30-36.AYETLER
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ (30) وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ (31) وَجَعَلْنَا السَّمَاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًا وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ (32) وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ (33) وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَ أَفَإِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ (34) كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ (35) وَإِذَا رَآكَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَذَا الَّذِي يَذْكُرُ آلِهَتَكُمْ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمَنِ هُمْ كَافِرُونَ (36)
***
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا
EaVaLaM YaRa elLaÜIyNa KaFaRUv (EaVa LaM YaFGaLa elLaÜIyNa FaGaLUv)
“Küfredenler rey etmediler mi?”
Tabii düzen vardır, sosyal düzen vardır.
Tabii düzen sünnetullah olarak konmuştur. İnsanların veya başka kimsenin onu değiştirmesi söz konusu değildir. Allah da değiştirmemektedir. Yaratılış düzenidir. Değiştirmesi için hata yapmış olması gerekir. Allah için hata söz konusu olmadığından dolayı değiştirmesi de söz konusu değildir.
Bir de sosyal düzen vardır. Sosyal düzenin de kanunları vardır. Ne var ki o düzende insanlara seçenek imkânı sağlanmıştır. Kur’an’da tabii ve sosyal kurallar zikredilmiştir. Bunlardan her biri birer ayettir. Ayet olması da iki cihetten gelir.
Biri, kâinat içinde her şeyin görevi vardır ve görev için var edilmiştir. Bu durum bunların bilinçli bir varlık tarafından, her şeyi bilen ve gücü yeten tarafından var edildiklerini göstermektedir. Bu bakımdan onların her biri yani her doğa kanunu ve her sosyal kanun onu kanıtlamaktadır. Bu bakımdan gördüğümüz her şey ayettir.
İkinci tip ayetler ise Kur’an’ın ilahi kitap olduğunu kanıtlayan ayetlerdir. Banka kartı gönderirken annenin kızlık soyadı nedir diye sorarlar. Eğer biliyorsan konuşanın sen olduğunu anlarlar. Allah da Kur’an’da Kur’an nazil olduğu zaman insanların bilmedikleri ayetleri zikrederek kâinatı ve sosyal nizamı bildiğini ifade ederek Kur’an’ın ilahi söz olduğunu kanıtlamaktadır.
Allah bu ilahi ayetlerin keşfini Kur’an ehli olmayanlara vermiştir. Kendileri yazdılar kendileri ona göre yorumladılar demesinler diye, Kur’an’da söylenen ilmi delilleri onlara yani Kur’an ehli olmayanlara buldurmuştur ki kimsenin bir şüphesi kalmasın.
Bu sebeple diyor ki; insanlar görmedi mi, kâfirler görmedi mi?
İlmi keşifleri Kur’an ehli olmayanlar yaptı. Kur’an’da onlar yazılıdır. Bu da Kur’an’ın ilahi bir kitap olduğuna kesin delildir.
أَنَّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا
EanNa elSaMAvVAvTı Va eLERWa KavNaTAv RaTQan
“Arz ve semavat retk iken”
Arz tekil getirilmiş, semavat çoğul getirilmiş, kurallı çoğul olarak getirilmiştir.
Yerden saymaya başladığınız zaman şöyledir.
a) Yağmur seması 10 kilometre kadardır. Yerden çıkan sular buharlaşıp orada rüzgârla sürüklenir ve yağmur olur. Hayatın kaynağını oluşturur. Uçaklar onun üzerinde uçar.
b) Hava tabakası. Bunun birinci görevi yağmur tabakasındaki suların uçup gitmemesini sağlar. Ayrıca gökten gelen taş ve kaya parçalarını yutarak yeryüzünü taş yağmurlarından korur. Kalınlığı 100 kilometre kadardır.
c) Ondan sonra ışık tabakası gelir. Bunlar iyonlaşmış molekülleri içerir. Görevi gökten gelen zararlı ışıkları filtre etmektir. Güneş doğmadan ve battıktan sonraki tabakadır. Bu elektrikli tabakadır. Sabah buradan olur. Diğer taraftan hava tabakasının uzaydan kaçıp gitmesini önler. Bunun azalmasını önleyen de güneş ışınlarıdır. Kaçanların yerine Güneşten gelen parçacıklar alınır.
Görülüyor ki hava tabakası bir yorgan misalidir. Sonra Ay tabakası gelir. Bu tabakada olan madde yüksekte bıraktığınızda yere düşer. Ay günün 24 saatlik zamanını ayarlamaktadır. Böylece gece ve gündüzün toplamı Ay sayesinde sabit kalmaktadır.
Sonra Güneş tabakası gelir. Güneş bize ışık ve ısı gönderir. Ayrıca çevresinde dönen gezegenler bizim yılımızı belli büyüklükte tutar. Galaksi sisteminin özelliği arada bulunan uzaklıklarını korurlar. Oysa galaksiler arası mesafe devamlı büyümektedir. Kâinat genişleyen bir yuvarlaktır. Bu sayede yeryüzünün alanı soğuk kalmaktadır. Eğer kâinat genişlemeseydi sıcaklık azalsa da aynı dereceye gelir ve hayat olmazdı.
İşte, kâfirler bunları bizden önce keşfettiler, onun için burada “لَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا” diyor.
“İkisi retk idi” diyor. Günlük Arapçada çok az kullanılan bir kelime kullanılmıştır.
“Ray” otlak yerdir. “Ra’iy etmek” hayvanları otlatmak demektir. “İrtia” iftial babından kendi kendine otlama demektir. Sonra sülasiye dönüşüp “rey” bu anlamı kazanmıştır.
رتع bir defa geçer, رتق da bir defa geçer. 2=2
ر tekrarı, ت oluşumu, ع etkiyi ifade eder.
“رِتَق” birbirine dikilmiş iki parça kumaş demektir. İki parmak arası demektir.
فتق yarım anlamındadır. رتق ayrı ayrı olmakla beraber birbirine bağlı olma demektir.
رتق bir defa, فتق da bir defa geçmektedir.
Cisimler kendilerine özgü ışık yayarlar. Cisimleri tanıdığımız gibi değişik sıcaklıklarda belli farklı ışık yayarlar. Dolayısıyla gökteki cisimlerin hangi maddeden oluştuğunu kesinlik derecesinde biliyoruz.
Uzaklaşmakta olan ışığın dalga boyu uzundur. Böylece hem uzaklığını ölçmekteyiz hem de yaratılış zamanını ölçüyoruz.
