1-6.AYETLER
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَ (1) مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ إِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَ (2) لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ وَأَسَرُّوا النَّجْوَى الَّذِينَ ظَلَمُوا هَلْ هَذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ أَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَأَنْتُمْ تُبْصِرُونَ (3) قَالَ رَبِّي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (4) بَلْ قَالُوا أَضْغَاثُ أَحْلَامٍ بَلِ افْتَرَاهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌ فَلْيَأْتِنَا بِآيَةٍ كَمَا أُرْسِلَ الْأَوَّلُونَ (5) مَا آمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ (6)
***
اقْتَرَبَ لِلنَّاسِ
EiQTaRABa Li elNAvSi (EiFTaGaLa Li eLFaGLi)
“Nâs için iktirab etti”
قِرْبَة suyun içine konduğu kap veya tulum demektir. Daima kişinin yanında taşındığı için yakın anlamında kullanılmıştır. Zamanda yakınlık veya nesepte yakınlık anlamına da gelir.
اقْتَرَب yaklaşmak demektir. Kendi kendine yaklaşmak anlamına da gelir. (İftial babı)
ق kuvveti, ر tekrarı, ب geçişi ifade eder.
قَرُبَ يَقْرُبُ 5. babdan gelir çünkü قرب bir hareketi değil bir hâli ifade eder. Yaklaşmak değil ‘yakın olmak’ manasındadır. اِقْتِرَبَ ise fiili ifade eder. Yaklaştı demektir. Zamanı içerir. Oysa sülasisi (قَرُبَ) durumu içerir.
Arapçada kelimeler mastarlarına göre farklı manalar taşırlar, mezid babların farklı mastarları yoktur. Bir tek mana için gelirler. Sülasilerin ise değişik manaları içeren farklı mastarları vardır. Ben bunların üzerinde durmadım, sizin durmanız gerekmektedir. Mastarlar zikredilmezse karine ile bilinmektedir demektir. Mastarlar zikredilmişse hikmeti araştırılmalıdır. (Mezit babların da birden fazla mastarı olabilir. Babın ismiyle uyumlu olup kurallı olanlara kıyasi, kural dışı olanlara semai mastar denir. Örneğin; نكر kökünün İfal babından hem kıyasi (إِنْكَار) hem de semai (نَكِير) mastarı vardır. Aynı manada kullanılır ama Kur’an’da yalnızca semai olarak geçer. Ancak سرر kökünün İfal babından hem kıyasi (إِسْرَار) hem de semai (سِرّ) mastarı Kur’an’da geçer. كذب Kökünün ise iki tane kıyasi mastarı Tefil babından aynı manada kullanılır. Biri تَكْذِيب diğeri ise كِذَّابdır. طَعَام ve إِطْعَام da bunun gibidir.)
اِقْتَرَبَ اِلَى ve اِقْتَرَبَ مِنْ kullanılır. اِقْتَرَبْتُ مِنْهُ demek ‘Ben ona yakın oldum’ demektir. اِقْتَرَبَ لِيَ ise ‘Bana yakın oldu’ demektir. Kur’an ise لِ ile getiriyor. لِ lehte olanları, عَلَى aleyhte olanları ifade eder. İnsanların hesap zamanları yaklaştı demek, ‘kötülük olacak’ demek değildir. Tam tersine ‘şimdiye kadar yaptıkları çalışmaların meyvelerini alacaklar’ demektir. Nuh’tan başlayıp uygarlaşmakta attıkları adımların hesapları görülecek, kendilerinin ücretleri bol verilecek demektir.
لِ harfini hesaba katmayan müfessirler bunu hep helak olarak yorumlamışlardır. Oysa Araplar helak olmadılar. Bugün de durum budur.
İnsanlık 60.000 seneden beri uygarlaşmaktadır ama meyvesini ancak yirminci asırda toplamıştır. Kur’an düzeni, üçüncü binyıl düzeni insanlığın rahat yaşayacağı, barış ve saadet içinde yaşayacağı bir düzen olacaktır.
حِسَابُهُمْ
XiSAvBuHuM (FiGAvLuHuM)
“Hesapları”
“Hesabı görmek” demek, Türkçede de kullandığımız gibi ödemeler yapmak demektir.
İnsanların atalarının kendilerine bıraktığı mirasın ödeme zamanı gelmiştir demektir. Artık insanlar büyük mirasa vâris olacaklardır. Mekke’nin Fethi ile bu büyük miras görülmeye başlanmıştır. Asgari olarak o zaman Arabistan’a barış gelmiştir ama bizim için asıl zaman yirmi birinci yüzyıldır, üçüncü bin yıldır. Kâfir olanlar istedikleri kadar dirensinler, insanlık saadetli üçüncü binyıla kavuşacaktır. İşçilik döneminden sonra zorunlu olarak “ortaklık dönemi” gelecektir.
Bize kulak vermeyen insanlara soruyorum. Tarihte uygarlaşmanın olmadığı bir dönem olmuş mudur? Her yeni asır yeni bir şey getirmiştir. Hiçbir şey yerinde durmamıştır. O halde işçilikten sonra ne gelebilir? Ortaklık değil mi? Ortaklıktan başka bir adayınız varsa söyleyin, biz de bilelim. O halde Kur’an’ın söylediklerini biz şimdi görüyoruz ve söylüyoruz.
Buradaki هُمْ zamiri الْنَاسَ’a gitmektedir.
حِسْبَة okun nişangâh kısmına denir. Mesafeye göre arpacığın yukarıya veya aşağıya tutulması gerekmektedir. Bunu başaran kimse hedefine ulaşır. Mekanikte hesap ilk olarak top atışlarında uygulanmıştır. “Hesap etmek” kesin olarak sonuçları elde etmek anlamına geldiği gibi zannetmek anlamına da gelir. “Zan” da kanaat anlamına gelir. Kur’an bu iki kelimeyi her iki şekilde de kullanmakta, böylece ilmi sonuçların yaklaşık ve olası olduğuna işaret etmektedir.
حسب Kur’an’da 109, حسم 1 defa geçer. Toplam 110 (2*5*11) eder.
حَسَب kümeler haline getirmektir. Bu sayede bölüşme mümkün olmaktadır. Onun için ödemeye ‘hesap görme’ denmektedir. Cezalar hesaptır, aleyhe hesaptır.
وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ
Va HuM FIy ĞaFLaTin (Va HuM FIy FaGLaTin)
“Ve onlar gaflettedirler”
غُفْل örtü demektir.
“Ğaflet içinde olmak” geleceği görmemek, olayların farkında olmamak demektir.
غفل 35, غبن 1 defa geçer. Toplam 36 (22*32) eder.
غ değişmeyi, ف mafsalı, ل belirliliği ifade eder.
غَفْلَة gelecek tehlikeyi görmemek olduğu gibi gelecek iyiliği de görmemektir.
Kur’an’ın insana getireceği saadeti fark edemiyorlar, bundan gafil durumdadırlar. İnsanlık gaflet içindedir. Kur’an’ın onlara ne söylediğinden haberleri yoktur. Uykuda olanı uyandırabilirsin, unutana hatırlatabilirsin ama gafil olan söylenen söze de kulak vermez, gafil olan olaylardan ders almaz.
Bugünkü enflasyona;
a) israf,
b) aşırı hizmet,
c) elinde imkân olmadan yapılan yatırım ve
d) dışarıya ödenen faiz sebep olmuştur.
Uyarılara kulak vermemişler, on beş senedir gaflet içindedirler. Bugün bile ortaya çıkan sonuçlara rağmen hala uyanmamışlardır.
Bugünkü insanlık da böyledir, böylesine gaflet deryası içindedir.
Erbakan dünyaya uzun uzun anlattı ama hala duyan yoktur.
Buradaki هُمْ zamiri النَّاس’a racidir. Kur’an nazil olduğu zamanki nâs Araplar, Romalılar ve Persler idi. İnsanlığa saadet geliyordu ama onlar bundan habersiz olarak gaflet içinde olmuşlardır. Kur’an gelmeseydi, insanlara kıyası öğretmeseydi, içtihadı tedvin etmeseydi, insanlık hala kendilerinin karanlık çağ dedikleri orta çağa devam edip giderdi.
