ENBİYA SURESİ TEFSİRİ(21.SURE)
Süleyman Karagülle
642 Okunma
44-50.AYETLER TEFSİRİ

44-50.AYETLER

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

بَلْ مَتَّعْنَا هَؤُلَاءِ وَآبَاءَهُمْ حَتَّى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ أَفَلَا يَرَوْنَ أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا أَفَهُمُ الْغَالِبُونَ (44) قُلْ إِنَّمَا أُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ إِذَا مَا يُنْذَرُونَ (45) وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَاوَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (46) وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَإِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ (47) وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى وَهَارُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَاءً وَذِكْرًا لِلْمُتَّقِينَ (48) الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ (49) وَهَذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ أَنْزَلْنَاهُ أَفَأَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ (50)

 

***

 

بَلْ

BaL

“Bel”

Kur’an’da بَلْ kelimesi geldiği zaman önce anlatılanların yanında özel olarak bunların da olduğu belirtilir. جَاءَ أَصْحَابِي إِلَّا حَسَنًا dendiği zaman ‘Hasan’ın gelip gelmediğini söylemiyorum ama diğer arkadaşlarım geldi’ demektir. Hasan gelmiş olabilir, gelmemiş de olabilir. جَاءَ أَصْحَابِي بَلْ حَسَنًا dersem, ‘Arkadaşlarımın gelip gelmediğini söylemiyorum ama Hasan mutlaka gelmiştir’ demektir. Demek ki bundan önce anlatılanlar hakkında kesinlik yoksa da bu söylenenlerde kesinlik vardır demektir.

Özel olarak bugün dünyaya hükmedenlere yahut Gülencilere yahut AK Partililere hitap etmektedir. Geçmişte olanlar olmuştur. Bütün kavimlere, her zaman değil, zaman zaman ve değişik kavimlere de olmuştur.

Bugün ise Sermaye’ye, bürokrasiye ve bunlardan Sermaye’nin yanında yer alan Gülencilere ve siyaseti temsil eden AK Partililere işaret etmektedir.

مَتَّعْنَا هَؤُلَاءِ

MatTaGNAv HAvEuLAEi (FaGaLNAv HAvEuLAvEi)

“Bunları temti’ ettik”

Mesela, bundan 500 sene evvel İsrail oğulları Avrupa’nın en yoksul, en alt sınıfını oluşturdukları halde, oluşan şartlar sebebiyle 500 sene içinde bugünkü duruma geldiler, bugün dünyanın en zenginidirler.

Menfaat vardır, meta vardır.

Menfaat bir şeyde olan faydadır. Biz onu bir insanı yaşattığı gün ile ifade ediyoruz. Fiyat bu menfaati ölçen bir birimdir. Menfaat harcanır ve biter. Miktarla girer. Meta ise onun sağladığı imkândır. Bir elma size menfaat temin eder, ondaki kalori ve vitaminleri alırsınız. Ağzınızda çiğneninceye kadar elmadır. Ondan sonra o artık elma değildir, bağırsaklarınıza gider, oradan kana karışır ve onun sayesinde siz yaşarsınız. Bu ikinci kısım metadır.

Bir de ömür vardır. Ömür insanın yaşadığı zamandır. Meta ise o zamanın yaşanabilmesi için sağlanan imkânların toplamıdır.

وَآبَاءَهُمْ

Va EAvBAvEaHuM (Va EaFGAvLaHuM)

“Ve eblerini”

Bu tarif gösteriyor ki, yukarıda kastedilen AK Parti ve Gülenciler değildir, sadece Sermaye’dir. Çünkü onlara refah sağlanmış ve zengin olmuşlardır.

 İsrail oğulları kent halkı oldukları için tarımı bilmezler. Sanayiye de elleri alışık değildir. Onlar ticaretle geçinirler. Ne var ki tarım döneminde ticaret en adi meslekti. Dolayısıyla Yahudiler Avrupa’da en alt sosyal sınıf içinde idiler. Haçlı Seferleri ile Batı uygarlaşmaya başladı, Amerika keşfedildi ve merkez haline geldiler. ABD’deki altınlar Avrupa tüccarlarına kaldı.

Kur’an burada bu tarihi gelişmeye işaret etmektedir.

حَتَّى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ

XatAy OAvLa GaLaYHiMu eLGuMuRu (XatTAy FaGaLa GaLAyHıMu eLFuGuLu)

“Ta ki onlara ömür tul olsun”

İsrail oğulları hem büyüdüler, genişlediler, dünyaya hükmettiler; hem de ömürleri uzun oldu. Zenginlikleri de bitmeyecek ömürleri de tükenmeyecek.

Tekel Sermaye yıkılacak. Sömüren Sermaye çökecek. Sermaye siyasete, dine ve ilme hükmedemeyecek. Profesör olmak için Sermaye’nin koyduğu saçma engeller olmayacaktır.

Üniversiteler ilim öğretmiyor, Sermaye’nin sömürmesi için zorla İngilizce öğretiyor. İngilizceyi geçersen bir tek engel kalıyor, o da Sermaye’nin dergilerinde makaleler yazabilmektir. Makalelere Sermaye vize verirse doktor ve doçent olabiliyorsun.

Ben öğretmenliği ve ilim adamlığını çok seviyorum. İngilizce şartı olmasaydı şimdi emekli bir profesör olacaktım. Sırf İngilizce öğrenmemek için akademik imtihanlara girmedim. Kendi kendime diplomalar ve icazetler verip on binlerce sayfalık yazılar yazdım.

Süleyman Akdemir Ortaklık Sistemini bilen ve dünyaya anlatan tek kişidir. Yaptığı akademik çalışmalarla on defa Nobel mükâfatını alması gerekirken henüz doçent bile olamadı! Yardımcı doçentliği vardı, onu da yeni akademik sistemimiz elinden aldı!

Sermaye’nin bu sömürü düzeni ve sömürüsü bitecektir ama İsrail oğullarının varlığı devam edecektir. Siyasette başarısız olacaklar, onları Kur’an ehli koruyacaktır.

أَفَلَا يَرَوْنَ أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ

Ea FaLAv YaRaVNa EanNAv NaETıy eLEaRWa (EaFaLaYaFGaLUvNa EanNAv NaFGıLu eLFiGLa)

“Arza ityan ettiğimizi re’y etmezler mi?”

نَأْتِي müteaddi bir fiildir, ifal babından gelince de müteaddi olur ve ‘vermek’ anlamında olur. Bir şeyi bir şeye vermek şeklinde olur ki bu durumda iki meful almış olur.

Buradaki الْأَرْضَ marifedir. Ahd için gelmiştir. Sermaye’nin hâkim olduğu arzdır.

Yirminci yüzyılın sonlarına kadar Sermaye dünyaya hâkim olmuştu. Erbakan’ın benzetmesiyle, Sovyetler o sömüren timsahın bir çenesi idi. Çin’de de durum aynı idi. Sermaye’nin başarısızlığı Türkiye’de başladı. 1960 ihtilalinde askerleri iktidar ettiler. Askerler Müslümanların işini bitirecek ve Sermaye Türkiye’ye tam hâkim olacaktı ama öyle olmadı, ordu demokrasiyi getirdi. Türkiye’de demokrasi demek İslamiyet demektir. Böylece Türkiye Sermaye’nin emrinden çıktı. Sonra İran’da Humeyni bunu sağladı. Sonra Gorbaçov Rusya’da Yahudi zulmünü bitirdi. Sonra ABD’de Sermaye ile siyasetin arası açıldı.

İşte bütün bunlar Sermaye’nin hükmettiği ülkelerin noksanlaşması anlamındadır.

“Biz geldik” diyor.

Türkiye’de görünürde Kur’an düzeni aleyhine işler işlenmekte ama tersi olmaktadır. 

1900’lerde 1000 seneden beri kapalı bulunan içtihat kapısı açılmıştır.

1910’larda 1400 senelik saltanat sistemi son bulmuş, yeni sistem başlamıştır.

1920’lerde Türkiye azınlıklardan arındırılmış saf Kur’an ülkesi hâline gelmiştir.

1930’larda KİT’ler kurulmuş ve Türkiye ekonomi bakımından bağımsızlık temelini atmış, daha sonra İtalya’ya, Almanya’ya, hatta Sovyetlere örnek olmuştur.

1940’larda Türkiye’ye nihayet çok partili demokrasi gelmiştir.

1950’lerde tarım döneminden sanayi dönemine geçmiştir.

1960’larda yeni bir adımla çok partili anayasa gelmiştir.

1970’lerde Kur’an ehli, koalisyonlarla iktidara ortak olmuştur.