Küfretmiş olan kimseler bunları bulanlardır. İlk ayrılma olduğu zaman mevcut olan cisimleri tespit ediyoruz. Dört boyutlu uzayda serbestçe dolaşan kâinatımızın ilk çekirdeği bundan 13.7 milyar yıl önce patladı ve parçacıklar birbirinden ayrıldı. Bir ceviz büyüklüğünde olan kâinat yumurtası dört boyutlu uzayda Allah’ın iradesi ile patladı ve büyümeye başladı. Biz şimdi o değişik uzaklıklardan gelen ışığı yansıtıyoruz. Yani bizden uzakta olanların mesafesini biliyoruz, dolayısıyla yaşını da biliyoruz. İlk patladığı zaman var olan maddeleri ve sıcaklığı biliyoruz. Kur’an’ın verdiği haberi saniyesi saniyesine takip ediyoruz.
Kâinata “رَتْقَيْن” denmesi gerekirken “رَتْقًا” deniyor. Ayrı iki parça yerine iç içe geçmiş ve bir şekilde idi. Plazma halinde idi. Patlamadan sonra elektron ve pozitron oldu, birleşik parçacıklar oluşmamıştı, soğudukça hidrojen atomunun çekirdeği oluştu. Bugünkü kâinatımız var oldu.
فَفَتَقْنَاهُمَا
Fa FaTaQNAvHUMAv
“İkisini birbirinden fıtk ettik”
Birbirlerinden kopmadılar. Fıtkta olduğu gibi yine birbirlerine bağlı kaldılar. Aralarında çekme kuvvetleri var. Ayrıca onları dengede tutan kuvvetleri merkezkaç kuvveti var veya alıp vermeden doğan kuvvet var. “Fıtk” kelimesi bu dengeyi ifade etmektedir.
İnanmış Yunan filozofları ve İslam felsefecileri kâinatın ezel ve ebed olduğunu iddia ediyorlardı. Bu ayet kâinatın sonradan yaratıldığını ortaya koymakta ve küfretmemiş olan kimseler ile kelamcılar bu iddialarını ispat etmiş oluyorlar.
وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ
Va CaGaLNAv MiNa eLMAvEi KulLa ŞaYEin XayYın (Va FaGaLNAv MiNa eLFaGaLı ŞaYEin FaLan)
“Ve hay olan her şeyi sudan ca’l ettik”
Kâinat fıtkan var olmamıştır. Başlangıçta atomları bile olmayan bir patlama iken, fıtktan sonra elektronlar pozitronlara, sonra protonlar ve nötronlar var edildi. Bütün elementlerin aslı suyun kökü olan hidrojendir. Bütün bunlar elektron ve protonların taşıdığı özelliklerle oluştu. Sonunda canlı var oldu. Bu gün biyoloji kitaplarında susuz hayat olmaz diye yazılıdır. Güneş ışığından yararlanmayan, kömürü yakmada yaşayan canlılar vardır ama su olmadan var olan canlı yoktur. Hay neyin sıfatıdır. Hay olan her şeyi sudan yaratmıştır. Her şeyi sudan hayyı ca’letmedir. “خَلَقْنَا” demiyor da “جَعَلْنَا” diyor. Suya öyle özellik verdik ki özellikten dolayı hay olan her şey sudan var oldu.
Doğu Türkistanlı bir kimya mühendisi, “Elhamdülillahi”nin sure başında gelmiş olması tüm kimyasal özelliklerin ilahı olduğunu ve tüm oluşların onun var etmesi ile olduğunu ifade eder diyordu, sosyalist bir ülkede yetişmiş bir mühendis böyle manalandırıyordu.
Her şey sonunda hidrojen atomundan oluşmuştur. Ama atoma öyle özellikler vermiştir ki bugün bir canlı olarak bunları yazıyorum. Bunları ortaya koyanlar kimlerdir? Sermaye’nin ortaya çıkardığı küfretmiş olan kimselerdir.
أَفَلَا يُؤْمِنُونَ (30)
EaFaLAv YuEMiNUvNa (EaFaLAv YuFGıLUvNa)
“İman etmeyecekler mi?”
Evet, kâinat bir ceviz büyüklüğünde parçacıkken patlamış ve sonunda oluşan hidrojen atomu ile bugünkü hayat imkân dâhiline girmiş ve bunu da o küfreden sosyalistler ve kapitalistler kendileri ortaya koymuşlardır. Tüm ilimler bu oluşları teyit ve tebyin etmiştir.
Hala iman etmeyecekler midir?
Surede daha önce “قُلْ” emri geçmiştir. “İman etmeyecekler mi” sorusu ile bizim onlara söylememiz gerektiğini teyit etmektedir. Yani biz müminlerin onlara iman etmeyeceklerini söylememiz gerektiğini, hala iman etmeyecek misiniz dememiz gerektiği ifade etmemiz gerekir. Allah bize imkânlar verdi. Cumhurbaşkanımıza Birleşmiş Milletler’de konuşma imkânı sağlanmıştır. Bu başkan Akevler ve Millî Görüş içinde yetişmiştir. Gülen de Akevler’de yetişmiştir. Bunlar Kur’an ehlidirler. Rabbimizden dua ediyorum ki bunlar hakemlere gitsinler, barışsınlar ve tüm insanlığa bunları anlatsınlar. Allah şimdi bu gücü bize verdi. Bakalım şükredecek miyiz? Sabırla çalışmaya devam edeceğiz. Allah’ın vaadi mutlaka gelecektir. Bin dil üniversitesini kurmamız bununla alakalıdır. Birleşmiş Milletler dahi bizim böyle çalışmamızı destekleyecek durumdadır.
“وَجَعَلْنَا” “فَفَتَقْنَاهُمَا”ya atfedilmiştir.
Yani atomlar görevlerini ilk patladığı zaman aldılar.
YORUM
Kur’an’dan önce peygamberler geliyor, mucize gösteriyor ve kendi kavimlerine peygamber olduklarını inandırıyorlardı. O dinler kavmi idiler, kişiye dayanan dinlerdi. Kur’an düzeni de Araplar için o zaman peygamber dini idi. Kur’an mucizesi ile insanları inandırdı.
Bugün iki farklı durum vardır. Aramızda peygamber olmadığı gibi Kur’an sadece bir kavmin veya bir asrın kitabı değildir. Her uygarlığın (bin yılda bir gelir) ve tüm insanların kitabıdır. Kur’an’dan sonra da bir peygamber gelmeyecektir.
Bize iki görev düşmektedir. Biri Kur’an’ı çağımızın ilmiyle tafsil etmek, diğeri de bunları tüm dünyaya anlatmak. Said-i Nursi’nin kaleme aldığı Risalelerle bu işe başlanmıştır. Karaman ve Tunahan da Kur’an Arapçası öğretme görevini yapmaya çalışmışlardır. Akevler Kooperatifi de uygulamaya çalışmıştır. Erbakan, Gülen, Karaman bu görevin ifasında katkıda bulunmuşlardır. Şimdi katkıda bulunma sırası Erdoğan’dadır. Allah büyük imkân vermiştir.
