ENBİYA SURESİ TEFSİRİ(21.SURE)
Süleyman Karagülle
700 Okunma
105-112.AYETLER TEFSİRİ

105-112.AYETLER

 

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

***

 

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ (105) إِنَّ فِي هَذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِدِينَ (106) وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ (107) قُلْ إِنَّمَا يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَهَلْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ (108) فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ آذَنْتُكُمْ عَلَى سَوَاءٍ وَإِنْ أَدْرِي أَقَرِيبٌ أَمْ بَعِيدٌ مَا تُوعَدُونَ (109) إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ (110) وَإِنْ أَدْرِي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ (111) قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّ وَرَبُّنَا الرَّحْمَنُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (112)

 

***

 

وَلَقَدْ كَتَبْنَا

Va LaQaD KaTaBNAv (Va La QaD FaGaLNAv)

“Ve ketb ettik”

Surenin 10. ayetinde “Size içinde zikriniz bulunan kitabı inzal ettik” derken لَقَدْ ifadesi geçmişti. Sonra Musa Peygamber için وَلَقَدْ kelimesini beyan etmişti. Sonra İbrahim Peygamber ve şimdi de Zebur’dan bahsetmektedir. وَلَقَدْ ile ayırmıştır. Kitap olarak bahsetmektedir. 

“Zebur’da yazdık” diyor. Zebur İsrail oğullarına nazil olan son kitaptır. Zekeriya’dan sonra İsrail oğullarına peygamber gelmeyecek diyor, İsrail âlimleri. Bu yanlıştır. Zebur’dan sonra İsrail oğullarına bir kitap gelmeyecektir, bunun aslıdır. 

Mühendisler proje yapmadan önce ustalara tarif ederek bir örnek hazırlarlar. Onun üzerine temel yaptıktan sonra projeye son şeklini verirler. Sonra da projeye göre bir örnek yaparlar. Bundan sonra seri imalata geçerler.

Allah’ın elbette denemeye ihtiyacı yoktur ama insanların anlamaları için denemelere ihtiyaç vardır. İslamiyet Zebur’a kadar hep denedi ve son şeklini Zebur ile aldı. İncil Kur’an’ın reklamıdır, tüm insanlığa İslam’ı tanıttı. Seri imalata geçmeden insanlığı İslam’ın ideal düzenine alıştırdı. Ondan sonra Kur’an projesi insanlığa sunuldu. Sünnet uygulaması projeye uygun örnek uygulamadır. Birinci Kur’an uygarlığı projeye göre örnek uygulamadır.

Yalova AR-GE çalışmamızda biz ne yapıyoruz?

Önce ahşap ev projesini yapmak için denemeler yapıyoruz. Mevcut tezgâhlarda örnek parçalar üretiyoruz. Böylece projemize son şeklini veriyoruz. Bununla seri imalata geçmiyoruz. Seri imalata geçmeden önce seri imalatı yapan makinalar ve tezgâhlar oluşturuyoruz. Seri imalat tezgâhları hazırlandıktan sonra seri imalata geçiyoruz.

İşte… Birinci Kur’an uygarlığı ilk örnek projedir. O projenin seri imalata geçmesi için hazırlık yapılmıştı. İnsanlık artık seri imalata geçecek duruma gelmiştir.

Enbiya Suresi işte bu geçişi anlatmaktadır.

Zebur ile proje denemeleri tamamlanmıştır. Fukahanın içtihat ve icmaları ile proje son durumunu almıştır. Avrupa uygarlığı ile seri imalata geçmek için tezgâhlar hazırlanmıştır. Şimdi seri imalat zamanıdır. İlk imalat ‘üçüncü binyıl uygarlığı’ olacaktır.

فِي الزَّبُورِ

FIy elÜaBUvRı (Fi eLFaGUvLı)

“Zebur’da”

“Zebra”, derisi çizgili yaban eşeğidir. Sonra kuyu etrafını taşla örmeye de زَبْر denmiştir. Filiz demektir.

Kur’an’da زبر 11, زبد 3 defa geçmektedir. Toplam 14 (2*7) eder.

زَبَد köpük demektir.

ز zamanda diziyi, ب geçidi, ر tekrarı ifade eder.

Zebur Davud nebiye indirilmiş bir kitaptır, Tevrat’ın son kitabıdır.

İnsan vücudu oluşurken hücreler bölündükçe yeni dokular ve yeni organlar oluşur. İnsan baliğ olduktan sonra artık yeni doku ve yeni organ oluşmaz. İnsanlığın 60 bin senelik uygarlaşmasında yeni dokular ve organlar oluştu. Bugün de dört büyük din vardır, bunlar Hıristiyanlık, Müslümanlık, Hinduizm ve Budizm dinleridir. Bu dört uygarlık böyle gidecektir. Başka bir din oluşmayacaktır. Sosyalizm denemeleri bir asrını bile dolduramadı. Sermaye’nin ateizmi de yirmi birinci yüzyılın başında sona erdi. Şimdi bu dört büyük din Kur’an’a ve müspet ilme dayanarak rönesans yapacaklardır. Yani dinler ilk indikleri durumlarını bulacak ve sonunda uygarlık ona göre kurulacaktır.

İsrail oğullarına gelince, ikinci defa da bugünkü uygarlığı ile dünyaya hükmedecekler ama buradan itibaren artık hükümranlığı bitmiştir. Bundan sonra insanlığa sadece ilimde ve ticarette hizmet edeceklerdir. Kur’an düzeni, ilahi kitaplar düzeni hâkim olacaktır.

Zebur insanlığa gelecek olan yeni uygarlıkları haber vermiştir.

مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ

MiN BaGDı elÜiKRı (MiN FaGLı eLFiGLı)

“Zikirden sonra”

الذِّكْرِ marife gelmiştir. İzhar edilmiştir. Bu, İsrail oğullarının zikridir.

Süleyman ile Davud peygamberlere ekonomide evrim yapma görevi verilmiştir.

Nuh peygamber ilk uygarlığı kurmuştur.

İbrahim peygamber ilimde uygarlaşmayı sağlamıştır.

Musa peygamber şeriatta uygarlığı sağlamıştır.

Davud peygamber ise ekonomide uygarlığı sağlamıştır. Halkın yapacağı işleri halk yapmaktadır. Halkın yapamayacağı işleri ise Sermaye tekeli değil de devlet vakıfları yapmaktadır. İsrail oğullarının zenginleşmeleri ve dünyaya yayılmaları Davud’la başlamıştır.

Türkiye devleti devletçiliği benimsemiştir. Türkiye’yi taklit eden İtalya, onu taklit eden Almanya ve sosyalizmden sonra tüm ülkelerde bugün uygulanmakta olan budur. Bunlar ‘karma ekonomi’ diyorlar. Türkiye ise devletçilik ile halkçılığı dengeler. Halkçılık demek halkın yapabileceği işleri halkın yapması demektir. CHP’nin altı okunda milliyetçilik ile inkılapçılık, cumhuriyet ile laiklik, halkçılık ile devletçilik dengelenmiştir. Bütün zorlamalara rağmen Türkiye’de altı ok varlığını sürdürmektedir.

Neden بَعْد kelimesi kullanılmıştır?

İnsanlık ekonomi bakımından ancak Zebur’da anlatılan ve Kur’an’da bildirilen devletçilik ile halkçılığı sentez ederek bundan sonra uygarlıklar kuracaktır.

أَنَّ الْأَرْضَ

EanNA elEaRWa (eLFaGLa)

“Arzın olması”

“Arz” Filistin olabilir.

O takdirde İsrail’e salih kavim vâris olacaktır anlamı çıkar.

Böyle olmuştur. Önce Hıristiyanlar vâris oldular. Sonra Müslümanlar vâris oldular. Şimdi Sermaye’nin faizli sisteminden kurtulmuş olan İsrail oğulları yerleşecekler ama dünyaya hükmedemeyecekler. Dünyayı sömüremeyecekler. Orduları olmayacak. Onları uluslararası dört dinin de katıldığı İslam orduları koruyacak ama orada onlara uyum sağlayan Filistinliler de yaşayabilecek. Filistinlileri Lübnan’a, Libya’ya, Ürdün’e, Sina Yarımadası’na yerleştirebiliriz. Fırat ve Dicle suları ile bütün Arabistan’ı sulayabiliriz. Tevrat’ta sınırları çizilen arzı mev’ud denen toprakların mülkiyeti yani yaklaşık olarak bugünkü İsrail, İsrail oğullarına ait olacaktır.

