14-20.AYETLER
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
قَالُوا يَاوَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (14) فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوَاهُمْ حَتَّى جَعَلْنَاهُمْ حَصِيدًا خَامِدِينَ (15) وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ (16) لَوْ أَرَدْنَا أَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا إِنْ كُنَّا فَاعِلِينَ (17) بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ (18) وَلَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَ (19) يُسَبِّحُونَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ (20)
***
قَالُوا يَاوَيْلَنَا
QAvLUv YAv VaYLaNAv (FaGaLUv YAv FaGLaNAv)
“Veyl bize diye kavl ettiler”
وَ harfi getirilmediğine göre yukarıda mahzuf bir kavl vardır. “Be’simizi ihsas ettiklerinde rakd ettiler biz ‘rakd etmeyin’ dedik. İşte o bizim söylediğimize karşılık söylediler” anlamındadır. “Veyl bize, zalim imişiz” dediler.
Yani mağlup olanlar zorunlu çalıştırma sitesi yüz lojmanlı işyeri apartmanlarına gönderildiklerinde zalim imişiz diyeceklerdir.
Bugün Ak Parti halka zulmetmektedir. Sermaye’nin telkini ile bürokrasiyi o kadar artırmıştır ki halkımız her gün feryat etmektedir. Sermaye bunu (bürokrasiyi) halk benim işçim olsun diye icat etti yani bu içinden çıkılmaz formaliteleri icat etti. Bugün işçi olmayan kimse kalmadı. Şimdi de fabrikaları iflas ettirmek için bu silahı kullanıyor. Ak Parti gibi CHP de yarın iktidar olsa halka zulmedecek ama farkında bile değiller. Yarın zorunlu çalışma yerlerine sevk edildikleri zaman nasıl zulmettiklerini anlayacaklar; vay be diyecekler, biz iyilik yapıyoruz diye bunları yaparken zulmediyormuşuz!
Semt Kooperatifleri işte bu farkında olmadan zulmedenlerin şerrinden korunmak için ve onlara nasıl zulmettiklerini duyurmak için gereklidir. Kooperatif içinde bu sebepledir ki biz zulmetmemek için insanları serbest bırakıyoruz. İşlerimiz tam tıkırında gitmiyor ama sonunda kazanıyoruz. Allah beklemediğimiz yerden veriyor, ortaklarımızı mağdur etmiyoruz.
وَيْل kelimesi بَيْنَ kelimesinden dönüşen bir kelimedir. بَيْنَ yarık ve uçurum anlamlarına gelir. وَيْل de uçurum manasına gelir. Türkçeye “vay” olarak geçmiştir.
و beraberliği, ي kolaylığı, ل belirliliği ifade eder.
Bilinen uçuruma doğru gitme anlamındadır. Beklenmedik aşılacak bir şeyle karşılaşınca söylenir. Daha çok kötü durumu ifade eder.
إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (14)
EinNAv KunNAv JAvLiMİyNa (EinNAv KunNAv FaGıLIyNa)
“Biz zalimmişiz.”
Her dilin ayrı özelliği vardır. Ne Batı dillerinde ne de Sami dillerinde dili geçmiş vardır. ‘Geldim’ ile ‘gelmişim’ aynı kelimelerle ifade edilir. İsim cümlesi yapılmış. “Ve” harfi getirilmediğine göre hal değildir. كُنَّا ظَالِمِينَ dendiği zaman biz zalimdik manası çıkar ama burada كُنَّا hem nakıs fiildir hem de isim cümlesidir. Dolayısıyla vurgulu mana taşımaktadır. O sebeple “imişiz” diye tercüme ediyorum.
Birçok insan iyilik yapıyoruz diye kötülük yapıyor. Bir memur devletin hakkını koruyacağım diye vatandaşı eziyor. Oysa şimdi eziyorsun! Peki, gelecek sene kimden vergi alacaksın? Aileyi güçlendireceğim diye boşanmayı zorlaştırıyor. Böylece insanlar evlenmiyor. Evlenenler de hayatlarını kavga ile geçiriyorlar. Yanlış evlenen olmasın diye evliliğe engeller konuyor, zina çoğalıyor. Ağır vergiler konuyor, kaçakçılık başlıyor.
Biz diyoruz ki; kötü insan yok, kötü düzen var. Biz düzeni değiştirmekle uğraşıyoruz, insanları düzeltmekle değil.
YORUM
Birçok kimseler inançlarına jandarmalık yapıyorlar, kendi inançlarını başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışıyorlar. Dinsiz olanlar da aynı şeyi yapıyor. Laiklik adı altında laikliği çiğniyorlar. Bu baskıları yaptıklarından dolayı zalim oluyorlar. Kur’an’da birçok ayette zalim oldukları için azaba duçar olacaklar açıkça beyan ediliyor.
Ak Parti veya CHP veya Millî Görüşçüler veya Akevler yöneticileri zalim midirler?
Evet, zalimdirler.
Zulmetmemek için herhangi bir kararı almadan önce istişare edeceksin. Ondan sonra istinbat edeceksin yani içtihadını yapacaksın. En çok dikkat edeceğin husus, zulmediyor muyum diye düşüneceksin. İşte o zaman yaptığın iş zulüm olsa da sen zalim olmazsın.
O halde bugün bize kulak vermeyenler suçu kasten işlememişlerdir. Dolayısıyla cezalandırılmazlar. Onların cezası neden kulak vermediniz şeklindedir. Niye değerlendirmeden tekzip ettiniz. Kâfirin manası budur. Söyleneni değerlendirmeden reddetmek küfrün ta kendisidir. Allah bunun bile cezasını vermemektedir. Ama küfür zulme döndüğünde, işte o zaman zorunlu çalışma yerlerine gönderileceklerdir.
Öz Türkçe ile:
“Vay, biz ezenler imişiz dediler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Vay, biz zalim imişiz diye kavl ettiler.”
QAvLUv YAv VaYLaNAv EinNAv KunNAv JAvLiMIyNa
قَالُوا يَاوَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (14)
***
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوَاهُمْ
FaMAv ZAvLaT TiLKa DaGVAvHuM (FaMAv FaGaLaT TiLKa FaGLavHuM)
“Onların bu davaları zeval olmadı”
Zorunlu çalışma yerleri yüz lojmanlı işyeri apartmanlarıdır. Ağır hapis cezası ile mahkûm olanlar sanayi semtlerine konur, apartmanın dışına çıkamazlar. Hafif hapis cezasına mahkûm olanlar köylerinin dışına çıkamazlar. Apartmanlarına ve köylerine başkalarının giriş ve çıkışları serbesttir. Aileleri de orada çalışırlar. Sadece mahkûmlar dışarı çıkamazlar.