Biz Akevler olarak kendi görevimizi Allah’ın bize verdiği imkânlarıyla yerine getirmeye devam ediyoruz ve bekliyoruz...
Öz Türkçe ile:
“Kapamış olan kimseler, yer ve göklerin bitişik iken bizim onları kopardığımızı görmediler mi? Biz yaşayanların hepsini sudan kıldık. Yine de inanmayacaklar mı?”
Kur’an kelimeleri ile:
“Küfretmiş olan kimseler arz ve semavatın retk iken onları fetk ettiğimizi rey etmediler mi? Ve hay olan her şeyi sudan ca’lettik. Yine de iman etmeyecekler mi?”
EaVaLaM YaRay elLaÜINa KaFaRUv EanNa elSaMAvVAvTı Va eLEaRWa KAvNaTAv RaTQan Fa FaTaQNAvHUMAv Va CaGaLNAv MiNa eLMAvEi KulLa ŞaYEin XayYın EaFaLAv YuEMiNUvNa
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ (30)
***
وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ
Va CaGaLNAv Fiy eLEaRWı RaVAvSiYa (Va FaGaLNAv Fiy eLFaGLi FaGALiYa)
“Ve Biz arzda ravasiyeyi calettik”
Sıra dağları koyduk.
Kâinatın yaratılışını anlattıktan sonra yeryüzünü anlatmaya başlamıştır. 13,7 milyar ışık yılı çaplı kâinatı anlatmış, şimdi birkaç salise çaplı yerküresini anlatmaya başlamaktadır. Orada dağları ca’lettik demiştir. Rasiye sıradağdır.
Yeryüzünde iki ana sıradağ silsilesi vardır.
Biri kuzey yarımkürede doğudan batıya doğru uzanan Himalaya ve Alp silsilesidir. Görevi, kuzeyden gelen soğuk havalar güneyden gelen yağmur yüklü sıcak rüzgâra katılıp yağmurun yağmasına sebep olur. Bu dağ silsilesi olmasaydı yeryüzü Afrika ve Arabistan çölleri gibi olurdu. Bir de Amerika’da güneyden kuzeye doğru uzanan Ant dağları vardır. Bunlar da dünya dönerken havanın da dönmesini sağlayan dağlardır. Böylece yeryüzünde sürekli rüzgâr olmayan bir atmosfere sahip oluyoruz. Bu dağların başka özelliği, magma tabakasında aynı yükseklikte gömülmüş olanlardır. Böylece Yer’in dönüşünü Ay’ın dönüşü ile denkleştirirler. Günün uzunluğunu belirlemektedir. Bir de gel-gitlere sebep olup denizleri dalgalandırmakta ve sürekli olarak denizleri çalkalandırmaktadır. Karadeniz’in dibi havalanmadığı için ölü alanları oluşturmaktadır. Bunlar atomların özelliklerinden oluşmaktadır. Meleklerin planlı bir şekilde çalışmaları sonunda bu sonuçlar elde edilmiştir.
أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ
EaN TaMİyDa BiHiM (EaN TaFGıLa BiHiM)
“Onlarla meydanlaması için”
Dağların görevi niçin ca’l ettiğini ifade etmektedir. Buradaki “هِمْ” zamiri “الَّذِينَ كَفَرُوا”ya gitmektedir. Baştaki “ت” harfi ise ya dağlara ya da muhataba gitmektedir. “بِهِمْ”deki “بِ” de “فِي” manasında olduğu gibi taaddi bisi de olabilir.
Dağlar onlara meydan olsun diye ca’lettik. Dağlar sayesinde yağmurlar yağmakta, ormanlar coşmakta ve onlara mesken olmaktadır.
Bugün dağlardan tam yararlanamıyoruz ama gelecekte tüm dağlar yüz lojmanlı işyeri apartmanlar ile dolacaktır. İnsanlar dağılacaklar. Her bin dönümde bir yüz lojmanlı işyeri apartmanı olacak. Ormanlardan böylece yararlanacağız. Bu yeryüzünün insanlar tarafından kullanılmasını sağlayacaktır. Doğal yiyecekler buralarda üretilecektir. Onlara dağlar meydan olsun diye ca’lettik diyor.
Eğer “Te” harfi sen anlamına gelirse, sen onlarla oralarda yayılasın demektir. “Fiha” hazf olmuş olur. Bu da bizim yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında yalnız bizim değil tüm insanların oturacağını ifade eder. Yeryüzünden kirletmeyecek ve fesada uğratmayacak şekilde herkes yararlanacaktır. Tarım semtlerine işaret etmektedir.
وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا
Va CaGaLNAvFİyHAv FiCAvCan SüBüLan (Va FaGaLNAv FİyHAv FiGiLan FuGuLan)
“Ve orada sübül olan ficac ca’lettik”
عمق uzak görünmez anlamındadır. 1 defa geçer. عمي 33 defa geçer. 34=2*17
ع etkiyi, م genelliği, ق kuvveti ifade eder.
فجج iki dağ arasındaki geçit yol, bel demektir, geniş vadi demektir. Kur’an’da 3 defa geçer, فجو 1 defa geçer. ف kopmayı, ج toplanmayı ifade eder.
Fac 1000 dönümlük site parsellerini birbirine bağlayan vadilerdir. Sanayi semtlerinde on dönümlük parseller birbirleri ile fecler ile bağlanmışlardır. Sera tarımı yapan 100 dönümlük yerler birbirlerine fecler ile bağlanmışlardır. Tarım ve orman semtlerinde biner dönümlük yerler birbirlerine feccler ile bağlanırlar. Bunlardan her biri birer fecdirler.
“Sebil” ağ yollardır. Semtler birbirlerine ağ yollarla bağlanır. Bucak içinde komşu semtler arası feccler vardır. Oysa bucaklar ilçelere, iller bölgelere, ülkeler kıta merkezlerine tarıkatla bağlanmışlardır.
لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ (31)
LaGalLaHuM YaHTaDUvNa (LaGalLaHuM YaFTaGıLUvNa)
“İhtida etsinler diye.”
Yeryüzünde kıtalar birbirlerine ağ yollarla bağlanmıştır. Bir ülkede bölgeler ağ yollarla bağlanmıştır. İllerde ilçeler ağ yollarla bağlanmıştır. Bir bucakta semtler ağ yollarla bağlanmıştır. Bu yollar levhalarla tanımlanmıştır. Kara, deniz, hava ve demiryolları hep levhalanmış, uluslararası işaretlerle işaretlenmiştir. Dayanışma ortaklıklarınca sigortalanmıştır.
