7-13.AYETLER
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَمَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ إِلَّا رِجَالًا نُوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ (7) وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِدِينَ (8) ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَأَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَاءُ وَأَهْلَكْنَا الْمُسْرِفِينَ (9) لَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (10) وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَأَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا آخَرِينَ (11) فَلَمَّا أَحَسُّوا بَأْسَنَا إِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَ (12) لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُوا إِلَى مَا أُتْرِفْتُمْ فِيهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْأَلُونَ (13)
وَمَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ
Va MAv EaRSaLNAv QaBLaKa (Va MAv EaFGaLNAy FaGLaKa)
“Ve senden kabl irsal etmedik”
Kur’an’ı getiren resule hitap etmektedir. Âdem’den başlayıp Muhammed’de sona eren vahiy 60 000 senelik bir uygulamadır. Cebrail onlara öğretti, onlar da insanlara öğretti, böylece insanlar kendi kendilerini yönetecek seviyeye ulaştı. Artık vahiy kesildi. Nasıl baliğ oluncaya kadar anne babası çocuğu yetiştirir, ondan sonra yani yetiştikten sonra artık kendi işlerinde kendisi karar verirse, benzer durum insanlık için de söz konusudur.
Kur’an bunun nasıl olduğunu tarihteki gelişmelerle bildirmiştir.
Birinci Kur’an uygarlığı peygamberli son uygulamadır. Üçüncü binyıl uygarlığı yeni bir peygamber gönderilmeksizin yapılacak ilk uygulama olacaktır. Peygamberin kurduğu düzeni sahabeler ve müçtehitler birinci Kur’an uygarlığı döneminde yaşattılar. Peygamber sadece kurulurken vardı. Onlar bize örnek uygulama bıraktılar. Yenilik kurulmada vardır. Yoksa sonrası birinci Kur’an uygarlığının benzeridir. Bu sebepledir ki onların icmaları bizi de bağlıyor. Oysa bizim icmalarımız bizden sonrakileri bağlamamaktadır. “Onların” dediğim zaman ilk asırların icmalarını kastediyorum. Yoksa sonraki bin yıllık icmaların bizi bağlaması, ilk asır icmalarının da bizim için icma olması ancak bizim onların icma ettiklerine icma etmemizle olur.
İcma ve kıyası delil kabul etmediğiniz zaman İslamiyet diye bir şey kalmaz.
Ancak icmanın da ağır şartları yerine gelmelidir.
İrsal (إِرْسَال) ile ba’s (بَعْث) vardır. İrsalde sadece elçilik vardır. Ba’sda ise yetki de vardır.
Hükümdarlar uygulama mebusudurlar. Teşride ise resuller yasa yapamazlar ama yasayı kendileri yorumlarlar. Kanun hükmünde kararname bunun için geçersizdir. Yorumlamanın da denetlenmesi için yargı üstünlüğü vardır ve bunun için gereklidir. Bunun için yargı, hakemlerden oluşmalıdır.
Ne kadar sade ve kesin hükümler, değil mi? Hiç çelişki var mı?
إِلَّا رِجَالًا
EilLAv RiCAvLan (EilLAv FiGAvLan)
“Ricalden başkasını”
Bir topluluk ağaca benzer. Ağacın kökleri vardır, gövdesi vardır, dalları vardır, yaprakları vardır, çiçekleri vardır, meyveleri vardır.
Topluluğun yaşlılardan oluşan meclisi ağacın kökleridir. Dayanışma ortaklıkları ve partiler gövdedir. Devlet dallardır. Yapraklar çalışanlardır. Kadınlar çiçektir. Çocuklar meyvedir. En şerefli görev kadınlara verilmiştir, onlar insan üretiyorlar. Ondan sonra çalışanlardır, bunlar çocukları üretenlere hizmet ediyorlar. Bunlardan hiçbiri diğerine hâkim değildir. Hizmetçi yoktur, hâkim de yoktur. Herkes kayyumdur. Ne hükmeder ne de hükmolunur.
Bu tespit yapıldıktan sonra ikinci kurala geçilir.
Herkes kendi işinde görevlidir. Herkes görevli olduğu işlerde yetkilidir ve yetkili olduğu kadar da sorumludur, sorumlu olduğu kadar da hak sahibidir.
Kadınlar görevlerini yapabilmek için küçük topluluklar kurmak zorundadırlar. Yoksa hem çocuklara bakmak hem de temizlik ve yemek pişirme işlerini yapamazlar.
Bizim “aşiret/ocak” dediğimiz küçük sosyal topluluğu kadın ve erkekler beraber kurarlar. Kadın ile erkek eşittir. Şartlar oluştuğunda ve durum gerekli olduğunda kadın da başkan olabilir, namaz da kıldırabilir, cemaate imam da olabilir.
Evin nafakasını erkekler temin eder. Bununla beraber kadınlar da çalışıp kazanırsa, savaş gibi durumlarda üretim işlerini de onlar yapabilir. O halde kadın da erkek gibi işletme sorumlusu olabilir. Sadece kadın evin masraflarına katılma zorunda değildir.
Bucaklarda ise kadınlar güvenlik sağlamakla yükümlü olmadıkları gibi askerliğe de gitmek zorunda değildirler. Cuma namazına katılabilir ve kılabilirler, geçerlidir, ayrıca öğle namazı kılmazlar ama kadınlara Cuma namazı farz değildir. Kendilerine farz olmayan, dolayısıyla sorumlu bulunmadıkları işlerde başkanlık yapamazlar, Cuma namazının imamı olamazlar. Diğer tüm kuruluşlar birer bucak kuruluşu olduğu için de il başkanı ve devlet başkanı olamazlar. Allah kitabı ve peygamberleri bucak, il, devlet ve insanlık oluşturmak için göndermiştir. Dolayısıyla kadınlardan resul gelmemiştir ama Meryem bir nebidir. Kadından nebiler olmuştur. Bu sebepledir ki kadın komutan olmaz ama hakem olur ve aldığı kararla insan asılır. Yargı üstünlüğünü düşündüğümüzde kadınlar da sosyal görevlerde en şerefli görevi her zaman alabilirler. Bugün ise ağacın kökleri yukarıda, kadınlar aşağıda. Yönetim yargının üstünde olduğu için kadınlar da görev istiyorlar. Kadın hakları ortaya çıkıyor, çocuk hakları ortaya çıkıyor. Oysa Kur’an düzeninde çocuk ve kadın hakları dışında yalnız görev var. Hak dolayısıyla var. Asıl hak sahibi çocuklar ve kadınlardır. Kadın hakları, çocuk hakları diye bir şey yoktur. İnsan hakları var, başka da hak yok. Devlet hak değil de görev sahibidir. Bu sebepledir ki başkanlar şirketi mufavade ile devlete ortaktırlar, mirasları çocuklara değil haleflerine kalır.
نُوحِي إِلَيْهِمْ
NUvXIy EiLaYHiM (NuFGıLu EiLaYHiM)
“Onlara vahy ediyoruz”
Onlara vahyettik demiyor da onlara vahyediyoruz diyor.
Hâlbuki مَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ mazi olarak gelmiştir.
İlk baktığınızda bu, uyumsuz bir cümle gibi görülür. Oysa burada çok derin hükümler vardır.
Birincisi; risalet bitmemiştir, bundan sonra da devam edecektir.
İkincisi; bundan sonra gelecek resuller de erkek olacak, onlara da vahyolunacak. (içtihat ve icma). Bundan sonra bucak başkanları erkek olacak.
Böyle hükümler çıkarabiliyorsanız Kur’an’ı anlıyorsunuz demektir.
فَاسْأَلُوا
Fa iSEaLUv (iFGaLUv)
“Sual edin”
سءل kökü ova manasında olan سَهْل kelimesinin kökü ile akrabadır. ‘Dilenerek kazanmak, kolay kazanmak’ anlamında olduğu için dilenmek de sual etmekle ifade edilir. Sorup öğrenme de böyledir. İşi kolayca çözmek demektir.
