101-104.AYETLER
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
إِنَّ الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنَى أُولَئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ (101) لَا يَسْمَعُونَ حَسِيسَهَا وَهُمْ فِي مَا اشْتَهَتْ أَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَ (102) لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ هَذَا يَوْمُكُمُ الَّذِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ (103) يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُعِيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ (104)
***
إِنَّ الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنَى
EinNa elLaÜIyNa SaBaQaT LaHum MinNav eLXuSNAv (EinNa elLaÜIyNa FaGaLaT LaHuM MinNay eLXuSNAy)
“Bizden onlar için husnanın sebkat ettiği kimseler”
Burada atıf harfi getirilmemiştir. İki sebepten dolayı getirilmez, biri kemali ittisal diğeri ise kemali infisaldir. Kemali ittisal varsa ayrılığı ifade etmesin diye atıf gelmez. Kemali infisal varsa birbirinden ayrı olduğu, aralarında ilişki olmadığı için atıf harfi gelmez. Bu cümlede bundan önceki cümlede geçen cehenneme raci zamir olmasaydı infisal var onun için وَ veya فَ getirilmemiştir derdik. Bu ayetteki هَا zamiri daha önceki cehenneme raci olduğuna göre kemali ittisal vardır. Cehenneme gidenlerle, cennete gidenler arasında nasıl kemali ittisal olabilir?
Herkes cehenneme uğrayıp cennete gidecektir, cennete uğrayıp cehenneme gitmeyecektir. Bunun manası budur. İnsanlar aslında cehennemlik olarak yaratılmışlardır. Asr Suresi’nde herkes hüsrandadır, ancak şunlar kurtulmuşlardır diyor. Burada da buna işaret etmektedir. İnsan zayıf ve cehul yaratılmıştır. Nefis sui emretmektedir. Bu bataklıktan çıkanlar cennete gitmekte, bu bataklıktan çıkamayanlar cehenneme gitmektedir. Sonra cehennemden de çıkma yolları oluşmaktadır.
Açıklamayı dünya hayatına getirecek olursak, bugün kötü düzen vardır zalim düzen vardır. Herkes o düzenin içindedir. O bataklığın içinde çırpınmaktadır. Belli kimseler bu bataklıktan kurtulacaklardır. Onlar da siz bu seminerleri okuyan kimselersiniz. Allah takdir etmiş bu seminerleri.
Bunun düzeltilmesi için إِنَّ gelmiştir.
Evet, âlem bataklık olarak var edilmiştir ama istenen, herkesin bataklıktan çıkmasıdır. Tohumu toprağa atarsınız. Tohum orada çürür ama onun yerine yeni bitki ortaya çıkar. Toprağa atarsınız, orada çürüyüp yok olması için değil, tam tersine çimlenip büyümesi için. İşte dünyamızın görevi budur, çimlenip cennete gitmemiz için bu dünyaya getirilmişiz.
Bunu ifade etmek için إِنَّ getirilmiştir.
الَّذِينَ ismi mevsuldür. Hem fiil marifedir hem de fail veya meful marifedir. Burada “sebkat etmesi” marifedir. Sizin bu seminerleri okumaya başlamanız, yorumlamanız, uygulamanız, çevrenize anlatmanız sebkat eden kavildir. Okuyanlar da yapanlar da sizsiniz. Kur’an herkese ayrı ayrı nazil olmaktadır. Şüphesiz önce kendilerine ilk nazil olan sahabeler muhatap olmuşlardır. Her yeni nazil olunca yeni muhataplar bulacak ve onlara hitap edecektir. Şimdi size hitap etmektedir.