“Arz”dan kasıt olarak yeryüzünü alırsak, o zaman da tüm yeryüzüne Zebur’da yazılan zikrin benzeri düzenler hâkim olacaktır demektir. Bu da bize göre bizim projelendirdiğimiz yüz lojmanlı işyeri apartmanlarının tüm yeryüzüne yayılacağını ifade eder.

يَرِثُهَا

YaRiÇuHAv (YaFGıLuHAv)

“Ona vâris olacaktır”

Uygarlıklardan her biri bir katın apartmanına benzer, katlar üst üste ve en üst katın üzerinde kurulur. Yeni uygarlık eski uygarlığın vârisidir. Eskisini yıkarak değil, eskisinin üstüne yenisini getirerek uygarlıklar devam edecektir.

 Marks’ın hatası buradadır. Marks uygarlıkları yıkarak yeni uygarlığı kuracağını iddia etmiştir. Aile kalkacak, mülkiyet kalkacak, din yok olacak ve sonunda devlet de kalkacak böylece cennet, komünizm gelecektir diye düşünmüştür. Belki yıkmıştır ama yeni bir şey kuramamıştır. Yüz milyona varan insanın kanının akmasına sebep olmuş, bir asrı bile tamamlayamayan uygulamadan sonra geçip/göçüp gitmiştir.

İslam düzeni ise eskileri yıkmakla değil, onların yanlışlarını düzelterek, eksiklerini tamamlayarak, eski katların üzerine kat ilave eder. Alt katı yıkmaz, onun üstüne kat koyar.

Başlangıçta ve sonrasındaki AK Parti’nin bazı başarılarından biri de budur, eskiden yani önceki iktidarlar zamanında yapılmaya başlananları tamamlamıştır. Onları çöpe atmamıştır. Bolu Tüneli’ni o bitirmiştir. Karadeniz çift yolunu o tamamlamıştır.

Yeni uygarlık eski uygarlıktaki mülkiyeti ortadan kaldırmaz. Faiz haram kılınmıştır ama eskiden faize dayalı kazançlar meşru sayılmıştır. Mekke’den hicret edenler orası fethedildikten sonra kendi yerlerine tekrar malik olmamışlardır. Oysa Mekkelileri kovar, onların yurtlarına da onlar otururlardı.

Buradaki يَرِثُهَا beyanı tüm inkılaplarda bize rehber olan kelimedir.

عِبَادِيَ

ıBaDiYa (FıGAvLıYe)

“Abdlerim”

İsra Suresi’nde “Mescidi Aksa’ya kullarım dâhil olacaktır” diyor. Burada da “kullarım” diyor. Böylece bundan sonraki medeniyetler Allah’ın ibadı olan kimselerin kuracağı medeniyetlerdir. Büyük dinler dinlerini asla vazgeçmeyeceklerdir. Kur’an’dan ve müspet ilimden yararlanacaklar, İsrail’e de bütün dünyaya da bunlar hâkim olacaklardır.

Nasıl asıl olan sağlıksa, hastalık arıziyse, insanlık da İslam düzeni içinde yaşayacak, barış içinde olacak. Savaş arızi olacak, gelip geçecek. İnsanlık bundan sonra İslam düzeninde varlığını sürdürecektir.

1950’lerde tüm insanlar ümitlerini kesmiş, artık bir daha İslamiyet gelmez sanmışlardı. İnanmamışlar zaten inkâr ettikleri için, inanmışlar da kıyamet zamanı geldiğinden dolayı ümitlerini kesmişlerdi. Sonra ne oldu? Demokrat Parti iktidar oldu. Sonra ne oldu? Sovyetler yıkıldı. Şimdi de ABD kapitalizmi yıkılıyor...

عِبَادُ kelimesi marifedir. Bugün bunlar kimlerdir yani üçüncü binyılın mirasçıları kimler olacaktır? Önce, artık peygamber gelmeyecek, bir peygamberin kurduğu bir topluluk olmayacaktır. Hadislerde ve Kur’an’da belirtilen âlimler vâris olacaklardır. Yüz lojmanlı işyeri apartmanları kurulacaktır. Buradaki bu seminerlere benzer çalışmalar başlayacaktır. Bu apartmanların her katında ayrı çalışma yapılacak. Katlar arası ziyaretler olacak. Böylece üçüncü binyıl uygarlığının ibadı ortaya çıkacaktır.

Bediüzzaman bunun ilk adımını atmış, Kur’an’ı çağımızın ilimleri ile yeniden yorumlamaya başlamıştır. Sonraki adım Akevler ile 1967’de İzmir’de atılmıştır. Necmettin Erbakan Adil Düzen’i benimsemiş ve dünyaya anlatmıştır.

Şimdi İstanbul Akevler çalışmaktadır. Buradaki ilmi çalışma elli sene sonra tamamlanmış olacaktır. Yani önce yüz lojmanlı işyeri apartmanları kurulacak ve buralarda ilim yapılacak. Önce öğrenilecek, sonra öğretilecek. 

Her şey Kur’an’ın haber verdiğine göre devam ediyor. O’nun ibadi oluşmaktadır. İlim, iman, amel ve hüküm de oluşacak, O’nun ibadi yeryüzüne vâris olacaktır. Biz bize düşen görevleri yapmaya devam edelim. Hiç endişeniz olmasın. Biz katılsak da katılmasak da Allah nurunu tamamlayacak ve yeryüzüne Allah’ın salih kulları vâris olacaklardır.

الصَّالِحُونَ (105)

elÖAvLıXUuNa (eLFAvGıLUvNa)

“Salihler”

Salih topluluk ne demektir?

İlkel topluluklar kendileri üretip kendileri tüketirler. Birinci büyük uygarlık mal mübadelesi ile başlamıştır. Birinin veya birilerinin ürettiğini diğerleri kullanıyor, böylece ürünler salih ürünler oluyordu. Ondan sonra ikinci uygarlık işbölümü ile başladı. Ben bir iş yapıyorum, başkasının işleriyle birleşmesi ile salih amel oluyor. Yani mal mübadelesi yerine emek mübadelesi başlamıştır.

Bu uygulama baştan O’nun ibadi olmayan kimseler tarafından ortaya konmuş. Sermaye faizli sistemle iş yapmaktadır. Eğer sadece عِبَادِيَ kelimesi ile gelseydi bugünkü düzeni kasetmiş olurdu. Yarın işçilerin sistemi doğacaktır demek olurdu.

Böyle değil de salih olan bir cemaat vâris olacak demek, iş bölümü yapan ama faizli olmayan sistemi kullanan kimseler vâris olmuş olur. O halde burada kastedilen salihlik ortaklıktır, teavündür.

Kur’an’ın bir ayetini yorumlarken diğer bütün ayetlerle uyum içinde olmalıdır.

 

YORUM

Zebur’da yazılmıştır, Filistin’e salih olan Allah’ın ibadi vâris olacaktır, 2019 veya 2099’da; İsrail’de Allah’ın ibadi olan İsrail oğulları hâkim olacaklardır. Gelişmeler İsrail’in Sermaye’den kurtulmasına doğru gidiyor. Türkiye, İran ve Rusya anlaştı, Suriye’de barış devletini kuracaklardır. Yani İsrail’in ve diğerlerinin karşısında Suriye’ye bu devletler sahip çıkıyor. Trump da bu anlaşmaya destek vermiş, Suriye’deki DEAŞ’ı Türkiye zaten etkisiz hale getiriyor, biz çekiliyoruz diyor.

Bunun anlamı şudur ki, İsrail devletini Sermaye’nin emrinden kurtaracaklardır.

Dünyaya yeni düzen gelecektir.

Evet, önce bu ayete göre İsrail’de Allah’a ve Tevrat’a inanmış Yahudiler vâris olacaklardır. Onlar yerleşecek, onlar Adil Düzen’i orada kuracaklardır.

1960’larda İsrail devleti yeni oluşmakta iken İzmir Fuarına gittim, İsrail pavyonunda bana bir kitap verdiler. Okuyunca Kur’an nizamını gördüm, İsrail’e göç etmeyi bile düşündüm. İsrail bu kadar sağlam bir temel üzerinde kurulmuştu. Sonra ABD ve İngiltere Yahudileri bunları kıskandıkları için Filistin örgütünü oluşturdular. Aralarında çatışma başladı. İsrail’in Araplarla arası açıldı ve bir türlü savaş ile isyandan başını kurtaramadı.