1980’lerde ordu Kur’an ehli tarafına geçti, fikren Kur’an ehli olanlar iktidar oldu.

1990’larda İslamiyet kurumları ile İslamlaştırılmıştır.

2000’lerde anayasa ekseriyeti ile iktidar olunmuştur.

2010’larda ise dünyanın gündemi İslamiyet olmuştur. Tüm dünya, siyasetini İslamiyet üzerine oturtmaktadır. Yanında veya karşısında olma ayrı şeydir, gündemde olma ayrı şeydir.

نَنْقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا

NaNQuÖuHAv MiNEaORAvFıHAv (NaFGaLuHAv MiN EaFGALıHAv)

“Onu etrafından noksanlaştırıyoruz”

Üzerine güneş batmayan Sermaye devleti İngiltere dağılmıştır. Sovyetler dağılmıştır. ABD başkanı “Çekileceğiz ve güçlü liderlere yerimizi bırakacağız” diyor.

Kur’an “Görmediler mi?” diyor. Tam bugünü söylüyor. Kur’an’da iki defa geçmektedir. “Onu etrafından noksanlaştırıyoruz” deniyor. ‘Taraf’ Türkçe ‘kenar’ anlamındadır, Kur’an’da ise tüm çevresi demektir. Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Noksanlaşan hat değil sathdır. Yani Sermaye’nin ülkesi her taraftan dökülmektedir. Bunlar bunu görmelidirler. 

أَفَهُمُ الْغَالِبُونَ (44)

EaFa HuMu eLĞAvLiBuvNa (EaFaHuMu eLFAvGıLIyNa)

“Onlar mı galip olanlardır?”

Onların mağlubiyetleri 27 Mayıs’tan (1960) itibaren başlamıştır ve yarım asırdır her on yılda bir hükümranlıklarını biraz daha kaybetmektedirler.

İran’la giriştikleri savaşta mağlup olmuşlardır. İran Devleti, ABD Büyükelçiliği’ne el koydu, elçilik mensuplarını tutukladı. Güçlü Amerika acziyet içinde idi. Bir helikopter timi hazırladı. Helikopter, gemi ile onları İran’ın güneyine kadar getirdi. Helikopterler yola çıktı. Tahran’a gelecek ve elçilik mensuplarını kurtaracaklardı. Helikopterler yarı yolda yerlere döküldü. İranlıların helikopterlerin ülkelerine girdiklerinden bile haberleri yoktu.

Allah böyle galip geliyor.

Türkiye’de 15 Temmuz’da benzer olay oldu. Sermaye ayarladı. Halk sokağa dökülecek, uçaklar bombalar yağdıracaktı. Türkiye iç savaşa girecek ve çevreden yapılacak saldırılarla Türkiye işgal edilecekti. Evet, halk sokağa döküldü ama Sermaye’nin planı işlemedi. Böylece Sermaye Türkiye’ye yenilmiştir.

Benzer oyunlarla Türkiye’ye başkanlık sistemini getirdi. Göreceksiniz, bu da Kur’an ehlinin lehine olacaktır. Şeriat yani gerçek hukuk düzenine giden yol açılmıştır. Anayasayı değil, geçmişte medeni kanunu veya herhangi bir kanunu bile değiştiremiyorduk.

 

YORUM

Kur’an nazil olduğu zaman Kur’an hükümlerini tam uygulayacak durum yoktu. Uygarlık henüz o seviyeye ulaşmamıştı. Kur’an önce insanlığı uygarlaştırdı. Bunu nasıl sağladı?

Kıyası ve icmayı insanlara öğretti. Böylece ilimde birden çok büyük adımlar atıldı. Fıkıhta ve gramerde insanlar anlayacak ve anlaşacak seviyeye yükseldiler.

Bugün Batılılarda Kur’an Arapçası seviyesinde bir dil yoktur, onda biri bile yoktur. Fıkıhta da durum budur. Buna karşılık Batılılar sanayide ve ilimde büyük hamle yaptılar, uygarlığın meyvesini yaptılar. Bugünkü uygarlık böyle doğdu.

Merkezi olmayan şeriat uygarlığı bundan önce uygulanamazdı, uygarlık da oluşamazdı. Bu sebeple Allah Batı uygarlığını oluşturdu. İşçilik sistemindeki gelişmelerle Kur’an uygarlığı uygulanacak hale geldi. Teknolojide Batı yine üstünlüğünü koruyacaktır ama hukukta ise insanlık işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçecek ve çok ileri bir ekonomi düzeni kurulacaktır. Yeryüzü üçüncü binyılda ortaklık düzeninin tadını çıkaracaktır.

Bugün kimse rağbet etmiyor, AK Parti dâhil kimse kulak vermiyor.

Ne diyorlardı? Orduyu biz uslandırdık. Ordu darbesi artık son buldu demişlerdi. Ansızın uyandılar ve bir de baktılar ki orduda yine ayaklanma var! Yine ordu sayesinde AK Parti hala hayatta ama yine uslanmadı, yine birçok alanda Sermaye’nin oyuncağı olmaya devam ediyor. Hala ordusuna olan saygısını gizliyor.

 

Öz Türkçe ile:

“Evet, bunları ve atalarını barındırdık. Ta ki yaşları onlar üzerine uzadı, yere varıp onu çevrelerinden eksilterek ona geldiğimizi görmüyorlar mı? Onlar mı yenecekler?”

Kur’an kelimeleri ile:

“Evet, bunları ve eblerini temti ettik. Ta ki ömür onlar üzerine tul etti. Onu, etrafından noksanlaştırarak arza ityan ettiğimizi re’y etmiyorlar mı? Onlar mı galip olanlardır?”

 

BaL MatTaGNAvHuM HAvEuLAEi Va EAvBAvEaHuM XatTAv OAvLa GaLaYHiMu elGuMuRu EaFaLAv YaRaVNa EanNAv NaETıy eLEaRWa NaNQuÖuHAv MiN EaORAvFiHAv EaFaHuMu eLĞAvLiBUvNa

بَلْ مَتَّعْنَا هَؤُلَاءِ وَآبَاءَهُمْ حَتَّى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ أَفَلَا يَرَوْنَ أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا أَفَهُمُ الْغَالِبُونَ (44)

 

***

 

قُلْ

QuL (uFGuL)

“Kavlet”

Kur’an’ı anlayarak okumaya çalışan ve onu anlayan herkese bu emir verilmiştir. “Buna söyle”, “Şuna söyle” denmektedir. Rastladığın ve imkân bulduğun herkese söyle.

Bir kimseye söyleme hakkının doğması için onu dinlemeniz gerekir. Bu sebepledir ki bizim www.akevler.org’da herkese söyleme hakkını veriyoruz. Sorumluluk ona ait olmak üzere söylemekte yani yazmaktadır. Sonra siz bu seminerleri takip edenler; sizlerin de buradan anladıklarınızı anlatmanız gerekmektedir.

Kur’an’la ilgilenen insanlar gittikçe çoğalmaktadır. Kur’an’ı günümüzün sorunlarını çözecek şekilde anlama çabası henüz yaygınlaşmadı ancak ilgi arttıkça buraya dönülecektir.

إِنَّمَا

EinNa MAv

“İnnemâ”

إِنَّمَا isim cümlesinin başına geldiği zaman ismi mevsul olamaz. إِنَّ زَيْدًا كَاتِبٌ dersiniz, كَانَ زَيْدٌ كَاتِبًا dersiniz. زَيْدٌ كَاتِبٌ dersiniz. Eğer إِنَّ veya كَانَ gelmemişse cümle sadece cümledir. كَانَ زَيْدٌ كَاتِبًا derseniz haberi nasb edersiniz. Yani haberin irabını değiştirirsiniz. Habere vurgu yapmış olursunuz. Eğer إِنَّ زَيْدًا كَاتِبٌ derseniz isme vurgu yapmış olursunuz.

Eğer إِنَّ ‘den sonra مَا getirirseniz Zeyd veya katibe değil de Zeyd’in katip olmasına vurgu yapmış olursunuz. Türkçeye tercüme edecek olursak; زَيْدٌ كَاتِبٌ ‘Zeyd kâtiptir’, كَانَ زَيْدٌ كَاتِبًا ‘Zeyd kâtiptir, başka bir özelliği yoktur’, إِنَّ زَيْدًا كَاتِبٌ ‘Kâtip olan Zeyd’den başkası değildir’, إِنَّمَا زَيْدٌ كَاتِبٌ ise ‘Zeyd ile kâtiplik arasında yazma konusunda yalnız kâtiplik bağı vardır, başka bağ yoktur’ demektir.

