Sömürü sermayesi ve Türkiye’deki maşaları
Hedef Türkiye; Türkiye’nin gelişmesini ve büyümesini istemiyorlar...
Rüşvet yeni bir olay değil ki; “zalim düzen”de hep var, “zalim düzen”de hep olacak…
“Adil (Ekonomik) Düzen” gelinceye kadar rüşvet dâhil her türlü zulüm devam edecek.
Sömürü sermayesi gücünü kaybettiği zaman savaş çıkarır, mağlup olanı galip getirir ve sonunda sınırları kendisi çizer... Obama, Putin, Papalık ve Çin sermayeyi dinlemiyor, sermaye onları çatıştıramıyor... Ama Türkiye ile İran kapışırsa savaş çıkabilir... Sermaye Erdoğan’a bunu yaptıramadı; onu gönderip savaş çıkaran birini getirmek istiyor...
Savaştaki taraflar sömürü sermayesi ile ulusal devletlerdir; sermaye savaş ilan etti…
Devletlerin “halk gücü” vardır, sermayenin “para gücü” vardır. Sermayeyi yenmek için devletler karşılıksız parayı yasaklamalı, kendileri karşılıklı para çıkarmalıdırlar…
Sömürü sermayesi ancak Ortadoğu’yu ele geçirirse parasal gücünü koruyabilir...
Sömürü sermayesi III. dünya savaşını İran ile Türkiye’nin kapışmasıyla çıkartmak istiyor... Türkiye Suriye’ye girecek ve yarısını işgal edecek, İsrail de diğer yarısını işgal edecek... İran Türkiye’ye saldıracak... Rusya ve Çin İran’ı; AB ve ABD Türkiye’yi destekleyecek... Dünya savaşacak… Sömürü sermayesi sonunda kendi haritasını çizecek...
“Dinler arası savaşlar” ve “rejimler arası savaşlar”dan sonra, şimdi de “mezhepler arası savaşlar” planlanıyor; hattâ daha da ilerisi var, “aynı mezheptekiler çatıştırılıyor”!!!
Sömürü sermayesi böylece hem dünyadaki barış düzenini bozacak, hem de Türkiye’deki İslâmî gelişimi engellemiş olacak; yani bir taşla iki kuş vuracak…
Erdoğan gitse bile onun yerine yine Erdoğan benzeri biri getirilecek; sömürü sermayesi ve Batı dünyasının istediği yine AB ve Batı yanlısı birisinin olmasıdır...
Şimdi… Yukarıda yazılanları “operasyon” başta olmak üzere son zamanlardaki gelişmelerin ışığında bir daha okuyun ve yakın/uzak gelecekteki davranışlarınızı ona göre belirleyin derim; elbette devamı olarak aşağıda yazılanlarla birlikte…
***
Hukuk düzeninde devletin gizli işi olmaz. İktidar halkın temsilcisidir. Müvekkil vekilinden gizli tasarruf yapamaz, istihbarat yapamaz.
Askerlik ise farklıdır. Oradaki istihbarat vatandaşın istihbaratı değil, düşmanın istihbaratıdır. O halde istihbarat sadece askerler tarafından yapılabilir ve ancak askeri operasyonlarda kullanılabilir. Hukuk düzeninde bir kişi aleyhine gizli dosyalar olmaz, olamaz.
İstihbarat kararlar alıp devleti yönetmeye başladığı zaman artık o ülke dışarıdan yönetilmeye başlar. Çünkü istihbaratta görevliler birbirinden habersiz iş yaparlar. Orada tartışma yoktur. Başına gelen adam aldığı haberleri komutana verir, onu o kullanır…
İnsanlık tarihinin hiçbir zamanında devleti memurlar yani bürokratlar idare etmemiştir; vezirler yani bakanlar atanır ve devleti onlar yönetir.
Demokraside ise bu vezirler yani bakanlar ve hükümet MECLİS denetimindedirler.
BİR BAKAN gizli istihbarata göre hareket etmez...
POLİS istihbaratla dosya tanzim edemez...
SAVCI onu delil olarak kabul edemez…
HÂKİM ona göre karar veremez...
Bunlar “HUKUK” kurallarıdır.
İşte bunların ışığında Türkiye’de ne kadar hak, hukuk, adalet vs var; siz karar verin.
Sömürü sermayesi ve onun aklıyla veya yönlendirmesiyle hareket edenler ne yapmış?
Hukukun temel kurallarını allak bullak etmiş ve ülkemizi, insanımızı ve dolayısıyla bütün insanlığı fesadın içine sokmuştur. Devlet ve hukuk “gizli olaylar” hakkında değil, ancak “açıkça sabit olan olaylar” hakkında karar verebilir. Olayları bu açıdan değerlendirin derim.
SONUÇ: “Millî Görüş ve Adil Düzen Hareketi”ne karşı üretilen ve hormonlu beslemelerle büyütülen “Hizmet Hareketi” ile “Millî Görüş” gömleğini daha yolun başında çıkaran ve “Adil (Ekonomik) Düzen” ceketini/paltosunu hiç giymeyenlerle buraya kadar!