluştuğunu ve bu ruhani temasını şiir ile ifade ettiğini söylüyor. (Derya Önder, Dergi Park.)

Parmenides'in yaşıtı olan Herakleitos (535-475) da geniş bir yelpazede varlığı incelemiş, ama Parmenides’in aksine o, varlığı, sabit değil de sürekli akan bir nehir olarak görmüştür. Onun için, bir insan aynı hayatı bir daha yaşayamaz, insan bir nehirde iki sefer yıkanmaz, demiştir.

Peki o tarihlerde Orta Doğuda ne vardı. Çok daha derin bir şekilde varlığı ve hayatı okuyan Tevrat vardı. Ezra, Sümer, Akad ve Babil’in Mitolojik dini birikimini yeniden yazdı. Tevrat ortaya çıktı. Sonra O Mitolojik dil kaybolunca artık Tevrat Tarih olarak okunmaya başladı, insanlık bir yığın yanlışın içine düştü. Bu durumda İsa geldi, yanlışlarla baş edemeyecek durumda idi, o da dinde bir devrim yaptı, dinde sadece ahlak ve ruhaniyeti esas aldı, ama Tevrat’ın Tarih değil de yasa olduğunu tekrarla hatırlattı. Tevrat’ın vahiy oluşunu anlamak için bizim Tevrat da Mucizedir kitabımıza bakabilirsiniz.

Sonra Kur’an geldi. Arabistan da Yunanistan gibi özgür idi, düşüncenin filizlenmesi mümkün idi, fakat refah yoktu. Dolayısıyla daha önce bir felsefi ve akli akım onda var olmamıştı. İnsanlığın sürekli iftihar edeceği Yunan mirası olarak Parmenides ve Herakleitos’tan sonra asıl Yunan’ı Yunan eden Sokrat, Platon ve Aristo geldiler. Sokrat’ta baş kavram inanç ve ahlak idi, Platon’da Ruh idi, Aristo’da Logos (mantık ve akıl) idi. Bunlar değil mitolojik üslupla, bilimsel kelimelerle dahi Kur’an’da fazlasıyla var.

Yunanda Parmenides, Herakleitos gibi ciddi dindar feylesoflara rağmen, Yunan coğrafyasında yaygın felsefi akımlar Sofistliği doğurmuştu. Sofist, felsefeci ama varlıkta ve hayatta hiçbir gerçeklik yoktur diyen bir akım. Teftazani bunları üçe ayırır. Laedriler: Gerçeklik varsa da ben bilemem, diyenler. İndiler: Gerçeklik varsa da bana göre yoktur, diyenler. Ve inadılar: Asla hiçbir gerçeklik yoktur, diyenler. Bu akım bir ara Yunanı kuşatmış iken Sokrat, Platon ve Aristo bunların kökünü kazıdılar. Sokrat, iman ve ahlakla gerçekliğin varlığını ispat etti, Platon Ruhaniyat ve sosyal bilimlerle; Aristo da başta surî mantık olmak üzere keşfettiği bilimlerle gerçekliği ispat ettiler. Dünya 2500 yıldır, bu mirası yiyor.

Bir Ara Not: Yunan’ın gerçek feylesofları, Allah’a ve meleklere inanıyorlar. Yokluğun hiç olmadığını biliyorlar. Yokluk, onlara göre, bir şeyin göreceli bulunmayışıdır. Onlar Allah’ı ve melekleri gökte kabul ediyorlardı. Fakat ölümsüz varlıklar manasına meleklere de Tanrı demişlerdir bazıları. Bu feylesoflar, düşünceyi ve bilim diye kabul ettikleri felsefeyi tamamen asıl kabul etmekle beraber, insanlığın o eski Mitolojik bilgilerini dışlamıyorlardı. Yalnızca mitleri felsefe ile test etmek gerekir diyorlardı. (Platon’da Mitos-Logos Diyalektiği, Hediye Yaşar.)