إِنَّمَا fiil cümlesinin başına gelirse bazen مَا ismi mevsul olur. Fiil cümlesi isim cümlesine dönüşmüş olur. مَا burada hükmün tamimi içindir. İzhar ettiğinin hepsi vahye dayanmaktadır. ‘Başka bir şey söylemiyorum.’ demektir. Diğer durumda ise مَا kaffe ma’sı, إِنَّمَا ise hasr edatıdır. Tekid için gelmiştir. إِنَّ ‘den daha kuvvetli bir tekid etkisine sahiptir. Hem isim hem de fiil cümlesinin başına gelebilir.

أُنْذِرُكُمْ

EüNÜiRuKuM (EuFGıLuKuM)

“Sizi inzar ediyorum”

نَذَرَ müteaddi bir fiildir (2. babda). İyi olan bir şeyi kendine farz etmek demektir. Bir kimseye iyilik etmek hasendir, iyidir ama vaat ettikten sonra o iyi vücub haline gelir, yapmazsan sorumlu olursun. Verilen sözü yerine getirmek farzdır. İnzar etmek ise ifal babında müteaddi olmuştur (4. Bab نَذِرَ’den müteaddi olmuştur). ‘Birinin başına geleceklerden onu uyarmak’ anlamındadır.

“İnzar etmek” tebşir etmenin karşılığıdır. Aslında tebşirde kişinin iradesi olmayabilir. İnzarda ise kişinin iradesi söz konusudur.

نَذِير bir kabile başkanının başka bir kabile başkanına gönderdiği kimsedir. Nezirde bir iyiliğini ona taahhüt eder. Yahut şunu yapmazsa başına şunun geleceğini bildirir. Nezirde muhatap aktif değildir. Kabul edip etmeme durumunda değildir, sadece bildirme vardır. İnzarda zorlama vardır, karşı tarafa baskı ile bir şey yaptırma vardır.

ن genelliği, ذ belirlemeyi(işareti), ر tekrarı ifade eder.

Her çalışanın iki görevi vardır; biri yaşamak, diğeri neslini yaşatmaktır. İnsanın ise dört görevi vardır. Düşünmek, ona göre yaşamak, düşüncelerini başkalarına aktarmak ve neslini yaşatmak.

Nasıl insan doğar, sonra kendisi çocuk yaparsa; insan önce öğrenir sonra öğretir. Çocuk yapanlar borçlarını ödedikleri gibi öğrenenler de öğreterek borçlarını öderler. Bundan dolayıdır ki patentler yoktur. Ücretli öğretmenlik yoktur.

Yenibosna’da dersler yapılmaktadır. Kimse bir bedel karşılığı bunu yapmamaktadır. Arkadaşlar bir araya geliyor, en çok bilen yönetiyor, herkes katkıda bulunuyor. Başta bu seminerler görüşülüyor. Hatta görüşme esnasında ben sadece orada bulunuyorum. Lütfi Hocaoğlu okuyor. Ayrıca mukayeseli tefsir çalışmasını da yine bir ekip olarak çalışma arkadaşlarımız yapmaktadırlar. Bu ekip; Aslıhan Yavuz, Emine Hocaoğlu, Ethem Büyükarıkan, Leyla Okta, M. Lütfi Hocaoğlu, Meryem Özket, Mücahit Bozbey, Recep Erol, Tayibet Erzen ve Yaşar Balaban’dan oluşmaktadır.

Dr. Mete Firidin şimdilik kendi başına çalışıyor, risaleler yazıyor ve dağıtıyor.

İstanbul Medhal’de de seminerlerin takip edildiğini öğrendim.

Sizler de takip ediyorsunuz. Katkınız olmalıdır. Size göre yanlış olanları düzeltmelisiniz, eksik olanları tamamlamalısınız. Daha başka katkılarınız da olabilir.

بِالْوَحْيِ  

Bi elVaXYı (BielFıGLı)

“Vahiy ile”

Buradaki vahiy içtihaddır.

Kur’an’dan sonra artık Cebrail’in getirdiği vahiy yoktur. Dört çift delile dayanarak içtihat onun yerine geçmiştir. Biz içtihat yaparken bize vahyolunmaktadır. Hata da yapabiliriz ama biz bizim içtihadımızla amel etmekle mükellefiz. İçtihadımızla amel edersek Allah’ın emrini dinlemiş oluruz ve cennete gideriz. Hata etsek de sevap alırız ama başkasının içtihadı ile amel edersek isabet etsek de sorumlu oluruz.

الْوَحْيِ kelimesi burada marifedir. İçtihad ama kimin içtihadı? Bunun için بِ harfi cerinin delalet ettiği manaya bakmalıyız. Kelimeyi mefulün bih yapmak için kullanılır (ilsak etkisi). O zaman muhatabın içtihadıdır. Yani “Ben sizi kendi içtihadınızla amel edin diye uyarıyorum. Vahy ile, içtihad ile davranın diyorum.” denmiş olur. Yahut بِ harfi ceri ile “Onunla sizi inzar ediyorum” demiş olursunuz (musahebe etkisi). Ben benim içtihatlarımı bildiriyorum. Sizin göreviniz içtihadıma kulak verip değerlendirmenizdir. İçtihadınızda benim sözlerime de yer vermeniz demektir.

Biz Millî Görüşçülere, Gülencilere, AK Partililere, Diyanet mensuplarına “Neden bizim dediklerimizi yapmıyorsunuz?” demiyoruz. Tam tersine, “İçtihad yapın ve içtihadınızla amel edin.” diyoruz. “Neden bizi okumuyor ve görüşmüyorsunuz?” diyoruz.

Sermaye okumayı ve görüşmeyi yasakladığı için değil mi?

İşte bu yaptığınız şirktir, Sermaye’yi tanrı edinmektir.

وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ

Va LAv YaSMaGu elÖumMu elDuGAvEa (Va LAv YaFGaLu eLFuGLa ElFuGaLAvEa)

“Ve esemm olanlar duayı sem’ etmez”

وَلَا ile atfetmiş, ikinci fiil cümlesi gelmiştir. Nereye atfedilmiştir? Arada mahzuf cümle vardır. Oraya atfedilmiştir.

Evet, size düşen görev herkese kulak verdikten sonra kendi içtihadınızla amel etmektir. Ne var ki göreviniz burada bitmemiştir. Öyle içtihad etmelisiniz ki ameliniz salih olsun yani bizim amelimiz ile sizin ameliniz arasında uyum olsun. Birlikte hareket etmeliyiz. Herkes kendi içtihadı ile hareket edecek ama hareketlerde uyum olarak bunu sağlamak için de hakemlik sistemini kabul etmek zorundayız. Devletin imkânlarını halka rüşvet vererek alınan oyla iktidar olma yerine (Bunu Cumhuriyet Halk Partisi de yapıyor. Yerel imkânları kullanıyor. Daha kötü olanı, bütün partiler dış yardımı kabul ediyor, Dolar’ın desteği ile oy almaya çalışıyor. Eleştirimiz düzenedir, partilere değildir.) halka hizmet ederek onları ortak etmeleri gerekir.

Dua davet anlamındadır. Gelin on bin ortaklı bir Ar-Ge merkezi kuralım diyoruz. Kimse duymuyor. Başkalarının ve/ya şeyhlerinin ağzına bakıyor ama onlar da Dolar’ın emrinde...

الصُّمُّ ‘sağır’ demektir. Biyolojik sağırlık vardır. Kulakta arıza olur. Buna bir şeyler anlatabilirsiniz, işaret diliyle konuşursunuz, yazı ile bildirirsiniz. Bir de ruhi sağırlık vardır. Bedenen tam sağlam oldukları halde ruhen duyamazlar. Allah bunları da yaratmış, bize bildiriyor. Maçta bizi, uyaranlar takımına koymuş, onları ise sağırlar takımına koymuş. Görevimiz iyi oynamaktan ibarettir. Onları yola getirmek mümkün değildir.

Bir gün Erdoğan’ın Halife Ömer gibi yanımızda olması için dua ediyoruz.

إِذَا مَا يُنْذَرُونَ (45)

EiÜAv MAv YuNÜaRUvNa (EiÜAv MAv YuFGaLUvNa)

“İnzar olunduklarında”

Burada إِذَا يُنْذَرُونَ değil de إِذَا مَا يُنْذَرُونَ gelmiştir.إِذَا  fiil cümlesine dâhil olur. Mazi veya muzari olur. İkisi de geleceği ifade eder. Fiili mazi ile bir defa şart olur ve bir defa sonuç alınır. Muzari gelirse her şartın oluşunda sonuç gerçekleşir. Burada muzari gelmiştir. O halde her uyarıda duymaktadırlar yahut duymazlar. إِذَا Burada cümleye muzaaf olup zaman zarfı görevindedir. مَا ile tekid olmuş ve ‘her … olduğunda’ manası kazanmıştır.