مُعْرِضُونَ (1)
MuGRıDUvNa (MuFGıLUNa)
“Mu’riddirler”
فِي غَفْلَةٍ haber olabildiği gibi مُعْرِضُونَ‘in zarfı olabilir. ‘Onlar gaflet içinde i’raz ediyorlar’ anlamında olduğu gibi ‘onlar gaflet içindedir, mu’riddirler’ şeklinde de olabilir. Her iki mana da doğrudur. Haberden sonra haber olursa i’raz ayrı, gaflet ayrı olur. Gaflet içinde oldukları için iraz edenler değil de gaflet içinde iraz edenler anlamı çıkar bu durumda gaflet iraz’ın hali olur.
İnsanlar gaflet içinde Kur’an’a kulak vermiyorlar. Kur’an’ın onlara ne imkânlar getirdiğinin farkına varsalar koşa koşa ona doğru giderler. Bugün insan canavarlarla çevrili bir dünyada kimin kendisine saldıracağı korkusu içinde yaşamaktadır. En yakınlarından bile şüphe etmektedir. Şüphe etmese bile onlardan bir yarar gelmeyeceği kanaatindedir. Kâinatta kendisini yapayalnız görmektedir.
Oysa Kur’an düzeninde yaşayan insanlar çevredekileri hep dost görmeye başlarlar, çevrelerini genel ve sosyal güvenliği sağlayan insanlar olarak görürler. Düşmanına bile güveni vardır, söz verirse sözünde durur der, düşmanlığını bile erkekçe yapar.
Köylerde yaşamış benim gibi yaşlı kimseler bu durumları kısmen de olsa görmüşlerdir. Köyde birinin evi yandı mı bütün köylü birleşip ona yeni bir ev yaparlar. Şehirde ise borçlunun komşusu bekler ki komşu iflas etsin ve satsın da kendisi ucuz olarak alsın.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarının hepsi değil ama içlerinden bazısı böyle cennet apartmanları olacak. İsteyenler bu cennet gibi yapılara taşınabileceklerdir. Biz göremesek de içimizden görenler olacaktır. Allah bizi de cennette oralara yerleştirir inşallah.
YORUM
Kur’an’ın baştan sonuna kadar Allah sözü olduğunu ispatlama, Kur’an’ın merkezinde toplanmıştır. Bu peygamberlerden ve son peygamberden bahsetmektedir. Son peygamberi daha çok Kur’an’ı getirmiş olmasından dolayı zikretmektedir.
Bu surede nebilerden bahsedecektir. Girişte Kur’an düzeninden söze başlamaktadır. Bugünkü insanlar yeraltında kazılar yapmakta ve bu şekilde öğrenmeye çalışmaktadırlar. Bu arada Batılılar Kur’an’ı da ele almakta, İslam uygarlığını da öğrenmeye çalışmaktadırlar.
Ne var ki Kur’an’ı ilahi kelam olarak görüp ona göre değil de sıradan bir kitap olarak görmekte, İslam’ın kitabını sanki Kur’an yapmamış da başkaları yapmış gibi sıradan inceleme yapıyorlar. Kur’an’ın ilahi söz olduğunu baştan reddettiklerinden dolayı da Kur’an’ın ne dediğini anlamıyor, onu tefsir edenlerin tefsirlerini Kur’an olarak görüyorlar.
Oysa herhangi bir kitabı anlayabilmek için önce o kitabı yazanın dilini öğrenmek gerekir. Sonra onun kelimelere ne manalar yüklediğini araştırıp öğrenmek gerekir. Sözleri yanlış olabilir. Hatta kişi yalancı da olabilir ama önce onun ne dediğini anlamak gerekmektedir. Ondan sonra yanlış dersiniz. Varsa kanıtlarınız yalancı dersiniz. Onun kastettiği yalanı anlayamazsanız onu nasıl inkâr edecek yahut reddedeceksiniz.
Kur’an kendisi bu sözlerin ilahi sözler olduğunu söylemektedir. Kur’an’ı anlamanız için önce Kur’an’ı böyle okumanız ve anlamanız gerekir. Sonra onun hakkında karar veririz.
İşte bugünkü insanların gafleti budur. Biz Kur’an’dan anladığımız Adil Düzen’i anlatıyoruz. Bırakın İslamiyet’e karşı olanları, Kur’an ehli olduğunu savunan, hatta o hususta cihat yapan kimseler bile kulak vermiyorlar.
Derse başlıyorsunuz. Kur’an’ın cazibesine kapılarak derslere devam edenlerin sayısı yirmiyi, otuzu buluyor. Bir bakıyorsunuz bir münafık geliyor ve bir şey söylüyor, onun etkisiyle iki-üç kişiye kadar iniyorsunuz. Yani kendileri zaten öğrenmiyorlar, öğrenenleri de uzaklaştırmakla meşguller! Evet, insanlar bugün gaflet içinde i’raz ediyorlar.
Oysa birisi roman yazıyor. Hepsi olmamış olaylardır. Onu takip ediyorsun da, bugünkü uygarlığın kaynağı olan ve bin dört yüz yıldır milyonlarca insanın peşinden gittiği bir kitabı neden öğrenmek istemiyorsun? Bundan büyük gaflet olur mu?
Öz Türkçe ile:
“Herkes dalgınlık içinde yan çizerken sayışmaları yaklaştı.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Onlar gaflette mu’rid iken nâsın hesapları kendilerine iktirab etti.”
اقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَ (1)
***
مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ
MAv YaETiyHiM MiNnÜiKRin (MAv YaFGıLuHuM Min FiGLin)
“Onlara hiç bir zikir ityan etmez”
ذِكْر anma manasında olan köktür. Anmak, hatırlamak demektir, bir de birisinden söz etme anlamındadır. Sonra da söyleneni kavrama manasına gelir. Türkçedeki anma ile çok benzerliği vardır. ذَكَر ‘sert’ demektir, eğildikten sonra serbest bırakırsanız da o zekerdir. Eğdikten sonra yerinde kalırsa أُنْثَى denir. Batı dilinde elastik ve plastik olarak kullanılır. Bundan önceki surenin (Taha, 20/3) başında “Kur’an’ı haşyet edene sadece tezkir olarak indirdik.” diyor. تَذْكِرَة Tefil babıdır. Çok çok zikretme anlamındadır. Burada ise şimdi tezkirdeki çok zikirden herhangi bir zikir geçtiği zaman diyor.
Kur’an lafızları bir harfi bile değiştiremez ve kıyamete kadar öyle kalacaktır. Manası yani zikri yere ve zamana göre hatta kişiye göre, kişinin durumuna göre değişir. Bir matematik formülü gibidir. Hangi sayıları koyarsanız ona göre sonuç çıkar. Nekre üzerine gelen مِنْ türden birini (cinsin beyanı) gösterir. Marife olursa birinin parçalarından birini gösterir (teb’iz).
مَا عَمِلْتُ إِلَّا لَكَ demek ya ‘Senden başkasına amel etmedim’ demektir ya da ‘Amelim senden başkasının değildir.’ demektir. Biri amel ederken tahsis var, mamulü tahsis var. Burada da مَا nefy mâsı ise zikrin hedefe gelişi anlamındadır. Yahut zikirden her gelen anlamındadır. Sonuçta her iki mana da doğrudur. Müspet bir cümlede istisna caizdir. Örneğin رَأَيْتُهُمْ قَائِمِينَ إِلَّا زَيْدًا desem cümlem doğru olur.
مِنْ رَبِّهِمْ
MiN RabBiHiM (MiN FaGLiHiM)
“Rablarından”
رَبّ ‘terbiye eden’, ‘uygarlaştıran’ demektir.
Allah insanları zaif ve cehul yaratmış, onlara gücü ve bilgiyi adım adım vermiştir. Böylece insanlarda sosyal evrimi gerçekleştirmiştir. İnsanları uygarlaştıran peygamberler gelmiş, âlimler gelmiş, böylece uygarlık sağlanmıştır. Zikr peyderpey zamanla gelmiştir.
Kur’an’dan önce kitaplar gelmiş, o kitapları anlatan peygamberler gelmiştir.