Platon (M.Ö. 428-347), asıl varlık idealardır, bunlar da göktedir. İnsan ölümlü olduğu için, ölümsüz Allah’a ve idealar olarak var olan gerçek varlığa yükselmeli, hemen bir an önce bu dünyadan elini eteğini çekip o ölümsüzlük alemine uçmalı dedi. Onun öğrencisi Aristo ise, ayrık ideaların varlığını kabul etmedi. Eşyayı hyle ve formdan ibaret kabul etti. Hyle ham malzeme demektir, bugünün deyimiyle insanlık ona enerji diyor. Aristo form deyince de basit şekilleri kastetmedi, onun demek istediği, formu sağlayan logos idi, yani eşyanın içine saklı olan bilim ve mantık. Bugün biz bu gerçeğe yazılım diyoruz. Evet, Aristo, bu logosun sağladığı form ile gökteki ideaları yere indirmişti. Ve 2300 sene sonra DNA’nın keşfi ve yazılım gerçeği ile haklı çıktı.

Bununla beraber o da Hocası Platon gibi, gökleri, gerçek logosun ve formların ve bunları sağlayan on aklın merkezi kabul etti. Ona göre bir ilk neden vardı, ondan bir logos çıktı. Her yörüngede bir logos (akıl) olarak dokuz akıl o ilk akıldan çıkıp kâinatı yönetiyordu. Ay altı alemi ise kevn u fesat (oluş ve bozuluş) alemi idi. Dolayısıyla gökler gerçek mükemmel alem demek idi. Aristo’ya göre metafizik sadece gaybi dördüncü boyut demek değildir. Belki bütün soyut kavramlara o metafizik diyor.

Maalesef birçok konuda kâşif sayılan bu Yunan dehaları, dünyanın yuvarlak olduğunu bilmiyorlardı. Göklerle ilgili bilgileri tamamen hurafe idi. Bu da kendi kişiliklerinden ziyade, çağlarının alt yapısının olmamasından kaynaklanıyordu. Ama onlardan 1400 sene sonra gelen İslam feylesofları aynen bunları taklit edip hiçbir yenilik getirmemesi, İslam alemi için (İslam’ın kendisi için değil) tam bir eksikliktir. İbn Sina, Aristo’nun form (suret ve logos) mantığı dışına çıkıp on farklı görüş sunmuşsa da Aristo kadar isabet etmemiştir. (İbn Sina Felsefesinde Suret Anlayışı, İbrahim Halil Üçer)

Felsefeye merak salan ve her videosunda fikir değiştiren, kendisiyle çelişen bir arkadaşımız var. Dücane Cündioğlu. Başta İslam filozoflarını okudu. Sonra Yunan dilini öğrenip, Yunan felsefesinde uzmanım dedi. Dinlerde bir şey yoktur; ne varsa felsefede var, dedi. Sonra, Rönesans filozoflarını esas aldı, sonra Kant hayranı oldu. Bir ara Darwin’i de ihmal etmedi. Fakat sekiz ay önce yayınladığı Öte Dünya Umudu videosunda şunları özetledi:

a) Gerçek bilgi felsefededir. Gerçek felsefe de her birisi birer rahip kadar dindar olan Yunan filozoflarının felsefesidir.

b) Platon, asıl varlığı keşfetmiştir. O da saf us denilen, bazen Tanrılar bazen Tanrı bazen makulat (akılla bilinenler) bazen idealar denilen ve yer olarak gökte olan varlıklardır. Ben maddenin ve bedenin geçiciliğini kabul ediyorum. Fakat ruha da inanmıyorum; ama bu saf us alemine inanıyorum ve ben bir felsefe uzmanı olarak buraya hazırım. Asıl büyük şahsiyet bu us alemini keşfeden Platon'dur.