Burada مَا ismi mevsul değildir. İsim cümlesine gelen إِنَّمَا’daki مَا’ya benzer. Burada مَا ile işaret edilen husus şudur; onlar duydukları hatta söylenenleri anladıkları halde davete icabet etmezler. Fikren kabul ederler ama fiilen duymazlar. Bir türlü ortaklığa katılmazlar.  

1969’tan sonra parti kuruyorduk. Benim planım şu idi. Kooperatif kuracağız. Tarikat mensupları, Nurcular, diğer partililer bize üye/ortak olacaklar. Sözleşmemizde %5 ayırmıştık, ortakların istediği yere onunla destek verecektik.

Parti kuruldu. Ertesi gün Ankara’da bunu izah ettim. “Gelecek hafta gel ortak olalım” dedim. Kamil Büyüközer denen biri devreye girdi ve aniden Öz Elif Kooperatifi’ni kurdu! Böylece kooperatif partiyi destekleyeceği yerde parti kooperatifi desteklemeye başladı. Parti de kamu malını dağıtmaya başladı. Kooperatif de haram para yedi.

Bu uygulama bugünkü yağmacılığı doğurdu. Biz o sebeple 1973 seçiminden sonra partiden çekildik. Sadece Erbakan’ı desteklemeye devam ettik. Şimdi de aynı sebeple AK Parti’den uzağız ama Erdoğan’ı destekliyoruz çünkü ondan daha iyisi yok.

 

YORUM

İnzar olunduktan sonra yani duydukları halde sağır olanlar ifadesi insan ruhiyatı için en beliğ bir ifadedir. Hem duyuyorlar hem inzar olunuyorlar ama yine de sağırmış gibi anlamıyorlar ve fiiliyata geçemiyorlar.

Bu seminerleri okuyanların bu duruma düşmemeleri için çok dikkatli olmaları gerekir. Eğer birisi bir şey söylüyorsa ve söylediği doğru ise davetine icabet etmek gerekir. Kur’an’daki “Birr ve takvada yardımlaşın” (وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى, Maide 5/2) ifadesi emir sigasıdır. Yani vücubu ifade eder. Her birimize farzdır. Bizi birisi bir iyiliğe davet ediyorsa ona katılmak ve ortak olmak farzdır. Ortak olmak diyorum, çünkü أَعِينُوا (yardım edin) demiyor da تَعَاوَنُوا diyor; ben sana sen de bana yardım edeceksin.

Dr. Mete Firidin henüz bu ayeti duymadı, Kur’an tercümesi yazdı ama duymadı! Evet, Mete Firidin bize katılacak, zamanını ve maddi imkânını bizde değerlendirecek. Sonra da kendi çalışmaları için bizden katılmamızı isteyecek. Mete Firidin bir örnektir. Tüm bu seminerleri takip edenler bu emri unutmamalı, duydukları halde işitmez duruma düşmemelidirler.

İşçilik düzeninden ortaklık düzenine geçilmesi için herkes elinden gelen katkıyı yapmalıdır. Bu farzı kifayedir. Siz yaparsanız öbürlerini de helak olmaktan kurtarırsınız.

Evet, Akevler 1967 yılında resmen kurulduğu zaman bize katıldıkları gibi bugün de bize katılmalıdırlar. Yüz lojmanlı işyeri semtlerini kurmaya başlamalıyız. Siz bu seminerleri takip edenler, sizler de bu kervana katılmakla memursunuz.

Tekrar ediyorum. Yüz ortaklı kooperatifleri kurunuz. “Bize ortak olunuz.” demiyoruz. Sadece başkanınız Yalova Ar-Ge Merkezine ortak olsun ve oraya Kur’an’ın emrine uyarak bir veya birkaç araştırmacı göndersin. O araştırmacılar geri döndükleri zaman kendilerinin kurdukları kooperatiflerdeki işlere nezaret etsinler.

 

Öz Türkçe ile:

“Ben sadece bildirilenle sizi uyarıyorum ve uyarıldıklarında çağrıyı sağır olanlar duymuyor diye söyle.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ben sizi sadece vahy ile inzar ediyorum ve inzar olunduklarında esemm olanlar duayı sem’ etmiyorlar diye kavl et.”

 

QuL EinNaMAv EuNÜiRuKuM Bi eLVaXYı Va LAv YaSMaGu elÖumMu elDuGAvEa EiÜAv MAv YuNÜaRUvNa

قُلْ إِنَّمَا أُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ إِذَا مَا يُنْذَرُونَ (45)

 

***

 

وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ

Va LaEin MasSaTHuM NaFPaTün MiN GaÜAvBi RabBiKa (Va LaEiN FaGaKaHuM FaGLaTün MiN FaGAvLı FaGLiKa)

“Ve onlara Rabbinin azabında bir nefha mess ederse”

Bu ifadeyi birden aldım. Buradaki azabın küçüklüğünü göstermek için وَ nereye atfediyor? “Söyle ama onlar duymayacaklar” diyor. Ondan sonra hazf olan ifadeler vardır. Duymazlar ve devam ederler. Bu arada Allah onları çok küçük bir kötülükle uyarır. Paniğe kapılırlar. “Ha, biz yanlış yapmışız.” derler.

Hem şart cümlesinin hem de cevap cümlesinin başına لَ gelmiştir. لَئِنْ نَصَرْتَ لَنُصِرْتَ (Yardım edersen sana da yardım edilir) cümlesi doğrudur. Hem şart hem de cevap tekidli olmuştur. Burada da böyledir. إِذَا değil de  إِنْgeldiğine göre ‘Bu uyarı, olur veya olmaz’ demektir.

Azabın küçüklüğünü ifade etmek için;

a) مَسَّتْ fiili getirilmiştir, dokunma demektir; tutma, yakalama, yerine şöyle dokunup geçme anlamındadır.

b) نَفْحَةٌ soluk demektir, bir saniye anlamındadır. Yani azap çok kısa zamanda olsa da manasındadır.

c) Azabın rüzgârıdır. نَفْح iyileşen yaranın üzerinde oluşan kabuktur. Yani aslında azap değil de acıyı dindirme şeklinde bir azap.

d)  Azap ‘tatlı’ demektir. O halde bu, bir azaptır ama acıyı dindiren bir azab.

e) مِنْ harfi ceri ile gelmiştir. Onun da tamamı değil de bir kısmı, bir parçası anlamına gelir (مِنْ‘in teb’iz etkisi).

f) “Rabbinin azabı” deyince “terbiye edenin azabı” denmiş olur. Çocuk tehlikeli bir iş yapmak isterse onu korkutursunuz. Hafifçe vurursunuz. Gayeniz ona eziyet etmek değildir, onu kötülüklerden korumak için azarlarsınız.

نَفِيّ selin bıraktıklarıdır. ‘Nefyetmek’ ‘sürmek’ demektir. Nefh edilerek uzaklaştırılan toz parçasıdır. Kur’an’da bir yerde geçer. نفح de bir yerde geçer.

ن genelliği, ف eklemi, ي kolaylığı ifade eder.

لَيَقُولُنَّ

La YaQUvLunNa (L YaFGuLunNa)

“Kavl edecekler”

Sermaye gelecekte kavl edecek. Tarih kitapları onların yaptıklarını anlatacak. Küçük bir baskı onlara bunları söyletecektir. İtiraf edeceklerdir. Sonunda gelen Nun-u Tekid, fiili istikbale hasreder (لَيَقُولُنَّ, burada hem tekid lamı hem de tekid nunu vardır).

Dün herkes Gülenci iken, bugün herkes onlara karşı. Dün herkes Sermaye’nin emrinde iken, bugün gelen baskılara göre nerede olacaklarını şaşırmış durumdalar. Biz Akevler olarak elli senedir aynı yerdeyiz. Düşman veya dostumuz yoktur. Yapılanlar doğru ise herkesin yanındayız. Yapılanlar yanlışsa herkesin karşısındayız. Zamanında onun aleyhinde en sert yazıları ben yazdım. “Onları okumayın, dinlemeyin.” dedim. Ali Bulaç, Mümtazer Türköne ve Nazlı Ilıcak beni dinleselerdi de şimdi bu durumda olmasalardı. Asıl suçlu olan yazarlar şimdi Türkiye’de değiller, suçlarını işlemeye devam ediyorlar. Sermaye onları korudu. Bunlar Sermaye’nin kişileri olmadıkları içindir ki şimdi hapishanededirler.

Bunların günahları nedir?