İşte bunun sonu geliyor. İsrail’de Adil Düzen’i uygulayan bir yönetim gelecektir. Orasını Rabbin salih ibadi elde edecek ve gerçek Yahudi olanlara verecektir.

Yine bu ayet gösteriyor ki yeryüzüne ortaklık düzeni hâkim olacak ve her yerde semt kooperatifleri kurulacaktır. Bugün etkin olan güçler ve devletler ancak Adil Düzen’i kabul ederek Sermaye’yi yenebileceklerdir. Adil Düzen’e göre çıkaracakları Altın, Demir, Buğday ve Toprak Bonoları yaygınlaşacak ve dünyaya şeriat düzeni gelecektir.

Belki de bu ilk olarak İstanbul’un Güngören ve Yalova’nın Teşvikiye belediyelerinde uygulanacak; sonra Türkiye’de, sonra Ortadoğu’da, sonra da tüm dünyada.

Ne dersiniz, ben hayal mi görüyorum?

Aç tavuk gibi kendimi buğday ambarında mı görüyorum?

O zaman belki aranızda ben olmayabilirim ama sizlerden çoğu bunları görecektir. Çünkü ayet böyle söylüyor. Ben Kur’an’a inanıyorum. Yorumlamalarda hatalarımız olacaktır ama baştan sonuna kadar yorumlarımız hatalı olamaz. Çünkü siz okuyucularımızın hemen hepsi görüşlerimizin büyük kısmına katılmaktadır. Allah onlardan razı olsun, bazı arkadaşlarımız yanlışlarımızı düzeltmektedirler. Özellikle Sam Adian, Mete Firidin, Cengiz Demirci tenkit ve değerlendirme katkıları ile Allah’ın rızasını almaktadırlar.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve anımsatmadan sonra Zebur’da uyumlu olan kullarımın onu aktardığı yer diye yazdık.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve zikirden sonra Zebur’da ‘salih abdlerimin ona varis olduğu arz’ diye ketb ettik.”

 

Va LaQaD KaTaBNAv FIy elÜaBUvRı MiN BaGDı elÜiKRı EanNA elEaRWa YaRiÇuHAv GıBaDiYa elÖAvLıXUvNa

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ (105)

 

***

 

إِنَّ فِي هَذَا لَبَلَاغًا

EinNa FIy HaÜAv La BaLaĞan (EinNa FIy HaÜAv La FaGAvLan)

“Bunda bir belağ vardır”

Buradaki هَذَا kelimesi ile işaret edilen Kur’an’dır. Sizin zikriniz Kur’an’dır. Sizin zikrinizi değil, değişik kavimlerin değişik zikirlerini içeren belağdır. هَذَا ile onun tek kitap olduğuna işaret eder. هَذَا geldiği için de lafzına gitmektedir.

Manasına gitseydi ذَلِكَ olarak söylenirdi. ل (Lamu’l bu’d) uzağı gösterir. Mana uzaktadır. “Bu beliğdir” demiyor, “Bunda belağ vardır”, “Bunun içinde belağ vardır” diyor.

فِي zarf için gelir, zarflıkta belirsizlik vardır. بِ veya مِنْ gelirse belli yer kastedilmiş olur. Burada فِي gelmekle tüm Kur’an belağdır denmiş olur ama biz onun tamamından değil bir kısmından yararlanırız. Onun için بَلَاغًا kelimesi nekre gelmiştir. Her biri için ayrı belağ vardır ama benzerdir. بَلَاغًا kelimesi إِنَّ’nin ismidir, فِي هَذَا  haberidir. Haber öne alınmakla هَذَا’ya vurgu yapılmıştır. Yani sizin belağınız bunda vardır. Yani diğer kitaplar kavimlere aittir veya Hıristiyanlarda olduğu gibi bir kısım hükümleri içerdiği halde Kur’an herkes için belağı içermektedir. 

لِقَوْمٍ

Li KaVMin (Li FaGLin)

“Bir kavim için”

“Fi hazihl zehreti rıtlun li merin” (فِي هَذِهِ الظَّهَرَةِ رِطْلٌ لِمَرْءٍ) derseniz. Bu çiçekte bir kişi için bir rıtl vardır demiş olursunuz. Herkes buradan bir rıtl alır, istediği yerden alır demektir.  

Kur’an çok beliğ olarak Kur’an’da herkes için ayrı kendilerine ait belağın olduğunu söylüyor. Kavim için diyor. Kavim genel olarak ulusu ifade eden bir kelimedir. Her ulus için belağ var demiş olur ama bütün tüzel kuruluşların da müşterek ismidir. Bucak, il, ülke, insanlık da kavimdir.

Bizim “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” bu esasa göre hazırlanmıştır. Bizim hazırladığımız anayasa örnek bir anayasadır. Her topluluk kendi anayasasını kendisi hazırlayacaktır. هَذَا kelimesi “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”na da işaret edebilir. Çünkü Kur’an’a göre hazırlanmış “İnsanlık Anayasası” taslağı başka hiçbir yerde yoktur. Eksikleri var, yanlışları var ama zamanla bunlar uygulanarak görülecek ve eksikler tamamlanacak, yanlışlar düzeltilecektir. Her bucağın ayrı anayasası olacak ve ilmi metotlarla düzeltilecektir. “İlim üzerine tafsil ettik” (ayet) demek bu demektir. 

عَابِدِينَ (106)

GAvBıDIyNa (FAvGıLIyNa)

“Abid olanlar”

“Yeryüzüne salih ibadım vâris olacaktır” dedikten sonra burada abid olan kavme belağ denmesi, işte diyor, bu yani Kur’an’a, Kur’an’ın yaptığımız bu yorumları içinde belağ vardır diyor. O halde بَلَاغًا nedir?

بَلَاغًا tebliğ anlamındadır. Resullerde belağdan başkası yoktur denmektedir. Ulaştırmak anlamındadır. “Ulak” kelimesi Türkçede kullanılmaktadır. Konuşurken de bunu filana ulaştır deriz. Bu yorumlarda belağ vardır. Peygamberler zamanındaki kitaplar birer belağ idi, onlarda yanlış ve hata yoktu. Bu yorumlar peygamberlere gelen kitaplar ve suhufların yerini alır. Onlardan farkı, onlarda hata yoktu, çünkü Cibril ulaştırıyordu. Biz ise kendi reyimizle yorumlarımızı yapıyoruz ve yorumladığımızın içinde elbette yanlışlar vardır. Bundan dolayıdır ki tebellüğ edenler bize uymak değil, kendi içtihatlarına göre hareket etmek zorundadır.

Size iki misal vereceğim.

Necmettin Erbakan ile ilk çalışmalarımız başladığı zaman ben “teşhis” çalışmalarına karşı çıktım. Biz kendi “tedavi düzenimizi” anlatalım dedim, teşhis çalışmalarına katılmadım. O ise içtihadına devam etti ve bugünkü Sermaye’nin sarsılması ve Sovyetler’in çökmesi onun anlattıkları ile olmuştur. Beni dinleseydi bunlar olmayacak ve insanlık bugünkü hale ulaşamayacaktı. Demek ki onun kendi içtihadı ile amel etmesi gerekirdi, onun görevi o idi. Benim görevim de benim kendi içtihadımla hareket etmem olmuştur. Bugünkü Putin yönetiminin bu duruma gelmesi de ben içtihadıma uygun hareket ettiğim için olmuştur.

İkinci örnek Bünyamin Demir’dir. Bünyamin Demir benim içtihadımla hareket etseydi Güngören Belediyesi Başkan adayı olamazdı. Kendi içtihadı ile hareket ettiği için başarılı olmuştur ve belediye başkanı olarak büyük hizmetler yapacağı görüşündeyim.

İşte, herkes için ayrı belağ vardır. Herkes kendi içtihadı ile hareket edecektir. Yanlış da olsa onda hayır var demektir.

Tüm fıkıhçılar ittifak içindedirler. Birisi içtihatta hata yapar da onu işlerse sevap alır. İçtihadı ile hareket etmeyen kimse ise isabet etse de ameli fasittir.