Burada فَ harfi getirilmiştir. Bir cümle فَ harfi ile atfedildiği zaman birinci cümlenin manasını taşımaktadır ama kendisi birinci cümlenin illeti aranmaksızın ifade eder. İçtihattaki kuralları unutmayın:
a) Eğer iki cümle arada harf olmadan bağlanmışsa bu iki cümle birbirinin aynı manasını taşır. Birbirlerini tamamlamaktadırlar demektir. Farklı manalar taşımamaktadırlar.
b) Eğer وَ harfi ile bağlanmışsa, ikinci cümle birinci cümleden farklıdır. İkinci cümle kendi başına aynı illeti taşıyanlara kıyasla delalet eder. İllet kıyasla hüküm genişletilebilir.
c) Eğer إِلَّا ile birleşmişse istisnadır. İstisnada ise kıyas yapılmaz. Birinci cümleyi daraltamaz.
d) Eğer فَ harfi ile gelmişse genel kural konmuştur. Birinci cümleye özgü değildir. Buradaki emir cümlesi فَ ile geldiği için yalnız bu konuda değil de her konuda soru sorulmalıdır. فَ harfi bunun için çok önemli yük taşımaktadır. Her konuda soru sormalıyız.
أَهْلَ الذِّكْرِ
EaHLa elÜiKRi (EaHLa eLFiGLi)
“Ehli zikre”
Kur’an’da kelimeler kullanılır. Onları sıraladığınız zaman bir sistem ortaya çıkar.
Ümmî var, Sâil var, Âmil var, Ehli Zikr var, Fakih var, Rasih var.
Bizim çırak, işçi, usta, hoca, üstad, pir dediklerimizdir bunlardır.
Ümmi ancak yanında bir nezaretçi varsa iş yapar.
Sâil birisi ona iş verirse kendi başına işe devam edebilir, başkasına nezaret edebilir.
Âmil izinli olduğu işlerde kendi başına işe başlar ve bitirir, başkalarına iş verebilir.
Ehli zikr ise kendi başına projeyi okur, âmile gösterir, onu imtihan ederek ona o işte izin verir. Proje yapamaz. Ehli zikr sorulan kimsedir.
Fakih belli kurallar içinde proje yapabilir ve bilinen konularda fetva verebilir.
Rasih ise proje kurallarını koyar, projenin nasıl yapılacağını anlatır.
إِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ (7)
EiN KüNTuM LAv TaGLaMUvNa (EiN KuNTuM Lav TaFGaLUvNa)
“İlm etmiyor idiyseniz”
إِنْ şart harfidir. إِنْ جِئْتَ أُكْرِمُكَ ‘Gelirsen sana ikram ederim’ anlamındadır.
Yalnız iki şekilde söylenir. Birincisi, önce şartı sonra karşılığını söylersin yahut önce şartın karşılığını söylersin, sonra şartı söylersin.
İkisi arasında büyük fark vardır. Önce söylersen, ‘gelmezsen ikram etmem’ demektir. Şartı sona aldığında ‘Ancak gelirsen ikram edebilirim’ demektir.
Birincisinde şart vücub içindir. İkincisinde ise şart ruhsat içindir. Birincide, ‘gelirsen bana ikram farzdır’ demektir. İkincisinde ise ‘ikram edebilmem için gelmen gerekir’ demektir.
Burada şart sonradan geldiği için sorabilmek için bilmemen gerekir, biliyorsan sormazsın, o zaman kendi bildiğinle amel edeceksin. ‘Herkes kendi içtihadı ile amel etmek zorundadır’ hükmü buna dayanmaktadır.
Usulde kural vardır. Bir konuda uygulama yaparken içtihadı yaparsın. Tam kanaat getirirsen de uygularsın. Kanaatinde isen sormazsın. Buna usulde “nass” denmektedir. Kanaatin tam değilse, uygulamadan sonra kendi dayanışma sorumluna sorar fetva istersin. Buna “zahir” denir. Bilmiyorsun ama araştırdıktan sonra bileceğine kani isen yine sormazsın. Kendin içtihat edeceksin. Buna usulde “hafi” denmektedir. Sorunu çözüp çözemeyeceğini bilemezsen muhayyirsin, ister sorar beklersin ister çözmeye çalışırsın. Buna “müşkül” denir.
İşte bu ayet bu hükümleri öğretmektedir.
İzmir Akevler Sitesi’ni kurarken 20 dönüm yer aldık. Belediyeden elektrik istedik. Arsa parası kadar para istediler. Biz de TEK’ten almaya karar verdik. Yeşilyurt Belediyesi’nden izin istedik. Demokrat Partili başkan izin vermedi. CHP’li başkan vekili vardı, vekâlet ediyordu, mühürsüz bir kâğıda imza attı. TEK’e gittik. Necmettin Erbakan aracı oldu. Nuri Kodaman isimli CHP’li bakan izin verdi. TEK’e başvurduk, direkler dikildi, hat çekildi. İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar hattın geçtiği birini, orada olmayan birini ayarlattı, şikâyet ettirdi. Karar çıktı, durdurma emri geldi. TEK görevlisi “Ben bağlarım, ondan sonra tebellüğ etmiş olurum.” dedi. Bağladı ve elektriği aldık. Mezkûr kişi adına aleyhimize dava açıldı. Dava devam edip durdu. Bedelini takdir edecek ve hattımız devam edecekti ama karar vermek istemezler. Bilirkişiye havale ederler, rapor altı ay sonra gelir. “Enflasyon oldu” der yeniden gönderirler. Böyle yirmi sene süren dava bitmedi. Sonunda oralardan imar geçti, istimlak edildi de dava düştü.
İstanbul’da Ali Bülent Dilek arkadaşımızın şehrin ortasında 5000 metrekarelik yerleri var. Biz anlaştığımız zaman 40 (kırk) yıllık dava idi. Yeni müşteri devreye girdi, güya çözdü. On sene daha geçti, hala davada; bu da 50 senelik bir dava!
İşte bu ayet bunu reddediyor. Fıkıhçılar da reddediyorlar.
YORUM
İslamiyet’te dayanışma ortaklıkları vardır, bugünkü sigorta gibidir. Bunlar eğitirler. Bunlar teminatlı diploma verirler. Bunlar kişilerin kefilidir.
Eğer İslami bir düzen olsa, Ali Bülent Dilek devlete dava açar, “40 senedir bu yerimi kullanamadım. Benim arazimin dört tarafı imar edildiği halde ben imar edemedim. Buranın imarı 20 sene önce bitti, ben şu kadar zamandır inşaat yapamadım, şu kadar zararım var” der. Devletten tazminat alır. Bu ruhsatı vermeyen görevlileri tazminat ödemeye mahkûm eder, kendilerinden veya vârislerinden tahsil eder.
Batılılar hukuklarına önce Kıbrıslı Zenon’dan Tevrat’ın hükümlerini öğrenerek başladılar. Sonra Hıristiyan oldular Jüstinyanus’un (Justinianus diye yazılır) kodeksleri ile hukuklarını geliştirdiler. Sonra İslam’ın akit/sözleşme sistemini aldılar, böylece bugünkü modern hukuk doğdu. Bin sene sonra tedvin edilen Batı hukuku İslam hukukunun yanında acınacak durumdadır. Teknikte ne kadar başarılı oldularsa hukukta o derece başarısızdırlar.
“Adil Düzen” dediğimiz ortaklık hukuku ile, doğu batıya yeniden üstün olacaktır.
“Türkiye’siz olmaz” diyorlar. Yanlış söylüyorlar. “Kur’an’sız olmaz” diyecekler. “Kur’an’ın bu ilmi de şimdilik Türkiye’de Adil Düzen çalışanlarında vardır.” demelidirler.
Bu seminerleri takip eden kardeşlerimiz bu konuları tartışmalıdırlar. Hasan Özket’te Molla Hüsrev’in Mir’at’ının güncelleşmiş usul kitabı vardır. Onu okumanız gerekmektedir. Beşikten mezara ilme gerek vardır. Günümüzü ilgilendirmeyen konular atılmalı, günümüzü ilgilendiren konular okunmalıdır.
Bu sebepledir ki bugünkü ilahiyat camiası kendi yazar, kendi okur. Bin yıl önceki şarkıyı söylemezler, sadece anlatırlar.
Bunu Erbakan kavradı ama aşamadı. Erdoğan ise henüz kavramış bile değildir ama bugün çok güçlüdür; anlar ve isterse, Türkiye’yi değil dünyayı da değiştirebilir, üçüncü binyıl uygarlığını getirebilir. Bunu bilen Sermaye onu Akevler’den uzak tutuyor.
Öz Türkçe ile:
“Ve senden önce kendilerine bildirdiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Bilmiyorsanız anlayan olanlardan sorunuz.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve senden kabl kendilerine vahyettiğimiz ricalden başkasını irsal etmedik. İlm etmiyorsanız zikr ehline sual ediniz.”
Va MAv EaRSaLNAv MiN QaBLiKa elLAv RiCAvLan NUvXIy EiLaYHiM FaSEaLUv EaHLa eüÜiKRi EiN KuNTUM Lav TaGLaMUvNa
وَمَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ إِلَّا رِجَالًا نُوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ (7)
***
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا
VaMAv CaGaLNAvHuM CaSaDan (Va MAn FaGaLNAvHuM FaGLaN)
“Ve onları ceset ca’l etmedik.”
جَسَدًا burada müfret gelmiştir. جَعَلَ fiili isim cümlesindeki mübteda ve haberi birinci ve ikinci mef’ûl yapar. Bu nedenle isim cümlesindeki murabakat kuraları burada da geçerlidir. İsim cümlesinde haber ile mübteda eğer haber camid isimse mutabık olmayabilirler. Burada da هُم çoğul olduğu halde جَسَدًا tekil olarak gelmiştir. İnsan ceset olmaz çünkü insan canlıdır. Canlılar ise ceset olamazlar.
Buradaki وَ fiili أَرْسَلْنَا’ya atfetmektedir. هُمْ zamiri de رِجَالًا’e racidir.
جسس yere uzanan kütüktür. س’nin د’a dönüşmesi ile ‘ölü canlı bedeni’ veya ‘canlı heykeli’ anlamındadır.
جَسَد heykel demektir. Canlılar gibi görünür ama canlı değildir.
ج toplanmayı, س mekânda diziyi, د çevreyi ifade eder.
Canlı varlıkların ölüleri veya heykelleri cesettir. Cansız varlıkların yapıları cisimdir. Maddenin ilk harfi م ‘dir. Çünkü madde çekim kuvveti ile sonsuza kadar gitmektedir. م enginliği ifade ediyor. د sınırlılığı ifade eder. İnsanın cesedinin kesin sınırları vardır.
Ben harflerin manalarına işaret edip geçiyorum. O anda aklıma geleni yazıyorum. Lütfi Hocaoğlu ve Tayibet Erzen arkadaşları ile birlikte bunun ilmini yapmaktadırlar. Allah isterse onlarla çalışacak yeni arkadaşlar da gönderir, bunun üzerinde çokça tartışır, benim söylediklerimin üstünde ilmi yorumları yapar ve insanlığa sunarsınız. İnşallah…
لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ
Lav YaEKuLUvNa elOaGAvMa (LAv YaFGaLUNa eLFaGaVLa)
“Taamı ekl etmezler”
Bu cümle جَسَدًا’nin vasfıdır. لَا يَطْعَمُونَ demiyor. ءكل’ye طعم getirmektedir çünkü ekl taamı da içine alır. Bu tür fillerde cins masdarı kullanmak daha beliğdir. “Ekletmek” aynı zamanda tüketmek demektir.
Canlı demek Güneş’ten gelen yüksek enerjiyi kullanarak onun düşmesi ile elde edilen enerji ile düşük maddeyi düzene götürmedir. Yükseğe çıkarmadır. Ağıza alıp da kanda veya karaciğerde depo edinceye kadarki zaman birinci dönem sonra onu kullanıp ısı olarak dışarıya çıkarmak ikinci dönemdir.
Şimdi ben diyorum ki, bu iki safhadan birinde yalnız طعم var, ءكل yok. Diğerinde ise hem ءكل hem طعم vardır. Düşünüp tartışın bakalım hangisi ekl hangisi taamdır diye. (ءكل tüketmek demektir, sadece yemek için kullanılmaz. Enteral ve parenteral beslenmeler ءكل olur, طعم’ı kapsar. طعم ise oral beslenmedir, sadece yemeği tüketmek demektir.)
Canlılar birlikte önce Güneş enerjisini kimya enerjisi olarak depolarlar. Birbirlerine devredebilirler. Sonra depolanan enerjiyi kullanarak iş yaparlar, ışık enerjisini ısı enerjisine dönüştürmüş olurlar. Taam ile ekli beraber getirmekle birinde yalnız taam, diğerinde ise hem ekl hem taam vardır.
وَمَا كَانُوا خَالِدِينَ (8)
Va MAv KAvNUv PAvLiDIyNa (Va MAv FaGaLUv FAvGıLIyNa)
“Ve halid de değildiler.”
Canlıların cansızlardan başka bir farkı müsemma ömürlerinin olmasıdır. Canlıdan canlıya değişen bu ömür civarında yaşar ve ölür. Buna “mukadder ecel” diyoruz. Bu ayet canlının iki temel özelliğini söylemektedir.
Canlı bile olmayan heykel veya Dolar nasıl mabut olabilir? Bugün Dolar’a tapılmakta, bir de heykellere tapılmaktadır. Bazı insanlar mezarda tapınıyorlar diye bizim de onu yapmamız gerekmez.
Erbakan hükümetinin en büyük hatası Anıtkabir’e gitmekti. Mustafa Kemal’i yıldönümlerinde anabilirlerdi ama heykellerine tazim ile değil de onun inkılaplarını anlatarak, onları güncelleştirerek, nasıl uygulandıklarını anlatarak yapabilirlerdi bunu. Örnek olarak muasır medeniyetin fevkine nasıl çıkılacağı anlatılabilirdi. “İstikbal göklerdedir” denerek ölüm günlerinin birinde bir fabrika açılabilirdi. Celal Bayar Mustafa Kemal’in inkılaplarının canına okudu, onu tanrılaştırdı, biz de hala tapıyoruz!
Adil Düzen iktidar olduğu zaman Mustafa Kemal’in inkılaplarını gözden geçirecek, güncelleştirecek ve devletimizin kuruluştaki ilkeleriyle kendi siyasetini oluşturacaktır. Heykellerini kıracak, Sermaye’nin insanlara taptırma oyununa yalnız Türkiye’de değil dünyada da son verecektir.
YORUM
İnsanın hayvanlardan farkı düşünen bir varlık olmasıdır. Diğer üç meleke yani his, irade ve ünsiyet bütün canlılarda vardır ama fikretme yani düşünme yoktur.
Köyümde bir deyim vardır, “hayvanların aklı vardır ama fikri yoktur” derler.
Fikir yalnız insanlarda vardır.
Arıda tat veya köpekte olağanüstü koku alma var. Arılar bugün bizim yapamadığımız balı, mumu ve poleni üretmektedirler. Akılları bu hususta bizden fazladır, milyarlarca arı vardır ama o ilk arının yaptığından bir zerre daha ileri bir şey yapamıyorlar. İşte, ondan farklı olan bu fikirdir ve sadece insana hastır. Uygarlık fikirle doğuyor, fikirle gelişiyor.
“Ehli zikre sorun” demesinden sonra bu ayetin getirilmesi, peygamberlerin de bizim gibi fikir sahibi olduğunu ve uygarlıkta da o sayede görev aldıklarını ifade ediyor. Bizim de onlar gibi olduğumuzu, Allah’ın hepimizin yanında her zaman var olduğunu teyit etmiş oluyor.
Öz Türkçe ile:
“Ve onları yemek yemez kalıplar yapmadık ve kalıcı da değildiler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve onları taamı ekletmez cesetler olarak ca’l etmedik ve halid de değildiler.”
Va MAv CaGaLNAvHuM CaSaDan Lav YaEKuLUvNa elOaGAvMa Va MAv KAvNUv PAvLiDIyNa
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِدِينَ (8)
***
ثُمَّ
ÇümMa
“Sonra”
ثُمَّ أَرْسَلْنَاya atıftır. Önce irsal ediyor. Vaatlerde bulunuyor. Uzun zaman sonra vaadi gerçekleştiriyor. Mekke’de vaat etti, 13 sene sonra Medine’de devlet kuruldu ve 23 senede Arabistan fethedildi. Bir asır geçmeden İspanya fethedildi, İran’daki Sasani Devleti yıkıldı. Bu, Allah’ın Kur’an’da bize olan vaadidir. Kur’an’da “Allah nurunu tamamlayacaktır.” diyor.
Birinci adımı atmış bulunuyoruz. Küçük cihadı kazandık, büyük cihada sıra geldi. Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını kurduğumuz zaman Medine’ye hicret etmiş olacağız.
Buradaki ثُمَّ’nin manası budur. Bu işler birden olmaz. Üçüncü binyılın sağlam oturması için çile çekmemiz gerekiyor.
Yeni uygarlığın kurulması için;
a) Uygarlığı kuracak kadromuz henüz tamamlanmamıştır.
b) Üçüncü binyılın fıkhı daha yazılmamıştır.
c) Muhasebesi oturmamıştır.
d) Plan ve projeli çalışmaya geçilmemiştir.
İşte bunun için çalışmalarımız yavaş gidiyor. Akevler Adil Düzen çalışanları imtihan edilmektedir. Dünya imtihandadır.
صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ
ÖaDaQNAvHuMu eLVaGDa (FaGaLNAvHuMu elFaGLa)
“Vaadde onları sıdk ettik”
الْوَعْدَ burada marife gelmiştir. وَعْدًا demiyor, “Vaade sadık kaldık.” diyor. Vaat marifedir, sonunda resullerin galibiyet vaadidir. Çatışma devam edecek ama sonunda resuller galip geleceklerdir. Mikroplarla varlık hücreleri hep savaşırlar. Elenir elenir ama sonunda varlık hücreleri galip gelir. Galip gelmişlerdir ki bugün yeryüzünü canlılar kaplamıştır. Evrimleşerek devam ediyor. İman edenler galip gelecek ki insanlık devam etsin.
صَدُقَة Kocaların eşlerine sadakat karşılığı verdikleri mihirdir.
Topluluğun başkana olan sadakatini göstermek için verdikleri vergidir.
صدق 155, صدع 5 defa geçer. Toplam 160 (25*5) eder.
ص dayanıklılığı, د çevreyi, ق kuvveti ifade eder.
وَاعِد yağmur bulutu demektir. Yağmur yağmadan önce bulutlar kararmakta, yağmur yağacağını haber vermektedir. Va’d etmek yapacağı bir iyiliği bildirmek, söz vermektedir. Yapacağı bir kötülüğü bildirmeye ise وَعِيد denir.
وعد 151, وعظ 25 defa geçer. Toplam 176 (24*11) eder.
و birliği, ع uyumluluğu, د çevreyi ifade eder.
فَأَنْجَيْنَاهُمْ
Fa EaNCaYNAvHuM (Fa EaFGaLNAvHuM)
“Onları inca ettik”
Resulleri necata erdirdik. Tüm saldırılara ve tehlikelere karşı necata ermişlerdir. İman edenlere karşı girişilmiş saldırılarda sonunda müminler necata ermişlerdir. Şehitler olmuştur. Cemaat olarak her zaman iman edenler galip gelirler.
Yirminci yüzyıl savaşında olanları böyle değerlendirmemiz gerekmektedir. Bir cereyan eğer başarıya ulaşamıyorsa bir eksiği vardır demektir. Bu başarısızlık sebebi asla başkalarına atılmamalıdır, “bizde ne eksiklik var?” denmelidir.
Geçmişte olanlar takdiri ilahidir, kimse geçmişi geri getiremez.
Bundan sonrası için ne yapmalıyız?
Biz Akevler olarak düşünmeliyiz. Bugünkü Semt Kooperatifleri ve yüz lojmanlı işyeri apartmanları, seralı yüz villayı içeren dinlenme evleri anlayışımız yeni netleşmiştir. On bin ortaklı Ar-Ge ortaklığı yeni karara bağlandı. Diyelim ki Akevler de AK Parti ve Gülen Cemaati gibi büyüseydi, o zaman bunlar bizim aklımıza gelmeyecekti.
وَمَنْ نَشَاءُ
Va MaN NaŞAvEu (Va MaN NaFGaLu)
“Ve meşiet ettiğimizi”
Müslimler İslami hayatı yaşamak isterler ama bunun için sıkıntıya gelemezler ve cihat etmezler. ‘Zaruretler mahzuratı mübah kılar’ kuralı içinde haramları işlemeye devam ederler. Faizli işler yaparlar, rüşvet verirler. Herkes hileli mal yapıyorsa onlar da yaparlar. Yalan söylerler. Açık giyinirler. Bunlar bunları yaptıkları için cehenneme gitmezler. Hasenatları varsa cennete giderler ama eğer Allah’ın nurunu tamamlaması için çalışmamışlarsa helak olurlar. Bu dünyada cihat etmeyenlerle kafirler aynı akıbeti görürler.
Müminler ise bu bozuk düzeni düzeltmek için cihat ederler. Bunlar dünyada da helakten kurtulacaklardır. Ahirette de dereceleri yüksek olacaktır. Bunların kurtulmaları için hatalı içtihatlarda bulunmamaları gerekir. Hatalı içtihatlarda Allah onları muvaffak etmez. Yoksa hata meşrulaşmış olur.
AK Parti ve Gülen Cemaati’nin bugünkü durumu budur. Cihat ettikleri için dereceleri yüksektir ama hata ettikleri için de başaramıyorlar.
وَأَهْلَكْنَا الْمُسْرِفِينَ (9)
Va EaHLaKNa eLMuSRiFIyNa (Va EaFGaLNa eLMuFGıLIyNa)
“Ve müsrifleri helak ettik.”
“Mücrimleri helak ettik” demiyor, “müsrifleri helak ettik” diyor.
“İsraf” kelimesi üzerinde bir daha düşünmemiz gerekir. İnkılaplara direnenler müsriftir. İktidar olurlar, zengin olurlar ve israfa başlarlar. Ellerine geçen imkânları halktan farklı harcarlar. Halk fakru zaruret içinde iken onlar varlıkları harcamak için yer ararlar. Zengin ziyafetler verirler, nikâh ve nişan törenleri düzenlerler, lüks yerlerde toplantılar yaparlar.
Millî Selamet Partisi’ni kurduğumuzda yemekleri yere serili sofralarda verirdik ve kendi pişirdiğimiz yemekleri yerdik. İktidar olunca lokantalarda yemek verilmeye başlandı. Böylece israfa gidildi. O toplantıların başladığı tarihte ben artık partide değildim.
Şimdi İstanbul Yenibosna’da her cumartesi seminer öncesinde yemek verilmektedir. Yarın zengin olduğumuz zaman eğer lüks lokantalarda yemek yemeye başlarsanız israf etmiş olursunuz. Nişan veya nikâh merasimi oluyor, tüm parti erkânı onlara katılıyor, buna vakitleri vardır ama memleket meselelerini görüşmek isteyenlere ayıracak vakitleri yoktur. Yıllardır görüşme taleplerimize olumlu cevap vermiyorlar yani bizimle görüşmüyorlar!
Bugün Sermaye insanı şuna inandırmaktadır. Çalışacaksınız ama ne için? Çocuklarınız ve aileniz için değil, biriktirerek yatırım yapmak için değil. O iş, bizim işimiz. Siz çok kazanacaksınız ama bu kazancınızı lüks hayatınız için kullanacaksınız. İnsanlar hep bunun yarışındadırlar. Arabanın modelini yükseltmek, eve daha lüks koltuk takımı koymak vs.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında isteyenler istedikleri kadar lüks hayat yaşayacaklardır ama müminler sade hayat yaşanan bir katta yaşayacaklar. Nikâh sade bir akittir. İki kadın veya erkeğin bulunduğu yerde eşlerine ‘evlendik’ demeleri yeterlidir. Muhasebeye yazıp verdikleri belge ile her şey tamamlanmış olur. Nikâh kayıtları yalnız muhasebede yer alır. Tapu kayıtları yalnız muhasebede yer alır. Diplomalar muhasebede kaydolunur.
Bünyamin Demir’ler muhasebe programı yazmışlar. Ben birine para gönderdim, o da kabul ettiyse bilgisayar onu kaydediyor ve Muhasip sadece kontrol ediyor.
İşte, nikâhta erkek teklif eder, kadın da kabul eder. Artık o kişiler muhasebede karı-kocadırlar. Bir yeri satarken de böyledir.
Gereksiz her işlem israftır. Bugünkü bürokrasi israftan ibarettir. Bugünkü evlenme ve boşanma israftan ibarettir. Bunda ısrar edenler helak olacaklardır.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında israf olmaksızın hayat sürenler yaşayacak ve insanlığa örnek olacaklardır. İsraf düzeninde ısrar edenler ise helak olacaklardır. Onların kazançları israfa yetmeyecek, o zaman yolsuzluk yapacak ve bu da onları helak edecektir.
سَرَف güvedir. Güvelenmiş elbiseyi kullanılır halde iken değiştirmek israftır, bir kısmı kullanılır, kalanlar işe yaramaz. Tabağı bitirmeden artık yemekleri atmak israftır. Giyilebilir bir elbiseyi atıp yenisini almak israftır. Moda değişti deyip elbise değiştirmek ve her yıl yeni modaları takip edip giyinmek israftır.
سرف 23, سرق 9 defa geçmektedir. Toplam 32 (25) eder.
س mekanda diziyi, ر tekrarı, ف ayırmayı ifade eder.
İşçilik sisteminde bir işletmenin yaşayabilmesi için devamlı üretim yapması gerekmektedir. Kurulmuş bir fabrika -ihtiyaç olsun olmasın- çalışmak zorundadır. Bunun için de kullanılabilir parçalar atılmalıdır. Her yıl moda değişmelidir. Faizli ekonomi sistemi ancak böyle yaşar. Buna ‘israf ekonomisi’ denir.
Oysa ortaklık ekonomisinde denge ihtiyaca göre oluşmaktadır. Üretim yılbaşındaki siparişlere göre yapılmakta ne fazla ne de eksik üretilmektedir. Artan zamanla yatırım yapılmaktadır. İsteyenler imarda yatırım yaparlar, isteyenler irfanda yatırım yaparlar.
İsrafa devam etmek isteyenler helak olacaklardır. Onların yüz lojmanlı apartmanları kapanacak, israf etmeyenlerin apartmanları yaşayacaktır.
“Okul kitaplarını bedava dağıtıyoruz” diyorlar. Her yıl okul kitapları basılıyor ve çöpe atılıyor. Bu israftır. Öğrencilere kitap sağlamak için değil, Sermaye’nin matbaalarına iş yapmak için basılıyor. Kapanan kâğıt fabrikalarımızın yerini alan ithal kâğıda pazar bulmak için yapılıyor. Sermaye faizli borç veriyor. Kâğıdını satıyor. Türk milleti borçlanıyor. Kitaplar da çöpe atılıyor. Bu düzen helak olacak; bunu ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor.
YORUM
İbni Haldun bunu çok iyi bir şekilde anlatmaktadır. Gelişme devrelerinde gelirler giderlerden fazla olur. Topluluk gelişir. Yeter derecede büyüyünce gelirler giderlere eşit olur ve duraklama dönemi başlar. Çökme döneminde ise giderler olur. Hükümdarlar gösteriş yapmak zorundadırlar. Çünkü halk zenginlere ve güçlülere itaat eder. Böylece gelişme döneminde biriktirdikleri imkânları tüketirler ve sonunda ömür biter.
Bugün devletler dış borçlarla yaşamayı sürdürmektedirler. Bu bir devlet için bir işe yarar ama eğer tüm insanlık israfa girerse, insanlığa kim borç verecek? Mevcut imkânlar tükenince insanlık çöküp gider. Bugünkü durum budur.
İnsanlık Nuh Peygamber zamanında bu dönemi geçirdi, bir de şimdi geçiriyor. Söylediklerimi bir daha düşünün. Tüm insanlar israfa giderse, kimden borç alıp da yaşamaya devam edeceğiz?
Öz Türkçe ile:
“Sonra onlara verdiğimiz sözde durup onları ve istediklerimizi kurtardık, savurganları da çökerttik.
Kur’an kelimeleri ile:
“Sonra onlara vaadi sıdk ettik, onları ve meşiet ettiklerimizi inca ettik, müsrifleri de helak ettik.”
ÇümMa ÖaDaQNAvHuMu eLVaGDa Fa EaNCaYNAvHuM Va MaN NaŞAvEu Va EaHLaKNav eLMuSRiFIyNa
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَأَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَاءُ وَأَهْلَكْنَا الْمُسْرِفِينَ (9)
***
لَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا
LaQaD EaNÜaLNAv İLaYKuM KiTAvBan (LaQaD EaFGaLNAv EiLaYKuM FiGAvLan)
“Size bir kitap inzal ettik.”
Şimdi size bir kitap inzal etmiş bulunuyoruz.
كِتَابًا yazılı sahifeler değildir, yazılı hükümleri içeren bir küldür.
Başta لَقَدْ getirmekle bize şimdi demektedir.
أَنْزَلْنَا diyor, نَزَّلْنَا demiyor. Kur’an bütün asırlar için tenzildir. Kıyamete kadar tekrar tekrar tenzil edilecektir. Her bin yılda bir de inzaldir. Hükümler yeniden inzal olunacaktır. Bu sebeple bize “şimdi size yeni bir kitap inzal ettik” diyor. Yazılı kelimeler aynı ama manaları farklı.
Buradaki كُمْ asrımızın insanıdır. Yani bize yeni hükümler indirilmiş demektir. Buradaki كُمْ kelimesini tüm Kur’an ehli olarak anlarsak كِتَابًا nekre olmaz, çünkü Kur’an olur. O halde كُمْ bulunulan çağın insanlarıdır.
فِيهِ ذِكْرُكُمْ
FıyHi ÜiKRuKuM (FıyHi FiGLuKuM)
“Onda zikriniz vardır”
“Ehli zikre sorunuz” denmişti (7. ayette).
Şimdi de “orada zikriniz vardır” diyor.
O halde günümüzün durumu ve fıkhı anlatılmaktadır. Ehli zikr olanlar da bunlardır. Yani siz bu seminerleri takip eden ve Kur’an ehli olanlardır. Onun içinde, o inzal edilen kitapta bizim zikrimiz vardır. O halde üçüncü binyıl uygarlığı ona dayanacaktır. Bizim zikrimiz, bizim şeriatımız sünnette değil Kur’an’da mevcuttur.
