Parti, Paralel Devlet, Bediüzzaman ve iki âyet
“MİLLÎ GÖRÜŞ” gömleğini yolun başında çıkardı… “ADİL DÜZEN” ceketini ve “Adil Ekonomik Düzen” paltosunu hiç giymedi ki çıkarsın... İlim adamı olarak kabul ettiği kimseler ona “Adil (Ekonomik) Düzen” iyi bir şey değil dediler, buna dair “raporlar(!)” yazdılar; “O” da inandı veya öyle inanmak istedi, işine öyle geldi… “Millî Görüş” ve “Adil Düzen”den uzaklaştı...
“ZALİM DÜZEN” içinde başarılı olmanın binbir yolunu denedi... AB ve ABD yollarına düştü… Başlangıçta başarılı imiş gibi göründü... “Ekonomi düzeliyor/düzeldi/düzelecek” dediler... Oysa “faizci zalim sömürü düzeni” aynen devam etti; güya borcu azalan Türkiye her sene 50 milyar faiz ödedi... “Komşularla sıfır sorun” dendi; sorunumuz olmayan komşu kalmadı... “Adalet sistemi düzeldi” dediler; “O” ve çevresine saldıracak kadar berbat hâle geldi... Seksen yıllık KİT’leri “satarak”, sürekli “borçlanarak” ülke büyür gibi göründü; kayıt dışı paralardan gelen paylarla ekonomi ve ülke büyüyor gibi göründü... “Temiz yönetim, temiz ülke” dedi; rüşvetin olmadığı, rüşvetsiz iş yapılabilen hiçbir yer kalmadı; belediye başkanları bile başka belediyelerdeki işlerini yapmak için rüşvet vermek dışında bir çare bulamaz hâle geldi!!!
Bir zamanların ANAP’ı vardı; ne oldu, şimdi nerede?!.
AK Parti (AKP) zamanımızın ANAP’ı oluyor; yoksa oldu mu?..
Gün gelecek aynı şeyi mi söyleyeceğiz; “Zamanın AK Partisi (AKP) şimdi nerede?!.”
***
PARALEL DEVLET
“Paralel devlet” değil de asıl soru “Meşru devlet mi var?” olmalıydı. “Ortada bir meşruluk varsa bu kime göre meşru?” sorusu da ayrıca cevaplandırılması gereken bir soru.
“PARALEL DEVLET” varlığını zaten hissettiriyordu, o yüzden şimdi çok şaşırmamış olmak gerekiyor. Bu kadar köklü ve sistemli bir yapılaşmanın tek amacının dünyaya Türkçe öğretmek olduğu hüsnü zannını göstersek de; dünyada bu oluşumu kendi çıkarları doğrultusunda kullanacak, hattâ oluşuma istediği gibi yön verebilecek bir sürü teşkilat var, devlet var, özellikle de “sömürü sermayesi” var. Bu “oluşum” bir anda meydana gelmediğine göre, bu ülkede meşru bir istihbarat varsa, bunun zaten farkında olmalıydı ve hükümeti de bilgilendirmeliydi...
Gördüğünüz gibi; düz mantık bir anda her şeyi sütliman yapıyor ama maalesef reel gerçekler, onların sonuçları ve genel olarak hayat yani dünya gerçekleri hiç de öyle olmuyor.
Hükümet kanadındaki güvensizlik, panik havası, aldatılmışlık psikolojisi ve sürekli yenilenen kadrolardan birilerinin ortalığı çok fena karıştırdığı, bundan da Sayın Başbakan’ın zihninin nasibini fazlasıyla aldığı öngörülebilir. Aklıselim ile bakıldığı zaman panik aslında hiç de yersiz değildir. Kime güveneceğinizi hiç bilmediğiniz, etrafınızdaki herkesten şüphe duyduğunuz bir dünya hayal edin. İşte hükümetin bugünkü hâli de tam olarak budur. Kişilerin samimiyetini sınamak o kadar da zor değildir, asıl zor olan bir misyona sahip olmak ve gerçekten ne yapıyor olduğunu bilmektir. Belki de eksiklik tam da bu yöndedir ve çalışmaya buradan başlanmalıdır.
Meşruluğunu bilmesem de meşhurluğunu bildiğim bir sözle bitirmek istiyorum:
“Tilki kümesi iyi tanıyor diye bekçi yapılır mı?”
***
BEDİÜZZAMAN OKUSAK; KUR’AN OKUSAK, ANLASAK VE UYGULASAK…
“Dubai, İslâm, tekeller ve altın işleri...” başlıklı (19 Ocak 2014 tarihli) yazısının en sonunda, Cemil Ertem, “Bediüzzaman okusak sorun kalmayacak!” diyor ve şöyle devam ediyor: Bediüzzaman, Necm Sûresi’nin 39. ayetini delil göstererek, bu yoldan kazanılan sermayenin bir tahakküm ve zulüm vasıtası olacağı üzerinde durmuştur. İngiliz Anglikan Kilisesi Baş Papazı’nın “İslâm’ın ihtilallere ne nazarda baktığı sualine Bediüzzaman verdiği cevapta; İslâm’ın emeği esas aldığını ifade ederek, “Sa’y asıl, esastır. Servet-i insaniye zalimlerde toplanmaz, saklanmaz ellerinde. Buna dair şahidim: İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır; işte, Necm 39. âyet.” Yani, çalıştığının karşılığı hakkındır, tekel olmayacaksın, tekellere hizmet etmeyeceksin... Daha açık ne olabilir? Ama bir de BEDİÜZZAMAN’ın önemle vurguladığı Tevbe Sûresi’nin 34. âyeti var, o da şu; “Ey iman edenler! Haberiniz olsun ki, haham ve papazlardan birçoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan çevirirler. Altını, gümüşü hazineye tıkıp da onu Allah yolunda sarf etmeyenler ise işte onları acı bir azab ile müjdele...”