 

YORUM

Çevremize kulak vermek, onları dinlemek görevimizdir. Ne dediklerini anlamak görevimizdir. Bu bizi birleştirir ama hareketimizi yaparken başkasının aklı ile hareket etmek demek amelleri heba etmek demektir.

Erdoğan kendi içtihadı ne ise onu yapmaktadır. Bizim içtihadımıza uymak zorunda değildir. Biz ona hem cumhurbaşkanı hem parti başkanı olmaz diyoruz ama bu bizim içtihadımızdır. Ona göre de onun kendi içtihadı geçerlidir.

Nitekim son nebi muhacirlerin akılesinden olmuştur.

Bir başkan ekseriyet sistemi ile değil de sıralama sistemi ile seçilirse o bir partinin başkanı da olabilir. Hatta olmalıdır. Örnek olarak devlet başkanı aynı zamanda ordunun komutanı olmalıdır. Demek ki Erdoğan’ın benim dediğimi yapması yanlıştır. İnşallah burada da yanılırım; Erdoğan’ın hem parti hem de devlet başkanı olması devletimiz için hayırlı olur.

Öz Türkçe ile:

“Bunda kul olan topluluk için ulaştırma vardır.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Bunda abid olan kavim için belağ vardır.”

 

EinNa FIy HaÜAv La BaLAvĞan LiKaVMin GAvBıDIyNa

إِنَّ فِي هَذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِدِينَ (106)

***

 

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا

Va MAv EaRSaLNAvKa EilLAv (Va MAv EaFGaLNAvKa EilLAv)

“Ve seni sadece irsal ettik”

Kur’an’da iki ayette Muhammed’in bütün insanlığa irsal olduğu, her kavmin hadisinin olduğu çok açık bir şekilde ifade edilmiş ve son nebi olduğu belirtilmiştir. Kur’an bunu iki ayette belirtmektedir. Biri burada, diğeri وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِلنَّاسِ (Nebe, 34/28) olarak ifade edilmektedir.

Geçmiş peygamberleri saydıktan sonra ‘sen ise tüm kavimlere gönderildin’ ifadesi bu surenin özetini ifade eder. Her kavim için ayrı belağ olduğu halde sen ey Muhammed, tüm insanlara rahmetsin, sen kendi kavminin hadisisin. Onların içtihatlarını yaparsın ama insanlığa belağsın. İşte, sünnetle Kur’an’ı anlarız ama sünnetle amel edemeyiz, çünkü o hadi olarak sadece o zamanki kavmin hadisi idi.

Demek ki resulün iki görevi vardı. Biri, Kur’an’ı tüm insanlığa ulaştırmaktı. Diğeri de, Arapların o günkü resulü idi. Kâffeten nâsa gelmiştir ama sadece kendi daha önce inzar edilmeyen kavme gelmiş ve örnek uygulamayı onların içinde yapmıştır.

رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ (107)

RaXMaTan Li eLGAvLaMIyNa (FaGLaTan Li eLFAvGaLIyNa)

“Âlemlere rahmet olarak”

Muhammed Peygamber’i tüm insanlığa barış getirmek için irsal etti.

Sonra savaşlar oldu ya. Müslümanlardan hiçbir devlet fethettiği ülkenin halkını kılıçtan geçirmedi. Herkese refah getirdi, saadet getirdi. Birinci Kur’an uygarlığında henüz Kur’an’ı uygulama şartları oluşmadığı için savaşlarla dünyaya yayıldı.

Bu ayeti bugün de okuduğunuzda Kur’an savaşla dünyaya yayılmayacak, Kur’an sayesinde halkın kurduğu kooperatiflerin dünyaya yayılması ile ikinci uygarlığını kuracaktır.

Necmettin Erbakan veya Tayyip Erdoğan’ın iktidarla bu işi çözmeyi istemesi bunun için yanlıştır. Gülen’in bürokrasi ile bu işi çözmeyi istemesi bunun için yanlıştır.

“Rahmet” demek karşılıksız olarak onun tüm ihtiyaçlarını karşılamak demektir. İhsan değil, ikram değil, nimet değil rahmettir. 

“Rahim” bebeğin doğana kadar geliştiği yerdir.

رحم Kur’an’da 339, رءف 13 defa geçer. Toplam 352 (25*11) eder.

Ananın çocuğa duyduğu hisse “rahmet”, babanın çocuğa duyduğu hisse “refet denmektedir. Rahmet karşılık beklemeden iyilik duygusudur.

ر tekrarı, ح hareketi, م genelliği ifade eder.

Burada لِلْعَالَمِينَ deniyor, başka yerde لِلنَّاسِ deniyor. عَالَمِينَ kurallı çoğuldur, toplulukları ifade eder. نَاس ise halktır.

Kur’an bir taraftan kişilere rahmettir, diğer taraftan topluluklara rahmettir. Topluluk bir canlıdır. Kişiler onun hücreleridir. Kişiler doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Topluluk ise yaşamaya devam eder.

Batılılar tartışıyorlar…

- Kişiler mi topluluk için vardır, yoksa topluluk mu kişiler için vardır.

- Sosyalistlere göre kişiler topluluk için vardır.

- Kapitalistlere göre topluluk kişiler için vardır.

- Kur’an’a göre çıkar paralelliği vardır. Ahiret için düşünüldüğünde topluluk kişiler için vardır, dünya olarak düşünüldüğünde kişiler topluluk için vardır. Her biri ayrı ayrı kişidir. Birlikte yaşarlar. Bu mantık doğru ise savaşta ölmek gerek. Topluluk mağlup olunca kişi zaten yok olmaktadır. Ölmekle neslini yaşatmış olmaktadır.

 

YORUM

Son kitabı Cebrail’den alan kimse tüm insan topluluklarına rahmettir. O halde Kur’an’a göre hazırladığımız anayasa bu amaçla hazırlandı, “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası” olarak ortaya koyduk. Anayasa yalnız devletin yasası değildir. Merkezin toplulukları dağıtma yetkisi yoktur. Merkez onları birleştirmez de. Yeter sayıdan fazlası olunca ikiye ayrılma da kendi aralarında olmaktadır.

Merhum Prof. Dr. Sebahattin Zaim, İslam hukukunu yalnız Müslümanların haklarını koruyan bir düzen olarak görüyordu.

Kur’an bütün topluluklara ve kişilere rahmet ve hidayettir.

Biz Filistin’deki Müslümanları düşünürken orada yaşayan İsrail oğullarını da onlar kadar düşünmek zorundayız.

Kur’an’ı temsil ediyorsak öyle davranmak zorundayız, maktul kadar katilin hukukunu da gözetmek zorundayız

AK Parti’nin ve Erdoğan’ın hukuku kadar Gülen’in de hukukunu korumak zorundayız.

Ancak suç kadar ceza verilir.

PKK’lılar da insandır. İnsan muamelesini görürler. Hukuka teslim olmadıkları için onları öldürürüz. Teslim olduktan sonra biz değil adil yargı karar verir.

 

Öz Türkçe ile:

“Seni ancak herkese esenlik olarak gönderdik.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Seni ancak alemlere rahmet olarak irsal ettik.”

 

Va MAv EaRSaLNAvKa EilLAv RaXMaTan Li eLGAvLaMIyNa

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ (107)

 

***

قُلْ

QuL (uFGuL)

“Kavlet”

قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ*   قُلْ مَنْ يَكْلَؤُكُمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ   *قُلْ إِنَّمَا أُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ*   قُلْ إِنَّمَا يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ

Surede geçen “Lekad”lerle sure bir tasnife tabi tutulmuştu. Bir de قُلْ ‘ler ile beşe ayrılmaktadır. Yukarıdaki ayetler bu tasnife göre sıralanmıştır, soldan sağa doğru.

Burhanınızı getirin diyor. Ekseriyetin hakkı ifade ettiğine ilmi delil getirin. Karşılıksız paranın dolandırıcılık olmadığına dair delil getirin. Avukatlık ve hâkimlik sistemi ile adil kararlar alınacağını izah edin. Sermaye’nin ve silahın nereye kadar insanlığı yaşatacağını, tam istihdam sağlanınca Sermaye nerde otlayacaktır, gösterin diyor.

Sonra doğanın kirlenmesine karşı ne çözümünüz var, söyleyin. Atom bombalarına, biyolojik ve kimyasal silahlara, sabotajlara, teröre karşı çarenizi söyleyin de görelim. İşte size Kaşıkçı cinayeti!