Sünnet o zamanki insanların zikri idi. Bizimki ondan farklıdır ki كِتَابًا olarak nekre gelmiştir. Sünnet Kur’an’ı öğrenmemiz ve anlamamız için gereklidir ama biz bize nazil olanla hareket etmekle yükümlüyüz. فِيهِ kelimesini başa almak demek, onun dışında dayanacağınız kaynak yoktur demektir.
أَفَلَا تَعْقِلُونَ (10)
EaFaLav TaGQıLUvNa (EaFaLav TaFGıLUvNa)
“Akletmeyecek misiniz?”
“Zikretme” dışarıdan alınan bilgileri kelimelerle yerleştirip hafızada saklama, gerektiğinde onları çağırıp kullanmadır.
“Fikretme” bunlar üzerinde muhakeme yapmadır.
“Fıkhetme” karara varmadır. Sonunda bütün bunları devamlı kontrol altına tutmakla akletmedir.
“Akletme” her üçünü içermektedir.
Dayanışma ortaklıklarına da “âkıle” denmektedir.
“Akletmez misiniz” ifadesi dayanışma ortaklıklarını kurmaz mısınız manasını da taşır.
Akıl zihni melekelerin sigortasıdır. Eskiden çarpma yaptığımız zaman onu mizan ile kontrol ederdik. Şimdi hesap makinesi çarpıyor. Rakamları topluyor 3’e bölüyorsun artan rakamları yazıyorsun. Sonra da çarpım rakamları topluyor 3’ e bölüyorduk, aynı rakam çıkar.
İşte, akıl tüm düşüncelerde bunu yapar.
YORUM
Kur’an nazil olduğu zaman İstanbul vardı. Bugün de İstanbul vardır. Batıdaki adı Konstantinapol idi. Bugün de öyledir. Hadiste Kostantiniye olarak geçer ama o günkü İstanbul ile bugünkü İstanbul çok farklıdır. Kur’an’da geçen kelimelerin manaları o gün başka anlaşılıyordu, bugün başka anlaşılıyor.
Bundan dolayıdır ki Kur’an’da geçen kelimelerin manalarını güncellememiz gerekir. Kur’an’ı ona göre anlamak durumundayız. Bizim zikrimiz onların zikrinden farklıdır.
Uygarlıklar her bin yılda bir yenilenir. O halde bizim zikrimizi biz oluşturmalıyız. Yeni uygarlık kurmak demek yeni fıkıh oluşturmak demektir. İkinci Kur’an uygarlığının müçtehitleri yetişecekler. Bunlar işletmelerin plan ve projelerini yapacaklar. Ortaklık fıkhını yazacaklar. Ek olarak birinci Kur’an uygarlığında olmayan ortaklık sisteminin muhasebesini kuracaklar. Artık kâğıt para dolaşmayacak. Ses ve telefonlarla havale olacak. Kart da kullanılmayacak. Bunu nasıl başaracağız?
Yalova’da inşaatı yaptığımızda şimdilik 20 kişi oraya taşınacak. Artık orada iş kuracaklar. Ne gibi işler olacak? Önce seracılık, hayvancılık, kümes hayvancılığı, arıcılık yapılacak ve kendi besinlerimizi kendimiz temin etmeye çalışacağız. Atölyelerde ahşap kalıp ve doğrama yapılacak, kovan ve seralar üretilecek. Odun kömürü üretilecek. İnşaatlar yapılacak. Dinlenme siteleri yapılacak. Bu arda 10 000 ortaklı Ar-Ge ortaklığı tamamlanacak ve 100 müçtehit yetişecek. Bunlar dağılıp Türkiye’nin yüz yerinde birer yüz lojmanlı işyeri apartmanı inşa edecek ve oralarda üretim yapacak toplulukları oluşturacaklardır.
Öz Türkçe ile:
“Şimdi size içinde sizin anışlarınızın olduğu bir yazı indirdik. Artık düşünmeyecek misiniz?”
Kur’an kelimeleri ile:
“Şimdi size onda zikrinizin olduğu bir kitap inzal ettik. Artık akletmeyecek misiniz?”
LaQaD EaNZaLNAv EiLaYKuM KiTAvBan FIyHi ÜiKRuKuM EaFaLAv TaGQıLUvNa
لَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (10)
***
وَكَمْ قَصَمْنَا
Va KaM QaÖaMNAv (Va KaM FaGaLNAv)
“Ve nicelerini kasam ettik”
قَصْم, gövdesi kopmuş ağacın yerinde duran köküdür. Mastar olarak parçalanmak anlamına gelir. قِسْم parça anlamına gelir. Bir şeyin fikren parçasına cüz, fiilen parçasına ise kısım denir. س harfi ile قِسْمَة ‘bölme’ demektir. إِقْسَام ve مُقَاسَمَ bölüşme anlamlarına gelir. “Bi” harf-i ceri getirilince yemin anlamına gelir. Yani Allah ile veya Allah’ın hükmüne göre bölüşme olur. Buradaki la nefy lası değil, tekid lamının uzatılmasıdır. Yemini teşdid etmek için gelmiştir. قَسَم yemin demektir.
قسم 33, قصم 1 defa geçer. Toplam 34 (2*17) eder.
ق den sonra geldiği için س harfi ص olmuştur.
“Kasam” burada dağıtmak demektir.
Müsrifleri helak ettik, karyeleri de dağıttık diyor. Yukarıda halkın helakinden bahsetmekte, burada yerlerin harabe edilmesinden bahsetmektedir. Halkı helak olmanın dışında karyeleri de alt üst olmuşlardır. İçinde bulunan halktan muttaki olanlar da vardı ama onlar da cihat yapmadıkları için helak oldular. Ahirette elbette azapları olmayacaktır.
مِنْ قَرْيَةٍ
MiN QaRYaTin (MiN FaGLaTin)
“Karyeden”
Bugün yeryüzünün tamamı fesat halindedir. Yeryüzü helak edilmeyecek. Onların içinde bazı karyeler helak olacaktır. Yeni düzenin oluşmasına mani olan karyeler helak olacaktır. Fitne merkezi olmayan karyeler helakin dışında kalacaklardır. Müsrifler ise zamanla elenip gideceklerdir. İnsanlık elbette barış ve huzur yüzünü görecektir.
كَانَتْ ظَالِمَةً
KAvNaT JAvLiMaTan( FaGaLaT FAvGıLaTan)
“Zalim idi”
Karye zalimdi diyor, halkı zalimdi denmiyor. Halkın tamamı iyi insanlardan oluşmuş ve onlar zulmetmeyen kimseler olabilir. Ama düzen zulmeder.
1960’lara kadar biz halktan bir kısmının zalim olduğuna inanıyorduk. 1960 sonrasında anladık ki halk zalim değil, düzen zalimdir. Düzenin zulmü halkın kötülüğünden değildir, yaşlanmış yapının zorunlu olarak ortaya çıkardığı sosyal yapıdan dolayıdır. O düzende bugün AK Parti o zalimlerin zulmü içinde makroda yeneceğini sanmıştır.
Biz Doları yenemeyiz. Biz Dolar’sız nakitsiz bir ekonomiyi kurmakla onu yeneriz. Parasız işletmeleri kurabilirsek Dolar kendiliğinden çöker. Tarım ve sanayi semtleri kurulacak. Bunlar kardeş yapılacak ve bunlar kendi ürettiklerini kendileri tüketecekler ve yaşayabileceklerdir. Fırsat bulduklarında mübadele ekonomisinde yer alacaklar.
Bu semtler zalim olmayacak.
وَأَنْشَأْنَا
Va EaNŞaENAv (Va EaFGaLNAv)
“Ve inşa ettik”
نَشْأَة sürgün, filiz demektir.