Kur’an’dan sonra yeni kitap gelmeyecek, peygamberlerin yerine de Kur’an’ı yeniden yorumlayan âlimler gelecek, böylece insanlık kıyamete kadar eğitilecektir.
Buradaki هُمْ zamiri النَّاس’a racidir.
مُحْدَثٍ
MuXDaÇin (MuFGaLin)
“Muhdes”
“İhdas etmek” demek bir yeniliği ortaya koymak ve yaygınlaştırmak demektir. Uygarlaşma böyle sağlanmaktadır. Zamanla yeni şeyler ihdas edilir. İnsanlar önce avcılığı, sonra çobanlığı, sonra çiftçiliği ihdas etmişlerdir. Pazarı, ticareti, işçiliği ihdas etmişlerdir. Şimdi de ortaklığı ihdas ediyorlar. Bu ihdasları yapanlar peygamberler ve âlimlerdir. Uçağı ihdas etmişlerdir. مُحْدَثٍ ifal babının ismi mefulüdür.
حَدِيث kirlenmiş veya kapanmış şeyi parlattıktan sonra ortaya çıkandır. Taze meyve anlamına da gelir. “Hudus” pası kaldırma anlamına gelirken, “vakıa” ise suyun toplandığı çukur demektir. Suyun dolmasına “vuku’” denir.
حُدُوث ortaya çıktıktan sonra sürekli olarak genişleyen ve yayılan olaylara denir.
وُقُوع ise ortaya çıkıp kısa zamanda sona eren olaylara denir.
ح hareketi, د çevreyi, ث dağılmayı ifade eder.
Kur’an’da muhdes zikir olduğu gibi muhdes emir de vardır. Bir sözdür, bir olaydır.
İhdas edilmiş bir zikr gelirse yani ortaya çıkarılmış içtihadı ve icmai yapılmış bir olay ortaya çıkarılırsa, üstündeki yanlış manalar atılırsa denmektedir. İnsanlar kelimeleri mevzilerinden tahrip edip zamanla başka mana verirler ve Kur’an’ı anlamaz hale dönerler. Mümin âlimler çıkar, o yanlış anlamaları kaldırır ve Kur’an’ın gerçek manasını ortaya koyarlar.
إِلَّا اسْتَمَعُوهُ
EilLa iSTaMaGUvHu (EilLAy İsTaFGaLUvHUv )
“Onu istima’ etmeleri dışında”
“Sem’ etmek” işitmek demektir. İnsanlardaki diğer duygular hayvanlardaki gibidir. İnsandaki işitme ile hayvandaki işitme farklıdır. Hayvanlar sadece ses olarak işitirler. Oysa insanlar onun anlamını da işitirler. Görme de böyledir. Onlar yazıyı çizgiler olarak görürler, insanlar ise onun kavramını görürler. سَمِعَ da işitmedir, اسْتَمَعَ da işitmedir. سَمِعَ’da işitenin işiteyim diye bir derdi yoktur. Söyleyen söylediği için işitmedir. Birisinin ne dediğini öğrenmek için kulak vermek ise اسْتَمَعَ’dir.
Bu istima’da ya anlamak için istima’ ederler yahut ona karşı çıkmak, onunla eğlenmek için istima’ ederler. Nâs işte böyle yaratılmıştır, insanların yapısı böyledir. Söyleneni sırf eğlence olsun diye dinlerler. Yapılanları öyle karşılarlar.
Buradaki nâs tüm insanlar olabildiği gibi muhatabımız olan insanlar da olabilir. Yani peygamberlerin veya mümin âlimlerin anlattığı topluluklar olabilir. İkinci manayı vereceksek, bugün Kur’an düzenine yani Adil Düzen’e karşı çıkan kimselerdir. Türkiye’de ve dünyada herkes duydu ama onunla sadece eğlendiler, ciddiye almadılar. İşte onlar kastediliyor.
Biz burada ikinci manayı açıklayacağız. Nâstan murad, tüm insanlıktır. Çoğullarda istiğrak olsa da tekil gibi değildir.
الرَّجُل dediğiniz zaman ال istiğrak için ise istisnasız bütün adamlar girer veya الرِّجَال derseniz çoğulun istiğrakı olduğu için bir ikisi dışarıda kalır. Bu sebeple çoğulun istiğrakı tekilin istiğrakından azdır. Burada Nâs çoğul olduğu için peygamber ve müminler hariç tüm insanlar kastedilmiş olur.
İnkılaplara karşı direnme sürtünme kuvvetine benzer. Gidebilmek için sürtünme kuvvetlerini yenmek gerekir. Onun için tüm faaliyetimizde sürtünme vardır, sürtünme kuvvetlerinin hayati önemi vardır. Sürtünme olmasaydı adım atamazdık, araba gidemezdi, gemi karaya yanaşamazdı. İnsanlarda da inkılaplara direnme de sürtünme kuvveti kadar gereklidir. Yoksa her inkılaba uysalardı hiçbir kural oluşmazdı.
Demek ki direnme gücüne de ihtiyaç vardır. Bu ayete göre insanlar direnç gösteren varlıklardır. İnkılap yapanlar bu direnç gücünü yeneceklerdir. İki takım vardır. Kuvvete dayanarak direnenler, hakka dayanarak inkılap yapanlar. Sonunda hak kuvveti yener. Böylece araba nasıl çalışırsa, uygarlık da öyle gerçekleşir. Halkın direnmesini fizikteki sürtünme kuvvetine benzetme üzerinde biraz daha düşünürsek şeytanın görevini daha iyi anlarız.
وَهُمْ يَلْعَبُونَ (2)
Va HuM YaLGaBUvNa (Va HuM YaFGaLUvNa)
“Onlar la’b ederler.”
Buradaki وَ hal vavıdır. Fiil cümlesine isim cümlesi ekleyen Vav hal vavı olur. لَهْوًا لَعِبًا kelimeleri Kur’an’da birlikte geçen kelimelerdir. Burada hem ayrı ayetlerde geçmekte hem de biri fiil olarak diğeri de isim olarak geçmektedir.
Dillerin özelliği vardır. Hiçbir farklı kelime söylenişi aynı mana taşımaz. Mutlaka ayrı manaları vardır. رَأَيْتُ حَسَنًا وَهُوَ قَائِمٌ ile قَائِمًا رَأَيْتُ حَسَنًا arasında bir fark olmalıdır. Bu farkı bulabilmek için okumamış bedevi bir kadının veya çocuğun kullanış şekline bakılır yahut Kur’an’a bakılır. Kur’an böyle ikisini yan yana getirerek bize dili öğretti. لَاعِبِينَ demeyip de وَهُمْ يَلْعَبُونَ denmiş olması üzerinde düşünmemiz gerekir. La’b yarışlı oyundur. Birbirleri ile yarışırken istima’ ederler.
Bugün insanlar siyaset yapıyorlar ama sadece oyuncuların yaptığını yapmakta ve birbirlerini kötülemekte yarışmaktadırlar. O onun kötülüğünü öbürü de öbürünün kötülüğünü anlatıyor. Oyunda gaye nasıl sadece yenmek ise, bunlardaki siyasette de gaye karşı tarafı yenmekten ibarettir. Bunlar yeni gelen ilahi çözümleri de sadece oyuncuların oyunları olarak görürler, öylesine kulak verirler, onu uygulamayı düşünmezler. Siyasette de böyledir, herkes Dolar kazanmak peşinde, Dolar’ı bir yerde kullanmayı hedeflemekte. Bir şey yapmak için milletvekili olmazlar, sadece milletvekili olmuş olmak için milletvekili olurlar.
İnkılaba karşı direnenler bu direnmeyi sadece oyunu kazanmak için yaparlar. Bunun manası şudur. Yeni düzeni getirmek isteyenlere sabreder de yeniliği bir örnek olarak gösterirlerse, oyun olsun diye direnenler direnmekten vazgeçer, fevç fevç Allah’ın dinine yani düzenine gelirler. Şimdi on bin ortaklı Ar-Ge ortaklığı kurmaya karar verenler gerçekten cihat ederek bu işe koyulurlarsa, oyun olsun diye muhalefet edenler fevç fevç yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını kurmaya geleceklerdir.