Düzeni değiştirmede bizim yanımızda olmadılar. Gülen’in de günahı budur. Hep Sermaye’nin hatırı için bizim aleyhimizde konuştu. Biz ona ses çıkarmadık. Erbakan’a soruyorlar; “Gülen ile görüşüyor musunuz?” diye. “Günde beş defa görüşüyoruz” diye cevap veriyor. Erdoğan bu büyüklüğü gösteremedi. Oysa Gülen 15 Temmuz’da yaptığından daha büyüğünü 28 Şubat’ta bize yaptı. Kendisini korumak diye yaptığına biz ses çıkarmadık, günde beş defa görüştüğümüzü yani aynı kıbleye yöneldiğimizi söyledik.

يَاوَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (46)

YAv VaYLaNAv EinNAv KunNAv JAvLıMIyNa (EnNAv FaGaLnAv FaGıLIyNa)

“Veyl bize! Biz zalim olduk.”

Eğer AK Parti olağanüstü hal ilan etmeseydi, “Yapan bunlar değil Sermaye’dir” deseydi, “Yapan ABD değil Sermaye’dir” deseydi, onlar “Zalim imişiz” diyeceklerdi.

Ben bunu 15 Temmuz’un ardından, “15 Temmuz’u ne Gülen ne de CIA yaptı” diye yazdım. Bunu yazarken Gülen’in hiç katkısının olmadığını, CIA’nın hiç katkısının olmadığını biliyordum ama iktidara “Sen bu siyaseti kullanma” dedik. Böylece düşmanı parçalamış ve bir kısmını yanımıza almış olurduk. Sermaye’yi çöpe attıktan sonra da bunlar eğer dost olurlarsa sorunumuz biterdi, olmaz da ihanetlerine devam ederlerse bir gün gelecek AK Partililer ‘biz zalim imişiz’ diyecekler. Bugün de hepsi zalim olduklarını biliyorlar.

Profesör Ekrem Pakdemirli’nin bir oğlu etkin bir bakan, diğer oğlu hapiste. AK Parti’nin de duruma hâkim olmadığı çok açık. Bu sebepledir ki Erdoğan’ı güçlendirmeliyiz. Hareket Partisi (MHP) bunu yapıyor. Halk Partisi (CHP) de bunu yapmalıdır. Erdoğan’ı desteklemeli, faizci AK Parti zihniyetine ise şiddetle karşı olmalıdır. AK Parti Erdoğan düşmanlığından oy almaktadır. Bunu CHP anlamalı ve bundan vazgeçmelidir.

Yerel seçimlerde bağımsız adaylara oy vermeliyiz. Ortaklık sistemine sahip çıkan bağımsız adaylar devreye girmelidir. Erdoğan da Kılıçdaroğlu da birlikte desteklemelidir.

 

YORUM

Bu ayet bize şunu bildiriyor ki; Kur’an düzeninin yanında olanlar iktidar oldukları zaman ne Sermaye ne de AK Partililer direnecekler. Zalim olduklarını kabul ederek Kur’an düzenine katılacaklardır. Belki de Halife Ömer gibi o düzenin en büyük hadimi olacaklardır.

O halde Kur’an düzeni yani ortaklık düzeni nasıl gelecektir?

Nasıl geleceğini biz bilemeyiz. Ansızın gelir ve beklemediğimiz yerden gelir. Kur’an böyle söylüyor. Biz Kur’an düzeninin gelmesini beklerken ne yapmalıyız, onu düşünmeliyiz.

a)      Kur’an düzenini öğrenmeye ve öğretmeye devam etmeliyiz. On bin ortaklı Ar-Ge merkezini bunun için kurduk. Yalova’da inşaat ortaklığını bunun için kurduk. Orası bizim laboratuvarımızdır. Ahşap ev yapılmasa da inşaat yapılmasa da Ortaklık Ar-Ge çalışması devam ediyor. Büyük gelişmeler vardır.

b)      Uygulamalı Ortaklık Düzenine çalışırken Kur’an Düzeni üzerinde de çalışmalara devam etmeliyiz. Bu hususta da çalışmalarımız devam etmektedir. Bir taraftan Yenibosna’da seminerler ve program çalışmaları devam ederken, diğer taraftan Süleyman Akdemir’in ‘Adil Düzen’ ile ilgili eserleri üretilmeye ve yayınlanmaya devam ediyor. Reşat Nuri Erol ‘Kur’an ve İlim’ seminer notlarını düzeltip yayına hazırlarken, Millî Gazete’de Kur’an düzenini yazılarıyla anlatmaya devam ediyor.

c)      Siyasetle ilgi arkadaşlarımızı kendi içtihatlarında serbest bırakıyoruz. Ancak onlardan bizim değil Allah’ın istediği adil olmalarıdır. Tuttukları bir parti varsa, doğru yaptıklarına “Doğru” desinler ve desteklesinler, yanlış yaptıkları varsa korkmasınlar ve açıkça partilerini uyarsınlar. Karşı partiler için de aynı usulü kullansınlar. Kâfir olmasınlar, müşrik olmasınlar. Dış siyasette de işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçilecektir. Buna göre siyaset yapsınlar. Kimseyi suçlamasınlar. Rothschildler de suçlu değildir. Zalim düzenin gereği olarak bunları yapmaktadırlar.

d)     Biz ‘Semt Kooperatifleri’ kuracağız. Bu kooperatiflerin hedefi yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını yapmak, yüz villalı dinlenme evleri sitelerini yapmaktır. Önce kooperatifleri kuracağız, sonra bunları yapacağız. Böylece önce Türkiye’nin organize olmasına katkı sağlamalıyız. Sonra tüm dünya Semt Kooperatifleri şeklinde organize olmalıdır. Bu kooperatifler yüz ev/hane/aile civarında olmalıdır.

Bir gün Adil Düzen partisini kurabiliriz ama iktidar olmak için değil, kooperatiflerin organize olmasını sağlamak amacı ile vakti gelince bunu yapmalıyız.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve onlara Yetiştiricinin acısından bir soluk dokunsa ‘Bize yazıklar olsun, ezen imişiz’ derler.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve onlara Rabbinin azabından bir nefha mess edecek olursa ‘Veyl bize, zalim olduk’ diye kavl edecekler.”

 

Va LaEiN MasSaTHuM NaFPaTün MiN GaÜAvBı RabBıKa La YaQUvLunNa YAv VaYLaNAv EnNAv KunNAv JAvLıMIyNa

وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَاوَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (46)

 

***

 

وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ

Va NaWaGu eLMaVaZIyNa eLQıSOa (Va NaFGaLu eLMaFAvFAvGIyLa eLFiGLa)

“Ve mizanlara kıstı vaz’ ederiz”

Bu dünyadaki oluşları ve devrimleri anlattıktan sonra ahirete geçmiştir.

وَ harfi ile atıf yapılmıştır.

Kur’an’ı yorumlama sanatının temelleri vardır. Bunlar belki on civarındadır. Bunlardan biri atıf harflerine atıf yeri bulmaktır.

Buradaki وَ nereye atfetmektedir?

مَسَّتْهُمْ’a atfetmektedir. Allah’ın iki düzeni vardır. Biri dünya, diğeri ahiret düzenidir. Ahirette Allah eksiksiz adildir. Burada ise doğa ve sosyal kanunları işlemektedir. İyilere de kötülere de aynı muamele yapılmaktadır. Zalimlere zulmetme gücü verilmektedir. Savaşta eşit şartlar altında onlar da ölmekte, biz de ölmekteyiz. Yaşayışımızda biz de sıkıntı çekiyoruz, onlar da sıkıntı çekiyor; hatta onlardan daha çok biz sıkıntı çekiyoruz. O halde dünyada kişi iyi olsun kötü olsun aynı kanunlara tabidir.

Dünyada uygulanan ikinci kaide ise; kişilere adalet ahirette tamamlanmaktadır. Oysa topluluklar bu dünyada hesaplarını verir ve cezalarını bu dünyada çekerler. Ahirette kolektif sorumluluk yoktur. Topluluk ahirette devam edecektir ama dünyada yaptıklarından dolayı topluluk hesaba çekilmeyecektir. Kimse kimsenin yaptıklarından sorumlu değildir. Herkes kendisi doğrudan Allah’a hesap verecektir. Bu ayet adaleti ve ahiretteki durumu anlatmaktadır.  

لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ

Lı YaVMı eLQıYAvMaTi (Li FaGLı eLFıGAvLaTi)

“Kıyametin yevmi için”

Burada فِي يَوْمِ الْقِيَامَةِ değil, بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ değil, لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ denmiştir. Kıyamette muhakeme olunacaktır. Ancak bu muhakemeyi Allah kendisi doğrudan yapmayacak. Onun için أَضَعُ demiyor da نَضَعُ diyor.  Görevliler muhakeme edeceklerdir, muhasebe edeceklerdir ama artık rüşvet alan hâkimler olmayacak, yalancı şahitler olmayacak, keyfi davranan savcılar olmayacak, tam adaletle hükmedilecek.

Burada konan mizan nasıl tartacak? Sevabın günahın ağırlığı yok ki tartsın. O halde burada konan mizan terazi değil adalet kurallarıdır. İşlenen fiil ne maksatla işlenmiştir. Maksat ne ise hüküm ona göredir. Fiili işlerken baskı görmüş mü, aldatılmış mı? Ona göre cezalar verilecektir. Usulde 24 araz belirlenmiştir. Bir arazları var mı, gerekçeleri nedir? (Ceninlik, Çocukluk, Yaşlılık, Ölüm), (Uyku, Hata, Cahillik, Acziyet), (Unutma, Hastalık, Zaruret, Bunaklık), (Baygınlık, Delilik, Yanıltma, Zorlanma), (Sarhoşluk, Hezl, İflas, Sefeh), (Hayz, Lohusalık, Kölelik, Yolculuk).

Bu karne ne derece, ne kadar aldı? Bunlara karşın ne derece tedbirler alındı? İşte bütün bunları ölçen bir mizan oluşacaktır. Bu dünyada bunları tespit etmek ve ölçmek mümkün değildir. Bu sebepledir ki Allah insanlardan tam adaleti değil elinden geldiği kadar adil davranmalarını istemektedir. İçtihattaki hatalar bunun için mazur görülmektedir. 

فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا

Fa LAv TuJLaMu ŞaYEan (Fa LAv TuFGaLu FaGLan)

“Hiçbir nefse bir şey zulmedilmez”

Haksızlık yapılmayacak. Herkes adil bir şekilde muhakeme edilecek ve herkesin her yaptığı ortaya konacak. İnsanın önce dünyaya getirilmesinin sebebi insanı bu dünyada iyi insan olarak yetiştirmektir. Gaye bunu ölçmedir. Kıyamet bunu ölçmek için vardır. Onun için لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ denmiştir. Yani bu dünya kıyamet yevmi için var edilmiştir. Çok net ve açık muhakeme yapılacaktır.

“Adil Düzen” iktidar olduğunda önce infazlar durdurulup ertelenecek ama affedilmeyecek. Sonra hakemlerden oluşan adil yargı sistemi kurulacak ve tüm suçlar yeniden muhakeme edilerek yeni suçlarla birlikte yeniden hükümler verilecek, kurulan adil sisteme göre verilecektir.

Ondan sonra belli kriterlere göre af gelecek, bazıları cezalarını çekeceklerdir. Allah ahirette böyle yapacak, herkesin her yaptığı değerlendirilecek, sonra cezaları verilecek. Bir sevap on günahı götürecek. Bir günahın affı konusu da Allah’a arz edilecek. Kimsenin cezasını artırmayacak ama kimilerinin cezalarını indirecek veya affedecek.

وَإِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا

Va EiN KavNa MiÇQAvLa XabBaTin MiN PaRDaLin EaTaYNAv BiHAv (Va EiN FaGaLa FaGLaTin MiN FaGLaLIn FaGaLNAv BiHAv)

“Bir hardaldan habbe miskalince olsa da onunla ityan ederiz”

حَبَّة tane demektir (Tahıl tanesi).

حَبَّ fiil olarak buğdayın başak bağlamasına denir. İnsanın içinde başka şeye veya kimseye neşeli meylin doğmasına “muhabbet” denir.

Kur’an’daحبب  95, حمم 21 defa geçmektedir. Toplam 116 (22*29) eder.

خَرْدَل kelimesi Kur’an’da iki defa geçmektedir. Anavatanı Anadolu’dur. Dünyada ziraatı yapılmaktadır. Hardalın tanesi kadar olma tabiri ile hardal tanesinin ağırlığı önemli demektir. Hardal tanesi çok küçük ağırlıktadır, bir gramın çeyrekte biridir. Osmanlılarda ölçü birimi olarak kullanılmıştır. Kur’an nazil olduğu zaman da Araplar ölçü birimi olarak kullanmış olmalıdır. Altının 1 gramı bugün 200 TL civarındadır, Bir miligramı
200/1000=20 kuruş etmektedir. Bunun dörtte biri 5 kuruş eder. Demek ki en küçük para 5 kuruş olmalıdır.

Acaba saat ücreti kaçtır?

İnsan hücrelerinin büyüklüğü binde 1 milimetredir, hardalın binde biri ağırlığındadır.

Metrik sistem Kur’an’ın her yerine hâkimdir. Avrupalılar metreyi İslamiyet’ten aldılar. Metrenin kökü mezradır. Ölçme aleti demektir. Arapçadır. Kur’an batılılara bunları öğretti de ondan sonra bu uygarlığa ulaştılar.

وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ (47)

Va KaFAy BiNAv XAvSiBIyNa (Va FaGaLa BiNAv XAvSiBIyNa)

“Ve hasib olarak biz kifayet ederiz.”

حِسْبَة bir şeyi vurmak üzere atılan taştır. Uzaktakine atarken yukarıya doğru atarsınız. Yakınsa daha alçağa atarsınız. İnsanlar eski dönemlerde meyveleri ağaçlardan düşürmek için taşları kullanırdı.

Burada yapılan ayarlama sonra hesap ilminin adı olmuştur. Hesap saymaya dayanır. Sayılar birbirine eklenerek paketlenir. İkili paketlerle ikili sistem, onlu paketlerle onlu sistem doğar. Allah kâinatı ikili ve onlu sisteme göre var etmiştir. Hesap vermek borç ve alacağı hesaplamak demektir. Türkçede de hesap görme şeklinde kullanılır. “Biz hesapçı olarak yeteriz” denmektedir, “ben” denmiyor, “biz” deniyor.

كَفَى kelimesi avuçlama toparlama anlamındadır. Faili بِ harfi ceri ile gelir. Kural dışıdır. Bu kural dışılık üzerinde düşünülmelidir (Kur’an’da bu fiil, faille ilişkili temyiz bulunan tüm ayetlerde بِ harfi ceri ile gelmiş. Fussilet, 41/53 temyiz değil de bedel geldiği halde failin بِ ile geldiği tek yerdir). حَاسِبِينَ meful değil haldir. Allah kendisi avuçlamıyor da onunla avuçlanıyor. Kişi onunla muktedir kılınıyor.

 

YORUM

Sure Kur’an’ın yeniden mana olarak bize nasıl vasıl olduğunu ifade ederek başladı. “Zikriniz, içtihatlarınız” diyor. Herkes kendi içtihadı ile hareket edecektir. İsabet ederse dünya ve ahirette başarılı olacaktır. İsabet edemezse ahirette içtihadı ile hareket ettiği için yine başarılı olacaktır ama hata ederse bu dünyada başarılı olamayacaktır. Dünyevi kanunlar herkes için aynıdır. Hata hatadır. Bunun anlamı şudur ki eğer bir işte başarılı olamazsak içtihadımız hatalı demektir. Başarısızlık hallerinde üzerinde düşünmeliyiz. Sonucu başkalarına bağlayıp hatalı içtihatlarımıza devam etmemeliyiz.

Şimdi AK Parti ne yapıyor?

Hatalarını görmek istemeyip başkalarına hamlediyor, yanlışta ısrar ediyor.

Oysa Başkan Erdoğan biz dâhil yüze yakın ilim adamını toplamalı ve başlangıçtaki başarılı iktidar şimdi neden başarısız, başlangıçta Gülen’le canciğer olup bizden uzak dururken, şimdi ne oldu da kama kılıç oldular bunu sorgulamalıdır. Her biri hatasını kendisi anlamalıdır. AK Parti “Ben ne hata yaptım ki Allah onu bana musallat etti?” diyecek. Gülen de “Ben ne hata yaptım ki bugünkü duruma sürüklendim?” diyecek.

Biz Akevler olarak şunları söyleyebiliriz:

a)      Önce Allah bize on misli verdi yani beklediğimizin on mislini elde ettik.

b)      Sıkıntılarımız oldu. Başarısızlıklarımız oldu. Kimseyi suçlamadık, onlara hasım olmadık. Kendimizi düzeltmeye çalıştık.

c)      Bugün de sabırla ve ümitle sabahı bekliyor, hatalarımızı düzeltmeye çalışıyoruz.

d)     İstediğimiz olmadığı zaman hatamızı da bulamazsak bekliyoruz, sabırla bekliyoruz. Hatamızı bulmaya çalışıyoruz. Yahut Allah’ın muradını bekliyoruz.