c) Dinler, böyle bir yolu bize göstermiyor. Her üç semavi din de maddi dirilişi anlatıyor. Yahudilik zaten ırk dini, Hristiyanlık usu kabul etmiyor. İslam’ın da ahiret anlayışı, çöl sıcağına karşı, yeşillik ve akarsuları ve hurileri vadediyor.

d) Âdem gökten indi, yani o idealar aleminden. Bu da Platon’un o ontik keşfini destekliyor.

e)  Dolayısıyla her yerde her zaman usu ve bunun temsilcisi olan felsefeyi esas almalıyız. Ne bilimleri ne de dinleri esas almamalıyız.

f) Akıl, beyinde yeri yok, akıl saf soyuttur. Diğer duyguların beyinde yeri bellidir. Ama aklın yeri yoktur. Ortaçağ beyin resimleri bunun delilidir.

g) Platon, insanın nihai hedefi o idealar alemine çıkmak olduğunu, saf akıl olmaktan geçtiğini söylüyor, diyor. Ben de bir felsefe uzmanı olarak buna hazırlanıyorum. İslam filozofları da insanın nihai amacının, teşebbüh-ü bil-vacip (Allah’a benzemek) olduğunu söylemişlerdir. İslam’da da Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın ilkesi var, diyor.

Evet, Dücane, çelişkiler yumağı, kendine özgü bir varlık algısı oluşmamıştır. Aşağıda İbrahimî dinlerin varlık algısını detayıyla vermeden hemen hatırlatalım ki, Dücane, başta Fizik, Kimya, Biyoloji ve Yazılım olmak üzere çağımızda artık hiç tartışılmayan ve pozitif olarak kabul edilen bilimleri dışlıyor. Aristo’yu ve Aristo’nun 2300 yıl önce keşfettiği yazılımı da dışlıyor.

Göklerin, uzay değil de dini literatürde melekut denilen metafizik boyut olduğunu bilmiyor. Asıl soyut ve makulat dediği gerçeklik, yazılımın bizzat kendisi olduğunu bilmiyor.

Ruhun da bir yazılım olduğunu ve akıl onun bir soyutlaması olduğunu, o soyutlamanın beyinde gerçekleştiğini hiç okumamıştır; okumasıyla çok övündüğü Nöropsikiyatri kitaplarında.

Şimdi İbrahimî dinlerin varlık algısını vermekle, arada onun diğer çelişkilerinin de cevabı, dolaylı olarak verilmiş olacaktır. Şöyle ki:

İBRAHİMİ DİNLERİN VARLIK ALGISI

Konunun detayına geçmeden önce sekiz temel bilgiyi kendimize basamak yapmamız lazım. Şöyle ki.

1) İslamiyet, 4000 yıl öncesine dayanan Hz. İbrahim dininin aynısı olduğunu söylüyor. (22/78) Bu dinin ismi İslam’dır. İslam, bütün zıtları dengelemekle barıştırıp yaz ve kışı bahar yapmaktır. Hristiyanlığın ruhaniliği esas alması, Yahudiliğin devlet, şeriat ve hukuku esas alması, tarihî mecburiyetten kaynaklanmış bir sapmadır. Yoksa onlar da aslında İslam idiler. (3/84) Evet Yahudilik, Musa ile Harun’un (şeriat ile velayetin) birliği idi. Hristiyanlık da Tevrat ile İncil’in beraberliği idi. (Matta, 5)

2) Bugünkü İslam dini, bilgilerinin bir kısmını Arabistan’daki Tarihî İbrahimî birikimden almış; bir kısmını da yeniden vahiy ile almıştır. Ama zıtların dengelenmesi ve barıştırılması hep aynı çizgide devam etmiştir. İbrahim ne Yahudi idi ne de Hristiyan. Putperest de değildi. O tam orta yolda olan bir Müslüman idi. (3/67)

3) Aslı 4000 yıl öncesine dayanan Gılgamış Destanının omurgası, köylü ve şehirlinin beraberliği sonucu sonsuzluk çerçevesinde insanlığın ebediyeti arayışı mesajıdır. Bu tarih de İbrahim şahsının veya arketipinin oluştuğu dönemi gösterir. Bu da Kur’an bilgilerinin, Yunan veya Yahudi ve Hristiyan bilgilerinden alınma olmadığını bize anlatır.