YORUM
Birinci ayette “nâsın hesapları yaklaşmıştır” dedikten sonra, nâsın nasıl direndiğini ifade ederek hesabın görüleceği günlere gidilme durumunu anlatmaktadır. Yani hiçbir işi bir sonuç almak için yapmamaktadırlar. Kişi para kazanmakla uğraşır ama o paranın ne işe yarayacağını düşünmez. Kişi vali olmak ister ama niçin vali olduğunu bilmez.
Siz bu seminerleri okuyan müminler; sizler onlar gibi olmayacaksınız, bu seminerleri laf olsun diye okumayacaksınız. Öncelikle Kur’an’ın ilahi söz olduğunu bilmek için okuyacaksınız. Kur’an’ın ilahi söz olduğunu gördükten sonra onun söylediklerini yapmak için okuyacaksınız. Yoksa la’b ederek okumuş olursunuz.
Öz Türkçe ile:
“Yetiştiricilerinden onlara ortaya çıkan bir anımsatma geldiğinde onlar onu ancak oynamakta iken dinlerler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Onlara Rablarından hiçbir muhdes zikir ityan etmedi ki onu ancak la’b eder iken istima’ ederler.”
مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ إِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَ (2)
***
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ
LAvHiYaTan QuLUvBuHuM (FAvGıLatTan FuGUvLuHuM)
“Kalpleri lahiye olarak”
لَهَاة boğazdaki küçük dil demektir. لَهْو alet olarak çalgı demektir. Ses titreşimleri insan vücudunda dinlendirme ve uyutma etkisi yapmaktadır. Çocuklar ninni ile uyutulur. Eğlence ile insanların oyalanması لَهْو ile ifade edilir. ‘Oyaladı’ şeklinde tercüme edilebilir.
ل belirliliği, ه boşluğu, و birliği ifadede eder.
لعب bedeni, لهو ise kalbi olduğunu ifade etmektedir. Makam elde etme, para kazanma la’ibatla ifade edilmektedir. Karşı tarafı yenme, zengin olup başkalarını ezme tahakküm etme ise lehviyatla ifade edilmektedir.
Lahiye süreklilik halini ifade ettiği için isim olarak hal olmuştur. Diğeri ise fiil olarak bir oluş ile ifade edilmişse وَهُوَ قَائِمٌ derseniz ‘o sözü söylerken kaim idi, ayağa kalktı, söyledi’ demek olur. قَائِمًا derseniz ‘o zaten kaim idi, bunun için kıyam etmedi’ anlamı çıkar. Aksi de olabilir.
Başka ayetleri karşılaştırarak kesin sonuca varmalısınız. Siz başka fark bulabilirsiniz. Ben sizin düşünmenize katkıda bulunuyorum, benim dediğim doğrudur demiyorum.
وَأَسَرُّوا النَّجْوَى
Va EaSarRuv elNaCVAy (Va EaFGaLu eLFaGLAv)
“Ve necvayı ısrar ettiler”
نَجْوَى kenara çekilip başkasının duymayacağı şekilde görüşmedir, ayrılma anlamındadır. نَجَاة ise tehlikeden kurtulma anlamındadır. سَرِير ‘sedir’ demektir, ‘altına bir şeyler koyup göstermek’ anlamındadır.
نَجْوَى toplantıları içerir. Necvayı israr etmek demek gizli toplantıları yapmak demektir. نَجْوَى kapalı toplantıdır, إِسْرَار ise gizliliktir.
Çağın tüm oturduğu sistem gizliliğe dayanır. Gizli anlaşmalar, gizli hesaplar, gizli eş olmalar… İşte böyle durumlarda uyarır.
Biz Akevler’de her toplantıyı açık yaptık. Parti toplantılarımız da açık olmuştur. Hiçbir gizli toplantı yapmayacağız. Herkese açık olacaktır toplantımız. Kapalı toplantılar yapabiliriz ancak sonuçları açıklamak zorundayız.
الَّذِينَ ظَلَمُوا
elLaÜıNa JaLaMUv (elLaÜIyNa FaGaLUv)
“Zulmeden kimseler”
الَّذِينَ ظَلَمُوا ifadesi أَسَرُّوا fiilinin faili değildir. Mübteda veya haber olabilir. Müfessirler çok tartışmışlar; haldir demişler, faildir demişler. (Bedel olmaya da uygundur)
Bize göre mübtedadır veya haberdir. Mübteda ise haberi olan قَالُوا mahzuftur. Eğer haber ise o zaman da mübteda olan هُمْ mahzuftur. İki manaya da delalet etsin diye bu şekildedir. ‘Onlar zalimdirler’ yahut ‘zalim olanlar böyle dediler’ manası verilmiş olur.
Kur’an’da böyle iki manaya gelsin diye hazifli cümleler çoktur.
Yukarıda sayılanlar tüm insanlardır. Farkında olmadan herkes Adil Düzen’i oyun olarak ya da eğlence olarak karşılıyor. Onların içinde zalim olanlar yahut onların hepsi bir de zikr üzerinde konuşmazlar, kişi üzerinde konuşurlar.
هَلْ هَذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ
HaL HavÜAv BaŞaRun MiSLüKüM (HaL HAvÜAv FaGaLun FiGLuKuM)
“Bu sizin misliniz bir beşerden başkası mıdır?”
Böyle derler. Zikri anlamaya veya zikri eleştirmeye girmezler. Orada mağlup olacaklarını bildikleri için zikri getirene saldırırlar. Adil Düzen’i değil de Erbakan’ı kötülerler.
Yazılarımıza tenkitler gelir ama hep bana saldırırlar, görüşlerim hakkında bir şey söyleyemezler. Oysa peygamberler ve âlimler, ‘ben sizin gibi beşerden başkası değilim’ derler.
Biz kendimiz için “günahsızız, hata yapmayız” demiyoruz. Sizden istediğimiz, söylediklerimize kulak verip kendi aklınızla değerlendirmenizdir; söyleyeni değil söyleneni değerlendirmenizdir. Bunu hiçbir zaman yapmazlar.
Bediüzzaman Risaleler yazdı. İsterdik ki; biri çıkar, söylediklerimizi “şu nokta yanlıştır” diyerek eleştirir. Onlar ise yazarını (Bediüzzaman’ı) hapishaneye attılar, öldüğünde ölü bedeni kaçırdılar ama Risaleler şimdi onların başına dert olmuştur.
أَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ
EaFa TaETUvNa elSiXRa (Ea Fa TaETUvNa elSiXRa)
“Sihre mi ityan ediyorsunuz?”
Sihre mi ityan ediyorsunuz yani büyüye mi katılıyorsunuz?
بِ ile gelirse ‘sihir mi yapıyorsunuz’ manası çıkar, بِ’siz gelince ‘siz sihre mi kapılıyorsunuz, büyüleniyorsunuz’ manası çıkar.
Bize düşen uygulayıp göstermektir. Yine onlar inanmayacaklar. Bu da sihirdir diyecekler ama nâs inanmaya başlayacak. Sonra nâs birden o taraftan bu tarafa geçecektir. Peygamberlerin bile ümidinin kesildiği anda Allah’ın yardımı yaklaşmıştır. Arkadaşlarımın bile bugün ümitleri kesilme noktasındadır.
Kur’an sihir değildir, onun manaları da sihir değildir.
وَأَنْتُمْ تُبْصِرُونَ (3)
Va EaNTuM TuBÖıRUvNa (Va EaNTuM TuFGıLUvNa)
“Ve siz ibsar etmekte iken”
Göz göre göre büyüleniyorsunuz.
Bir gün Ankara’ya gittim. Gündüz Sevilgen ile dolaşıyoruz. O benden on yaş küçük. Birlikte çalışıyoruz. İlimde henüz yarım seviyede. Baktım, o milletvekilidir diye arkadaşlarım bana ikincilik muamelesi yapıyorlar. Allah rahmet eylesin, o çok samimi bir Müslümandı. Bir saat bile benden üstün olduğu davranışında bulunmadı ama bakıyorum, beş vakit namaz kılanlar bile bir makama gelince kendilerini diğer insanlardan üstün tutuyorlar. Oysa makam, namazdaki imam gibidir. Namazda kim imam olursa ona uyulur, namaz bitince o da hepsi gibi olur. Elbette görevli yetkilidir ama bir kimse bir yere/makama geldi mi ilmi artmaz. Zenginlik de böyledir, zengin olanlar bize hep yukarıdan bakmışlar, hükmetmek istemişlerdir. Bu sebepledir ki ben makamda olanlardan hiçbir şey talep etmem, gördüklerimden bir şey beklemem, ancak çok samimi gördüklerim ile ilgilenirim. Erbakan’la hep ilgilendim. Erdoğan’la ilgileniyorum. Diğerlerine Allah emrettiği için, tebliğ yapmak amacıyla sıkıntı içinde giderim.