Varsa imkânları, çalışmadan diyetlerini öderler.
Hapis cezaları diyetlerini ödemeleri içindir. Diyetlerini ödedikleri zaman artık cezalarını doldurmuş olurlar. Çalışarak öderler veya imkânları ile öderler veya yakınları öder.
Ortaklık sistemine direnip suç işleyenler soruşturmaya alınırlar. Soruşturma apartmanlarda yapılır. Bir gün içinde ancak bir soruşturmacı sorabilir, bir saatten fazla da soruşturamaz. 12 saat otelde imiş gibi yatar ve uyur. İşkence yapılmaz. Herhangi bir sıkıntıya sokulmaz.
Mahkûm olduktan sonra kısas yapılabilir. Kol kesilebilir. Yahut bunlar ağır diyete dönüşür. Yoksa ağır çalışma yerlerinde çalışarak öder. Çünkü kararları bizzat kendi seçtikleri hakemler vermişlerdir. Ayrıca ortaklık düzeninin nimetlerini ve yararlarını görmüşlerdir. Yapılan inkılap herkesi memnun etmelidir. İyiliği artık yaşanarak görülmüştür.
Millî Görüş belediyeleri iktidar olunca herkes memnun olmuştur. Başlangıçta Ak Parti’den herkes memnun olmuştur. İşte, “ortaklık düzeni” iktidar olunca herkes iyiliğini görecek ve inanarak biz daha önceleri zalim imişiz diye savunacak.
حَتَّى جَعَلْنَاهُمْ حَصِيدًا خَامِدِينَ (15)
XatTAy CaGaLNAvHuM XaÖIyDan PAvMiDıyNa (XatTAv FaGaLNAvHuM FaGIyLan FAvGıLIyNa)
“Biz onları hamid hasid ca’l edene dek.”
Önce حَتَّى son hedefi gösterir. Son parçadır ve parçayı zeval kelimesi içerir. Yani biz onları hamd hasıd olduklarında da zalim imişiz diyecekler. Ölünceye kadar, hatta öldükten sonra da böyle diyecekler anlamı verilebilir.
Ca’letmek görevlendirmek demektir. Yani bir şeyin yerini ve işini değiştirmedir. Onu yeniden var etmek değildir. Hasid olarak görevlendirmek demektir.
Hasad biçilen ekin demektir.
ح hareketi, ص dayanıklılığı, د çevreyi ifade eder.
حَصَاد bir ekinde harman yapıp sonunda elde edilen üründür. Taneler de حَصِيد dir. Saman da hasiddir. Topluluklar da birer canlıdır. Olgunlaşınca hasad yapılırlar. Artık kendileri yok olur tohumlar kalır. Kökleri kalır onun yerini alırlar. Cumhuriyet, imparatorluğun hasididir. Kur’an’da iki yerde de topluluklar için kullanılır. Fırtınanın ekinleri hasat etmesinden gelmektedir. Yazın insanlar hasat yapmakta, eğer toplamazsa Allah da sonbaharda hasadı kurutur.
خَامِدِينَ kelimesi de iki yerde geçmektedir (birinde خَامِدُونَ olarak geçiyor).
خَمُّود üzeri külle kapatılmış köz demektir. خَامِد odun külü demektir.
خ çökmeyi, م enginliği, د çevreyi sınırı ifade eder.
Kibritin olmadığı dönemlerde ateşin korunması çok zordur. Mabetlerde ateş yakılır, sürekli nöbet tutulurdu. Ateş oradan alınırdı. Sonraları komşulardan ateş almaya başladılar. Ateş mi almaya geldin tabiri vardır. Evlerde ateş kor üzerine kül konur. Hava ile temasta olmadığı için kor yanmaz ama kül ısıyı iletmediği için de kor sönmez. Hasad etmek demek, bir bakıma koru küle koymak demektir.
حَصِيدًا kelimesi فَعِيل veznindedir. İsmi fail ve ismi meful olabilir. İsmi fail olduğu zaman erkek ve dişi aynı olur. Dolayısıyla kurallı erkek çoğulun sıfatı veya hali olabilir. هُمْ zamirinin halidir. O halde bu fail anlamındadır. Yani bizi hasad edilen değil de hasad eden anlamındadır.
Burada mahkûmlara yaptırılacak iş anlatılmaktadır. Onlara götürü iş verilecek, hasad yapacaklar. Yaptıkları hasad miktarı ile cezalarını dolduracaklardır.
Bu ayetin yorumu ile çalışarak borçlarını ödeme durumunda olanlara verilecek iş hususunda kural koymak demektir. Depo edilebilen malların üretimi verilecek. Onu üretmekle borçlarını savacaklardır.
YORUM
Mekkeliler savaşı kaybettiler ama en çok kazanan onlar oldu. Fetihten sonra hiçbir kimse fetihten şikâyetçi olmadı. Tam tersine onun nimetlerinden yararlandı. Ebu Süfyan teslim oldu. Mekke’nin reisi idi. Resul ona müellefe-i kulubdan maaş bağladı.
O halde eğer Gülen’in generallerinden biri tövbe edip teslim olmuşsa orduya yeniden alacağız ama güvenemiyorsak ona maaş bağlayacağız. Mustafa Kemal medreseleri kapattı. Karşı gelen dersiamlardan birkaçını astı. Onun dışındaki bütün dersiamlara maaş bağladı.
Gülen de Türkiye’ye dönerse maaş bağlamalıyız.
Savaşın kuralı vardır. Kim savaşı kazanırsa haklı olan odur. Savaş kuvvetliyi belirlemek içindir, karşı tarafı yok etmek için değildir. Maç gibidir. Karşı tarafı yok ederseniz sonra kiminle oynayacaksınız. Şeytana niçin kıyamete kadar devam etme izni verilmiştir.
Savaşın sonunda öldürülenler öldürülür. Kalanlar diyet ödemeye mahkûm edilir. Ödeyemezlerse zorunlu çalışma yerlerinde çalıştırılırlar. Kasten adam öldürenler de kısasa mahkûm edilirler. Affedilirlerse diyet öderler.
Öz Türkçe ile:
“Bu çağrılar onları kuru biçik ekin yapmamıza dek dinmedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Bu davaları biz onları hamid hasid ca’l edinceye kadar zail olmadı.”
FaMAv JAvLaT TiLKa DaGVAvHuM XatTAy CaGaLNAvHuM XaÖIyDan PAvMiDIyNa
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوَاهُمْ حَتَّى جَعَلْنَاهُمْ حَصِيدًا خَامِدِينَ (15)
***
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالْأَرْضَ
Va MAv PaLaQNa elSaMAvEa Va eLErRWa (Va MAvFaGaLNa elFaGLa Va eLFaGLa)
“Ve sema ve arzı halk etmedik”
Kur’an’da semavat ve arz 18 defa, sema ve arz 2 defa geçmektedir.