Ben sizi vahiy ile inzar ediyorum diyor. Müspet ilmin kuralları içinde Kur’an’ı açıklayarak her şeye bir delil getirin diyor. Oysa siz ne yapıyorsunuz; basın ve yayın yolları ile gerçekleri örteceğinizi zannediyorsunuz. Bizimle herhangi bir konuyu tartışma gücünüz var mı?

Dördüncü olarak da bana vahyolundu ilahınız birdir deniyor. Yani ilahımız tektir. Hepimizin ilahıdır. Hepimize bir görev vermiştir. O’nun verdiği görevleri yapıyoruz. Birbirimizi uyaracağız, eksikliklerimizi tamamlayacağız, yanlışlarımızı düzelteceğiz ama düşmanlık yapmayacağız. Çünkü ilahımız birdir.

إِنَّمَا يُوحَى إِلَيَّ

EinNaMAv YuvXAv EiLayYa (Ei nNaMAv YuFGaLu EiLayYa)

“Bana vahyolunuyor”

Bana sadece bu vahyolundu. Yani bana bildirilen budur. İlahımızın tek olduğu bildirildi. Yani tüm insanlığı bir yapmak ve insanlığı bir düzen içinde yaşatmak. Herkes görevini yapacak ve insanlığın uygarlığını oluşturacaktır.

“Bana vahyolundu” diyor. “Bana inzal olundu” demiyor. Buradaki vahiy Kur’an’ın sözleri değil manasıdır. Bizim anladığımızdır. Herkesin kendi anladığıdır. أُنْزِلَ denmediği gibi أُوحِيَ de denmemiştir. Devamlı vahyolunmaktadır. Yalnız Muhammed Peygamber’e değil, ondan sonra gelen ve onun yerini tutan yani vârisi olan âlimlere de vahyolunmaktadır.

Bizim görevimiz tektir. İnsanların ilahı birdir. Hep birlikte cennet için yarışacağız. Sorunlarımızı savaşla değil barışla çözeceğiz. Karşı taraf bize silahla saldırmadıkça biz de silah kullanmayacağız.

أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ

EanNaMAv EiLAvHuKuM EiLAvHun VAvXıDun (FiGALuKuM FiGALun FAGıLun)

“İlahınız vahid ilahdır”

Burada ilahınız birdir deniyor. Tek milletsiniz, İbrahimî milletsiniz. Ona göre tebliğ yap diye bana vahyolundu.

Peygamberlerin kıssasını anlattıktan sonra son nebiye gelmiş, şimdi onun görevini anlatmaktadır. Kur’an, bütün kitapların ve peygamberlerin 60 000 yıl içinde geliştirdikleri barış uygarlığını getirmiştir. İbrahim Peygamber buna İslam dedi. Tüm insanlığı bir millet olarak birleştirdi. Tüm insanların ilahı birdir. Hepimize rahmeti vardır.

Bizim itirazımız bu birliği bozanlaradır, bize saldıranlaradır. Biz hepimiz Allah’ın ibadıyız. Birbirimize hükmetme yetkimiz yoktur. Şirkin kendisi budur. Biri çıkıp da beni dinleyeceksiniz dese o kendisini Tanrı yerine koymuştur. Hepimiz içtihadımızı yaparak ona göre hareket edeceğiz, sonra yargıya hesap vereceğiz.

فَهَلْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ (108)

Fa HaL EaTuM MuSLiMUvNa (Fa HaL EaNTuM MuFGıLUvNa)

“Siz Müslüman mısınız?”

Müslüman olmayı Türkçede teslim olmak, itaat etmek anlamında kullanmaktadırlar. Teslim olmayacaksınız demektedirler. Oysa Türkçede de selamette olmak tehlikeden uzak olmaktır. Bu nasıl sağlanacaktır?

Önce dayanışma ortaklığını kurup herkes kendisini sigortalamalıdır. Aidatsız sigortalamalıdır. Kaza olunca onu birlikte def edeceklerdir. Saldıran olunca birlikte savunulacak. Çıkan ihtilaflar silahla değil de hakemler yoluyla çözülecek. Silahlı güç hakemlerin kararını geçerli kılmak için oluşturulacaktır.

Evet, üçüncü binyıl uygarlığı barış uygarlığı olacaktır.

Gayesi Kur’an’a hizmet olan Nur cemaati içinde olduğunu iddia eden bir grubun 15 Temmuz’da Sermaye’ye alet olması Bediüzzaman’ın yoluna aykırıdır.

Evet, biliyorum, bunu Gülen yapmadı ama Gülen’in adı kullanılarak yapıldı.

Peki, bunun neresi barış.

Evet, AK Parti olağanüstü hal (OHAL) ilan etti. Haksızlıklar oldu ama 15 Temmuz’da başarıya ulaşılsaydı onlar bunun on misli daha fazla zulüm yapacaklardı.

Siz bu seminerleri takip eden kardeşlerim. Fark etmez, 1000 veya 100 veya 10 kişi; ne kadar varsalar, onlara hitap ediyorum. Size zulmedecekler, saldıracaklar... Siz karşı koymayacaksınız, sabredeceksiniz... Barışçı olacaksınız... Bekleyeceksiniz… Bir gün fetih ve Allah’ın zaferi gelecek, Sermaye’nin fitnesi sona erecektir.

 

YORUM

Sure sona doğru giderken ve tarihi oluşumu anlattıktan sonra bize görevleri verirken temel ilke barışçı olmaktır.

Allah’a hamd olsun ki Akevler hiçbir zaman savaşçı olmadı, birr ve takvada herkese yardımcı oldu, ism ve udvanda uzak durdu. Bundan sonra da böyle duracaklarına inanıyorum.

Evet, Rabbimiz biz müslimiz, biz barışçıyız. Ortaklık sistemi demek barış sistemi demektir. Patron-işçi yerine ortaklar ama teavün içinde barış içinde ortaklar. Bunun için gece gündüz çalışmalısınız. Cennet hayatına bu dünyada başlamalısınız.

Yapmadan söylenen sözlerden uzak durun.

Şimdi hepinizi davet ediyorum. Her ay kredileşme hesabına ortak olarak para yatırın. Bu altın hesabına yatırılmış olacak ve kredileşmede değerlendirilecektir. Bir yıl içinde kredileşme hesabına geçmiş olacağız, inşallah. Yatırdığınız paraları her zaman geri çekebilirsiniz. Hacimler arası dengelemeye göre ilerde kredi istihkak edeceksiniz.

Kur’an ilk nazil olduğu zaman “Allah’tan başka ilah yoktur” ifadesi ile işe başlandı. Şimdi de kredileşme hesabını çalıştırmakla işe başlayacağız. Parasını kredileşme hesabına yatıran mümindir. Faizli hesaplarda tutmaya çalışanlar şirk içindedir. Bugünün şirki iki tanedir; dolar ve ekseriyet oyu. Kredileşme hesaplarını çalıştırmamız için herkes katkıda bulunsun. Lütfi, Hira, Tayibet, Veysel, Bünyamin ve İsmail Er Bacak bunun üzerinde çalışmaktadırlar. Bunlar birbirleriyle irtibatlı çalışmalı ve bunu erteleyip de ihmal etmemelidirler.

Bunlara farzı ayındır.

Ben artık koordine edemiyorum.

Süleyman Akdemir bunun üzerinde durmalıdır.

Bu Ömer’le Müslümanların harem mescidinde alenen namaz kılmaya başlamaları demektir. Herkes Kur’an düzenine, ortaklık sistemine ben bugün ne kattım diye düşünmelidir.

Allah bu büyük görevi biz zavallılara verdi. Evet, bunu bize yaptırıyor. Herkes bilsin ki bu iş Allah’ın işidir. O istediğini aziz eder, istediğini zelil eder.

Sizlerin aklına hemen siyasiler geliyor, sizlerin aklına hemen zenginler geliyor...

Hayır, hayır; bunları onlar değil siz yapacaksınız siz.

Evet, SİZ.

Her biriniz ‘ben yapacağım, benim görevim’ diyeceksiniz.

Evet, ben yapmayacağım ama Allah bu görevi bana verdi, ben yapacağım diyeceksiniz. Bu hesapta paranızı değerlendireceksiniz.

Bugünün şehadet kelimesi budur.