Zikri getiren âlimleri halkın nazarında kötüleyerek başarıya ulaştıklarını sanıyorlar. Akevler.org sitemizde 2000 okurumuz varken 200’e düştü. 15 Temmuz’un marifeti budur. Bu durum bende asla bir ümitsizlik doğurmadı. Aksine, 200 okuyucu bulma imkânını sağladığı için Allah’a hamd ediyorum. Siz buna rağmen seminerlerimizi takip ediyorsunuz, size müjdeler olsun, siz gerçekten hak için cihat ediyorsunuz, Allah sizden razı olmuştur.
Evet, baskılara rağmen Kur’an’ı bırakmayanlar imtihanı kazanmışlardır.
YORUM
Demek ki inkılaba giderken insanlar direnecekler, birçok fonksiyonunu yitirmiş müesseseleri yaşatmaya devam edeceklerdir.
Namaz kılacaklar ama bir oyalanma ve bir eğlence olarak kılacaklar. Onun bir işe yaradığını düşünemeyecek, namazı niçin kıldıklarını bilemeyecekler. Faiz haramdır diyecekler, paradan faizden kaçsalar bile sabit işçilik maaşı, sabit kira ve haraç faizdir demeyecekler.
Tarikata intisap edecekler ama baş mürit olmak için uğraşacaklar, hayırda yarışmada değil haset içinde çatışmada olacaklar. Yetmiyormuş gibi bir de işleri güçleri kişileri kötülemek olacak, zikrin üzerinde durmayacaklar.
Size cevap vermeyecekler, sizi kötüleyecekler.
İnternette Süleyman Karagülle diye arama yaparsanız “18 yaşındaki kızla evlendi” diye yazdıklarını görürsünüz. Benim yaptığım suçmuş gibi haber yaptılar. “Kanunlara aykırı olmasın diye imam nikâhı yapmadım, eşlik sözleşmesi yaptım.” dedim. Sözlerimi yayınlamadılar ama bir daha kimse benimle röportaj yapmadı. Bizim bunlara karşı ne yapmamız gerekiyor, nasıl olacak da insanlar bu çıkmazdan hidayete gelecekler?
Kur’an’ı okuyup kelimelere manalar verdikçe sonunda çıkış yolları da görülecektir.
Öz Türkçe ile:
“İçleri eğlenendir ve görüşmeleri gizlediler, ezen kimseler. Bu sizin benzeriniz bir kimseden başkası mıdır? Göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?”
Kur’an kelimeleri ile:
“Kalpleri lahiye olarak necvayı ısrar ettiler, zalim olan kimseler. Bu sizin misliniz bir beşerden başkası mıdır? Basar ederken sihre mi ityan ediyorsunuz?”
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ وَأَسَرُّوا النَّجْوَى الَّذِينَ ظَلَمُوا هَلْ هَذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ أَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَأَنْتُمْ تُبْصِرُونَ (3)
***
قَالَ
QAvLa (FaGaLa)
“Kavl etti”
قَالَ fiilinin faili هَذَا’nın raci olduğu zamirdir. İşaret edilen beşerdir. ‘Böyle söyleyince o da böyle dedi’ anlamındadır. Oradaki zamiri biz şimdi Muhammed alabiliriz. Musa’nın kıssası gibi kıssa anlatmaktadır. Bugünkü alimleri de ona kıyas ederiz. Yahut bugünkü alimler de olabilir, bugün söyleyenleri anlarız, biz öyle anlıyoruz. Tabii ki o anlayış da doğrudur.
“Bu nasıl Kur’an’a mana verebilir? O âlimler asra yakın idiler, onlar bizden çok daha iyi biliyorlardı.” diyorlar bize. Söyledikleriniz doğru ama Allah o gün de vardı, bugün de vardır. O gün de âlimlere vahyetti bugün de vahy ediyor. Onlara vahy edilenlerden bizi ilgilendirdiğini onlardan alıyoruz. İcmalara uyuyoruz.
Ancak yap-işlet-devret modeli meşru mudur değil midir diye onlar nasıl bileceklerdi? Biz bu sorunları çözüyoruz. Biz 1400 sene öncesinde yaşamıyoruz, şimdi yaşıyoruz. Ondan sonra dağlar kadar uygarlıklar oldu, her şey değişti. Bugünkü sorunları biz onlardan elbette daha iyi çözeriz çünkü onlardan daha çok şey biliyoruz ve bu çağ içinde yaşıyoruz. قُلْ Kıraati ile de bize şimdi emir olmuş olur.
رَبِّي يَعْلَمُ الْقَوْلَ
RabBIy YaGLaMu eLQaVLa (FaGLIy YaGLaMu eLFaGLa)
“Rabbim kavli ilmeder”
Rabbim kavli ilmediyor.
الْقَوْلَ burada marifedir ve necvada sır ettikleri kavldir. “Onların sırlarını bilir” demiyor da “Onların sır olarak söylediklerini bilir; onların ne söylediklerini bilir” diyor.
Bugün dünya necva içinde, Rothschildler ayrı necvada, Pentagon ayrı necvada, Rusya ayrı necvada, Çin ayrı necvada. Bunlar süper güç. Bir de geçmişte güç iken şimdi ikinci sırada olanlar var. Onlardan necvada olmayan bir Türkiye var ama ne hikmetse ezbere hareket eder ama hep galip gelir. Kıbrıs çıkarması var. Ordu emir almış ama uçakları kaldıramıyor çünkü ABD yedek parçalarını vermiyor. Türkler helikopterlerle çıkarma yapmaya karar veriyorlar. Onların parçaları verilmiş durumda. Türklerin böyle bir akın ve çıkartma yapacağını biliyorlar. Pilotlarımız helikopterleri yukarıya çıkarmıyorlar, alçaktan uçmak zorunda kalıyorlar. Rumların uçaksavarları ancak yüksekte uçanları vurabiliyor. Helikopterleri vurma şansları yok. Dünyada yok. Kıbrıs böylece fethediliyor.
Allah bize diyor ki; siz dünyanın necvasına bakmayın Biz onların necvalarını biliyoruz. Siz Kur’an’ın emirlerini yerine getirin, zikre, Adil Düzen’e, ortaklık ekonomisine sahip çıkın diyor. Onlara da diyoruz ki; bedava tantana yapmayın, siz bizi yenemeyeceksiniz çünkü biz zikre uyuyoruz.
Bu sebepledir ki AK Parti’ye diyoruz ki; Kur’an nurunu tamamlayacaktır. Ortaklık ekonomisine geçilecektir. Hicret demokrasisine geçilecektir. Kredileşmeye geçilecektir. Hakemliğe geçilecektir. Allah size imkân verdi, gelin bu nizama geçin de yücelerden yücelere yükselin. Yok, geçmek istemezseniz aşağılardan aşağılara inmiş olursunuz. Allah bu iktidarı sizden alır, başkalarına verir ve sonra onlar sizin gibi olmazlar.
Bunun anlamı nedir?
Yedek takım da vardır ve Allah istediği zaman onları devreye sokar.
فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ
Fi elSaMAEi Va eLEaRWı (Fi eLFaGaLı Va eL FiGLi)
“Sema ve arzda”
السَّمَاءِ burada marife gelmiştir. السَّمَوَاتِ değil de السَّمَاءِ olarak gelmiştir. Bir semadaki kavli bilir, arzın semasındaki kavli bilir. Bu da uyduların olduğu ve uydularla yansıtılan kavillerdir. Yani şifreli şifresiz bütün yayınları bilmektedir demektir. فِي harfi ceri tekrar edilmemiştir. Ses ile arzda söylenen bir sözü bilir anlamındadır çünkü elektronik dalgalarla yayılan kavillerin çoğu yerde söylenmekte, uzaya taşınmakta veya uzaydan taşınmaktadır.