Başka yerde başkaları da başka tefsirleri ve yorumları yapmaktadırlar. Onlara da ayrı nazil olmaktadır. Onlar için de bu müjdeler mevcuttur. Bir birlik düşünün, komutanları var, onları eğitmektedir. ‘Hazır ol!’ demekte, o birlik hazır ola geçmektedir. Başka birliğin başka komutanları vardır, onlara ‘hazır ol’ demektedir, o birlik de onun komutu ile harekete geçmektedir. Kelimeler aynı ama söyleyenler ayrı. Kur’an da böyledir. Şimdi bize söylemektedir. Biz bize söylediğini duymak durumundayız.
سَبْق yarış meydanı demektir. Yarışı kazananlara verilen ödül anlamı da kazanmıştır. Mastar olarak yarışmak demektir.
Kur’an’da سبق 37, سفع 1 defa geçer. Toplam 38 (2*19) eder.
س mekânda diziyi, ب kapıyı, ق kuvveti ifade eder.
Hüsna sebkat etmiştir. Sebkat eden hüsnadır. Yani “sebkat etmek” insanların yarışmasıdır.
Bir yarış tertip edersiniz. Yarışa katılanlar olur. Yarışı herkes kazanır. Bu böyle bir yarıştır. Yani elenme yoktur. Sadece derece alma vardır. Kur’an düzeninde yarış böyle yapılır. Diyelim ki ödül konuyor, yarışanlar sıralanır. Birinciye 1 pay, ikinciye ½ pay, üçüncüye 1/3 pay verilir. Paylar toplanır. Sonunda ödül bu paylara göre bölüştürülür. Mirastaki avliye buna benzerdir. Biz avliyeyi uygulamıyoruz. Çünkü ayette ona delalet edecek bir işaret yoktur ama metot olarak şeri bir metottur.
Demek ki buradaki سَبَقَتْ kelimesi yarışmadaki paylaşmayı da bize öğretmektedir.
مِنَّا ile biz demektedir yani ödülü biz koyuyoruz. Yarışta derece alanlara bölüştürülüyor. Ne bölüştürülüyor? Hüsna bölüştürülüyor. Hüsnayı koyan مِنَّا ‘daki نَا zamiridir.
حُسْنَى tohumun çimlenmesidir. Toprağa düşen beden kıyamette çimlenecek ve cennete gidecektir. Hüsnaya ulaşacaktır. لَهُمْ ‘daki zamir الَّذِينَ’ye gitmektedir. Yarışa onlar katılmışlardır. İşte, siz mutlu insanlarsınız, çünkü yarışa katıldınız. Ödülden az veya çok payınızı alacaksınız. Yarışa katılmayanlar, işte onlar cehennemin sahablarıdır.
Kendilerine Kur’an tebliğ edildiği halde bu yarışa katılmayanlar sorumludurlar. Yani ahirette en çok sorguya çekilenler biziz, çünkü bize tebliğ ulaştı. Kur’an’ı duyduk, işittik, sorumluyuz ama bir CHP’li duymamışsa onun sorumluluğu AK Parti kadar değildir.
الْحُسْنَى marife gelmiştir. سَبَقَتْ fiilinin dişil olarak gelmesi iki sebepten olabilir. Kelimede ة veya ى dişilik alameti olur. O sebeple سَبَقَتْ olur. Ya da müzekker olduğu halde gayr-i akil çoğul olur. سَبَقَتْ dişil gelmiştir çünkü fail olan الْحُسْنَى dişil ismi tafdildir ve müfrettir.
Sıla cümlesi innenin ismidir. Haberi ise “Onlar ondan mub’addırlar.” cümlesidir.
أُولَئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ (101)
EuLAEiKa GaNHAv MuBGaDUvNa (uLAEiKa GaNHAv MuFGaLUvNa)
“Onlar ondan mub’addırlar.”
Buradaki أُولَئِكَ ism-i işareti الَّذِينَ ism-i mevsulünü işaret etmektedir. إِنَّ أَحْمَدَ أَحْسَنُ veya إِنَّ أَحْمَدَ هُوَ الأَحْسَنُ dersiniz. أَحْمَدُ أَحْسَنُ dendiği gibi أَحْمَدُ هُوَ الأَحْسَنُ da denebilir. هُوَ zamiri fasıl için gelir (te’kiddir). Türkçede de “Ahmet çalışkandır.” ve “Ahmet, o çalışkandır.” diyebilirsiniz.