 

Öz Türkçe ile:

“ ‘Bana tanrınız tek tanrıdır diye bildirildi. Barışçı olacak mısınız?’ de.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Bana ilahınız vahid ilahtır diye vahy edildi. Müslüman olacak mısınız? diye  kavlet”

 

QuL EinNaMAv YuXAv EiLayYa EanNaMAv EiLAvHuKuM EiLAvHun VAXıDun Fa HaL EaNTuM MuSLiMUvNa

قُلْ إِنَّمَا يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَهَلْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ (108)

 

***

 

فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ

 Fa EiN TaValLav FaQuL (Fa EiN TaFagGaL FauFGuL)

“Tevelli ederlerse kavlet”

Bugün bu sözü söyleyecek kimdir, bana vahyolunan diyecek kimdir?

Kur’an’ı yorumlama cesaretini kendisinde bulan her mümin buna yetkindir. Kur’an bana nazil oldu diyecek ve Kur’an’ı ona göre yorumlayacaktır.

Ben öyle diyorum ve ona göre yorumluyorum. Siz de okuyorsunuz. Benim dediklerimi anlayacaksınız, ondan sonra kendiniz yorumlayacaksınız. Bu yorumlamaya başladığınız zaman siz de bu قُلْ emrine muhatapsınız demektir. Yani çağımızda Kur’an ehli olan, Kur’an bana da nazil oldu diyen herkes bunları söylemekte görevlidir.

Bunu söylediniz, karşınızdaki dinledi. Kendisi de düşündü, haklı gördü ve Kur’an bana da nazil oldu kabul ediyorum dedi. İşte bizim cephede yer aldı demektir. Artık o da söylemeye yetkilidir.

Topluluk birden döner. Akşamüstü iktidarda siyasi parti varken 12 Eylül’de sabahleyin herkes Kenan Evren’ci oldu. Eğer 15 Temmuz’da darbeciler başarsaydı yenilenler hain, onlar ise kahraman olacaktı. Şimdi hain dedikleri kişiler kahraman olacaktı.

آذَنْتُكُمْ عَلَى سَوَاءٍ

EAvÜaNTuKuM GaLAy SaVAvEin (FaGaLTuM GaLAy FaGaLin)

“Sizi seva üzerine izan ettim”

Allah’ın yeryüzündeki halifesi insandır, meclislerdir; resulü ise nebilerdir, özel olarak son nebidir. Resulün halifesi mümin âlimlerdir.

O halde resulün yüklendiği görev bizim görevimizdir. Biz her birimiz tüm insanlara eşitlik içinde duyuracağız. Bizim için AK Parti ile CHP, 15 Temmuz darbecileri ile PKK’lılar birdir, biz herkese hitap ederek duyuruyoruz. Bir kişi veya topluluk hedefimiz yoktur.

Duyurmak bizden, duyup duymamak sizden. Hesap soracak olan da biz değilizdir. Bizden sadece söyleme vardır.

وَإِنْ أَدْرِي

Va EiN EaDRIy (Va EiN EaFGaLu)

“Ve dirayet etmiyorum”

مِدْرَى  saç tarağı veya baştaki saç demektir. Başa düşmek yani anlamak demektir. Kur’an’da zikretmek ve akletmek gibi pek çok kelime bu anlamda kullanılmaktadır. Psikolojik olarak bunlar farklı anlamlardadır. دري kökünü farkında olmak anlamıyla açıklamak gerek.

Kur’an’da دري 29, درء 5 defa geçer. Toplam 34 (2*17) eder.

د çevreyi- duvarı, ر tekrarı, ي ise kolaylığı ifade eder.

إِنْ harfi, olumsuzluk edatıdır. Bunu fiilin merfu olmasından anlıyoruz. Eğer şart edatı olsaydı fill أَدْرِ olurdu. 

Farkında değilim, bilemiyorum. Yani birden gelecektir. Ben bilmediğim gibi siz de bilemeyeceksiniz. 15 Temmuz böyle gelmiştir.

أَقَرِيبٌ أَمْ بَعِيدٌ

EaQaRIyBun EaM BaGIyDun (Ea FaGuYLUn EaM FaGIyLun)

“Karib mi yoksa baid mi?”

قَرِيبٌ ve بَعِيدٌ zamanda ve mekânda yakın ve uzak demektir. İkisi birden kullanıldığı zaman ne zaman olacağı hakkında bilgim yok demektir. أَمْ ikisi birden olmaz, ancak biri mutlaka olur demektir.

Doğal olayların ne zaman olacağı hakkında kesin kanunlar vardır. Olasılık olaylarında dahi eğer sonsuzu hesaplayabilseydik ve ilk verileri bilseydik, her zerrenin yerini bilebilirdik. Bunlara “hesabi olaylar” diyoruz.

Elektronların hareketlerinde böyle hesabi olay vardır. Elektronların yörüngeleri vardır, elektronlar alt yörüngeden üst yörüngeye geçerler. Ne var ki alt yörüngeden kopanı üst yörüngeye verdiğiniz zaman arada zaman geçmez. Yani aşağıda yok olduğu zaman yukarıda var olur. Bunun yörüngenin neresinde yeniden var olacağı ise bilinmez. Çünkü gaybidir.

Bunun gibi, insan iradesine bağlı olaylarda insanların ne zaman isteyecekleri belli olmadığı gibi meleklerin veya Allah’ın meşieti de bilinmemektedir. İnsanların yaptığı işlerde Allah’ın iradesi de olmadan belirsizdir. Meşietten evvel şey mukadder değildir.

Sosyal olaylarda durum budur. Sıvılarda aşırı sıcaklık vardır. Su yüz derecede kaynar ama ilk başlamada 101 102 103 derecelere kadar çıkar. Buna aşırı sıcaklık denir, sonra bilinmeyen bir zaman sonra birden patlar.

Topluluklarda böyle aşırı gerginlik olur, sonra bir gecede patlar. Yani bunlar hesabi değil gaybidir. Biz yazıyoruz, işçilikten ortaklığa geçilecektir diyoruz. Tahminlerde bulunuyoruz. Ne var ki bunlar gaybi olaylardır. Ne zaman ne olacağı hakkında bizim bilgimiz yoktur.

مَا تُوعَدُونَ (109)  

MAv TUvGaDUvNa (MAv TuFGaLUvNa)

“Size vaad olunan”

Bu vaad olunanlar iyi de olabilir kötü de olabilir.

İşçilik dönemi sona erecek, ortaklık dönemi gelecek; ne zaman ve ne şekilde, onu biz bilemeyiz. Daha çok neler olacak ve kim yapacak, onu biz bilemeyiz. Biz bunu filan yapacak deriz de bakarsınız ki hiç beklemediğimiz bir önder çıkar ve o yapar.

Bunların büyük kısmını Kenan Evren yaptı. Kimse beklemediği halde İsrail elçiliğini maslahatgüzarlığa indirdi. Neden? Sermaye’ye gözdağı verdi. Bana karşı akıllı durun yoksa İsrail’i de alabilirim demek istedi. Ondan sonra Sermaye anladı ve Özal’la çalışmaya razı oldu.

 

YORUM

Biz hazırlık yapmalıyız. Biz çalışmalıyız. Vaktimizi kaybetmemeliyiz. Bize düşeni, gücümüz yeteni yapmalıyız. Sonrası bize ait değildir.

Dr. Mete Bey arkadaşımıza bir şey anlatıyorum. Sonra karşı çıkar bu olmaz diyor. Niçin olmaz? Çünkü bunu bunlar yapamaz diyor. Niçin olmaz? Çünkü bizim gücümüz yetmez diyor. Farkında olmadan iki şirk içindedir. Biri, bunları Allah’tan güçlü görüyor. Oysa bunların bir saatlik gücü vardır. Diğeri ise biz yapamayız diyor, biz yapmayacağız O yapacak. Bu da şirktir. Biz bize verilen görevi yaparak sevap alacağız. Biz yapmazsak Allah başkasını getirecek, o yapacak. Fail ise O’dur. O’nun kelimelerini değiştirecek yoktur.

Ümitsizliği her peygamber geçirmiştir. Biz de geçireceğiz. Bu bakımdan arkadaşların bazılarında ümitsizlik belirtileri vardır. Bunlar geçicidir. Biraz sonra inanmışlarda tekrar ümitler yeşerecek ve olan olacak. On bin ortaklı ortaklığımızı kuracağız. Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapacağız. Sağlık merkezleri oluşacak, şifa tedavisine geçilecek. Biz yapmayacağız, Rabbimiz yapacaktır. Bize de cennetlere götürmek için görev vermektedir. Hepsi bu kadar.