ن başkalığı, ش sıçramayı, ء gücü ifade eder.
“İnşa etmek” demek yenisini yapmak demektir.
“İmar etmek” demek eskisini yaşatmak demektir.
أَعْمَرْنَا demiyor yani “eskisini yaşattık, ömrünü uzattık” demiyor.
أَنْشَأْنَا diyor. Rayların tamiri yapılmıyor, inşası yapılıyor. Bundan dolayıdır ki şeriatta imar projeleri değişme yoksa daraltılmaz genişletilmez. Kat yüksekliği düşürülmez yükseltilmez. Önce elektrik ve suyu kesersiniz. O sokağı veya mahalleyi öldürürsünüz. Ondan sonra plan yaparsınız ve yeri inşa edersiniz.
Biz de yeni apartmanlar inşa edeceğiz. Bunu eski binaları yıkmadan yapacağız. Artık şehrin merkezinde değil tüm ülkemizde yapacağız. Çünkü işyerleri meskenlerin altında olunca ulaşım da varsa arsa sorunu kalmamaktadır. Yeniden inşa edilecektir.
بَعْدَهَا
BaGDaHAv (FaGLaHAv)
“Ba’dinde”
Kur’an geleceği nasıl bildiğini anlatmaktadır.
Eski köyde yeni adet kurulmaz. Yeni binanın kurulabilmesi için eski binanın yıkılması gerekir. Yeni topluluğun oluşması için eski topluluğun yok olması gerekir. Bunun için tek yapılacak şey vardır. Yeni topluluk oluşturmak isteyenler eski oturdukları yerleri bırakırlar, yeni yere göç ederler. Orda yeni topluluk inşa ederler. Sonra eski ülkelerini fethederler. Ancak ondan sonra yeni topluluk oluşturulabilir.
Medine’de yeni topluluk oluşturuldu. Hicret ettiler. Sonra Mekkeliler Medinelilere saldırdılar. Yenildiler. Anlaştılar, bozdular. Ondan sonra Mekke fethedildi. Halkı değişmedi ama eski köy oldu. Yeni kavim oluştu.
Bu ayetlerin Mekke ayetleri olduğunu bilerek okuduğumuz zaman bunu görürüz.
قَوْمًا آخَرِينَ (11)
QavMan EAvPaRIyNa (FaGLan FAvGaLIyNa)
“Ahar kavim”
Başka kavim yine insandır yine o kavmin halkıdır ama kavim yenidir, düzen yenidir, irfan yenidir. Hicret edip yeni kavim oluşturmadıkça inkılap gerçekleşemez.
Gülen Bediüzzaman kavmini büyütmeye çalıştı, Erdoğan Erbakan’ın mensuplarını büyütmeye çalıştı. Bunun için başarılı olamadılar.
Biz de İzmir’de eski Müslümanları organize ettik, bu sebeple başarılı olamadık.
Ama Bediüzzaman yeni insanları Kur’an’a getirmeye çalıştı.
Kur’an Tevrat veya İncil ehline etki etmedi. Cahiliye Arapları ve ilkel hayat yaşayan Türklere etki etti. Latinler Cermenlerin baskısı ile Hıristiyan oldular. İleri uygarlık Avrupa’da değil de Afrika’da gelişti.
Üçüncü binyıl uygarlığı da batıda değil doğuda gelişecektir. Bizim yeni yüz lojmanlı işyeri apartmanlarına taşınanlar mümin kimseler olacaklar. Kur’an’a bakacaklar. Kur’an ne diyorsa onu yapacaklar. O zaman “âhar kavim” inşa edilecek.
YORUM
Bir şeyi yapabilmemiz için önce onun bilgisine sahip olmalıyız. İmkân buldukça lehv ve laib yapmadan ilimle meşgul olmalıyız. Ben bunu yapacağım demeyeceksin, ben buna çalışacağım diyeceksin. Yapan sen değilsin. Başardığın zaman ben başardım demeyeceksin. Başaramadığında da başaramadım demeyeceksin. Başarırsan onu ileri götürmeye çalışacaksın, başaramadığın zaman da başarısızlığın sebeplerine ineceksin, yanlışlarını bulup düzelteceksin. Ondan sonra da sabırla bekleyeceksin.
Zamanla Kur’an bize söylediklerini daha çoğalmakta, yükümüz ağırlaşmaktadır.
Biz elimizden geleni yapacağız. Sonrası bize ait değildir. Surede ilerledikçe 10 000 ortak bulma konusunda bize bir aydınlık gelecektir, inşallah...
Öz Türkçe ile:
“Ve ezen uluslardan nicelerini böldük ve ondan sonra diğer ulusu oluşturduk.”
Kuran kelimeleri ile:
“Ve zalim iken karyeden nicelerini kısmet ettik ve ondan sonra ahar kavmi inşa ettik.”
Va KaM QaÖaMNAv MiN QaRYaTin KAvNaT JAvLiMaTan Va EaNŞaENAv BaGDaHAv QaVMan EAvPaRIyNa
وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَأَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا آخَرِينَ (11)
***
فَلَمَّا أَحَسُّوا بَأْسَنَا
Fa LamMAv EaXasSUv BaESaNAv (Fa LamMAv EaFGaLUv BaESaNAv)
“Be’simizi hissettiklerinde”
Burada فَ harfi gelmiştir. Bu başka kavim inşa edildikten sonra demektir. Yani eski kavim helak olmuş, yeni kavim ortaya çıkmıştır. Halk aynı halktır ama artık yeni kavim vardır. Eski zulüm düzeninde direnenler de artık mağlup olmuşlar ve ne yapacaklarını bilmez şekilde şaşkın bir durumdadırlar. فَ harfi yenilme ve çökme zamanlarını içermektedir.
Hiss, küçük taş kırıntısı anlamındadır. Üzerinde yürününce hissedilir.
ح hareketi, س mekanda diziyi ifade eder. Kur’an’da İf’âl babı ile geçer. İhsas etmek algılamaktır.
بَأْس gelmeden önce onun geleceğini hissetmek demektir. Topluluklarda insanlar doğru mu yanlış mı yaptıklarını düşünmezler, çıkarın ne olduğunu düşünürler. Kimin galip geleceğini hissederlerse onun yanında olurlar.
Uzun zaman inkılaplara direnenler, artık çıkarlarının direnmede olmadığını hissedince birden çark ederler. Kendilerini kamufle etmeye çalışırlar.
إِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَ (12)
EiÜAv HuM MiNHAv YaRKuWUvNa (EiÜAv HuM NiNHAv YaFGaLUvNa)
“Onlar ondan rukud ederler.”
ركض sert yay demektir, yayın boşalmasıdır, tepinme manasınadır, kaçış manasınadır.
ركض 3, ركد 1 defa geçer. Toplam 4 (22) eder.
ر tekrarı, ك varlığı, ض zararı ifade eder.
Buradaki هَا zamiriقَرْيَةٍ ‘e gider. O karyeden kaçarlar. Direnmeleri cinayetsiz ise giderler ama cinayetli ise sorulacaklardır.
Bu ayet bize Adil Düzen onlara nasıl muamele edecektir, PKK’yı ne yapacağız, onları nasıl cezalandıracağız; bunu bize açıklamaktadır.
15 Temmuz’u yapanlar Türkiye’den kaçtılar. Onlara, ‘kaçmayın, gelin hesap verin’ denecektir. Bu yalnız onları cezalandırmak için değil, cezalarını çektirip normal vatandaşa dönüştürmek içindir. Döndükleri zaman hapse atılmayacaklar. Adil yargıda muhakeme olacaklar. Mahkeme hakemlerden oluşacak. Bir hakemi kendileri seçecek, diğer hakemi diğer taraf seçecek. Soruşturma yapılacak. Sonunda cezaları onların seçtiği başhakem verecek.