4) Kur’an, bu İbrahimî çizgi manasında tam 38 sefer orta yol veya doğru yol demek olan Sırat kelimesini kullanmıştır. Allah’ın sonsuz somut varlığı demek olan bu evren de sayısız zıtların dengelenmesinden ve barıştırılmasından ibarettir. Allah artı-eksi şeklinde ve diğer sayısız zıtları dengeleyerek yaratma faaliyetinde bulunduğu için Kur’an, Hz. Muhammed diliyle, Beni zıtlarla geliştiren Rabbim sırat-ı müstakim üzeredir, diyor. (11/56)

5) Tevrat da İncil de Kur’an da asıl temel varlık olan Allah için en çok şu üç ismi söyler. (10/32) Allah, Sonsuz ve soyut varlık. Rabb, diyalektik süreçle gelişen ve geliştiren boyut. Bir de Hakk deyimi. Bilim birincisi için, asıl varlık datalar değil de datalar arası bilişim ve bilgidir, diyor. Kur’an da 13/9’da Allah fizik ve metafizik alemlerin bilgisidir, sonsuz ve aşkındır, diyor. Rabb için de bilim, diyalektik sürecin çatışarak gelişmesi ve dengelenmesi demektir, diyor. Hak için, dengelemekten ortaya çıkan ve görünen gerçeklik diyor. Evet İbn Arabi de Allah’ın en büyük ismi yani en net ve en yaygın görünür gerçekliği ilimdir, diyor. İslam Kelamcıları Orta çağda bu bilgi boyutuna Vacib’ül-Vücud demişlerse de İbn Arabi ve Kur’an gibi, bu zorunlu varlık demek olan Vacib’ül-Vücudun içini dolduramamışlardır.

6) Varlık soyutuyla-somutuyla bir tanedir ve sonsuzdur. Varlığın üç sacayağı var. Enerji, yazılım ve evrim. Dini tabir ile, kudret, ilim ve irade. Bunlar birbirinden ayrılmaz. Enerji, yazılım ile form alır, irade ile evrimleşir. Ve bunlar bir arada olunca mekân söz konusu olur. Yoksa soyut ve metafizik boyutlar için mekân söz konusu değildir.  

Dolayısıyla diyebiliriz ki, varlıkta saf soyut ve saf somut yoktur. Böyle bir iddia yokluk olur. Nitekim İslam dini (ki beş bin yıllık bir süreci temsil eder) asla saf soyut ve saf somutu kabul etmiyor. Beden ile ruhu, dünya ile ahireti, bilinç ile beyni, inanç ile bilimi asla ayırmaz ve ayıranları da hoş karşılamaz. Saf soyutluk iddia eden Dücane’nin ne kadar zavallı kaldığını siz düşünün. Kur’an tekrarla “İslam dini dışında bir din (hayat anlayışı) edinenden o din kabul olmaz.” diyor. (3/85)

7) Demek varlık gerçek manasıyla bu bütünlükten geçer. Dücane bunu bilmediği için, ben ruha inanmam, ama saf usa inanırım, demesi ve yeşillikli ortamlarda akar suların gerçek bilinç ifade ettiğini bilmemesi onu çok zavallı düşürüyor. Evet çölde de Rusya’da da ve orta iklimde de yeşillik, sular ve biyolojik çeşitlilik tam ve saf bilincin ifadesidirler. Evet varlık, ruh ve bilinç birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Bunun adı cennettir, (Tekvin, 2) Cennet bazıların sandığı gibi tembeller yurdu demek değildir. Her türlü nimet ve irfan yurdudur, onun bir ismi de dar’üs-selamdır. Yani barışıklık yurdu. (10/25) Cennetin zayıf bir gölgesini görmek isteyen olursa refah içinde güzel bir şehirde sosyete hayatını tasavvur etsin.