 

Öz Türkçe ile:

“’Dönerlerse size eşitliği duyuruyorum ve size söz verilen şey yakın mı yoksa uzak mı onu da kavramıyorum.’ De.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Tevelli ederlerse sizi seva üzerine izan ettim ve size vaad olunanlar karib mi yoksa ba’id mi onu dirayet etmiyorum diye kavlet.”

 

FaEiN TaValLav FaQuL EAvÜaNTuKuM GaLAy SaVAvEin Va EiN EaDRIyv Ea QaRIyBun EaM BaGIyDun MAv TUvGaDUvNa

فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ آذَنْتُكُمْ عَلَى سَوَاءٍ وَإِنْ أَدْرِي أَقَرِيبٌ أَمْ بَعِيدٌ مَا تُوعَدُونَ (109)

 

***

 

إِنَّهُ يَعْلَمُ

EinNaHUv YaGLaMu (EanNaHUv YaFGaLu)

“O ilm eder”

Buradaki هُ zamiri tek olan ilahımıza gitmektedir. “O bilir” denmektedir, “bildi” denmiyor. Yani kişi söylemeden ne söyleyeceğini bilir değil de söylediğini söyledikten sonra bilir diyor.

O halde insan iradesi vardır. Söyleyeceklerini o kendi iradesiyle söyler. Allah da söyledikten sonra bilir. Bu muhakeme en az üç boyutlu uzayda, zamanlı boyutlu uzayda böyledir. Zaman ve mekânın olmadığı durumdakine ise bizim aklımız ermez. Orada geçmiş yok, gelecek de yok. Bildi, bilir, bilecek hep bir arada olmaktadır.

Videodan bir film seyrediniz. Sonra da gerisin geriye seyrediniz. 

الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ

eLCaHRa MıNaL QaVLi (eLFaGLa MiNa eLFaGLı)

“Kavlden olan cehri”

Buradaki الْقَوْلِ kelimesindeki الْ istiğrak içindir. Bütün kavilleri bilir diyor. İşitir demiyor, bilir diyor. Sesi işiterek duymaz. Sesi araçsız bilir. جَهْر kelimesini kullanmıştır.

جَهْرَ قَوْلٍ derseniz hem cehr hem kavl nekre olur. جَهْرَ الْقَوْلِ derseniz hem cehra hem de kavl marife olur. Eğer biri marife diğer nekre ise araya مِنْ koyar söylersiniz. جَحْرًا مِنَ الْقَوْلِ yahut الْجَهْرَ مِنَ قَوْلٍ dersiniz. Burada ise hem “cehr” hem “kavl” marife olduğu halde مِنْ gelmiştir. Bu مِنْ izafet mini değildir, teb’iz içindir. İstiğrak için gelen الْقَوْلِ ‘den “cehr” olanı anlamındadır.

Peki, cehr olmayanı bilmez mi?

Eğer mefhumu muhalefeti kabul etseydik böyle bir mana verebilirdik.  O zaman da yanlış olurdu. Hafi olan kavl bundan sonra gelen مَا تَكْتُمُونَ ifadesinin içindedir.

وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ (110)

Va YaGLaMu MAv TaKTuMUvNa (Va YaFGaLu MAv YaFGuLUvNa)

“Ve ketm ettiklerinizi de ilm eder.”

Yalnız ketm edilen sözleri değil gizli yapılan işleri de bilmektedir. Onun için مَا gelmiştir. يَعْلَمُ tekrar edilmiştir. Demek ki kavli bilmek ayrı, diğerlerini bilmek ayrı bir bilmedir. Cehr olan kavle karşı hafi olan kavli de eklemektedir.  Kavlin sözlerini bilmek ayrıdır, kavl edenin kastettiği anlamları bilmek ayrıdır.

Bir kimse bir kelime söylediği zaman o kelimenin taşıdığı mana vardır. Bir de o kelimeyi söyleyenin kastettiği mana vardır. Buna ibare ile delalet denmektedir.

Elektrik devrelerini biz bilebiliriz. Dolayısıyla eğer beyni okuyabilirsek ne söylediğini rahatça görebiliriz ama onun kastettiği manayı ise elektrik devrelerinde göremeyiz. Kişi yaptıklarından değil, niyetinden, kastından dolayı yaptıklarından sorumludur. Kastın ne olduğunu bizim bilmemiz mümkün değildir.

İşte, Allah yalnız söyleneni ve yapılanı değil aynı zamanda kastedileni de bilir.

 

YORUM

Vaat edileni ben bilmem dedikten sonra tek ilahın bildiğine işaret etmiştir. Yani Allah takdir etmiş, işçilikten ortaklığa geçilecektir. Ben sadece söylemekle görevliyim. Yapacak olan O’dur ve mutlaka yapacaktır.

Elli sene sonra bu satırları okuyanlar Kur’an’ın mucizesini göreceklerdir.

Öz Türkçe ile:

“O, sözden olan açıklığı ve gizlediğiniz şeyleri bilir.”

Kur’an kelimeleri ile:

“O, kavilden olan cehri ve ketm ettiğiniz şeyleri ilmeder.”

 

 

EinNAHUv YaGLaMu eLCaHRa MıNaLQaVLı Va YaGLaMu MAv TaKTuMUvNa

إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ (110)

 

***

 

وَإِنْ أَدْرِي

Va EiN EaDRIy (Va EiN EaFGıLu)

“Ve dirayet etmiyorum”

وَإِنْ أَدْرِي tekrar edilmiştir. Demek ki yukarıdaki bilgisizlik buradaki bilgisizlikten farklıdır. وَ harfi ile atfedilmiştir. Ayrı bir dirayettir. Azab geciktiriliyor. Neden?

Bunun iki sebebi olur. O’nun takdirinde belli oluşların olması isteniyor. İşçilik dönemi gelmeden önce Sermaye’nin ömrünü tamamlaması, çökmesi bekleniyor. Buradaki gecikme kişilerin davranışı ile ilgili değildir, tarihi akışın gereği böyledir. Nasıl bir ağaç zamanla büyürse, topluluktaki olaylar da böyle zamanla ilgilidir. O dönemlerin geçmesi gerekir. Sosyal olaylarda da durum böyledir. İkinci إِنْ أَدْرِي  ise insanlarla ilgilidir. İnsanlar daha çok eğitimsiz ortaklık döneminden geçsinler ki iyi kavrasınlar diye tehir edilmektedir.

O halde AK Parti’nin bugün iktidarda olması ve onun sayesinde işçilik sisteminin sürüp gitmesi iki sebepten ileri gelebilir.

Birincisi, yeryüzünde henüz ortaklık dönemine geçme şartları oluşmadığı için AK Parti ortaklık dönemine geçememektedir.

İkincisi ise AK Parti mensupları ortaklık sistemine henüz hazır olmadıkları için onlar eğitilsin, onlar daha çok ortaklık sistemini bilebilsin diye geciktiriliyor.

لَعَلَّهُ

LaGalLaHUv

“Olsun diye”

‘Şunu yapsınlar diye ben onlara tahsisat gönderdim’ cümlesinde emir vardır. Gaibe emredilmektedir, söyle yapsınlar deriz. Bir de şunu yaparlar diye tahsisat gönderdik. Burada emir yok olanlara imkân hazırlamaktadır. Gerek görür yapmazlar da. Buradaki zamir vaadin uzak olmasıdır. Ayette kelime olarak geçmemektedir. Hazf edilmiş cümle vardır. ‘Eğer uzaksa bunun sebebi budur’ denmiş olur. إِنْ كَانَ بَعِيدًا فَلَعَلَّهُ anlamındadır. O zaman da هُ zamiri بَعِيدًا kelimesine gitmektedir.

فِتْنَةٌ لَكُمْ

FiTNaTun LaKuM (FiGLaTun LaKuM)

“Sizin için fitnedir”

“Size fitne olur diye” deniyor. Fitneyi tavlama anlamında alabiliriz. Demir yumuşaktır. Az miktarda kömür katarsanız sertleşir keskin olur.

“Fitne etmek” demek tavlamak ve su vermektir. Yani madeni istenilen vasfa sokmak demektir. O halde burada eğitmek anlamındadır.

Yani bütün bunlar insanların başından geçmektedir.

وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ (111)

Va MaTaGun EiLAv XIyNın (Va FaGaLun LAy FiGLin)

“Ve bir hîne dek metadır”

Burada وَ harfi ile atfedilmiştir. Demek ki fitne ile meta arasında bir ilişki vardır. Yoksa أَوْ/veya gelirdi. أَوْ gelmediğine göre fitne de meta gibi iyi bir şeydir demektir. Belli bir zamana kadar geçinme sistemidir.

Bugün yeryüzü faizli sistemle idare edilmektedir. Henüz ortaklık sistemini getirecek kadro yoktur. Bir taraftan bu kadronun Akevler’de hazırlığına devam edilirken, bir zamana kadar da faizli sistemin yaşaması gerekmektedir. Bu sebeple AK Parti’yi iktidarda tutmaktadır, Rothschildler’i iktidarda tutmaktadır.

Rockefeller savaş taraftarı idi. Rothschildler ise barış taraftarı idi. Belli bir zamana kadar insanlığa nefes aldırmak için Rothschildler’i hâkim kıldı. Şimdi Trump ortaya çıktı, Amerika’ya dönme kararını aldı. Bunlar o hîne kadar insanlığın zaman kazanıp ortaklık sistemine geçebilmesi için gerekir.

 

YORUM

Allah bize diyor ki, siz işler olmuyor diye sıkılmayın.

İstanbul Akevler Kur’an seminerleri oluşmadı mı? Ruhu’l-Kur’an’ı yayınlamadı mı?  Hizmet ve Dayanışma Kooperatifi Ana Sözleşmesini resmileştirmedi mi? Yalova/Teşvikiye oluşmadı mı? Şimdi de yeni teklifler gelmiyor mu?

Evet, sıkıntılar var. Belli bir zamana kadar bizim zaman kazanmamız var. Bir taraftan iktidarda bize karşı olmayan birileri vardır, diğer taraftan biz hazırlanıyoruz.

Demek ki Allah bize görev verdi. Bir taraftan bizi mühendis okuluna götürdü okutuyor. Diğer taraftan bizim dışımızda, mezun olduğumuz zaman iş yapacağımız fabrikaları hazırlıyor. Bu ayette Allah bize bunu bildiriyor.

Öz Türkçe ile:

“Ve ben kavramıyorum. Umulur ki size eğitim ve bir zamana kadar yararlanma olur.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve ben dirayet etmiyorum. Umulur ki size fitne ve bir hine dek meta’ olur.”

 

Va EiN EaDRIy LaGalLaHUv FiTNaTun LaKuM Va MaTaGun EiLAv XIyNın

وَإِنْ أَدْرِي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ (111)

 

***

 

قَالَ رَبِّ

QAvLa RabBı (FaGALIy FaGLIy)

“Rabbim diye kavletti”

Kur’an’ın hiçbir sözü kimsenin sözüne benzemez. قُلْ diyerek söylemiş, sonlarda قَالَ ile sureyi bitirmektedir. Demek ki hazfedilmiş bir cümle var. Karşı taraflar söylemişler. Onlar da hak adına söylemişler.

Resulün, müminin görevi karşı tarafa “Ben doğru söylüyorum, sen yanlış söylüyorsun.” demek değildir. Ben benim görüşümü söylüyorum. Siz de sizin görüşünüzü söylüyorsunuz. Belki de onlar haklı biz hatadayız.

Önce resul, mümine dönüyor, rabbim diyor, hak ile sen hükmet diyor.

احْكُمْ بِالْحَقِّ

iXKuM Bi eLXaqQı (iFGaL Bi eLFaGLı)

“Hak ile hükmet”

Ben hatada isem bana hatamı söyle de bileyim ve düzelteyim.

Onlar hatada iseler onu yine bana bildir de ben içtihatlarıma devam edeyim.

Demek ki bizim vazifemiz cedelleşmek değildir. Bizim vazifemiz içtihat yapmak ve içtihadımızda hata edebileceğimizi bilerek sürekli araştırmada bulunup içtihadı sürdürmektir. Surenin sonunda Allah’ın bize emrettiği dua yani çaba budur. Bunu sözle söylemek değil söylenenleri yapmak demektir. Yani devamlı içtihatta bulunarak Allah’ın hükmünü öğrenmeye çalışmaktır.

وَرَبُّنَا الرَّحْمَنُ

Va RabBuNa elRaXMAvNu (Va FaGLuNa eLMuSTaFGıLu)

“Ve rabbimiz rahmandır”

رَبُّنَا mübteda, الرَّحْمَنُ haber olur, الْمُسْتَعَانُ  da ikinci haber olur. Yahut الرَّحْمَنُ kelimesi رَبُّنَا‘nın sıfatı olur. Fatiha’da rahman ve rahimden sonra “bize istiane et” diyor. Rabbimiz rahmandır yani hak ile hükmeder. Hangi dinden hangi mezhepten olursa olsun rahmeti yağmaktadır.

Yukarıda “Rabbim” dedi, burada “Rabbimiz” dedi.

Allah’ın insanlara yüklediği iki çeşit emir vardır. Biri kendisinin ne yapması gerektiğini emreder. Herkes kendi görevini bilir. Diğeri de birlikte nasıl yapılacağını emreder. Birincisinde herkese kendi içtihadı ile hareket etme ve herkese kendi bildiğini söyleme emri verilmiş, fikirlerde sosyal baskıyı önlemiştir. Şimdi ise içtihatlar yapılırken çözüm arama öğretilmiş. Mesele kişisel mesele değildir, birlikte topluluğun meselesidir. Onun için burada رَبُّنَا denmiştir. Herkes kendisi kazanacaktır ama topluluk için kazanacaktır. Merkezi sistem ile ortaklık sistemleri arasındaki fark da buradadır.

الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (112)

elMuSTaGAvNu GaLAy MAv YaÖıFUvNa (eLMuSTaGAvNu GaLAv MAv YaFGaLUvNa)

“Vasfettikleriniz üzerine müste’andır”

İmalat içinde iyi olanlara vasıflı denir. Koşum hayvanlarına vasıf denir. 

و beraberliği, ص dayanıklılığı, ف eklemi ifade eder.

Birlikte işbölümü içinde iş yapan insan anlamındadır. Sonra iyi olsun kötü olsun özelliktir. Vasfedilenler bugün karşılıksız kâğıtlara karşılığı varmış gibi değer verenlerdir. Dünyayı bununla sömürüyorlar. Ekseriyet oyuna haklılık vasfını veriyorlar, dünyayı bununla dolandırıyorlar. Hâkimlerin tek taraflı kararlarına adil diyorlar. Aidatlı sosyal sigortacılığa sosyal güvenlik diyorlar. Bugünün müesseseleri kandırmacadır, hepsi sahtedir. Görünürde iyi iş yapıyorlar, gerçekte ise tam tersidir. İşçileri koruyayım derken çalışanları eziyorlar. Enflasyonu icat ediyorlar, sonra işçilere zam yapıp firmaları iflas ettiriyorlar, çalışanları işsiz bırakıyorlar.

Bunların bu hileleri o kadar ayarlıdır ki çaresi yoktur gibi gelir.

Ama biz diyoruz ki; bu sahtekârlığa karşı Rabbimiz müste’andır. Dayanışma ortaklığı müste’andır. Rab dayanışma ortaklıkları olarak tezahür etmektedir.

 

YORUM

Sure peygamberlerin kıssası ile insanlığın geçmişini anlattıktan sonra bize iki şey bırakıyor; içtihat ve dayanışma. İçtihatta hataya imkân sağlamak demektir. Hatadaki zararları giderecek bir kurum yoksa o hataya izin verilemez. Ancak dayanışma ortaklıkları içinde içtihatta oradaki hataya izin verilebilir.

Öz Türkçe ile:

“’Yetiştiricim gerçek ile yargıla ve yetiştiricimiz yaşatandır, nitelendirdikleriniz üzerine yardım istenilendir.’ dedi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Rabbim hak ile hükmet ve rabbimiz rahmandır, vasf ettikleriniz üzerine müste’andır diye kavletti.”

 

QAvLa RabBı iXKuM Bi eLXaqQı VaRabBuNa elRaXMAvNu elMuStaGAvNu GaLAy MAv YaÖıFUvNa

قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّ وَرَبُّنَا الرَّحْمَنُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ (112)

 

İstanbul


 

 



© 2024 - Akevler