Bu işletmelerin muhafazası kamuya aittir. Siyasi dayanışma (askerler) sorumludurlar.
Bu ayet bize bu düzeni tanımlamaktadır.
Gelecekte böyle olacaktır. Biz Adil Düzen’de böyle yapmalıyız.
YORUM
لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ beyanıyla fiziki bakımdan böyle olduğu gibi sosyal bakımdan da böyle olacaktır. Dayanışma ortaklıkları ve hizmet ortaklıkları böyle bir düzen sahip olacaklardır. Coğrafyada nasıl vadiler varsa, sosyal yapıda da böyle bölünmeler ve caddeler olacaktır. Ülke yapılaşması ile ulus yapılaşması birbirine paralel olacaktır.
Kur’an bize tabii düzeni anlatırken sosyal düzeni de öğretmektedir. Örnek olarak doğada onlu ve ikili sistem varsa, doğada sağ (D-) sistemi varsa biz de onları uygulamalıyız.
İller, bucaklar yahut genel müdürlükler öyle keyfi değil de seçkin sayılara göre düzenlenmelidir. Sosyal yapımızı tabii yapıya uydurmalıyız. Allah’ın hulku ile tahalluk edin hadisi bunu açıklamaktadır.
Doğada Allah en uygun kararı seçmiştir. Biz O’ndan akıllı mıyız ki kendimiz istediğimiz hükümler koyuyoruz. Başkanın kararnameler yayınlayarak kişileri emrine alma yetkisi yoktur. İcma ve içtihatları ilan eder. Ortak vekil olarak istişari kararları ilan eder. Kararlara karşı hakemlerden oluşan yargıya gitme imkânı vardır.
Öz Türkçe ile:
“Ve yerde onlara yer versin diye sıradağları koyduk. Orada yol bulsunlar diye yerleşkelere yollar koyduk.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve arzda onlara meydan olsun diye rasiyeler ca’lettik. Oraya ihtida etsinler diye feccleri sübül olarak ca’lettik.”
Va CaGaLNAv Fiy eLEaRWı RaVAvSiYa EaN TaMIyDA BiHıM Va CaGaLNAv FIyHAv FıCACan SuBuLan LaGalLaHuM YaHTaDUvNa
وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ (31)
***
وَجَعَلْنَا السَّمَاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًا
Va CaGaLNav eLSaMAvEa SaQFanMaXFUvJan (Va FaGaLNv eLFaGALa FaFLanaFGuVLan)
“Ve semayı mahfuz sakf ca’l ettik”
Buradaki sema arzın semasıdır yani bulutların oluştuğu yağmurların yağdığı semadır. Onun mahfuz olduğunu ifade etmektedir.
Yer atmosferinde su vardır. Denizlerle temastadır ve belli basınç altında belli miktar su buharlaşarak hava tabakasına karışmaktadır. Diğer taraftan uzaya uçup gitmemesi için atmosfer basıncı vardır. Denizler ile beraber su miktarı öyle seçilmiştir ki yeryüzünde hayat cereyan etmektedir. Havada su miktarı kadar oksijen vardır ve karbon miktarı da belli oranda seçilmiştir. Bunun dışında Argon gazının oranı da ciğerlerin normal çalışması için gereklidir. Bunun yanında sıcaklık da belli aralıklarla olmalıdır. Başka bir özelliği de çekim kuvvetidir, ağırlığıdır. Hayat böylece mümkün olmaktadır.
Sema bir sakftır, yeryüzünün tavanıdır ama aynı zamanda bütün özelliği mahfuzdur. Bugün gelişmiş ihtimal hesapları ile şunları biliyoruz. Yeryüzünde hayatın oluşması için bütün bu özellikler hangi aralıklarla olmuştur. Sonra bu aralıklar yüzde kaçını oluşturur. Bunun rastlantı olarak böyle olması ihtimali kaçtır. Bunun zamanla bu aralığı koruma ihtimali kaçtır. O halde yeryüzünün kendi kendine olma ihtimali yüzde kaçtır. Sadece kromozomlardaki diziliş ihtimaliyatını hesaplayan meşhur âlim bu şekilde olma ihtimalini 10250 olarak hesaplamıştır. Oysa tüm kâinatına ömrü 10 üzeri 30 saniyeler civarındadır. Nasıl bir zarda 6 defa attığınızda 7 defa yekin gelmesi muhal ise kâinatın kendiliğinden olması o kadar muhaldir. Meşhur küfreden alim “yine de ben Tanrı’ya inanmıyorum” demiş, alenen küfrünü ilan etmiştir.
وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ (32)
Va HuM GaN EAvYAvTıNAv MuGRiWUvNa (Va HuM GaN EaFGAvLıNAv MuFGıLUvNa)
“Ve onlar ayetlerinden i’raz edenlerdir.”
Burada fiil cümlesine isim cümlesi eklenmiştir. O halde bu onların halini ifade etmektedir. Onlar Allah’ın ayetlerini böyle kesin olarak gördükleri ve kendileri ispat ettikleri halde, Kur’an’ın ortaklık sistemine gelmemekte ısrar etmektedirler. Kooperatiflere inandık diyorlar ama onlar inanmamışlardır. Allah’ı ve nâsı kandırmaktadırlar.
Kur’an sizden zor bir şey istemiyor, işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçin diyor. Çok basit. Sermaye veya siyaset hala emeği sömürmesin diyor. Tüccar olsun ama tekel olmasın diyor. Devlet olsun ama hükmeden değil hizmet eden güven sağlayan devlet olsun diyor.
YORUM
Kur’an’ı yorumluyoruz. Kur’an daima merkezi noktalara vurgu yapmaktadır. Farklı yönlerden ama aynı şeyleri söylemektedir. Kur’an’ın elbette bir gayesi vardır. İnsanlara hüda/hidayet olmaktadır. Biz ayetleri böyle yorumluyoruz. Eski müfessirler işin kolayını bulmuşlar. Kur’an’daki ayetleri ahirette olacaklara yükleyip rahat etmişler. Böylece Kur’an’ı açıklamak kolay olmuş, onlara göre zorlukları aşmak daha kolay olmuştur.
Müminler ise Kur’an’ın bugün yaşadığımız dünyayı anlattığına inanırlar ve ona göre yorumlarlar. Ahiretin dünyada kazanılacağına inanırlar. Kur’an öldükten sonraki hayatı düzenlemek için gelmemiştir, Kuran bu dünya hayatımızı düzenlememiz için gelmiştir. Ahiretten sadece haber vermiştir. Oradaki hayatı anlatırken de bu dünyada bizim nasıl davranmamız gerektiğini anlatmaktadır.