Yine de onlara cezalar infaz edilmeyecek. Af müessesesi çalışacak, diyet müessesesi çalışacak. Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında çalışarak diyetlerini ödeyecekler. Hanımlarından ve çocuklarından uzakta olmayacaklar.
YORUM
Ceza hukuku intikam amaçlı değildir, başkalarını caydırmak içindir. Suçlunun kolunu kesiyor ki bir daha başkaları hırsızlık yapmasın. Düzene direnenler için bu geçerli değildir. Düzen değişmiştir. Şimdi yeni düzenin yerleşmesi gerekir. Dolayısıyla artık başka suçlular yok. Suç işleyecekler yok. Çünkü artık yeni düzenin değişmesi değil yerleşmesi zamanıdır. O halde suçlu yoktur. Bununla beraber kişilere verilen zararlar diyet olarak ödenmelidir. Böylece direnenler direnmelerini cinayetsiz yaparlar.
Öz Türkçe ile:
“Kötülüğümüzü sezince, o dem oradan kaçışıyorlardı.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Be’simizi hissedince, o dem oradan rakd ediyorlardı.”
فَلَمَّا أَحَسُّوا بَأْسَنَا إِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَ (12)
***
لَا تَرْكُضُوا
Lav TaRKuWUv (Lav TaFGaLUv)
“Rakd etmeyin”
Kaçmayın, Türkiye’den gitmeyin, bulunduğunuz yerden ayrılmayın.
Korkmanıza gerek yok, ülkede kalıp ceza çekmeniz oralardaki sıkıntılardan daha kolaydır. Biz kimseye eziyet etmeyeceğiz. Biz size adaleti vaat ettik. Düzenimize “Adil Düzen” dedik. Sadece haksızlıkları gidereceğiz.
Artık yeni düzende siz de çocuklarınız da huzur içinde yaşayacaksınız.
وَارْجِعُوا إِلَى مَا أُتْرِفْتُمْ فِيهِ
Va EiRCiGUv EiLAv EyTRiFTuM FİyHi (Va iFGaLUv EiLAy MAv EuTRİFTuM FIyHi)
“Ve onunla itraf olunduğunuza rücu ediniz.”
Kaçmayınız, malınıza mülkünüze sahip çıkınız. Elinizden alınmayacaktır. Malik olmak demek onu korumak ve işletmektir. Sizin kadar onu işletecek yoktur. Yeryüzünün ekonomik dengesini siz sağlarsınız. Bundan sonra tekel yoktur. Piyasa rekabeti vardır.
Sermaye dine hükmetmeyecek, ilme hükmetmeyecek, siyasete hükmetmeyecek; onlar da Sermaye’ye hükmetmeyecek. Laik düzen içinde bütün güçler hayırda yarışacaklardır.
Sizin sermayeniz var, piyasanız var, beceriniz var, güveninizi de biz sağlayacağız. Ne korkuyorsunuz. Suçlu olanlar da diyetlerini ödeyecekler. Mağdur olanların mağduriyetleri giderilecek. Onu giderecek varlığınız da var. Kısası uygulamayacağız. Çünkü düzenin baskısı içinde işlenmiştir. Kaçmanıza ne gerek vardır. 15 Temmuz subayları olarak da kaçmayın. Kimse size haksızlık yapmayacak, zulmedilmeyecek. Nezarete alınmayacaksınız. Belki zorunlu çalışma yerlerine ailelerinizle birlikte yerleştirileceksiniz, onlar istedikleri gibi çıkıp girecekler. Diyetlerinizi ödeyecek ve özgür olacaksınız. Belki de devlet öder ve sizi orduya iade eder.
وَمَسَاكِنِكُمْ
Va MaSAvKiNaKuM (Va MaFAvGıLaKuM)
“Ve meskenlerinize”
Evet, kendi meskenlerine dönerler. Habersiz evden ayrılmazlar. Soruşturma safhası böyledir. Kişi karakola çağrılmaz. Evine gidilir, işyerine gidilir ve soruşturmacı sorar, kayda alır. Sonra yazılı sorar. Sanıklar ve tanıklar yazılı cevap verirler. Gerekirse hakemlerin oluşturduğu yargı karşısında sorguya çekilebilirsiniz.
لَعَلَّكُمْ تُسْأَلُونَ (13)
LaGalLaKuM TusEaLUvNa (LaGalLaKuM TuFGaLUvNa)
“Ola ki sual olunursunuz.”
Soruşturma kasame şeklinde yapılır. Şüphelilerin isimlerini verir. Bunlar yapmış olabilir derler. Bunlar ev hapsine alınır. Soruşturmacılar evlerine giderler ve ifadelerini alırlar. Soruşturmayı ayrı ayrı yaparlar.
İki şahidin suçlu dediği kimselere hafif cezalar verilir, dört soruşturmacının birbirlerinin etkisi altında kalmadan suçlu gördüğü kimseye ağır ceza verilir.
Bunlar da diyete dönüşür.
Soruşturma bitince de herkes serbesttir. İnfaz sonra herkesin kendi rızası ile olur, tutuklama ve yakalama yoktur. Cezayı rızası ile çekmek istemeyenler, bu emre uymayanlar için uygulanacak hükümler bundan sonraki ayetlerde yer alacaktır.
YORUM
Acınacak insanlar vardır; İslam’da devlet düzeni yoktur derler. Bilmediklerini yok kabul ederler. Bir şeyin yokluğu ispatlanamaz, varlığı ispatlanır. Varlığını bilmediğimiz yok mu var mı bilemeyiz, çünkü bilmiyoruz.
Müçtehitler Kur’an ve sünnetten fıkıh üretmişlerdir. 1000 seneden fazla insanlığı yönetmişlerdir. Müçtehitler döneminde kamu hukuku gelişmemiştir. Çünkü o gün demokrasi ile yönetim fiilen imkânsız idi. Dört halife dönemi ancak otuz sene sürmüştür. Müçtehitler devletin otoritesini sarsmamak ve fitne çıkarmamak için kamu hukukunu ele almamışlardır.
Biz 50 senedir kooperatif yönetimi olarak kamu hukukunu ele almış bulunuyoruz. Bu ayetlere de bu bilgi ve tecrübelerimize istinaden böyle mana verebiliyoruz.
Bize kulak vermeyenlere siz de kulak vermeyin ama bizi muhatap kabul edip tartışmak isteyen kim olursa olsun tartışın, öğreneceğiniz çok şey olacaktır. Biz karşı tarafı ikna etmek için tartışmayız, bizim yanlışlarımızı düzeltmek için tartışırız.
Bunların birer zavallı olduklarını şuradan bilin. Adil Düzen’i Erbakan dünyaya anlattı. Ardından dünyanın dengesi değişti. Herkes karşı ama bizim karşımıza çıkıp da şu söylediğiniz yanlıştır diyen yoktur.
Bana çatıyorlar; 18 yaşında kızla evlenmişim. Bu suç mu, günah mı? Ama interneti açtığınızda bunu bulursunuz. Ben kendimi iyi insanım diye savunmuyorum. Ben Kur’an’ın söyledikleri doğrudur diyorum. Ben söylediklerim doğrudur demiyorum ki; yanlışlar bana aittir diyorum ama Kur’an’da yanlış bulamazsınız. Çünkü o öyle kural koymuş ki, yanlıştır diyemezsiniz. İlme aykırı bir ifade bulursanız bu müteşabihtir deyin ve geçin diyor.
Öz Türkçe ile:
“Kaçmayın. surduklarınıza ve evlerinize dönün. Sorgulanabilirsiniz.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Rakd etmeyin. Onunla itraf olunduğunuza ve meskenlerinize rücu edin. Ola ki sual olunursunuz.”
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُوا إِلَى مَا أُتْرِفْتُمْ فِيهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْأَلُونَ (13)
İstanbul