Kur’an diyor ki; İ’LEMÛ/BİLİNİZ…-2
İhanet etmemek ancak bilmekle mümkündür. Ne yapacağımızı bilirsek o zaman onu yaparız, hıyanet/ihanet içinde olmayız ama biz eğer nereye gideceğini bilmeyen şoför durumuna düşersek o zaman hıyanet etmiş oluruz. Bilmek yapmaktan farklıdır. İnsan bilmeden yapamaz ama bildikten sonra ister yapar ister yapmaz.
İlmetmenin yani bilmenin dereceleri vardır.
1- Yapılacak işi bilmek. Şoförüm, arabayı sürüyorum, arabayı İzmir’den Ankara’ya götürüyorum. Bana verecekleri ücreti bilmiyorum. Götürmesem ne ceza alacağımı da bilmiyorum, sadece Ankara’ya götürmem gerektiğini biliyorum. Bu “ameli bilgi”dir. 2- Ben bu arabamı Ankara’ya götürdüğüm zaman şu kadar ücret alırım. Götürmezsem beni burada çalıştırmazlar. Bunu biliyorum. Buna “hükümleri ile amelleri bilmek” diyoruz. 3- Arabamı götürmem lazım çünkü benim bunlarla anlaşmam vardır. Söz verdim. Oranın dördüncü maddesinde ücretim yazılıdır. Gitmezsem cezası da yazılıdır. İşte bu da “hükümleri delilleri ile bilme”dir. 4- Gitmezsem benim işime son verirler. Bu sözleşmede yazılıdır ama kıdem tazminatı alıp almayacağım yazılı değildir. “İş akdinin bozulması hâlinde kusurlu taraf tazminat isteyemez” genel hukuk kuralını da bilir ve ben Ankara’ya gitmezsem işime son verirler, kıdem tazminatı alamam manâsını verebiliyorsanız, siz “delilleri tevilleri ile bilmiş” olursunuz. İşte, Kur’an’daki “ilmediniz/biliniz” emri bu dört emretmeyi içermektedir.
Emir topluluğadır. Topluluk bilecektir.
İlmin bir özelliği vardır. Bir arabada kırk kişi otursa, yolu yalnız bir kişi bilse yeterlidir. Arabanın doğru yol alması için birinin bilmesi gerekir. Hepsinin bilmesi ile birinin bilmesi arasında sadece kesinlik bakımından fark vardır. İlmetme emri topluluğa verildiğine göre birimizin bilmesi yeterli olur demektir. Biz cemaatlerde emirleri usul olarak en az üç kişi bilsin anlamını veriyoruz. Daha doğrusu farzı kifayelerde sayı ile göre kademe kademedir.
1- Bir toplulukta 1/bir kişinin bilmesi. 2- Ya da en az 2/iki kişinin bilmesi. 3- En az 10/on kişinin bilmesi. 4- Herkesin bilmesi. Emirleri buna göre değerlendiririz. Verilen emir gayesine ulaşıyorsa sayıyı öyle seçeriz.
İLİMLER İKİ ÇEŞİTTİR.
a) DERİNLEMESİNE İLİM/BİLGİ. Üreticiler buna göre üretim yaparlar.
b) GENİŞLEMESİNE İLİM/BİLGİ. Organize edenler bu ilme göre iş yaparlar.
İşte, “İ’LEMÛ/ilmediniz/biliniz” emri topluluğa emredilmiştir. Değişik bilgileri değişik kimseler bilecek ve bunlar birbirleri ile irtibatlı olacaktır.
Biz bunu nasıl sağlıyoruz?
Bir bucakta 10 kadar genişlemesine ilme sahip kimse vardır. Halk bunlardan birini kendisine fetvacı seçer. Bir sorunla karşılaştığı zaman o seçtiği âlime sorar. O biliyorsa kendisi cevap verir, bilmiyorsa sonra cevap vereceğim der, meseleyi bucak başkanının istişare meclisine getirir. Oradan aldığı bilgi ile bilgisini tamamlar ve saile/sorana ulaştırır. Orada sonuç alamazsa konuyu ildeki danışmana götürür ve o danışman fetva verir veya ilim şurasına getirir. Oradan sonuç alamazsa ülkedeki danışmana götürür. O cevap vermezse ülke ilmî şurasına getirir. Orada da halledilemezse insanlık danışmanına götürür. İnsanlık ilmî şurasına götürülür. Başkanlar istişareyi şuralarına münhasır kılabilirler yahut şura üyelerine taşra ile istişare etmelerini emrederler. Böylece en geniş istişare tüm insanlıkla yapılmış olur.
İlim emri şura ile birleşince sorunlar çözülmüş oluyor. Kişi merkeze doğru giderek teminatlı fetva istiyor. Başkanlar gerek görürlerse taşra ile de istişare ederler. Dalga dalga istişare kitlelere ulaşır. Böylece Kur’an’ın “ilmediniz/biliniz” emri yerine getirilmiş olur.
Demek ki “İ’LEMÛ/ilmediniz/biliniz”in temel kaynağı öğrenme ve istişaredir.
Yirminci yüzyılda insanların çevreleri dardı, bildikleri azdı, sorunları sayılıydı, dolayısıyla fetva talebi de azdı. Bugün ise istişare alanı tüm insanlığı kaplar duruma gelmiştir. İşler de çok çeşitlenmiş ve artmıştır. İşte, bugünün “İLMEDİNİZ/BİLİNİZ” emri ancak böyle “EMRUHUM ŞURA BEYNEHUM” âyetine uygun “ÖRGÜTLENME” ile mümkündür.