Kur’an’ın mucizesi burada çok açık görülmektedir. Bir tarafta çağımızdaki olayları anlatırken çağımızın yaygın tekniğine de işaret ederek, bu işin asrımızda olacağına da işaret etmektedir. Kâinat kastedilseydi فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ denirdi. Gök ve yerdeki ayrı ayrı kavilleri bilir deseydi, “gökteki kavli, yerdeki kavli bilir” denirdi. Hayır, “gök ve yerdeki kavli bilir” diyor.
Burada şunu öğreniyoruz. Pilotsuz uçaklara verilen komut da bir kavldir. Diyelim ki bir araçtasınız. Yanlışlıkla “Bundan sonraki durak Zeytinburnu’dur” dedi ve siz indiniz. Sonra anlaşıldı ki orası Bakırköy’müş. İşletme kaybedilen zamanı tazmin etmek zorundadır. Bedellerini de iade etmek zorundadır.
Bundan10 asır önce bir müçtehit bu ayete bu manaları nasıl verecekti?
وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (4)
Va HuVa elSaMIyGu eLGaLIyMu (Va HuVa eLFaGIyLu eLFAGIyLu)
“Ve âlim olan semi O’dur.”
‘O semidir ve alimdir’ ifadesinde de oluşmayı değil olmayı ifade eder. Harfi tarifle (ال) gelen haber olduklarından ‘her şeyi işitendir, her şeyi bilendir’ anlamındadır.
Bundan önceki cümle fiil cümlesidir. Bu cümle ise isim cümlesidir. O halde bu وَ hal vavıdır, “Rabbim” kelimesinin halidir. İsim cümlesidir, dolayısıyla oluşu değil olmayı ifade eder ve böylece ‘Her şeyi bilen yalnız O’dur’ anlamı çıkar.
Buradaki الْعَلِيمُ haber de olabilir, السَّمِيعُ ‘nun sıfatı da olabilir. Yani yalnız duymaz, aynı zamanda ne söylediklerini de bilir. Cümle ifade etmese bile kastettiklerini bilmektedir, uzay haberleşmelerindeki bütün şifreleri çözmekte ve her şeye vakıf olmaktadır.
YORUM
Fethullah Gülen Sermaye’nin tuzağına kapıldı. Onlar yaptılar, Gülen’e fatura ettiler.
Akevler niye tuzağa düşmedi?
Akevler başka hiçbir hesap yapmadı. Sadece Kur’an’a uydu. Gizli hiçbir işi olmadı. Görüşme yaptıkları zaman ben şöyle söyledim; bana söylediğiniz her şeyi her yerde söylerim, ben sizin yalancınız olamam. Söylememi istemediğinizi bana söylemeyin. Her yerde söyleyemeyeceğim bir sözü kimseye söylemedim. Dolayısıyla çok rahat yaşadım. Hiçbir zaman ‘ağzımdan kaçırdım’ demedim. Ağzımdan bir iki veya biraz daha fazla ‘eşek’ gibi hakaret kelimeleri çıkmıştır ama hemen özür dilemişimdir. Bazen kişinin aleyhinde konuşmuşumdur, sonra onu gördüğümde yüzüne söylemişimdir.
Suçunuzu itiraf ederseniz, ahirette çekeceğinize burada çekin, ayrıca itiraf ettiğinizden dolayı da sevap alın.
Öz Türkçe ile:
“ ‘Yetiştiricim yer ve gökteki sözü bilir ve işiten, bilen odur.’ dedi”
Kur’an kelimeleri ile:
“Rabbim sema ve arzda olan kavli ilmeder ve âlim olan semi’ O’dur diye kavletti.”
قَالَ رَبِّي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (4)
***
بَلْ قَالُوا أَضْغَاثُ أَحْلَامٍ
BaL QAvLUv EaWĞAvÇu EaXLAvMın (BaL FaGaLUv EaWĞAvÇu EaXLAvMin)
“Yok, ehlamın edgası diye kavl ettiler.”
بَلْ kelimesi kendisinden önce gelen cümleyi değiştirmeden, tasdik etmeden yeni cümle söylemek içindir. Mesela, ben torunlarım Ahmet ile Mehmet’i karıştırırım. Ahmet geldi derim, aksine Mehmet geldi olur. O zaman ben بَلْ kelimesini kullanırım. İkisi de gelmiş olabilir. Kur’an’da böyle yanlış olmayacağına göre Kur’an acaba neden بَلْ kelimesini kullanmaktadır? بَلْ kelimesi كَلَّا kelimesine benzer. كَلَّا‘da ‘öyle değil böyledir’ anlamı verilir. بَلْ’de ise daha önce söylenenin daha şiddetlisini söyleme anlamı vardır.
“İslamiyet’te demokrasi ve laiklik vardır” cümlesi yanlıştır, “demokrasi ve laiklik yalnız İslamiyet’te vardır” şeklinde ifade etmek gerekir oysa Sermaye toplulukları ikiye bölüp çatıştırmak ve cahil bırakarak yönetmek ister. Bunun için değişik görüşlü medyayı oluşturur. Onlar birbirlerine saldırınca onları farkında bile olmadıkları yollardan destekler, ilanlar verir, yayınlarını satın alır ve yakar. Bunu o organı yönetenler bilir. Farklı görüşler ise insanları birleştirir, anlaştırır, aralarındaki düşmanlıkları bile makul olur. Bunu Sermaye böyle önler.
Ocak Medya böyle yapıyor ama hala yazıları Fehmi Koru seçiyor, hala eleştirileri kendisi ayıklıyor, tek seçici olunca ister istemez sonunda tek sese dönüşür.
Bunu çözmek için medya organı kooperatif olmalıdır. Okuyucular ortak, yazarlar yazıcı ortak olmalıdırlar. Ortakların istediği kimselerin yazıları yayınlanmalıdır.
“Kişiler kötü değil, düzen kötüdür” dediğimiz zaman, biz işte bunu kastediyoruz.
Bunlardan lehven laib yapanlar “sihir yapıyor” demişlerdir. Bununla yetinmezler. Daha da etkili söz söylerler. “Anlaşılmıyor, karışıktır” derler, “Çelişkili rüyadır” derler.
ضِغْث çöplerden yapılmış demettir.
ضغث 3, ضءن bir defa geçer. Toplam 4 (22) eder.
ض zararı, غ değişmeyi, ث düzeni ifade eder.
حَلِيم meme ucu, meme başı, yumuşak deri demektir.
حلم Kur’an’da 21, حلي 9 defa geçer. Toplam 30 (2*3*5) eder.
“Helva” tatlı demektir.
ح hareketi, ل belirliliği, م enginliği ifade eder.
İnsanın bilinci beyindeki elektirikî devrelere dayanır. Ruhsal olayların devreler içinde yerleri tespit edildiği halde hafızanın merkezi bulunamamıştır. Bunun dört boyutlu uzay içinde depolandığı görüşü vardır. Rüya da hafıza gibidir beş boyut içinde yer almaktadır. Rüya bir tür paravandır, zihin melekelerinin normal çalışıp çalışmadığının kontrolüdür. Bilgisayarlar açılıp kapandıkça düzelir. İnsan beyni de rüyada açılıp kapatılarak sağlıklı çalışması sağlanır. Rüyadan sonra yeniden kurulmuş olur. حُلْم nedir, herhangi bir tabiri yoktur. Rüya kelimesi ile ifade edilenin görülmesi iki önemli hususu taşır. İnsan ruhu beklenmedik olaylarla karşılaşınca birden ne yapacağını şaşırır. Beyinle olan irtibatı kesilir. Bu duruma düşmesi için rüyalarla insan iyi veya kötü haberlere alıştırılır. Şok olmaz. Bunun dışında insanların üstünde durması ve düşünmesi için gelecekte olan olay temsilen haber verilir. Bu ikinci tip rüya yorumlanır ve doğru manalar çıkarılabilir. Freud bütün rüyaları ehlam kabul eder. Yorumcular da bütün rüyaları yorumlarlar. Müspet ilim henüz rüya tabirini ilmileştirememiştir.