Burada sema ve arz ve onun arasında denmektedir. Buradaki sema yeryüzüdür. Onun seması da güneş sistemidir. Semavat ve arz dendiği zaman da Kâinat kastedilmektedir. Oradaki ifade ise çalışma merkezleri ve ekim alanları anlamındadır.
Bir maddeyi ele alalım. Yeri ele alalım. Bir yere biri girdi mi bir başkası oraya giremez. Bir yerde iki arz yer almaz. Bir de her arzın kendi dışında varlığı vardır. Bu, yerin semasıdır. Sema da iki arştır. Bir yere değişik yerler etki eder. Buradaki olanlara gelince ışık ve hidrojen gibi maddelerdir.
Eşya için وَمَا بَيْنَهُمَا denmektedir. İnsanlar, melek, cin ve ruhlar için فِي هِمَا denmektedir.
Allah arzı ve göklerini insanlar için var etti. Orada çoğalacaklar ve dört boyutlu uzayın insanlığını oluşturacaklar. Beş boyutlu uzayda yaşamaya devam edeceklerdir.
Kişileri yarattı ve onları kendisine halife kıldı, arşa istiva etmiş olarak biz ve O var olup gideceğiz.
وَمَا بَيْنَهُمَا
Va MAv BaYNaHuMa (Va MAvFGLa HuMAv)
“Ve ikisinin beyninde olanı”
Yer küre var. Onun en yakını سَمَاءُ مَاءٍ dır (yağmur seması). Bulutlar ve yağmurlar orada yağar. İkisi de hayat tabakasının bulunduğu yerdir. Buna سَمَاءُ شِهَابٍ (hava seması) denir. Su seması buharın kaçmasına mani olur, uzaydan gelen taşları eritir, zararlı ışıkları geçirmez. Onun üstünde semai sabah (ışık seması) vardır. Güneş ışınları ona çarparak bize ulaşırlar. Bu hava tabakasının uzaya kaçmasını önler ve uzaydan gelen zararlı ışıkları filtre eder. Ondan sona Ay’ın olduğu tabaka gelir. Ay Yer’deki gelgitlere sebep olur ve Yer’in kendi etrafındaki dönüşünü dengeler. Ondan sonra da güneş gelir. Gezegenlerin yıllık dönüşü düzenlenir. Güneşten çıkan ışık yeryüzüne gelerek onu ısıtır. Bunların arasında olan güneş ışığıdır. Denizleri ısıtır, bulut oluşur, dağlara çarpar ve yağmur olur. Bizde nasıl kan dolaşımı varsa yeryüzünde de su dolaşımı vardır. Deniz kalptir. Enerjisini güneşten alır. Yeryüzünün 7 seması vardır. Semai ma yağmur seması, semai şıhab hava seması, semai sabah ışık seması, semai kamer ay seması, semai şems güneş seması, semai buruç yıldızlar seması, semai hubuk galaksiler seması.
Yeryüzünün bu ölçüleri hassas bir projenin en ince hesapları yapılarak oluşturulmuştur. Yeryüzünde asal gaz vardır argon bunun örneğidir. Solunum ancak bunun varlığı ile dengelenmektedir.
ب geçidi, ي kolaylığı, ن genelliği ifade eder.
لَاعِبِينَ (16)
LAvGıBIyNa (FAvGıLIyNa)
“La’ibler olarak”
لعب çizgi oyununda oyun taşıdır. Çizgide dursa oyuncu çıkar, diğeri devam eder. Bitiren kazanır.
ل belirliliği, ع etkiyi, ب geçidi ifade eder.
Oyunun iki görevi vardır. Biri oyun üzerinde eğitim yapma. Çocuklar veya delikanlılar oynayarak birlikte iş yapmayı öğrenirler. Uyumlu çalışmayı öğrenirler. Kurallı iş yapmayı öğrenirler. Kur’an yarışmaları teşvik eder. Oyunun başka bir görevi de insanların boş vakitlerinde canları sıkılır. Boş vakitlerini onunla doldururlar.
Allah kâinatı yaratırken herhangi bir bilgi ve beceri noksanına sahip değildir. Bu kâinatı yaratırken onlar hesaplanarak yaratılmıştır. Ne planlarken ne de gerçekleştirirken herhangi bir zorluk ve yanlışlık yapmamıştır. İnsanı da beceriksizliğinden veya bilgisizliğinden böyle zaif ve cehul var etmiştir. İnsan onu tamamlasın da kendisine değer kazansın diye böyle yaratmıştır. Yani zaiflik ve cehulluk insana rahmettir. O sayede kendi emeği ve iradesi ile kendi derecesini yükseltmektedir.
Yoksa Allah insanı kırk yaşında her şeyi bilen ve her şeyi yapan bir varlık olarak yaratabilirdi. Sonra ölümlü yapmayabilir aldığı emri yerine getirirdi. Kendisi ona bir şey yapmaz. Kendi kendine karar verip uygulayamaz. Ona ne denmişse onu yapar. Halife ise kendisini Tanrının yerine koyar ve Tanrı gibi hareket eder. Kararları kendisi alır. Sonra abd yani kul olarak da kararları uygular.
Karşısında artık hak sahibi vardır. Kendisi onlara karşı borçludur, alacaklıdır. Yani kişiliği vardır. Bu insan için ne büyük ihsandır, ne büyük inamdır, ikramdır, rahmettir.
Bizim arkadaşımız milletvekili oluyor da bizimle görüşmeye tenezzül etmiyor! Allah ise nerede olursak olalım bizim yanımızdadır. Dualarımıza icabet etmektedir.
YORUM
Allah bununla bize oyun oynamadığını, deneme yapmadığını, insanları başıboş bırakmadığını, insanlığı teröristlere sömürücülere bırakmayacağını, kendi nurunu tamamlayacağını bildirmektedir.
Allah ve Kur’an’a inanan insanlar yeryüzünün Sermaye veya silaha teslim edileceğine inanmaktadırlar. Onlardan birisinin galip geleceğini ve üçüncü binyıl uygarlığını sürdüreceğine göre hareket ediyorlar. Aklım ermiyor.
Sermaye ile işbirliği yaptılar Akevler ortağı arkadaşlarımız. Sonra da tekrar tekrar kendileri terk ettiler. Ben Bülent Arınç’a ‘gidemezsin’ diye yazdığımda duymadı. Çocuklarına bir yerde yer verdiler diye Sermaye’ye teslim oldular. Şimdi duyunu umumiye kuruluyor. Ülkenin yönetimi düşmanlara teslim ediliyor. Sesleri çıkmıyor. Bu arkadaşlara tavsiye ediyorum ve Kur’an’ın emrini bildiriyorum. Ak Parti’de görevli yakınlarını da çeksinler, açlıktan ölecek olsalar da çeksinler. Ak Parti’ye Erdoğan’ın hâkim olmasını sağlamaya çalışsınlar. Numan Kurtulmuş’a ve Hayati Yazıcı’ya da tavsiye ediyorum; ayrılsınlar oradan.
Benim bu sözleri söylemem tuhaf gelebilir. Ben millete de söylüyorum. Yanlışım varsa millet huzurunda benimle tartışsınlar, millet karar versin. Kör-sağır-dilsiz davranarak ve kafalarını kumlara sokarak kendilerini kurtaramazlar.
Öz Türkçe ile:
“Ve gök ile yeri ve aralarında olanları da oyun oynayalım diye yaratmadık.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve sema ile arzı ve beynlerinde olanları laib olarak halk etmedik.”
VaMAv PaLaQNav eLSaMAvEa Va eLEaRWa Va MAv BaYNaHuMAv LAvGıBIyNa
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ (16)
***
لَوْ أَرَدْنَا أَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا
LaV EaRaWNAv EaN NatTaPiÜa LaHVan (LaV EaFGaLNAv EaN NaFTaGıLa FaGLan)
“Eğer lehvi ittihaz etmeyi irade etseydik”
“İttihaz etmek” edinmek demektir. “İrade etmek” istemek anlamındadır. لَهْو ise لَاعِب kelimesinin eşidir. لعب kendin oynarsın, yaptıklarında bedenen ve zihnen sen failsin. لهو de ise başkalarının yaptıkları ile meşgul olursun. Laib bir eğitim aracıdır, bedeni ve zihni faaliyete geliştirmeye yarar. Lehv de hissi ünsi melekelere hitap eder. İkisinin de yararı vardır.
Gerek ses gerek ışık insanın bedeninde titreşimler oluşturur. Canlıların böyle titreşimlere ihtiyaçları vardır. Damardaki kan akışını kolaylaştırırlar. Sistemdeki elektrik dalgalarının akışını kolaylaştırırlar. Hücrelerdeki protoplazmanın döngüsünü kolaylaştırırlar. Bu yararı sağlamak için böcekler ve kuşlar ötmektedir. Müzikle hastaların tedavisi buna dayanır. Kur’an’ın hastalara okunması da böyle bir şifanın kaynağıdır.
Önceki ayette “laib”i zikretti, burada “lehv”i zikretti. Başka başka örnekler verip hükümlere bağladı. Kıyasla hükümler iki tarafa da şamil olur.
لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا
LaEitTaPaÜNAvHu MiN LaDunNAv (LaEiFTaGaLNAvHu MiN LaDunNAv)
“Onu ledunumuzdan ittihaz ederdik”
Biraz daha ona yaklaşacaklar. “Tarafımızdan ittihaz ediyorduk” diyor. Tanrı her şeye kadirdir ama bir tanrı yaratmaya kadir midir?
Kelamcılar kadir değildir diyor. Burada ise tanrı edinseydim kendi içimden edinirdim demiş oluyor. Buna muktedir olduğunu ifade etmiş olmaktadır. Buradaki “ledünna”dan kasıt insanüstü varlıktır. İnsana verdiği iradeyi verecek, zaman ve mekân dışı varlık olacaktı. Yetkileri ona verip kendisi seyirci kalacaktı. O tanrı olmayacaktı ama insan gibi zaif ve cehul olmayacaktı. Böyle bir varlık var edebilirdi. O tanrı olmazdı ama tanrı gibi hareket eden bir varlık olabilirdi.
Yani Allah insandan daha üstün varlık var edemez mi?
Eder. Cennetteki insanlar bu dünyadaki insanlardan daha üstün varlıklar olacaklardır. Ama öyle olmasını istedi. İnsanlar cennette yücelecekler. O’na biraz daha yaklaşacaklar. Ama hiçbir zaman varamayacaklar. İnsan adımlarını bir önceki adımının yarısı kadar artırarak yola çıksa hiçbir zaman hedefe varamaz. Adımlarıyla varacağı büyük olan hedefe hiçbir zaman varamaz. Her zaman yaklaşır.
إِنْ كُنَّا فَاعِلِينَ (17)
EiN KunNAv FAvGıLIyNa
“Fail olsaydık”
Burada fail olabilseydik demek olabilir. Yani biz kendimizi var etmeye muktedir değiliz. Bir tanrı tanrıyı var edemez. Var edebilecek durumda olsaydık o zaman kendi ledünümüzden var ederdik. İnsanı neden oyun olarak edinmedik? Biz ona muhtaç iken tanrı değiliz. Muhtaç değilsek neden edinecektik? Oyun ve eğlence olsun diye mi?
إِنْ فَعَلْنَا demeyip de إِنْ كُنَّا فَاعِلِينَ demesi, fail olmaya gücümüz yetmez demektir. Allah’ın bir tanrı var etmeye gücü yetmediği gibi intihar etmeye de kendisini yok etmeye de gücü yetmez. Bununla beraber irade sahibidir ve irade sahibi insanı da var etmiştir.
Bu nasıl olur diyemeyiz? Çünkü nasıl olur dedirten de O’dur.
YORUM
Allah insanları irade sahibi kılmıştır ama insan halik değildir. Kendisi bir şey yapmak ister, Allah da onu yapar. Ama Allah yapmazsa onu yapmaya gücü yeterlidir. O halde insan irade sahibidir ama bu Tanrı’nın iradesine uygunsa gerçekleşir. وَمَا تَشَاءُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ ayetinin (İnsan, 76/30) manası budur. Yani ne dolar bir şey yapar ne atom bir şey yapar. Yapan Allah’tır. Bize müsaade etti, imkân sağladı. Müsaade ettiği sınırlar içinde insan iradesinin sahibidir.
O’nun düzenini değiştirecek yoktur. Kur’an’ın haber verdikleri kesinlikle olacaktır. İnsanlar arasında tedavül gerçekleşecektir. Şimdiye kadar batı doğuya hâkim idi, bundan sonra doğu batıya hâkim olacaktır. 500 sene sonra yine batı hâkim olmaya başlayacaktır.
Allah görevler vermiş, bu görevleri yerine getirirsek cennetteki yerimiz ve Allah’a yakınlığımız daha büyük olacaktır.
Öz Türkçe ile:
“Biz bir eğlence edinmek isteseydik onu kendimizden edinirdik, eğer yapıyor olsaydık”
Kur’an kelimeleri ile:
“Biz bir lehv ittihaz etmeyi irade etseydik onu ledünnümüzden ittihaz ederdik, eğer fail olsaydık”
LaV EaRaWNAv EaN NatTaPiZa LaHVan LaitTaPaÜNAvHu MiN LaDunNAv EiN KunNAv FAvGıLIyNa
لَوْ أَرَدْنَا أَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا إِنْ كُنَّا فَاعِلِينَ (17)
***
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ
BaL NaQÜiFu Bi eLXaqQı (BaL NaFGaLu Bi ElFaGLi)
“Aksine hak ile kazf ederiz”
قَذَّاف sapan, قِذَاف atmak için alınan avucu dolduracak büyüklükteki taş demektir.
قذف 9, قسو 7 defa geçmektedir. Toplam 16 (24) eder.
“Kazfetmek” taşlamak demektir. “Recmetmek” de taşlamak demektir. Bir recm edileni öldürme amacı ile taşlarsınız, o recm olur. Hedef onu yok etmedir. Kazf ise taşı kendinizden uzaklaştırmak için atarsınız. Hak ile kazfetme hakkı onu uzaklaştırmak için kullanma demektir. Hakkı kazfetmiyorsunuz, hak ile onu kazf ediyor ve onu kovalıyorsunuz demektir.
Buradaki بَلْ kelimesi, biz kimseyi edinmedik, bir yardımcı tanrı kullanmadık, aksine hak ile kazf ediyoruz demektir. “Bel” gelmesi, bu hakkı kazf eden, bu hakkı kullanan müminler olabilir. Ama atılan haktır. Mermi silah değildir. Mermi dolar değildir. Bizim mermimiz haktır.
Gerçekleri söylediğiniz zaman onlar mermi olur ve batılların kulağına değil beynine girer ve onu parçalar. Kur’an insanların beynini dağıtmadı mı? Adil Düzen insanlığı değiştirmedi mi?
Halk Partisini (CHP) dinsiz gösteriyor ve bizi onlara düşman ediyorlardı. İster istemez onlar da bize düşman oldular. Biz ise Halk Partililerin din düşmanı olmadıklarını söyledik ve onlarla koalisyon (CHP-MSP koalisyonu) kurduk. Bu, gerçek solcuların din düşmanı olmadıklarını ilan etmemizi sağlamış oldu. Önce CHP ile koalisyon yaptık. Sonra İran’da Humeyni solcularla birleşti ve inkılap yaptı. Sonra SSCB Başkanı Gorbaçov din düşmanlığını bıraktı. Sonra bütün sol din düşmanlığını bıraktı. Sonra Amerika’da Amerikan halkı bir zenci Müslümanın siyahi çocuğunu devlet başkanı yaptı. Bir “hak” kelimesi dünyayı değiştirdi.
Şimdi de تَعَاوَنُوا kelimesi dünyayı değiştirecektir.
تَعَاوَنُوا karşılıklı yardımlaşın demektir. Bedava değil, siz onlara onlar da size yardım etsinler. Parayı emeğe dayandırın. Bu mermi olacak ve batıl beyinleri parçalayacaktır.
عَلَى الْبَاطِلِ
GaLay elBAvOıLı (GaLay eLFAGıLı)
“Batıl üzerine”
Batn ve zahr karın ve sırt (daha çok hayvanlar için) kullanılır. Zahr sırt, görünen taraf; batın, alt taraf, görünmeyen taraf anlamındadır. ن harfinin ل’a dönüşmesiyle batıl aşağı inmek, batmak ve mecazi olarak bozulmak, düşmek anlamlarına gelmiş olur.
Batıl, dalları aşağı sarkmış ağaç demektir.
ب geçidi, ط uyumu, ل belirliliği ifade eder.
حَقّ develere yem verilen dolu kova demektir. Hak kişiler arasında hak anlamına geldiği gibi kâinatta doluluğu ifade eder. بَاطِل Kur’an’da tam ona karşı getirilmiştir, boş olduğu bilinen bir kap anlamındadır. Batın görünmeyen var olup ta bilemediğimizdir. Batıl ise olmadığını bildiğimiz ama var olduğunu saydığımız görülemeyen şeydir.
Doğru, iyi, yararlı ve adil olan حَقّ’tır.
Yanlış, kötü, zararlı ve zulüm olan ise بَاطِل dır.
Demek ki doğru söz yalan sözü yener. Yüz yalancının yanında bir doğru söyleyen olursa o onlara galip gelir. Bir tane doğru basın organı olsa, diğerleri yok olup gider. İyi olan kötüyü kovar. Yararlı olan zararlıyı kovar. Hak batılı kovar.
فَيَدْمَغُهُ
Fa YaDMaĞuHUv (Fa YaFGaLuHUv)
“Onu damğalar”
دَمْغَة ‘damga’ demektir.
Kur’an’da دمغ 1, طمءن 13 defa geçer. Toplam 14 (2*7) eder.
د çevreyi, duvarı, م genelliği, غ değişimi ifade eder.
“Damgalamak” demek belirlemek için özel işaret koymak demektir. İlk zamanlarda ağaçların altlarını çizerek damgaladılar. Sonra hayvanları damgaladılar. Böylece birbirlerinden ayırdılar. Kur’an’da hak ile batılı damgalar. Hakka uymayan batıl olur. Allah kâinatı öyle yaratmıştır. Yüz tane adam gelse, her biri bir yalan söylese, içlerinden biri doğruyu söylese, sonunda doğru söyleyenin dediğini anlarlar, kâfir değilseler kabul ederler. O halde bizim görevimiz doğruları söylemek ve yapmaktır. Sonrası kendiliğinden çözülür.
İktidar partisi yalan söylemiyordu, yanlış yapsa bile söyledikleri doğru idi. Muhalefet ise yalan söylüyordu. Hakkı ortaya getireceğine batıllığını ortaya koymaya çalışıyor. Oysa sen hakkı söyleyecek ve bırakacaksın.
Bahçeli Erdoğan’a saldırıyordu. İnandığı için değil, böylece onların gözüne girecek ve oy alacaktı. Sonra Sermaye Erdoğan’ı yenemeyince yanında yer aldı. Bu sefer de yine yalan söylüyor. Erdoğan’ı desteklemiyor. Gelecek emri bekliyor. Bunlar batıldır.
Bir gün Adil Düzen partisi kurulacak ve her şeyin doğrusunu söyleyecek. Erdoğan’ın doğru yaptıklarını onaylayacak, yanlış yaptığına hayır diyecektir. Erdoğan da bunu görecek ve doğruları yapmaya başlayacak. Böylece herkes kurtulacak.