Bunun anlamı şudur. Kur’an’ı yorumlarken önce bu dünya hayatımızı anlattığına göre yorumlayacağız. Karinei mana varsa ahirette olacak şekilde mana vereceksiniz. Onu da dünyada kıyas yoluyla tanımlamamız gerektiğini bilmemiz gerekir.
Öz Türkçe ile:
“Ve göğü korunmuş çatı yaptık. Onlar onun bu kanıtlarına da yan çiziyorlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve semayı mahfuz sakf ca’lettik. Onlar ise onun ayetlerinden iraz ediyorlar.”
Va CAGaLNav elSaMAvEa SaQFan MaXFUvJan VaHuM GaN EAvYAvTıHAv MuGRiWUvNa
وَجَعَلْنَا السَّمَاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًا وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ (32)
***
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ
Va HuVa elLaÜIy PaLaQa elLaYLa Va elNAHavRa (Va HuVa elLAÜIy FaGALa eLFaGLa Va eLFaGAvLa)
“Ve O leyl ve neharı halk etmiş kimse iken”
Surede biz böyle yaptık, biz böyle yaptık diye anlatmaktadır. Bütün bunları meleklere yaptırdığına işaret etmektedir. Yani arzı yaratırken melekûtu yaratılırken başka kimselerle değil doğrudan kendisi yapmıştır.
Oysa kâinatımıza fıtk tarihinden beri melekleri istihdam etmektedir. Surenin başında rabbim bilir diyerek her müminin rabbi olan anlatılmıştır. Arada O zamiri göndererek Na nın olduğunu belirtir. Yani her birimizin rabbi aynı zamanda kâinatı meleklerle beraber var eden kimsedir.
Burada “Ve” harfi ile hal cümlesini getirmesi o öyle iken leyl ve neharı halk etti diyor, ca’letti demiyor. Leyl madde demektir. Nehar da enerji demektir. Madde ve enerjiyi halk etti. İlk patladığı zaman sınırlı sayıda parçacık koydu. Buna şimdi fizikçiler madde sakınımı kanunu diyorlar. Sonra da bu parçacıklara enerji yükledi yani hızlar verdi. Parçacıkların hızlarının kareleri toplamı enerjiyi vermektedir. Bunun miktarını sabit yaptı. Yani kâinatta fıtktan sonra ne parçacık sayısı artmakta ne de parçacıklardaki hızların karelerinin toplamını değişmektedir. Sadece parçacıklar hızlarını birbirlerine aktarmaktadırlar. A molekülü yavaşlar, B molekülü hızlanır. Kâinat genişledikçe de tüm uzaya yayılırlar. Birim alana düşen enerji küçülür. Yani çevre soğur.
وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ
Va elŞaMSa Va elQaMaRa (Va eLFaGLa Ve eLFaGLa)
“Ve şems ve kameri de”
Şems ve kamer madde ve enerjiden farklıdır. Aralarında çekim kuvvetleri var, dönerek dengede olurlar. Yapıları madde ve enerji yapısındadır. Ancak bir araya gelince cisimler oluştururlar. Ayrı ayrı birer parçacıklar bir araya gelince tek cisim olurlar. Diğer cisimleri kendilerine çekerler. Mikroda denge elektrikî kuvvetlerle oluşmakta, makroda denge çekim kuvvetleri ile oluşmaktadır.
Newton’un Ay ve Güneş arasında çekim kanunları mikroda cisimlerde ve moleküllerde geçersiz olmuştur. Kuantum fiziği doğmuştur.
Leyl ve nehar madde ve enerjidir. Birbirlerinden farklı kanunlara tabidir. Ama bir karededirler.
Şems ve kamer de ayrı kanunlara tabidir. Biri ışık üflemekte, diğeri ise ışığı yansıtmaktadır Güneş tüm yıldızları temsil eder, Ay tüm gezegenleri temsil eder. Dörtlü sistem ortaya çıkmaktadır.
كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ (33)
KulLun Fİy FaLaKin YaSBaXUvNa (FuGLun FIy FaGaLın YaSBaXUvNa)
“Her biri bir felekte sabh ediyor.”
سبح yüzmek veya uçmak anlamına gelir. Bu kelimede de icaz vardır.
Fizikte katı cisimlerdeki hareketler aynı kanunlara tabidir. Sıvı ve gaz cisimler ise benzer kanunlara tabidir. Ama her şey ahenk üzerinde kuruludur. Gazlara ait bir kanun vardır. -273 derecede mutlak sıcaklık sıfır olmaktadır. Bu hesaplar makroda oluşur. Mutlak sıfıra yaklaştıkça bu kanun işlemez. Çünkü mutlak sıfır yoktur. Hiçbir molekülün hızı sıfır olamaz. Nasıl soğuk havalarda şoförler kontak kapatmazlarsa Allah da hiçbir parçacığın hızını sıfır yapmaz. Enerji parçacıklardan oluşur. Ve en küçük parçacığın hızı yarım hızdır. Bu ayet bize o sıfır derecenin olmadığını bildiriyor. Çünkü hepsi uçmaktadır.
Kimyada yedi sema vardır. Her semada alanlar vardır. Bunlara فُلْكَ denmektedir. Alanlar üzerinde hatlar vardır. Kur’an bunlara طَرَائِقَ demektedir. Merkezinde çekirdek vardır. Her zaman hareketlidir. Elektronlar da hareketlidir. Her biri kendi terakında sebhetmektedir. Ayrıca her elektron da kendi etrafında döner. Bu dönmeden dolayı da enerji taşır. Bu da yarım kuantumu hep korur. Atom fiziğinde ve kimyada nerede araştırma yaparsanız yapın sıfır hızı bulamazsınız. Her biri bir felekte hareket halindedir.
Bunları küfreden âlimler keşfettiler.
Biz onlara diyoruz ki; bakınız, Kur’an bunları biliyormuş. Gelin görün.
YORUM
Batılılar müspet ilimleri Müslümanlardan aldılar, İsrail oğulları aracı oldular. Biz müspet ilmi fıkıhta ve dilde kullandık. Müspet ilmi Yunan, Hint ve Çin ilimlerine uygulamaya çalıştık. Bu çalışmalar Haçlı Seferleri ile Batıya ulaştı. Batı bu metodu sanayide kullandı. Birçok araçlar geliştirdi. Bu araçlar yardımı ile müspet ilim gelişti ve bugünkü uygarlık oluştu.
Batılılar müspet ilimi her yerde uygulayamadılar. Önce tarımda uygulayamadılar. Sonra hukukta ve iktisatta uygulayamadılar. Allah ilimde ve sanayide onlara imkân verdi. Böylece insanlar Kur’an’da haber verilenleri kendi akılları ile bulsunlar diye. Böylece Allah hem akli hem nakli ayetleri insanlara ihsan etti ama hala yararlanmıyorlar.
Ekonomide de buna göre kanunlar yapıyoruz. Arz ve talep kanunları çok küçük miktarlarda çalışmaz. Ancak makroda çalışır. Bir malda eğer zaruretten dolayı miktar çok düşükse o zaman arz-talep kanunları yerine kurallı bölüşme kanunları uygulanır. İslam’daki vakıf müesseseleri bunlara dayanır. Her şey tesbih ettiği gibi herkes de tesbih etsin.
Bunu sağlamak için bazı mallarda yarısı bedava sistemini uyguluyoruz, ürünün yarısını iki misli fiyatla satıyoruz, yarısını bedava olarak dağıtıyoruz. Kira payını bedava dağıtıyoruz, emek payını üreticilere veriyoruz.
Öz Türkçe ile:
“Ve gece ve gündüzü, güneş ve ayı yaratan kimse O’dur. Her biri bir yörüngede uçmaktadır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve leyl ve neharı, şems ve kameri halk eden kimse O’dur. Her biri bir felekte sebh ediyor.”
Va HuVa elLÜIy PaLaQa elLaYLa Va elNaHAvRa Va elŞaMSa Va eLQaMaRa KulLun FIy FaLaKin YaSBaXUvNa
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ (33)
***
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَ
Va MAv CaGaLNAv LiBaŞaRin MiN QaBliKa eLPuLDa (Va MAvFaGaLNAv MiN FaGLiKa eLFuGLa)
“Ve senden önce hiçbir beşer için huld ca’letmedik”
Surede önce kâinatı anlattı. Sonra yeryüzünü anlattı. Hayat düzeninin genel kanunlarını koydu. Şimdi de artık ahirete doğru yol almaya başladık.
Önce bugünkü insanların hatalı bidatlerini düzeltmektedir. Yirminci yüzyılın müspet ilim verileri ile bu kurallar sabit olmaktadır. Herkese işbölümü olduğunu bildiriyor. Bugün yeryüzünde iki büyük inanç hata içindedirler.
Biri, İsa’nın yaşadığına ve geleceğine inananlar, 2 milyar kişiden fazladır.
Diğeri de Şiilerdir, bunlar da mehdiyi beklemektedirler.
Biri Yahudilerin fitnesidir. İsa’yı mesih olarak kabul etmemek için hala mesih bekliyorlar. Hıristiyan ve Müslümanlar da bu Yahudi ifsadını yutuyorlar. Diğeri ise Sünnilerin fitnesidir. Şiileri hilafet iddiasından vazgeçirmek için Bağdat’ta Muhammed Mehdi’yi Kaşıkçı gibi öldürdüler. Teskin için gıyabi haber aldıklarını iddia ettiler. Hala ona inanıyorlar. Humeyni ancak naibi imam kuralı ile çözdü. Bu yanlış inanışa dokunamadı.
أَفَإِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ (34)
EaFaEiN MitTa FaHuMu eLPAvLiDUvNa (EaFaEin FaGıLTa FaHuMu eLFAvGıLUvNa)
“Sen mevt edeceksin onlar halit mi olacaklar.”
“Buradaki “Te” zamiri müminlerden her birine gidebilir, Muhammed’e gidebilir. Muhataba gitmesi halinde son nebi olan Muhammed yaşatılabilir. Madem yeni peygamber gelmeyecek o göreve devam eder. Yenilik yapılmayacağına göre yeni peygambere gerek kalmayabilir. Ama böyle olmamış, Son Nebi aynı zamanda Resul olur. Vahye dayanan yönetim sona erdi. Kimse baki halde değildir.
Burada nefsin mevtinden bahsetmektedir.
اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنْفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ (39/42)
Mevt ölümü ifade etmektedir, vefat ise nefsin bedenden ayrılmasını ifade eder. Ruh değil nefis vefat etmektedir. Mevtte beden ruha dönmekte uykuda ve bayılmada ise tekrar bedene dönebilmektedir. Uyurken bir sıkıntı çekmediği halde ölürken zevk etmektedir.
Ruhun nefh edilmesinden bahsetmektedir. Ancak onun bedenden ayrılmasından bahsetmemektedir. Ruh ile nefis arasında bir alaka kurulmamaktadır.
İnsan ruh ve beden mi yoksa nefis ve bedenden mi oluşmaktadır? Ruh ile beden arasında ne gibi ilişkiler vardır? Şuurlu olan nefis midir yoksa ruh mudur?
Bunun cevabını bilemiyoruz.
YORUM
Bu ayette ne İsa’nın ne de Mehdinin halen yaşadığı çok açık şekilde biliniyor. Kur’an Hıristiyanların evlatlık iddiasına şiddetle muhalefet etmektedir. Bu yanlış inançlarını haber vermekte ama bunu iddia edenlere azaplar beyan etmektedir.
Buna inanan halkın üzerine ısrarla gitmemiz gerekmez.
Humeyni bundan dolayı ses çıkarmamıştır.
Papa teslisi kaldırmalıdır. Ama İsa’nın geleceğine dair inançla mücadele etmeleri gerekmez.
Bizim de Müslümanların bu yanlış inançlarına karşı cihat yapmamız gerekmez. Buna inananlara bir azap zikredilmemektedir.
İsteyen onların geleceğini bekleyebilir.
Öz Türkçe ile:
“Ve senden önce hiçbir kimseyi kalıcı yapmadık. Sen öleceksin de onlar kalıcı mıdırlar?”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve senden kabl bir beşer için huld ca’letmedik. Sen mevt edeceksin de onlar halid midirler?”
MAv CaGaLNAv LiBaŞaRin MiN QaBLiKa elPuLDa EaFAEiN MitTa FaHuMu eLPAvLiDUvNa
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَ أَفَإِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ (34)
***
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ
KuLLu NaFSin ÜAvEiKaTu eLMaVTi (FuGLu FaGLin FAvEiGaLatü eLFaGLi)
“Her nefis mevti zevk edecektir”
“El-Mevt” burada marife gelmiştir. Demek ki bütün insanların mevti tek tiptir. Zevk da tek tiptir. Acı hastalık esnasında duyulmaktadır. Mevtin de bir zevki vardır. Ama bu marifedir. Zevk dediğine göre acı değildir. Bu yorum aşağıdaki ayetlerle tearuz halindedir. Bu durumda ayetleri ayrı ayrı hallere göre yorumlarız.
Buradaki ayette iyi insanların mevtinden bahsetmektedir
Aşağıdaki ayetlerde ise kötü insanlardan bahsetmektedir.
Ölmeden önceki durumdan değil, öldükten sonraki durumdan bahsetmektedir. Bu ayet kabir azabına da işaret etmektedir. “El-Yevm” bugün demektir. Ölen insan için kıyamete kadar bir yevm geçecektir.
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَأُنْزِلُ مِثْلَ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلَائِكَةُ بَاسِطُوا أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُوا أَنْفُسَكُمُ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ (6/93)
فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمُ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ (47/27)
وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً
Va NaBLuVaKuM Bi eLPaYRi Va elŞarRı FiTNaTan (Va NaFGaLuKuM Bi elFaGLi Va elFaGLi FiGLaTan)
“Ve sizi şer ve hayr ile fitne olarak belv ederiz”
Eğer cümlenin sonunda fiili köküyle aynı mastar varsa cümlenin mefulü mutlağı olur. Belv etmek, bilemek, yontmak demektir. Fitne madenin pasını almak demektir. Şerde ve hayrda fitne vardır.
Fakir olursunuz, kıt kanaat geçinirsiniz. Zamanlarınızı servet yığmakla değil ilim yapmakla geçirirsiniz. Bu imtihandır. Fakirliğin şükrünü eda etmiş olursunuz. Zengin olursanız vaktiniz servet yaşatmakla geçer ama elde ettiğiniz serveti zekât için harcarsınız. Burada da ikisi de imtihandır. Fitne bela. Şer ve hayır. Fakirlik şer görünür, zenginlik hayır görünür ama her ikisinin sonu ters olabilir.
Şer olur siz onu hayra çevirirsiniz, şer olur siz onu hayır yaparsınız. Sonunda ölümü tadacaksınız. Bütün bunların hesabını vereceksiniz. Çoğu kez bu dünyadan alacaklı veya borçlu gidersiniz.
وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ (35)
Va EiLaYNAv TuRCaGUvNa (Va EiLaYNAv TuFGaLUvNAv)
“Ve bize rücu edileceksiniz.”
Ruhundan nefh etti diyor, bize rücu edileceksiniz diyor.
Tasavvuf ehli can verip tekrar kendisine döneceklerini iddia ediyorlar. Oysa dönüş bize diyor. Yani varlık âleminde ona yaklaşma demektir. Yoksa tekrar onunla bir olma manasında değildir.
Cennetlikler de cehennemlikler de ona rücu edeceklerdir. Bu dünyadan daha çok yakın olacaklardır. İyiler bize rücu edecek kötüler etmeyecek demiyor. Belki birilerinin yolu uzun diğerlerinin kısa olacaktır ama ikisi de ona yaklaşacaklardır.
YORUM
Allah kâinatı insan için yarattı. Melekler ve ruhlar onun emrinde bu kâinatı yaşatmaktadırlar. Onlara ikram etti ve onları yücelere koydu. İnsan ve cinleri de üç boyutlu uzaya getirdi. Onlara başka bir kâinat kurdu, hayır ve şer kâinatı, belv ve fitne kâinatı. Onları yarışa koydu, onlar eğitilerek yarışacaklar ve sınıflarını geçerek ona yaklaşacaklardır.
Bize çalışıp yücelme imkânı verdi. Kendi kendimizi yetiştirme okulları açtı. Yani okul var, sınıflar var, kitaplar var, laboratuvarlar var, öğretmenler var ama kimse kimseye emretmiyor. Öğrenmek isteyen öğreniyor.
Kendi iradesi ve çalışması ile bilgi ve beceri sahibi oluyor. Başarsından sonra iş hayatına atılıyor. Yeni yaşama yerlerinde yaşıyor. Biz burada ne kadar çok çalışırsak mezuniyet derecemiz o kadar büyük olur ve ona göre gelecek yaşamımız daha yüksek olur.
Öz Türkçe ile:
“Herkes ölümü tadıcıdır. İyilik ve kötülükle sizi denemek üzere sınıyoruz. Bize döndürüleceksiniz.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Her nefis mevti zevk edecektir. Ve sizi şer ve hayır ile fitne olarak belv ediyoruz. Ve bize rücu edileceksiniz.”
KulLu NaFSin ÜAvEiQaTu eLMaVTı Va NaBLuVaKuM Bi elŞarRı Va eLPaYRı FiTNaTan Va İLaYNAv TuRCaGUvNa
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ (35)
***
وَإِذَا رَآكَ الَّذِينَ كَفَرُوا
Va EiÜAv RaEAvKa elLaÜIyNa KaFaRUv (Va EÜAv FaGaLaKa elLaÜIyNa FaGaLUv)
“Ve küfretmiş olanlar seni rey ettiklerinde”
Burada “İz” değil de “İza” geldiğine göre geçmişle değil de gelecekle ilgili hususlardır.
Biz şimdi onların ilahlarından bahsediyoruz. Başta dolar ilahından bahsediyoruz. Sonra oy ilahından bahsediyoruz. Mafya ilahından bahsediyoruz. Ajan ilahından bahsediyoruz. Bunlar sizi kurtaramayacak, mağlup olacaksınız ve cehennemde haşr olunacaksınız diyoruz.
Şimdi bizim söylediklerimize kulak vermiyorlar.
Mekke halkı da Kur’an okumayı ve dinlemeyi yasakladı. Müminler okuyor ve müminler dinliyordu. Bizim yazılarımız onların basınında ve yayınında yer almaz. Birbirleri ile görüştükleri zaman da bizimle alay ederek bahsetmektedirler. Bunlar mı ekonomiyi düzelteceklermiş, bunlar mı anayasa getirecekmiş diyorlar. Şimdi sükûta mahkûm edilmişlerdir.
Bir gün gelir ki Mekke’de sesleri duyulmaya başlar. Onlar istihza ile cevap vermeye başlarlar. Yorumlarımızdan bahsetmezler. Fikirlerimizi tartışmazlar, sizi konuşmaya başladıklarında sizin zavallılığınızdan bahsetmeye başlarlar.
إِنْ يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا
EiN YatTaPiÜUvNaKa EilLAv HüÜüVan ( EiNYaFTaGıLUvKa EilLAv FuGuLan)
“Seni huzuv etmeden başkasını ittihaz etmiyorlar”
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (4121/)
Bu ayette istihza ettiklerinin onları çarpacağı ifade edilmiştir. Biz onlara faizi yükseltmeyin enflasyon olur dedik, istihza ettiler; enflasyon oldu. Faizi yükseltmek zorunda kaldılar. Yükselterek çıkmaza girdiler.
Şimdi de uçuruma gidiyorsunuz diyoruz. Bizimle ve hatta cumhurbaşkanı ile bile istihza ediyorlar. Başkan diyor ki McKinsey’e kulak vermeyin, onlar ise onunla istihza edip devam ediyorlar.
Herkesin toplulukta bir konumu vardır. Topluluk ona o makamı verir ve saygı gösterir. İstihza etmek demek onun topluluktaki bu saygınlığını yok etmek için onunla alay etmek demektir. Masharaya almak ise toplulukta zaten saygınlığı olmayan kimselerin bu durumlarını tahkir etmek demektir, onunla eğlenmek demektir. Peygamberler genellikle saygın kişiler iken peygamber olurlar, onunla istihza ederler. Belli zaman içinde onu aşağı duruma düşürdüklerini sanır onu masharaya alırlar. Şimdi Erdoğan’a bunu yapıyorlar. Onu masharaya almak için doları yükseltiyorlar. Bununla faizleri düşüreceğini söylüyorlar ve sonra onunla eğleneceklerdir.
أَهَذَا الَّذِي يَذْكُرُ آلِهَتَكُمْ
Ea HAÜa elLaÜIy YaÜKuRu EAvLiHaTaKuM (Ea HaÜa elLaÜIy YaaFGaLu GaN FaGıLaTiKuM)
“Bu mu ilahlarımızı zikr edendir”
Bir gün gelecek Akevlerin çalışmalarından veya siyasetçilerinden bahsetmek zorunda kalacaklar. Karşılarında bunları bulacaklar. Onlara cevap veremeyecekler. Ciddi cevaplar yerine onları küçümseyerek cevap vereceklerdir.
1970’lerde İzmit’e zannediyorum, konferansa çağırdılar. Konuşmam esnasında herkese söz verdim. Ben konuşurken, ben bir şey bilmiyorum, Kur’an’ı size aktarmaya çalışıyorum dedim. Siyah sakallı birisi kalktı. Suriye’de tahsil gören âlim olduğunu beyan etti. Hatip geldi bir şey bilmediğini kendisi söylüyor, yanlıştır diyor. Fikirlere cevap vereceğine benimle istihza etti.
O gün olduğu zaman siz sabredecek ciddiyetinizi bozmayacaksınız. Siz mecnunsunuz demeyeceksiniz. Size karşı sarhoşları çıkarırlar. Siz onu insan yerine koyacaksınız ve sorularına cevap vereceksiniz. Siz ona değil orada bulunan halka cevap veriyorsunuz.
وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمَنِ هُمْ كَافِرُونَ (36)
Va HuM BiÜiKRı erRaXMAvNı HuM KAvFiRUvNa (Va HuM Bi FıGLı FaGLAvNı HuM FAvGıLUvNa)
“Ve onlar rahmanın zikrinden kâfirler iken.”
Biz onların ilahlarından bahsediyoruz, dolarlarından bahsediyoruz. İlah olmadıklarını anlatıyoruz. Oylarından bahsediyoruz, ilah olmadığını anlatıyoruz. Mafyalarından casuslarından bahsediyoruz. Onlar ise rahmandan bahsetmiyorlar. Bunlar dindir, ilmin konusu değildir diye bahse değer bulmuyorlar. O hususta müzakereyi kabul etmiyorlar.
Belki gerçekten tanrı yoktur, belki gerçekten dirilmeyeceğiz ama sizin bu hususta bir kanıtınız varsa bize getirmelisiniz, tartışmalıyız demiyorlar. Biz sizinle görüşmekten kaçmıyoruz da siz neden kaçıyorsunuz. Biz sizin yanlışlarınızı istihza etmeden ciddi ciddi ortaya koyuyoruz da siz neden koymuyorsunuz.
McKinsey iktisadı biliyorsa bizimle tartışsın. Akıl vermesin, aklını savunsun. Bilgisi varsa ortaya koysun. Bilgisi yok ama doları var. Dolar nedir; bir put.
YORUM
Kur’an bugünkü durumu anlatmakta, onların iddialarını ve durumlarını dile getirmektedir. Bir taraftan kâinatı anlatarak Kur’an’ın ilahi söz olduğunu ispatlamakta, diğer taraftan da bugünkü insanları anlatmaktadır. Onlar böyle derler, böyle yaparlar demektedir. O halde Allah onların ne yapacağını bilmekte ve ne söyleyeceğini haber vermektedir.
Gelecekte ne yapacaklarını haber verince müminler Allah’a Kur’an’a iman ederler ve O’nun dediklerini yaparlar.
İşçilik sistemi faizli sistemdir. Patronlar zarar ettiği halde işçiler kazanmaktadırlar. “Riziko yoktur ribh de yoktur” hadisine muhalif harekettir. Sabit kiralar da böyledir. Faiz de böyledir. Sabit arazi ve bina vergileri de böyledir. Paralı sigorta da böyledir, erken ölürsem o kazanıyor, geç ölürsem ben kazanıyorum.
Ortaklık sistemine geçilecektir. Tedayün ayeti karşılıklı parayı tedvin eder. Müşavere emri ekseriyet sistemini kaldırır.
İsa’nın 12 arkadaşı olmuştur. Hayatında göremedi. Ama bugün 2000 sene sonra 2 milyar insandan fazlası onun izinden gidiyor. Aramızda İsa yoktur ama biz havariyiz. Birlikte Kur’an düzeni üzerinde çalışıyoruz. Peygamber yok ama biz varız. Biz de başaracağız. Biz değil Allah yapacaktır, bizi istihdam ediyor, bize ahirette karşılığını verecektir.
Beş kişi olun, on kişi olun, biriniz imam olsun. Üçüncü binyıl uygarlığına katkınız olsun. Artırdığınız zamanları Kur’an’ı anlamaya ve uygulamaya hasrediniz. Onların kulak vermeyecekleri sizi ilgilendirmez.
Öz Türkçe ile:
“Ve kapatmış olanlar seni gördüklerinde seni alay konusu etmekten başkasını yapmıyorlar. Tanrılarınızı anan bu mu? Onlar ise yaşatanı anmaktan kapatanlardır.”
Kuran kelimeleri ile:
“Ve küfretmiş olan kimseler seni re’y ettiklerinde seni huzuv etmeden başkasını ittihaz etmiyorlar. İlahlarınızda zikr eden bu mu? Onlar ise rahmanın zikrinden kâfirdirler.”
Va EiÜAv RaEAyKa elLaÜIyNa KaFaRUv EiN YatTaPiÜUvNaKa EinLAv HuZuVan E HaÜa elLaÜIy YaÜKuRu EavLıHaTaKUM Va HuM Bi ÜiKRi elRaXMAvNı HuM KAvFiRUNa
وَإِذَا رَآكَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَذَا الَّذِي يَذْكُرُ آلِهَتَكُمْ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمَنِ هُمْ كَافِرُونَ (36)
İstanbul