Herkes gördüğü önemli rüyayı yazmalı. Sonra gecelediği biçimiyle yorumlamalı. Bunları kaynak kabul edenler birleştirip ilim yaparlar. Bu ilmi öğrenenler de sonradan yorumlarlar.
Hayaller de böyledir. Bir problemin çözümü de hayal, bir projenin çizimi de hayaldir.
بَلِ افْتَرَاهُ
BaL iFTaRAvHu (BaL iFTaGaLaHUv)
“Yok, onu iftira etti”
Bunların tartışma usulleri budur. Bir şeyi ispat edemediler mi başkasına geçerler. Onlar hiçbir delil getirmezler, söylerler insanlar inanır. Savunamadılar mı başka şey söylerler. Siz elli ispat getirirsiniz, o tartışmadan bir şey söyler, onun aksini ispat sana düşer. Hâlbuki söyleyen söylediğini ispat etmek zorundadır. Sermaye bunu sağlar, sen ispat edersin, “bu ilmi değildir” derler.
Biz partiyi yeni kurmuştuk, Adil Düzen’i kendileri ile tartışmak istedik. Yazı yazdık, “partimiz sizinle bu konuları tartışmak istiyor, bizi aydınlatın” dedik. Cevap verdiler; biz ilimle uğraşırız! Onlara göre sadece Sermaye’nin dediği ilimdir, diğer söylenenler iftiradır.
فَرّ, فَرْو ölü hayvanın derisi, soluk renk demektir. “Firar etmek” korkup kaçmak anlamına gelmektedir. “İftira etmek” rengini değiştirme anlamından bir kimsenin yapmadığını yapmış göstermek demektir. فَرَّار ‘cıva’ demektir.
ف mafsalı, ر tekrarı, ي kolaylığı ifade eder.
Biz Kur’an’ı delilleri ile yorumluyoruz. Bunun anlamı budur diyoruz. Sonra ona göre sistem oluşturuyoruz. Sonra ona göre amel ediyoruz. 50 senedir uyguluyoruz. Kooperatifimiz tüm saldırılara ve ortakların desteklerini kesmelerine rağmen bugün devam ediyor.
Onlar 1960’tan beri kaç defa anayasa değiştirdiler. Hala değiştirmektedirler. Biz iftira etmiyoruz, onlar hiçbir delile dayanmadan her yıl kendileri söylediklerini değiştiriyorlar. Biz iftira etmiyoruz, onlar şirkin içindedirler. Hiçbir delile dayanmadan, ne dini ne de ilmi olan kurallar Sermaye’nin çıkarınadır diye diye değiştirip duruyorsunuz. Altmışlarda yazdığımız kitaplar var. Okuyun ve bize deyin ki; dün böyle diyordunuz, bugün böyle diyorsunuz. Diyemezsiniz. Sizin ise tutarlı ve savunduğunuz bir şey yok! “Ortak akıl” diye ortaya çıktınız, sonra çok söz mü, tek söz mü diye savundunuz. Biz ne diyoruz; istişareden sonra tek söz. Seçilen değil, istişare edilerek sonunda tek söz ve bu söz de yargı denetiminde olacak.
Bakın, siz iki dönemde tam zıtları savundunuz.
Biz ise uzlaştırıcı sözümüzü 1400 sene değil, belki beş bin senedir söylüyoruz.
بَلْ هُوَ شَاعِرٌ
BaL HuVa ŞavGıRun (BaL HuVa FaGıLün)
“Yok, o şairdir”
شَاعِر şair demektir, şiir söyleyen demektir.
İnsanın beyninde dil öğrenme mekanizması vardır, farkında olmadan öğrenir. Bir çocuk düzgün cümleler kurarak fasih konuşur. Bilgisayarda yazarken yanlışlar kırmızı çıkar. İnsan beyni de böyledir, yanlış söylerse kırmızı işareti gelir. Dinleyen de kendisi de yanlış söylediğini bilir. Bazı insanlarda bu meleke çok daha ileri gitmiştir. Türkçede hece sayıları aynı uzunlukta olan cümleler kurulur. Araplar ise uzun hecelerle kısa heceleri alt alta getirirler. Çok daha zor bir sanattır. Hatta şairler bunları söylerken kendileri farkında olmazlar. Nasıl düzgün konuşan grameri bilmeden düzgün konuşursa, şairler de şiirin kurallarını bilmeden şiirin kurallarına uygun söylerler. Şairler hoş söz söyler ama genellikle çok fakir kimseler okurlardı çünkü insan beyni eşit melekelere sahiptir. Normal insanlar da birleşip kap misali hepsi birbirine eşit olur ama bazı insanlarda melekelerin bir veya birkaçı yüksek olur, diğerleri vasat seviyenin altında olur. Mesela, bende böyledir. Muhakemem vasatın üstündedir, hafızam ise vasatın altındadır. Resim yapma kabiliyetim hiç yoktur. Ne bakarak ne de bakmadan asla bir insanın resmini çizemem ama geometrik şekiller üzerinde ise vasatın üstünde düşünürüm. Şairler de böyledir, dil melekeleri gelişmiştir, diğerleri vasatın altında kalmıştır.
Bu hususu bilenler gelişmiş melekeleri kullanır başarı elde ederler, gelişmemiş melekeleri kullanmaz başkalarından yardım alırlar. Eksikliği hissedilmez. Bazı kimseler vardır ki bunlar bunun farkına varamaz, bir konuda zeki olan her konuda zeki olduğunu sanır ve buna göre davranır. Bazen kendilerini başkalarından aşağı görürler. Bazen de kendilerini başkalarından üstün görürler. Doktorlar bunlara hasta diyorlar. Oysa bunlar hasta değil, melekelerini iyi kullanmayan kimselerdir. Bence bunlar eğitimle tedavi edilebilirler. Bunların içinde bazıları çevreye zarar verecek kadar aşırı durumda olurlar, işte bunlar hastadırlar.
Zekâ hiçbir zaman biyolojik olamaz, ruhsaldır. Ancak beyindeki devrelerin gerek fıtri gerek kesbi seviyesiyle insan zeki veya gabi olabildiği gibi ruhi yapısında da farklılık vardır. Dolayısıyla değişik sahalarda ruhen de zeki olabilirler. Bunun üzerinde deneyler geliştirilebilir ve ilmi sonuçlara ulaşılabilir.
Sonuç olarak insanlar veya bazı kimseler bazı şeyleri körü körüne savunur veya karşı çıkarlar. Mümin âlimler ise her söze kulak verir ama sonra kendi görüşlerine uyarlar. Başkalarına karışmazlar. Eğer zarar veriyorlarsa onları hakemlerden oluşan mahkemeye verirler ve mahkeme kararına da direnmeden uyarlar.
فَلْيَأْتِنَا بِآيَةٍ
Fa eLYaETiNAv Bi EAvYaTin (Fa eL YaFGıLaNAv Bi FaGaLin)
“Bize bir ayet ile ityan etsin”
Daha önce gelen resuller ve nebiler kendilerinin peygamber olduğunu gösteren mucizeler gösterdiler. Kur’an’ın resulü ise Kur’an’dan başka mucize göstermedi. Göstermediği bu ayetlerle bilinmektedir. Yoksa cevap olarak “İşte gösterdi” derdi, “Ay yarıldı ya” derdi.
Hayır, Peygamber’in Kur’an’dan başka ayeti yoktu.
Kur’an’la Araplar müslim ve mümin oldular. Böylece Araplarla bizim aramızda birlik vardır. Biz de Kur’an’a inanıyor, sonra peygambere inanıyoruz. Onlar da öyle yaptılar.
كَمَا أُرْسِلَ الْأَوَّلُونَ (5)
KaMAv EuRSiLa eLevVaLUvNa (KaMAv EuFGıLa eLEavVaLUvNa)
“Evvelkiler irsal olunduğu gibi.”
Burada الْأَوَّلُونَ erkek kurallı çoğul gelmiştir. Bu şu manayı taşır ki; Kur’an’ı getiren resul, ondan önceki resullerin mucizelerini taşımamaktadır. Her resul bir mucize ile geldi. Muhammed de Kur’an mucizesi ile geldi. O şimdi bizim de mucizemizdir.