Herkes AK Parti zulüm yaptığı halde neden oy alıyor, onu tartışıyor. AK Parti zulüm yapıyor ama yerine gelecekler daha çok zulüm yapacaklar. Neden değiştirsin. Eğer bir parti çıkar hakkı söylerse, söyleyen yaptıkları ile söylediklerini gerçekleştireceğine aklı ererse, o zaman AK Parti’ye oy vermezler.
Ben önce Saadet Partiliyim (SP), ona oy verdim. Sonra AK Partiliyim, başkanları cumhurbaşkanımızdır. Sonra Hareket (MHP) partiliyim, Alpaslan Türkeş ile seçim ittifakını başlatan Akevler’dir ve ilk görüşmeyi Süleyman Akdemir’le ben yaptık, Refah Partisi’nin haberi bile yoktu. Ama Devlet Bahçeli de Erdoğan gibi yanlış yapıyor, o sebeple eleştiriyorum.
فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ
FaEiÜAv HuVa ÜAvHiQ (FaEiÜAv HuVa FaGıLun)
“O zahik olur”
زَهُوق ‘suyu çekilmiş kuyu’ demektir.
Kur’an’da زهق 5, زهد 1 defa geçer. Toplam 6 (2*3) eder.
ز zamanda diziyi, ه boşluğu, ق kuvveti ifade eder.
Hak batılı yok etmeyecek, sadece etkisiz hale getirecektir.
Bugün dolar batıl paradır ve etkilidir. Altın bonosunu çıkardığımız anda dolar yok olmayacak, etkisiz hale gelecek ve artık uluslararası para olamayacaktır. Hak geldi batıl zeval buldu değil, hak geldi batıl zahik oldu yani piyasadan çekildi demektir.
Kırgızistan’da %500 enflasyonlu para vardı. Devlet Başkanı Askar Akayev’e müşavirlik yaptım. Parayı ancak bir yıl sonra çıkartabildi. Ama çıkardığı günden itibaren ruble piyasadan çekildi, hala da o ülkede çekilmiş durumdadır.
وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ (18)
Va LaKuMu elVaYLu MinMAvTaÖıFUvNa (Va LaKuMu eLFaGLu MinMAv TaFGaLUvNa)
“Ve vasfettiklerinizden size veyl vardır.”
Buradaki كُمْ kime gitmektedir?
Bütün putperestlere gitmektedir. Çağımızın insanlarına da gitmektedir.
Siz Akevler, siz kimsiniz; üç-beş kişi, o da biri bir yerde, diğeri diğer yerde...
Bizim ise bol bol paralarımız var. Bizim bol bol askerlerimiz var. Allah varsa bile bu dünyanın tanrıları biziz, O bize vermiştir.
Hassaten 2000 yılından sonra artık Tanrı’nın olmadığını söyleyen yoktur ama Tanrı’nın bir şey yapacağına inanan da çok az kimse vardır. Herkes dolara ve silaha/bombaya inanmaktadır. Onu kazanma peşindedirler. Bu durumda olanlar yalnız iktidarda olanlar değildir, herkes memur olup makam sahibi olmakla ya da zengin olup dolar sahibi olmakla meşguldür.
Henüz Adil Düzen çalışanları bile bu hususta karara varmış değildirler.
Siz para kazanmakla veya makam elde etmekle değil, üretmekle meşgul olacaksınız. İşletme parayı zarar etmiş olabilir ama sonunda ürün üretilmemişse bir şey yapılmamıştır demektir. Ha siz yapmışsınız ha başkası yapmış, değişmez. Ama eğer ürün üretilmemiş, insanlar ya iş bulamamış çalışamamışsa ya da iş bulmuş ama üretim yapamamışsa, o zaman zarardasınız demektir. O insanlar yaşadılar. Ölmediler. O halde yiyip içtiler. Sizin mallarınızı tükettiler.
Bize ortak olacaksınız ama para kazanmak için değil, ülkede üretimi sağlamak sizin de üründen payınız olması için. Benim dolarım artsın derseniz, benim TL’em artsın derseniz, sonunda sadece borcunuz artar.
Bir gün veyl edip ‘biz zalim imişiz’ diyeceksiniz.
Osmanlılar da borçlandılar da yaşadılar ama sonra devleti tefeciye teslim ettiler. Biraz sonra imparatorluk tarihe karıştı. Bugün Türkiye’nin akıbeti de böyledir, böyle bir sonuca doğru gitmektedir. Ülkenin yönetimi düşmana teslim ediliyor. Bunun sonu helaktir.
Peki, biz ne yapacağız?
Semt Kooperatifleri kuracağız. Devletimiz yıkılsa bile biz halk olarak yaşamaya devam edeceğiz. Hazırlıklı olursak yeniden devletimizi kurabiliriz. AK Parti gitse de bu yıkılış durmaz. Bu yıkılış ancak Semt Kooperatifleri ile durur.
Bu kooperatifleri desteklemek için iktidar olmak gerekmez. Sadece Yalova’daki ar-ge çalışmalarına ortak olmanız gerekir. Sonra elinizden geldiği kadar Semt Kooperatifi Yüz Lojmanlı İşyeri Apartmanlarının kuruluşunu destekleyeceksiniz.
YORUM
Tekrar hatırlayalım. Allah kâinatı yarattı, birtakım imkânlar verdi. Onu kullanmak, onu Allah’ın istediği gibi kullanarak üretmek ve tüketmek Allah’a ibadettir. Çünkü Allah insanı bunları yapsın diye yaratmıştır. Salihat ameli işlesin diye var etmiştir. Para ise o malların hakkaniyet içinde bölüşülmesini sağlayan, o imkânların değerlenmesini sağlayan bir araçtır. Karşılığı varsa para da Allah’ın nimetidir. Karşılıksız para ise puttur, şirktir, Allah’ın yarattıklarına hırsızlama ortak olmaya çalışmaktır. Karşılıksız para kullananlar ve onun peşinden koşanlar müşriklerdir.
Doların karşılığı var mıdır? TL’nin karşılığı var mıdır?
Vardır ve bugün onun sadece günlük yani günübirlik karşılığı da bellidir. Kuyumcuya gittiğim zaman kaç gram alacağımı biliyorum. O halde yine Allah’ın nimetini yani parasını kullanıyorum ve O’na ibadet ediyorum. Ama borçlanır da üç ay sonra dolar veya TL olarak ödersem, artan veya eksilen altın gram kadar Tanrı’ya şirk koşmuş olurum. Bunu zorunlu olarak yaparsan yaptığın iş şirktir ama sen müşrik değilsin. Ama eğer bu düzeni savunursan, gerekli tedbirlerin alınması hususunda gayret sarf etmezsen, o zaman sen de müşriksin.