8) Semavi dinlerde Gök ve Dağ, metafizik alemin ifadesidirler. Gök, yüce ve aşkın olan her şey demektir. Dağ da soyut olan devlet demektir. Zaten İncil bu gök meselesini, sürekli, eşyanın iç yüzü demek olan Melekut ile ifade ediyor. Bu konuda Dücane’ye Cevap 2 isimli yazımda 19 numune olarak açıkladım. Nitekim gerek Akatlarda ve gerek felsefe öncesi Yunanda tanrılar (ölümsüz Tanrı ve melekler) dağdadırlar. Sonra göğe çıkarlar. Musa’nın dağda Allah ile buluşması bu manadadır. (Tesniye,10) Nitekim burada yani 10/14’te, metafizik alem manasında Göklerin göğü deyimi geçiyor. Evet somut varlık, özgün yönüyle soyut sonsuz olan Allah’ın nefsi ve bedenidir.  Dolayısıyla Allah, özgün varlığı olarak mekândan ve sınırlandırılmaktan münezzehtir. Demek Dücane’nin Platon’u yanlış anlaması ve Allah’a mekân ve cihet tanıyan İbn Rüşd’ü esas tutması tam bir iflastır. Varlığı algılamada putperestlik seviyesidir.

 Şimdi ana dersimize geçebiliriz:

A) Çağımız, bütün çağların bir açıdan kaçındığı ama gerçek bilim ve aydınlanmanın olduğu çağdır. Buna göre başta Fizik, Kimya, Biyoloji ve Yazılım olmak üzere bilimler ışığında bir aydınlık Ontoloji edinmemiz lazımdır. Ki varlığın bize olan tehditlerinden kurtulalım; Filibeli Ahmet Hilmi Bey'in dediği gibi irfan cennetine girelim.

B) Bu cennette bilim ve din çatışması; dolayısıyla cehalet karanlığında kalınması söz konusu değildir. Yeter ki bilimsel bilgilerimiz evrensel olsun. Ve semantik olarak Hermenötik olarak dini literatürü bilip yorumlayalım. Hemen hatırlatalım: Tevrat, Tekvin 2. Bap, fiziğiyle, kimyasıyla ve ikisinin ortası olan biyolojisiyle bütün varlığı dünyadaki cennet kabul ediyor.

C) Yazılım bilimi, varlığın metafizik boyutlarını bugün bize gösteriyor. Dolayısıyla Fizik ve Kimyaya dayalı olan eski materyalizmin artık yeri yok. Evet yazılım ile, Allah’ı da sonsuzluğu da ruhu da bilinci de aklı da ve diğer mitolojik sembolik gerçekleri de bugün bilebiliyoruz.

D) Ve eğer biz Hz. Muhammed’in “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın,” emrini anlasak, Allah’ın her şeyi kolaydan dengeleyerek ve sonsuz bilgi-işlemle yaptığını; insan bu yöntemle iş yaparsa ruhundaki sonsuz bilgi-işlemi çalıştırıp gerçek manada Tanrı-İnsan olabileceğini anlıyoruz. Evet, Platon’un Tanrılaşmak dediği bu gerçeklik idi. Çünkü o da öğrencisi Aristo da ifrat-tefrit (aşırılık-gerilik) ortasını sürekli tavsiye ediyorlar Etikalarında…

Demek saf ve yalın Us yokmuş.

E) Dücane, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın sözünü Yunandan alınma biliyor. Ama Mustafa Öztürk, bunun beş İslami kaynağını gösteriyor. Ve Fahreddin Razi’nin bunun aynen ifrat-tefrit ortasını tutturmak yani hikmet demek olduğunu söylüyor.