Buradaki هَا zamiri cehenneme gitmektedir. Herkes cehenneme gidip uğrayacak ama cennetlikler uzaklaştırılacak. Onlar uzaklaşmayacak, onlar uzaklaştırılacaklardır. İnsan moleküler yapıdan atom yapısına geçecek, cinlerin yapısına dönüşecek. Güneş’te bugün cinler nasıl yaşıyorlarsa, cehennemde de insanlar o şekilde yaşayacaklardır.
İnsanlarda bu değişimin olması için cehenneme uğrama zorunluluğu vardır ama değişme olur veya olmaz. Cennetlikler daha cehennemin azabını tatmadan hemen melekler tarafından uzaklaştırılıp cennete götürüleceklerdir. Bu hususta başka ayetlerde daha ayrıntılı açıklamalar vardır.
بَعِيد uzak demektir. İnsanın cennete ulaşması için dünyaya gelmesi, burada hüsna içinde olması ve orada belli yerlerden geçmesi gerekmektedir.
Şimdi şu soru sorulur; Allah bizi kırk yaşında yaratıp cennete koyamaz mıydı, buna gücü yetmez miydi? Elbette ki yeterdi. Bu safhalardan geçirip cennete koymaya gücü yeten elbette bu safhalardan geçirmeden de koyabilirdi. Böyle yapmamış da bu şekilde olmasını irade etmiş. Biz, insan kendi emeğiyle buralara ulaşsın diye böyle yapılmıştır diyoruz. Said-i Nursi de benzer açıklamalar yaptıktan sonra ek olarak diyor ki; bizim aklımızın ermediği ve ilmimizin ulaşmadığı hikmetler vardır.
Allah’ın neler yaptığını, nasıl yaptığını öğrenme hakkımız vardır. Görevimiz vardır ama niçin böyle yapıyor deyip yaptıklarını eleştirme yetkimiz yoktur. O bizden daha iyi bilir. Herhalde bize akıl danışacak değildir.
YORUM
Daha önceki ayetlerde salih amelleri yapanları biz yazıyoruz dedikten sonra günümüze işaret ederek vaid iktirab etmiştir denmiştir. Sonra hüsna takdir edilenlerden bahsetmektedir. Bunlar bizim insanlar arasında tedavül ettiğimiz günlerdir ve uygun olarak hep iyilerle kötüler arasında oynanan maça işaret etmektedir. İnsanlık bu manada iyilerin zaferleri ile uygarlaşmaktadır. Kötüler iyileri denetim altında tutmakta, yanlış yapmalarını önlemekteler.
İşçilik döneminden ortaklık dönemine geçerken uğradığımız zorluklar, ortaklık sisteminin yanlış bir şekilde oturmasını önlemek içindir. Biz İzmir Akevler’de hatalar yaptık, onun için başaramadık. Eğer hatalarımıza rağmen başarılı olsaydık şimdi yanlış olan, İslami olacaktı. AK Parti’nin ve Gülen’in başarılı olması demek, yanlış olan bir düzeni İslam düzeni olarak görmemiz demekti. Biz işte bu varsayıma dayanarak onlara ‘başaramayacaksınız’ dedik. Bir de baktık ki başardılar! Bizim sesimiz kısıldı ama 15 Temmuz oldu ve bizim haklılığımızı ortaya koydu.
Evet, 15 Temmuz’da Gülen grubu hezimete uğradı. Artık dünyadaki gücünü yitirdi. Onu destekleyenler şimdi kan kusuyorlar. Bunu Sermaye yapıyor, AK Parti’ye fatura ediyor.
AK Parti’nin durumu da onlardan farksızdır. Başkan “Faizi indirin” diyor; yanındakiler ve en yakınları faizi yükseltiyorlar! