Sistem sorunu ve yürütme-yargı gerilimi
Bir ülkede “yürütme” ile “yargı” arasında çatışma varsa yani sağlıklı bir “denge ve düzen” yoksa o ülkede istikrar ve huzur olması mümkün değildir.
Bu konuda bütün dünya ülkelerinde sıkıntılar var ve bu sıkıntıların seviyesine göre o ülkede “siyasi-sosyal-iktisadi sorunlar” yaşanıyor.
Biz bu sıkıntıların artık “sosyal tufan” seviyesinde olduğunu söylüyoruz…
Yargı meselesini müstakil bir yazı olarak haftaya ele alırız inşaallah...
Ama “yürütme” ile “yargı” arasında ülkemizde son zamanlarda iyice belirginleşen ve adeta ayyuka çıkan gelişmelere bakıldıkça, meselenin vahameti daha da anlaşılıyor...
Her şerde hayır olduğu gibi; “yürütme ile yargı” arasındaki çatışma başta olmak üzere, genel olarak “sistem ve yönetimdeki” bu zaafların, bu eksikliklerin görülmesi ve giderilmesi açısından bu şerde de elbette hayır veya hayırlar vardır diyelim…
Biz bu sıkıntıları kırk yıldan beri görüyor, “tesbit ve teşhislerimizi” yapıyor, hemen ardı sıra “tedavi ve çözüm” reçetelerimizi sabır ve sebatla sunuyoruz ama…
Neyse…
Biz bugünkü asıl konumuza dönelim…
***
Ülkemizde olduğu üzere “yürütme ile yargı arasında yaşanan gerilim” söz konusu olunca, konu ile ilgili kabaca iki görüşün ortaya çıktığı görülmekte.
Görüşlerden birine göre; demokrasi ancak hukuk devleti ilkesi altında yaşayabilmekte, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulunun ise “kuvvetler ayrılığı” ve “yargı bağımsızlığı” olduğu ifade edilmekte.
Diğer görüşe göre ise; demokrasi kültürünün eksik, toplumsal birliktelik iradesinin yetersiz olduğu bir ülkede öncelikle “tarafsız bir hakemlik müessesesine” ihtiyaç duyulduğunu, meşruiyet zaafı çeken bir yargının bağımsız kılınmasının vesayet anlamına gelebileceği ifade ediliyor...
Sonuç olarak…
Yargı bağımsızlığı ancak formel ölçüler içinden bakıldığında yani sağlıklı bir “denge düzeni” var olduğunda yargı tarafsızlığı üretebilir. Ama siyasi, sosyal ve ideolojik farklılıklar işin içine girdiğinde, kendisi demokrat zihniyette olmadıkça hiçbir yargı bağımsızlık sonucunda tarafsız hâle gelmez, nitekim gelemiyor. Tarafsızlığı içselleştiremeyen bir yargının bağımsızlaşması ise demokratik gelişimi sadece engeller... Durum maalesef vahim…
***
Merkezî yönetim modeli ile yönetilen ülkelerin ana sorunu budur ve bu sorun çözüme kavuşturuluncaya kadar bugünlerde ülkemizde yaşanmakta olan gerilim hep yaşanır…
Merkezî yönetimle yönetilen topluluklarda tek adam konumunda olan yöneticinin gitmesi ile o topluluk gücünü yitirir ve dağılır...
Örnek olarak Adnan Menderes sonrası DP ile Turgut Özal sonrası ANAP verilebilir.
AK Parti “Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi” hâline geldi veya getirildi. Erdoğan’ın gitmesi ile parti dağılır, DP ve ANAP gibi olur. Bunun ana sebebini hatırlamakta yarar var.
AK Parti gibi daha kuruluş safhasında “gömlek” çıkarmak suretiyle kendi kendisini imha eden başka bir parti herhalde yeryüzünde yoktur. Aslını ve cevherini inkâr edenin yaşaması mümkün değildir, tarihte örneği yoktur. Bu partinin kırk yıllık mirası on yıl boyunca tepe tepe kullandıktan sonra geldiği nokta işte tam da burasıdır. Aynı durum Cemaat için de geçerlidir ve orası da kuruluşundan itibaren tek adam “Fethullah Gülen cemaati” hâlindedir. Yine 19 Aralık 2013 tarihinden beri bu köşede yazdığım ilk yazıdan beri şu tesbiti yaptık; “parti” ve “cemaatin” ortak özellikleri “Millî Görüş” hareketine karşı olmak!..
SONUÇ olarak; “merkezî sistemin” hükümran olduğu bir ülkede, yine merkezî sisteme göre yapılanmış veya yapılandırılmış olan “iki topluluğun” yani “parti” ile “cemaatin” başı çektiği “yürütme” ve “yargı” gerilimi meselesinde bundan başka ne olabilirdi ki?!.