“Her neyse, “Allah’ın ahlakı” tabiri, İslâmî kaynaklarda Kelâbâzî, Gazâlî ve İsmail Hakkı Bursevî gibi meşhur mutasavvıflar ile Fahreddîn Râzî ve Nizâmüddîn Nîsâbûrî gibi müfessirler tarafından hadis olarak nakledilen “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın” (tehallâkû bi-ahlâkillâh) mealindeki rivayete dayanır. Bu rivayet klasik-sistematik Selefîliğin babası İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye tarafından “uydurma hadis” kapsamında değerlendirilir ve “Allah insan mı ki ahlakı olsun?!” diye özetlenebilecek bir gerekçeye istinaden oldukça sığ ve sathî bir mantıkla eleştirilir.

Ancak bu eleştiri mantığı esas alındığında, birçok ilâhî isim ve sıfatla ilgili olarak, sözgelimi “Allah insan mı ki teşekkür etsin ya da şükranla karşılık versin (şekûr)” veyahut “Allah insan mı ki çok sevsin (vedûd) veya öfkelenip beddua etsin (gazab ve lanet)” gibi itirazlar da gündeme gelebilir. Kısacası, söz konusu rivayet sübut/senet açısından kritik edilebilir ve hadis olmadığı söylenebilir; fakat muhtevaya yönelik itirazlar yersiz görünmektedir. Kaldı ki Allah’ın eli (yedullah), gülmesi (dahik/dahk), gelmesi (ityan-meci), yeryüzüne inmesi (nüzul) gibi haberî sıfatlarla ilgili birçok ayet ve hadisi yorumsuz anlamak gerektiğini savunan İbn Teymiyye ve İbn Kayyim’in “Allah’ın ahlakı” konusunda bu denli huysuzlanmaları pek ironiktir.

“Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak” ne demektir? Fahreddîn Râzî bu meseleyi hikmet kavramıyla ilişkilendirerek “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanma” tabirini hikmet sahibi olmak, yani hem söz hem fiilde doğruyu yakalamak ve her zaman tutarlı/ilkeli olma hususunda Allah’ın hakîm sıfatını örnek almak diye açıklamıştır. Mutasavvıflar ise konuyu dindarlık tecrübesinde iyilik, lütuf, ihsan, rahmet, şefkat, hilm, af, mağfiret gibi ilâhî sıfatları örnek alma ve dindarlığı derin ahlaki tecrübe olarak yaşama çabasına bağlamışlardır. Ancak Mâlikî fakih İbnü’l-Hâc el-Abderî, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanma konusuna çok farklı bir zaviyeden bakmış ve konuyu “İlim ehli (âlim) kendisine eza/cefa edenlerden dolayı sızlanmamalı” şeklindeki ilginç bir başlık altında ele almıştır. Buna göre ilim ehli, kendisine eziyet edenlerin eza ve cefalarından yakınmayı bırakıp nefsini hep rıza (hoşnutluk) hâlinde tutmaya, eza/cefa edenlere affedici ve hoşgörülü davranarak engin gönüllülükten ayrılmamaya çalışmalıdır. İyilik, af, mağfiret gibi değerler Allah’ın ahlakındandır. Allah kendisini Rab/İlah olarak tanımayan ve sayısız ihsanına nankörlükle mukabelede bulunan sayısız insana rağmen yine Ekrem, yine Rezzâk, yine Rahman.” (Mustafa Öztürk Karar Gazetesi)