Şirkten kurtulmak mı istiyorsun? Günlük ödemeleri devletin parası ile yapacaksın. Bir piyasada iki para çalışmaz. Dolayısıyla ödemeleri Türk Lirası üzerinden yapacaksın ama borçlanmayı altın bonosu üzerinden yapacaksın.
Şu hususa da işaret etmek isterim. Altının piyasa fiyatı da altının gerçek fiyatı değildir. Borsa oyunları ile dalgalanmaktadır. Gerçek değerini hesaplamayı size yakında sunacağız. Orada geçmişte olan değerleri de vereceğiz. Şimdilik Türk Lirası ile değil ama ilerde hesaplayacağımız altın değeri ile yapın. Ödemeler TL ile olsun. Sonunda hesaplaşırsınız.
Bizi destekleyin de bir an önce hesaplarınızı yapabilelim ve siz şirkten kurtulun.
İzmir Akevler’in demir çimentosu (DÇ) bellidir. 50 senelik hesaplarımız buna dayanmaktadır. Onu da kullanabilirsiniz.
Öz Türkçe ile:
“Evet, biz gerçeği boş olana koyarız da onu belirler, o da çöker ve nitelendirdiklerinizden size vay vardır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Aksine batıl üzerine hakkı kazf ederiz, onu demğ eder, o da zahik olur ve vasfettiklerinizden size veyl vardır.”
BaL NaQÜiFu Bi eLXaqQı GaLa eLBAvOıLı FaYaDMaĞuHUv FaEiÜAv HuVa ZaHıQun Va LaKuMu eLVaYLu MiNMAv TaÖıFUvNa
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ (18)
***
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ
Va LaHUv MaN Fıy elSaMAvVATı Va elERWı (Va LaHUv MaN Fıiy LFaGaLaVTı Va ElFaGLı)
“Ve semavatta ve arzda kim varsa O’nundur”
Bundan önce yerin göğün ve aralarındakilerin yaratılmasından bahsetti.
Şimdi de semavat ve arzda olanlar O’nundur diyor. Yani melekler, ruhlar, cinler ve insanlar, kimler varsa O’nundur.
Surede bundan önce “Allah” kelimesi geçmedi Sadece “Rabbim” kelimesi geçti; o halde buradaki zamir Rabbim kelimesi ile ilgilidir. Rabbim semavat ve arzda olanları bilir dedi. Semavat ve arzın yaratıcısından “Biz” olarak bahsetti. Burada o Rabbe zamir gönderdi. Böylece bize şunu öğretti, “Rab” ve “Biz” zamiri aynı kimseyi gösterir. Rabbun diyerek ben Kur’an’ı size ulaştıran rab değilim demektir. Biz yarattık derken de bu sözler ona ait değil bize yani rabbe aittir demektedir.
مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ demediğine göre, yerde kimler varsa semavatta da onlar vardır. İnsanlar ve cinler vardır. Bunlar aynı uzaydadırlar. Oysa melekler ve ruhlar Allah’ın indindedirler.
وَمَنْ عِنْدَهُ
Va MaN GıNDaHUv (VaMaN FıGLaHUv)
“Ve onun indinde olanlar”
وَ ile atfettiğine göre semavat ve arzda olanlar değildir demektir.
Peki, nerededirler?
Dört boyutlu uzayımızda olabilirler. Beş boyutlu uzay içinde olabilirler. Bir de beş boyutlu uzayın dışında olabilirler. Cinler bugün kaç boyutlu uzay içindedirler. Benim görüşüm cin ve insanlar reel boyutlu uzaydadırlar. Melek ve ruhlar imajiner boyutlu uzaydadırlar. İnsan ve cinlerin madde hızları ışık hızından azdır. Melek ve ruhların dalga hızları ışık hızından azdır.
Lütfi Hocaoğlu cinlerin de üç boyutlu uzayın dışında olduğunu söylemektedir.
لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ
LAv YaSTaKBiRUvNa GaN GıBAvDaTiHIy (LAv YaSTaFGiLUvNa GaN FiGAvLaTiHIy)
“Ona ibadetten istikbar etmezler”
O halde onların bulundukları yerlerde cin ve insan yoktur. Cinler üç boyutun dışında iseler melekler beş boyutlu uzaydadırlar. Cinler beş boyutlu uzayda iseler melekler altı boyutlu uzaydadırlar.
Bir de her boyutlu uzayın bir de batın (sanal) uzayı vardır. Melekler ve ruhlar o uzaydadırlar. O zaman onun indi sanal uzaydır. Bu ayette bu kadar söyleyebiliriz. Başka ayetle değerlendirilmesi gerekir.
“İstikbar etmek” demek büyük olmayı istemek demektir. Kendisini başkalarından daha büyük olmayı istemek demektir. Aralarında yarış yoktur, herkes kendi ibadetini yapar. Zengin olmak veya emir alma durumunda olmamak demektir. Onun verdiği işi yaparken bu küçüktür, bu adi iştir demezler. Bütün işleri yaparlar.
İnsanlar istikbarı giysileri, varlıkları, görevleri ile ve bir de işleriyle göstermek isterler.
Hâsılı, onlar günah işlemezler.
وَلَا يَسْتَحْسِرُونَ (19)
Va LAv YaSTaXSiRUvNa (Va LAv YaSTaFGıLUvNa)
“Ve istihsar da etmezler.”
حَسْر susuz kalmış çorak yer demektir. Bir şeyi arzulamak anlamında kullanılmaktadır.
مَحْسِر harap olmuş yer demektir. Mastar olarak yıkılmak parçalanmak, çökmek anlamlarında kullanılmaktadır.
ح hareketi, س mekânda diziyi, ر tekrarı ifade eder.
Hasret, özlem demektir.
Bir şeyi yapmak istersin ama onu yapamazsın. Bu iki sebepten olabilir. Biri, maddi imkânın elvermez, beceremez, yapamazsın. Yahut günah olduğunu bildiğin için hislerini yener aklınla hareket edersin. Bu istihsardır. Kendi kendine hasreti yaşamak. Onlarda böyle bir şey yoktur. Onlar ibadetlerini fiilen kaçırmadıkları gibi bir hasret de duymazlar. Günah işleme meyli de yoktur. Meleklerin ve ruhların özelliği budur. Sigarayı içmemek başka, sigaradan nefret etmek başkadır. Onlar sigaradan nefret ederler.