Seminerlerimizi okuyan kardeşlerimiz veya Yalova’da katkıda bulunanlar, sabırlı olun, ortaklık düzeni koşarak bize doğru gelmektedir.

Dr. Lütfi Hocaoğlu yönetici olduğu hastanede ortaklık sistemini getirdi. İşler son derece iyi giderken birden işçiler “Biz istemiyoruz” dediler! Bunu kendiliklerinden demediler. Ya Sermaye araya girdi ve bunları iğva etti yahut hastane sahipleri yine Sermaye’nin baskısıyla bunu yaptı. Şimdi hastane kötü durumda diye üzülüyor.

Bu böyle olmasa yanlış yoldayız diye endişe etmeliyiz.

Hızla ortaklık sistemine doğru gidiyoruz...

 

Öz Türkçe ile:

“Ve kalkış günü için biz doğru tartıyı koyarız. Kimseye bir karşılık eksiltilmez. Hardaldan tane ağırlığınca olsa da onunla geliriz. Alacaklarını gören olarak biz yeteriz.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve kıyamet yevmi için mizana kıstı vaz’ ederiz. Hiçbir nefse bir şey zulmedilmez. Hardaldan bir habbe misgali bile olsa onunla ityan ederiz. Hasib olarak biz kifayet ederiz.”

 

Va NaWaGu eLMaVAvZIyNa eLQıSOa Li YaVMi eLQıYAvMaTi Fa LAv TuJLaMu NaFSun ŞaYEan Va EiNKAvNa MiÇQAvLa XabBaTin MiN PaRWaLin EaTaYNAv BiHAv Va KaFAvBiNAv XaSIyBan

وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَإِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ (47)

 

***

 

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى وَهَارُونَ

Va LaQaD EAvTaYNAv MUvSay Va HAvRUvNa (Va LaQaD EaFGaLNAv FuGLAv Va FAvGUvLa)

“Ve Musa’ya ve Harun’a ita etmiş bulunuyoruz.”

وَ harfi ile atfetmiştir. Yani bugün yeryüzünde iki düzen vardır; Kur’an düzeni ve Tevrat düzeni. İkisi de haktır. Varlıkları kıyamete kadar devam edecektir. Başka türlü denge oluşmaz. Biz yarışacağız. Tevrat ehli ve Kur’an ehli yarışacaklardır.

Diğer peygamberlerin şeriatları yoktur.

İki şeriat kitabı vardır; Kur’an ve Tevrat.

Harun ile Musa’yı beraber zikretti. Çünkü gelen zikr devlet düzenidir, şeriat düzenidir. Tarikat düzeni değildir. Şeriatta evrim vardır, tarikatta evrim yoktur. Teknikte evrim vardır, sanatta evrim yoktur. Yunan klasiklerini bugünkü filmler kadar zevkle seyredebiliyoruz.

الْفُرْقَانَ

eL FuRQAvNa (eL FuGLAvNa)

“Furkanı”

“Furkan” nedir?

“Furkan” فُعْلَان vezni üzere sıfatı müşebbehedir. قُرْآن ‘okunan’ manasında ise فُرْقَان da ‘ayrılan’ manasındadır. Hakkı batıl düzenden ayırmıştır. (Aslında ikisi de mastardır, Kur’an’da bu vezinle gelen tek sıfatı müşebbehe عُمْيَانًا’dır.)

Peygamber kitabı okumaya başlar ve insanlar yavaş yavaş zalim topluluktan ayrılarak onun etrafında toplanırlar. Ayrı topluluk, ayrı cemaat oluşur. Tevrat bunu yapmıştı. Doğuda Budistlerin veya Hinduların dini bunu yapmıştır. Kur’an bunu yapmıştır.

İncil ise havarileri yetiştirmiş, onlar dünyaya dağılmış ve dünyaya birden hükmetmektedirler. Hıristiyanlık sorunları mikrodan değil makrodan çözmeye çalışmıştır. O sorunları çözmemiş, Kur’an’a zemin hazırlamıştır. Bediüzzaman, Süleyman Tunahan, Erbakan, Gülen ve Erdoğan sorunları makroda ortaya koydular, Hıristiyanlar gibi görev gördüler. Akevler ise Musa ve Harun benzeri kendi cemaatini oluşturmaktadır.

وَضِيَاءً  

Va WıYAEan (Va FiGAvLan)

“Ve ziya”

ضِيَاءً kitapların vasfı olarak yalnızca burada geçmektedir.

Kur’an bütün hükümleri içermektedir.

Kur’an’ı anlayabilmemiz için eski kitapları okumamız ve düşünmemiz gerekmektedir.

Kur’an üniversitesini kurduğumuzda tüm dinler ele alınacak ve Kur’an’ın hükümleri ile karşılaştırılacaklardır. Bir konuda araştırma yapacaklar ve önce Kur’an’da ona ayet bulacaklar. Sonra onunla ilgili ilmi eserleri ve münzel kitapları okuyacaklardır. İçtihadımız böyle tamamlanacaktır. Eski metinleri değiştirmeyeceğiz. Sadece metinleri müspet ilme ve Kur’an’a göre anlayacağız, ona göre yorumlayacağız.

وَذِكْرًا لِلْمُتَّقِينَ (48)

Va ÜiKRan LielMutTaQIyNa (Va FıGLan Li eLMuFtAGıLIyNa)

“Ve muttakilere bir zikir.”

Bize ذِكْرُكُمْ (10. ayet) denmiş, burada da Musa ve Harun’u ayrı “zikr” olarak beyan etmektedir. “İttika edenler” için denmektedir.

Kur’an dört büyük dini birleştirmeye değil anlaştırmaya götürmektedir. Hiçbir zaman “Herkes kendi dinini bıraksın bize tabi olsun.” demiyor. Önce herkes kendi dininde kalsın. Aslına dönsün. Bunun için ellerinde iki büyük imkân vardır; müspet ilim ve Kur’an.

Ondan sonra da Allah’a giden yolda beraber olalım, yarışalım ama ayrılmayalım.

 

YORUM

Çok açık olarak anlaşılıyor ki İsrail oğulları varlıklarını devam ettireceklerdir. Kıyas yoluyla tüm dünyadaki hak dinler varlıklarını sürdürecekler ama hepsi dinlerinde rönesans yapacaklardır, unutulmuş ve tahrif edilmiş olanları yenileyeceklerdir. Bunu yapmak için Kur’an ve müspet ilimden yararlanacaklardır.

Biz makul şeyler söylüyoruz ama bunu Kur’an’dan teyit alarak söylüyoruz. Bize kulak vermeyenler hüsrandadır. Yanlışlarımız olabilir ki vardır. Eksikliklerimiz olabilir ki çoktur ama doğrularımız da vardır; insanlar bunlardan yararlansınlar diyoruz, akılları yatarsa yararlansınlar diyoruz.

Ne kadar basit ve kolay olan bir işi onlara teklif ediyoruz ama onlar iraz ediyorlar.

Öz Türkçe ile:

“Ve Musa ve Harun’a ayıranı, bir ışığı ve korunanlar için anlam verdik.”

Kur’an kelimeleri ile:

 “Ve Musa ve Harun’a Furkan’ı, bir ziyayı ve muttakiler için bir zikr ita ettik.”

 

Va LaQaD EAvTaYNAv MUcSAv Va HARUvna eLFuRQAvNa VaWıYAvEan Va ÜiKRan LieLMutTaQIyNa

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى وَهَارُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَاءً وَذِكْرًا لِلْمُتَّقِينَ (48)

 

***

 

الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ

elLaÜIyNa YaPŞaVNa RabBaHuM Bi eLĞaYBi (elLaÜIyNa YaFGaLUvNa Bi eLFiGLi)

“(Onlar) gayb ile Rablarına haşyet eden kimselerdir”

Ayrı ayet olduğu için هُمْ zamirini mahzuf kabul ederek anlamlandırıyoruz.

“Haşyet” çekinmektir, ona saygısızlık yapmış olmaktan kaçınmaktır.

غَيْب kelimesi de Kur’an felsefesinde çok önemli yer tutar. İnsanların tam olarak imtihan edilmeleri ve kendi kendilerini yetiştirmeleri için kendisi görünmemektedir. Varlığını aynen değil ilmen biliyoruz. Allah insana ilim vermiş, kendisine ulaşma yolunu hazırlamıştır. Ancak ilimle O’na ulaşabiliyoruz.

وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ (49)

Va HuM MiNa elSAvGaTı vMuŞFıQUvNa (Va HuM MiNa eLFaGaLaTi MüFGıLUvNa)

“Ve onlar saatten de müşfiktirler.”

شَفَق alaca karanlıktır. Aynı zamanda akşam veya sabah karanlığında gökte meydana gelen kızıl aydınlıktır. İşfak” karanlığa düşmek, yolu seçememek, ne yapacağını bilememek anlamlarına gelir. Birisine zarar vermekten korkmaktır.

شفق 11, شفه 1 defa geçer. Toplam 12 (22*3) eder.

ش şerri, ف  eklemi, ق kuvveti ifade eder.

Bu sıralarda insanları bir korku salar. Gece görünmediği için emniyette hissetmez. Gündüz tam göründüğü için emniyette hisseder. Yarı karanlıkta ise görülüyor ama yetmiyor. Bu esnada çocukların başına bir şey gelmesin diye anne babaları ilgilenirler. Buna “şefkat” denmektedir.

سَاعَة denen şey 15 Temmuz benzeri beklenmedik durumlardır.

Bugün biz korkmuyoruz çünkü bizim için yaşamak ve ölmek arasında fark yoktur. Benim yaşımda olanlar için şehit olmak en büyük ihsandır ama insanlık için, müminler için saatten çekiniyoruz. Olmasın istiyoruz. Bu sebepledir ki خَائِفُونَ demiyor da مُشْفِقُونَ deniyor. Sonra bize Allah’ın vaadi var, bizi kurtaracaktır.

الْفُرْقَانَ marife, ضِيَاءً ve ذِكْرًا nekre gelmiştir.

الْفُرْقَانَ icma ile sabit olan ve bütün dinlerde aynı olan hükümlerdir.

ضِيَاءً ve ذِكْرًا ise zaman ve topluluklara göre değişen hükümlerdir.

 

YORUM

Hangi dinden olursanız olun, hangi ırktan olursanız olun, iyi insansanız ilahi kitaptan ve müspet ilimden yararlanırsınız.

Kötü bir insan iseniz, dünyada ve ahirette mutlaka karşılığını bulursunuz.

Marks diyor ki; ‘işçiler birleşin, isyan edin, iktidarları devirin...’

Biz de diyoruz ki; dininiz ne olursa olsun, ırkınız ne olursa olsun, iyi insanlar birleşin. Kötülerle değil kötülükle mücadele edin. İktidarları devirmeyin, iktidarda olanları kötülükten kurtarın.

Burada örnek olarak Musa ve Harun’un dinini ve kavmini aldı. Çünkü onlar ayrı din ve ayrı kavim oluşturuyorlar. Bir örnek iki tarafını da belirtiyor. Başka bir işaret de, diller kavmî olduğu gibi dinler de kavmîdir. Her asrın ayrı zikri olduğu gibi her kavmin de zikri ayrıdır.

 

Öz Türkçe ile:

“(Onlar) Yetiştiricilerinden görmeden çekinirler ve onlar olacaklardan da kuşkuludurlar.”

Kur’an kelimeleri ile:

“(Onlar) gayb ile Rablarına haşyet ederler ve saatten de müşfiktirler.”

 

elLaÜIyNa YaPŞaVNa RabBaHuM BieLĞaYBi Va HuM MiNa elSAvGaTi MuŞFiQUvNa

الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ (49)

 

***

                                                            

وَهَذَا ذِكْرٌ

Va HaÜAv ÜiKRün (Va HAvÜa FiGLün)

“Ve bu da bir zikirdir”

ذِكْرٌ nekre getirilmiştir. O halde bu başka zikirdir. Yani Musa ve Harun’a verilen zikir değildir. Surenin başındaki ذِكْرُكُمْ (10. ayet) Kur’an ehline verilen zikirdir. Başka zikirlerden temelden farklıdır. Onlarda içtihat ve icma olmadığı halde Kur’an ehlinde içtihat ve icma vardır. Bununla beraber şimdi bizim yaptığımız da farklı zikirdir. Musa’nın ve Harun’un zikri nasıl farklı ise bugünkü zikr de bundan bin sene önceki zikirden farklıdır.

مُبَارَكٌ

MüBAvRaKun (MuFAvGaLun)

“Mübarektir”

Tevrat için “ziya”, Kur’an için “mübarek” demektedir. Kur’an mübarektir, çünkü zamanla tüm dünya ortaklık düzenini ondan öğrenecektir.

İçtihat ve icma demek ortaklık düzeni demektir.

Eskiden bir peygamberin mucizesi etrafında toplanan insanlar, şimdi yaptıkları bir ortaklık sözleşmesi etrafında toplanıyorlar. Dolayısıyla Kur’an düzeni yalnız Kur’an ehlinin düzeni değildir, tüm insanlığın düzenidir.

Semt Kooperatifleri kurulacak, bunlar bucakları oluşturacaklar, tüm şeriat bu bucakta oluşacaktır. Bucak tam bağımsız olacak. İller güvenliklerini sağlamak için, devletler savunmalarını yapmak için olacak. İnsanlık ise uygarlaşmayı devam ettirecek.

أَنْزَلْنَاهُ

EaNZaLNAvHu (EaFGaLNAvHu)

“Onu inzal ettik”

Buradaki هُ zamiri “Zikr”e gitmektedir. “Onu yani Adil Düzen’i, Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’nı inzal ettik.” diyor. “Sözlerini değil manasını inzal ettik.” diyor.

Fıkıhçılar Kur’an’ın özel hukuka ait hükümlerini çıkardılar ve إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُyu gerçekleştirdiler. Şimdi biz yani bugünkü âlimler Kur’an’ın kamu hukukunu ortaya koyuyoruz.

Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası şimdilik oluşma şeklindedir. İcma hâsıl olduğu zaman inzal tamamlanmış olacaktır. Cebrail’in öğretisi ile inenlere ‘inzal’, içtihatla sabit olanlara ‘vahiy’ diyoruz. Ayrıca icma ile sabit olanlara da Kur’an inzal kelimesini kullanmaktadır. Usulcülerin ‘Sahabelerin icması ayet gibidir’ hükümleri ile bizim şimdiki yorumumuz birbirine uymaktadır. İnzal edilen lafız değil manadır. Lafzın inzali Kur’an’ın inzali ile son bulmuştur.

أَفَأَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ (50)

Ea Fa EaNTuM LaHu MuNKiRUvNa

“Siz mi onu münkirsiniz?”

نَكِرَة ‘dışarıya atılan, kusulan’ demektir. Topluluğa uyum sağlamayan yabancı demektir. Tanınmayan kimse demektir.

Kur’an’da نكر 37, نكد 1 defa geçmektedir. Toplam 38 (2*19) eder.

ن genelliği ve belirsizliği, ك oluşmayı, ر tekrarı ifade eder.

Türkçede ‘inkâr etmek’, ‘itiraf etmemek’ anlamında kullanılmaktadır. Nekrenin böyle manası yoktur. “Biz bunun manalarını bilmiyoruz” diyorsunuz. İşlerine gelmediği zaman “Anlamıyoruz” derler. “Anlaşılmıyor, açık değil” derler. “Bunu mu anlamıyorsunuz?” diyor Kur’an.

 

YORUM

Kur’an bütün kitapları içeren bir kitaptır. Diğer kitapları ancak peygamberler yorumlayabildiler. Kur’an’ı ise her insan kendisi yorumlayacak ve uygulayacaktır. Kendi içtihadıyla hareket edecektir.

Ortak kararlar, sözleşmeler, ortak vekiller ve hakemler aracılığı ile belirlenecektir. Her bucağın ayrı Kur’an anlayışı olacaktır. Merkez bucakları da kendi şeriatlarını uygulayacaklardır. Bunları taşradan gelen temsilciler oluşturacaklardır. Herkes kendisi yorumlayıp uygulayacak, mağduriyetler ise sonradan yapılacak muhakemelerle, hakemler kararı ile giderilecektir.

Siz onu inkâr edeceksiniz. Yani bilinmez ve tanınmaz hale getireceksiniz ama buna asla gücünüz yetmez denmektedir.

 

Öz Türkçe ile: 

“Ve bu da bol bir anımsatmadır. Onu indirdik. Siz mi onu yok edeceksiniz?”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve bu mübarek bir zikirdir. Onu inzal ettik. Siz mi onu inkâr edeceksiniz?”

 

Va HAvÜAv ÜiKRun MüBAvRaKun EaNÜaLNAvHuv EaFaEANTuM LaHUv MunKiRUvNa

وَهَذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ أَنْزَلْنَاهُ أَفَأَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ (50)

 

İstanbul


 

 



© 2024 - Akevler