F) Dücane eskiden evrimi savunurdu, evrimi bilmeyenin, büyük bir insan hakkından mahrum kaldığını söylüyor, dinin Âdemle ilgili bilgileri hurafedir, diyordu. Sonra ne olduysa Âdem gökten inmedir, dedi. Halbuki varlığı bölmezse ve gerçek yazılım ve bilincin evrim sürecinde olduğunu anlasa, Âdemi bir arketip ve şahs-ı manevi olarak bilse, gerçek ve zengin bir bilgi sahibi olur. Evet insanlık (Homosapiens), 150 bin yıl boyunca sıradan bir hayvan türü olarak yaşamış, sonra dillerle ve kutsallık gibi soyut kavramlarla Âdem olmuş, yani çocukluk ve masumiyet göğünden yeryüzünün sorumluluk dünyasına atılmıştır. Daha önce bir hayvan iken din ve iman ile diyalektik imtihanı kazanarak ebediyeti ve sonsuzluğu kazanıyor. Evet Âdem için başta zürriyet (cinsellik ve yasak ağaçtan yemek) olmak üzere biyolojik nisbi bir ebediyet yolu görünmüş, ama Allah onu bundan caydırıp asıl ruhani ve bilinç tarzındaki ebediyeti ona emrediyor.

G) Ölmeden Önce Ölünüz rivayeti, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın hadisinin aksine muteber kaynaklarda geçmiyor. Evet bu rivayet, Yeni Platonculuk ilkesidir, tasavvufta da yer almıştır. Çünkü Tasavvuf tam İslami değildir. Yani İslam, dünya-ahiret, madde-mana, ruh-beden, beyin-bilinç, bilim-inanç birliğini esas alır, onları dengeleyerek çok daha sağlam ve kökten bütün hayatı ve kâinatı işletme demektir.

 Bu işletme ve dengeleme. Hz. Muhammed’in Kur’an’dan sonraki ikinci büyük mucizesidir. Gerçek manasıyla Tanrı İnsan (İnsan-ı Kâmil) olmaktır. Ve Allah’ın sevgilisi olmak da bu dengeli duruştur, o sayede hayatta her alanda muvaffak olmaktır; asla ıslak bir aşk değildir.

İnsanlık böyle bir bahara çok muhtaçtır. Ama o baharın gelmesi için, geleneğe göre yine İsa’nın gelmesi yani saf ruhanilik gerektir. Çünkü dünya bugün maddeten teknoloji ve bilimler olarak her şeye sahiptir. Tek eksiği yine o ruhanilik ve onun sonucu olan daha sonraki mucizevi dengedir.

Son Bir Hatırlatma: Dücane, İslam’ı, Araplara has ilkel bir din kabul ediyor. Yahudiliği de Yahudi ırkına has kabul ediyor. Fakat ben 400 makalem ile İslam’ın evrensel olduğunu, büyük çoğunluğu Emevi ürünü olan Hadisleri hariç tutarsak İslam’ın hiçbir metninin bilimlerle çelişmediğini göstermiş oldum. Dücane’ye cevap olan iki yazımı özellikle tavsiye ederim.

Tevrat’a gelince, o kutsal ve müthiş İlahi kitabın asla tarih olmadığını, her biri sosyolojik ve ontolojik yasalardan ibaret olup arketipler manzumesi olduğunu, Tevrat da Mucizedir kitabımla gösterdim. O kitabımda, İsrail Oğulları deyiminin Yahudilere has olmadığını, dindar medeni ve Allah’ın koyduğu açlık, hastalık gibi yasaları yenenin oğulları olduğunu gösterdim. Bir ara Yahudiler bu unvanı hak etmişlerdir, Sonra Araplar, Sonra Türkler ve şimdi de Avrupa.

Evet beş Sami koldan biri olan Yahudi milletinin, Tevrat’ı tarih sanması, onları ırkçı yapmıştır. Ve dengeli ve her şeyi içeren dini, dengesiz yapmıştır. Dinin bilimle asla barıştırılamayacağına sebep oluyorlar bu Yahudiler. Fakat biz o kitabımızda on bin meselesinin yorumunu vermekle bu engeli de aşmışız. Dücane çok kitap okudu, eğer holistik düşünebilse ve dindarlardan şahsi intikamlarından vazgeçse o da bunları görebilir.