YORUM
Türkçede “öz” kelimesi vardır, kendisi demektir. “Özge” başka demektir. “Özüne” başkası olmadan demektir. “Özlemek” bir başkasını yanında görme isteğidir. “Özenmek” ise bir başkasının yaptığını yapmaya çalışmak demektir.
“Hasret” özlemektir. “İstihsan” ise başka birisine benzemeye çalışmak demektir, ben de onun gibi olayım demektir. Yani insanda iki duygu vardır. Ya kendisini başkalarından üstün görür, bu istikbardır veya kendisini başkalarından aşağı görür, bu da istihsardır.
İnsan kendisini bu duygudan kurtaramaz. Bu sayededir ki topluluk oluşur. Birbirlerine uyum sağlarlar. Bu duygular meleklerde yoktur. İnsan önce kendisini herkesle eşit görmelidir. Bundan sonra şu kurallara uymalıdır.
a) Bir işte o işe kim daha ehil ise o işi o yapmalıdır. Yani bir arkadaşım benden daha çok İstanbul trafiğini biliyorsa arabayı o sürmelidir. Başka etkilerle tercih yapılmamalıdır. Kim iyi cumhurbaşkanı olabiliyorsa onu cumhurbaşkanı yapmalıyız. Kooperatifin muhasebesini kim iyi tutuyorsa o tutmalıdır. İşi ehline vermek birinci kuraldır. İnsanlar burada eşit değildirler.
b) Kim bir işi yapıyorsa, o işi yapabilmek için gerekenleri kullanmak da onun yetkisindedir. Görevli ehil olandır ve yetkilidir de. Sonunda kararları o alır. Diğerleri ile istişare eder ama kararı kendisi verir. Madem görevlidir o halde yetkilidir.
c) Üçüncü olarak görevli sorumludur. Yetkili kimse sorumlu odur. Bundan dolayıdır ki herkes kendi içtihadı ile hareket eder, sorumlu olan da odur. Yetki birisine verilir, sorumlu da o olur. Heyete görev verilmez. Heyet yetkili olmaz, sorumlu da olmaz.
d) Dördüncü kademede görevli olup işi yapınca ücreti istihkak eder. Emeği zayi olmaz. Demek ki insanlar insan olarak eşittirler ama sonra ehliyet, görev, yetki, sorumluluk ve haklar bakımından eşit değildirler.
Kapitalistler doğuştan insanları eşit kabul etmezler.
Sosyalistler insanlar arasında fark görmek istemezler.
İslamiyet’te ise insanlar doğuştan eşittirler ama sonra kabiliyet, görev, yetki, sorumluluk ve hak itibarı ile farklılaşırlar.
Öz Türkçe ile:
“Ve gökler ile yerde olan kimseler O’nundur ve yanında olanlar onun kulluğunda büyüklenmezler, özenmezler de.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve semavat ve arzda olan kimseler O’nundur ve O’nun indinde olanlar ne ibadetinden istikbar ederler ne de istihsar ederler.”
Va LaHUv MaN Fiy elSaMAvVAvTı Va eLEaRWı Va MaN GıNDaHUv Lav YaSTaKBiRUvNa GaN GıBAvDaTiHIy Va Lav YaSTaXSıRUvNa
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَ (19)
***
يُسَبِّحُونَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ
YuSabBiXUvNa elLaYLa Va elNaHAvRa
“Leyl ve nehar tesbih ederler”
“Tesbih etmek” demek Allah’ın verdiği görevleri yapmada eksiği olmayan biri haline getirmektir. Melekler durmadan gece gündüz günün tamamında tesbih etmektedirler, görev yapmaktadırlar. Çünkü onlar için ibadet en büyük sevaptır. Yemek yerken zevk alırsınız, hâlbuki o da bir iştir ama çalışırken isteksizlik olur. Allah’ta tersini yapardı, istemeye istemeye yediniz, zevk alarak da iş yaptınız. Allah onlar için iş yapmayı zevkli yapmıştır.
لَا يَفْتُرُونَ (20)
LAv YaFTuRUvNa (La YaFTaGıLUvNa)
“Fatr da etmezler”
فتر ara vermek demektir, dinlenmek veya uyumak anlamlarına gelir. Onlarda bu da yoktur anlamı çıkar. Görevliler görevlerinde devam ederler. Ara verme ihtiyacında değildirler.
Kur’an burada bize onları anlatarak “size koyduğum düzen sizin içindir. Değişik dönemlerde değişik düzenleri koydum. Siz melek değilsiniz. Devamlı yenilenmek ve yeni düzene girme imtihanlarını geçirmektesiniz.” demiş oluyor.
YORUM
Bütün insanlar, müslimler ve kâfirler, AK Partililer ve HDP’liler, dağdaki eşkıyalar, hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan kimse bir şey yapamaz. Bizim görevimiz bizimdir, onların görevi onlarındır. Ödül vermek veya cezalandırmak O’na aittir. Biz Allah’ın bize verdiği görevleri yapacağız. O’na teslim olarak hamd edeceğiz.
Bizim işimiz karşı tarafları yok etmek veya düzeltmek değildir. Görev bizim kalemize girecek topu almaktır. Gerekirse gol atmaktır. Onlarla dalaşmak ve boğuşmak değildir.
Gelin, ey bu seminerlerimizi okuyanlar, karşılıksız bir şeye gelin. Kur’an’ın emirlerine uyalım. Emirleri yerine getirmek için birbirimize yardım edelim. Biz sizden fazla bir şey istemiyoruz. Karşılıksız bir şey istemiyoruz. Ortak olun diyoruz. Bize değil. Bugünkü yöneticiler payınızdan bir şey almaktadırlar. Yenibosna kooperatifine gelip çalışanlar bir şey almıyorlar, aksine veriyorlar. Saatleri bile yazmıyorlar. İlerde kazandıkları takdirde kazandıklarından pay alacaklar. O da biz verelim diyoruz. Onlar onu da istemiyorlar.
Siz ise onlar gibi yapmayın. Hakkınızı kuruşuna kadar isteyin. Ortaklık kazanırsa payınızı alın. İstediğiniz hayrı o zaman yapın. Şimdi hayır yapmak istersiniz ve yaparsınız ama o hayır yarın çarçur edilir. Göz diken yiyiciler onu paylaşalım diye yönetimi rahatsız ederler. Onlar da bırakıp giderler. Oysa birikenler sizin olunca yönetimi rahat bırakırlar. Kimse kooperatifin imkânlarına göz koymaz.
Öz Türkçe ile:
“Ara vermeden gece ve gündüz arındırırlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Fetr etmeden leyl ve nehar tesbih ederler.”
YuSabBiXUvNa elLaYLa Va elNaHAvRa LAv YaFTaRUvNa
يُسَبِّحُونَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ (20)
İstanbul