Nuh gelmiş ve ilk medeniyeti kurmuştur. Bu kavmi bir medeniyet idi.
İbrahim gelip kavmi medeniyeti beşeri medeniyete çevirmiş, insanlara ilmi öğretmiş.
Sonra Musa geldi, insanlığa şeriatı öğretti.
Sonra Davut geldi, insanlığa sanatı öğretti.
Sonra İsa geldi, insanlığa laikliği öğretti.
Sonra da Kur’an geldi, bunların hepsini birleştirip uygarlığı öğretti.
Birinci Kur’an uygarlığı ile insanlık bugünkü seviyeye ulaştı. İnsanlık önce ısı makinelerini icat etti. Sonra elektriği keşfetti. Sonra bilgisayarları buldu. Şimdi kromozomlarla canlıların yapısını keşfetmiştir. Ulaştırma, haberleşme, aydınlanma (elektrik) ve bilgisayar insanlığı birden uygarlaştırdı. Teknikteki bu uygarlaşmayı Batılılar başardılar.
Tarım dönemi ilkel hukuku bugünkü sorunları çözmüyor. Şimdi yeni uygarlığın ileri hukukunu Kur’an’a dayanarak ortaya koyacağız. Bunun için önce Semt Kooperatiflerinde araştırma ve uygulamalar yapacağız. الْأَوَّلُونَ dediğimizde peygamberli uygulamaların hepsi evvelundur demiş oluruz. Şimdi yeni bir peygamber gelmeksizin yeni uygarlığı kuruyoruz.
YORUM
Biz uygarlığı şöyle tarif ediyoruz; satılan ürünün üretilen ürüne bölünmesi ile elde edilen şey uygarlaşmadır. Bugün teknik bakımdan bu gerçekleşmiştir. Artık kimse ürettiğini tüketmiyor. Hemen herkes ürettiğini satıyor, tüketeceğini satın alıyor. Uygarlaşma 1’e yaklaşmıştır. Ne var ki bunun hukuk kısmı oluşturulmadığı için insanlık krizler yaşamaktadır. On bin ortaklı Ar-Ge çalışmaları ile bu dönem aşılacaktır. Akevler bu teorisini 50 senelik çalışması ile hazırlamıştır. Şimdi bu teoriyi bu Ar-Ge ortaklığı ile pratiğe dönüştürecektir. Asrın sonunda insanlık Adil Düzen işletmelerine kavuşmuş olacaktır inşallah.
Öz Türkçe ile:
“Yok, o düşlerin karışığı yok onu o uydurdu, yok o ırcıdır dediler. Daha önce gönderilenlerde olduğu gibi bize bir kanıtla gelsin.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Yok, ehlamın edgası. Yok, onu iftira etti. Yok, o şairdir. Evvelkilerin irsal olunduğu gibi bize bir ayet ile ityan etsin diye kavl ettiler.”
بَلْ قَالُوا أَضْغَاثُ أَحْلَامٍ بَلِ افْتَرَاهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌ فَلْيَأْتِنَا بِآيَةٍ كَمَا أُرْسِلَ الْأَوَّلُونَ (5)
***
مَا آمَنَتْ قَبْلَهُمْ
MAv EAvMaNaT QaBLaHuM (MAv EaFGaLaT FaGLaHuM)
“Onlardan önce iman etmediler”
Genel olarak insanlar yeniliklere direnirler. Bu sürtünme kuvvetleri ilkesi nedeniyledir ama hakkı getirmek isteyenler de sonunda hep galip gelirler. Bu da takdiri ilahidir. Böyle olmayıp da hak mağlup olsaydı yani mikroplar galip gelseydi yeryüzünde canlı olmazdı. Kuvvet galip gelseydi insanlık yok olurdu.
Sonunda hastalar ve işe yaramayanlar elenecek, sağlamlar hâkim olacaktır.
Bugünkü durumu düşünün. Üçüncü cihan savaşı başlayacak. İnsan değil bitkiler bile kalmayacak. Bunu başaran olmayacaktır. Sosyal tufan olsa bile yeryüzü yeniden Kur’an nuru ile dolacaktır. Başka bir durum Allah’a inanmamak ve kâinat gerçeğini hayal kabul etmek olur. Mikroplar fertleri ortadan kaldırabilirler ama nesli yok edemezler.
مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا
MiN QaRYaTin EaHLaKNAvHAv (Min FaGLaTin EaFGaLNAvHAv)
“Helak ettiğimiz hiçbir karye”
Helakı karyeye yani yere yapıyor. قَوْمٍ demiyor. Allah kavmi helak etmiyor, kentleri helak ediyor. Bir topluluk kesin olarak değişmiyor.
Türklerde bir söz vardır; eski köyde yeni adet kurulmaz, eski köye yeni âdet getirilmez diye. Yenilik yapacaksanız yeni köy, yeni karye kurmanız gerekir.
Bir karye de ortalama 100 aileden oluşur. Aşiret on ailedir. Karye 10 aşiretten oluşur. Demek ki bir karye 100 aileden oluşur. On katlı yüz lojmanlı apartman demek oluyor.
أَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ (6)
EaFaHuM YuEMşiNUvNa (EaFaHuM YuFGıLUvNa)
“Onlar mı iman edecekler?”
Gerek Millî Görüşçüler gerekse Nur şakirtleri eski köye yeni adet getiriyorlar. Oysa bu mümkün değildir. Bizim Akevler olarak onlardan ayrıldığımız husus bu olmuştur.
Beraber yola koyulduk. Kooperatife ortak olacaklarına, yeni kooperatifler kuracaklarına, Sermaye ile bir olup bizi ezmeye çalıştılar. Bizden ayrıldılar. Bizim arkadaşlarımız makinalar getirdiler, zengin oldular. Biz bir avuç insan 50 senedir Kur’an düzeni için çalışıyoruz. Sermaye ile siyaset bize karşı idi.
Biri yani sosyalizm bitti, kapitalizm de can çekişiyor. Millî Görüşçü ve Gülencilerden biri bitti, diğeri sırada. Akevler küçük ama sağlam olarak varlığını devam ettiriyor. On bin ortakla da ikinci 50 yılını başarı ile dolduracaktır inşallah.
YORUM
Ayet bize çok açık ve net olarak eski karyelerde/köylerde Kur’an şeriatının gelmeyeceğini bildiriyor. Yapacağımız çok sade ve basit. Yüz lojmanlı işyeri apartmanları kuracağız. Yüz adet ahşap evlerden oluşan dinlenme siteleri kuracağız. Bunu müslimler kuracaklardır. Buraya müminler hicret edecek ve çağımızın sanayi inkılabının şeriatını yaşamaya başlayacaklar. Bunun için çalışılıyor. Bunların başarısı ile sonra herkes kendisi bu apartmanlar ve dinlenme sitelerini kuracak. Üçüncü binyıl uygarlığına böyle geçilecektir.
Sermaye bizi boğmaya çalışıyor ama elli yıldır hep kendisi boğuluyor. Bundan elli sene önceki durumu düşünsün, bugünkü hali düşünsün. Ne durumda olduğunu görsün. O gün kilise ve medresenin durumu ne idi, şimdi nedir? Ona göre elli sene sonra ne olacağını hesaplayabilir ve kendi akıbetini görebilir. Timsahın iki çenesinden biri şimdi nerede?
Akevler’i de böylece karşılaştırabilirsiniz, elli sene evvel nerede idi, şimdi nerededir? İki katını alın ve elli sene sonraki durumu görün. Bünyamin Demir hala siyaset mezbeleliğinde dolaşmaya devam ediyor. Her Pazar gelecekler diye bekliyorum. Ufukta kervan görülmüyor. İnşallah AK Parti’yi de o çukurdan çıkarıp onlarla beraber gelirler.
Öz Türkçe ile:
“Daha önce çökerttiğimiz köylerden inanan olmadı. Bunlar mı inanacak?”
Kur’an kelimeleri ile:
“Onlardan önce helak ettiğimiz hiçbir karye iman etmedi. Onlar mı iman edecek?”
مَا آمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ (6)
İstanbul;