 

17.08.2023

 Bahaeddin Sağlam

 

 






Son Eklenen Makaleler
Bahaeddin Sağlam
Oruç ile İlgili Beş Kavram
17.03.2024 244 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Din Kaygısı mı, Siyasi Çıkar Kavgası mı?
5.02.2024 178 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Erken Doğmuş Fakat İnsanlık İçin Gerekli Bir Proje
3.02.2024 221 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Yahudilerin Özgeçmişi ve İsrail Devleti
26.01.2024 171 Okunma
Bahaeddin Sağlam
A Call to My Atheist Brothers and Sisters
14.01.2024 128 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ateist Kardeşlerime Bir Çağrı
10.01.2024 172 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kibir ve Gurur
29.12.2023 198 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Three Prescriptions for Palestine
29.12.2023 175 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Filistin İçin Üç Reçete
29.12.2023 213 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Prof. Dr. Celal Şengör’den Beş Tespit
29.12.2023 192 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Değişim ve Gerçek İslam Söylemi
14.12.2023 240 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Çağımızda Şiddet ve Şiddet Felsefesi
14.12.2023 211 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Netanyahu Amalek Deyince Neyi Kastetti?
5.11.2023 325 Okunma
Bahaeddin Sağlam
To Join or Not to Join the EU
7.10.2023 436 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Bilinç ve Sorumluluk
7.10.2023 443 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Türk Kardeşlerimle Bir Hasbihal (Durum Değerlendirmesi)
23.09.2023 327 Okunma
Bahaeddin Sağlam
AB’ye Üye Olmak veya Olmamak (Türk Kardeşlerime Çağrı)
23.09.2023 297 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Winning or Losing the Spiritual Test
23.09.2023 392 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İmtihanı Kazanma veya Kaybetme
23.09.2023 308 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu ve Akıl
23.09.2023 310 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah, Ruh ve Bilinçdışı
23.09.2023 293 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu’na Cevap-2 veya Allah’ı Tam Tanımak
23.09.2023 462 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Diyalektik, İmtihan ve Savaşlar
23.09.2023 334 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sıdk ve Kizb, Mesih ve Deccal Kavramları
23.09.2023 432 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Karşılaştırmalı Eski Ontoloji ile Çağımızdaki Ontoloji
22.09.2023 345 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
22.09.2023 391 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsan Nedir?
22.09.2023 368 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Bediüzzaman’da Nedensellik Problemi
22.09.2023 422 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ne Kadar Allah’ı Tanıyoruz?
22.04.2023 357 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ahlak Kelimesinin Reel Anlamı ve Etimolojisi
22.04.2023 345 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Risale-i Nur’un Beş Temel Amacı
22.04.2023 461 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
9.04.2023 381 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İSLAMİYETİN TEMELLERİ NASIL ATILDI!?
23.03.2023 945 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İslam Bilim Tarihinden Bir Anekdot
23.03.2023 349 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Arketip Ne Demektir?
8.03.2023 395 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kur’an’ın Kolaylığı Derin İlmi Bir Gerçekliktir
8.03.2023 371 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deprem, Kıyamet ve Diriliş
8.03.2023 349 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 2
1.02.2023 340 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 1
1.02.2023 364 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah’ın Sonsuz Varlığı ve İnsan Özgürlüğü
23.01.2023 405 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık ve Allah’a Dair
13.01.2023 492 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah'ın Nefsi
13.01.2023 513 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deizme Cevap Olarak Şehit ve Şahit Farkı
6.01.2023 446 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sanat ve Kültür Mahiyetleri ve Etimolojileri
6.01.2023 456 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Hadid Suresi: 57. Sure 29 Ayettir
30.12.2022 488 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Mürselat Suresi Meal-Tefsiri
30.12.2022 503 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve İsa Mukayesesi
24.12.2022 495 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve Havva Hakikati
24.12.2022 462 Okunma
Bahaeddin Sağlam
ÂDEM VE EVRİM
24.12.2022 470 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Saff Suresi Meal-Tefsiri
20.12.2022 561 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Hz. Ayşe Sendromu
20.12.2022 562 Okunma


© 2024 - Akevler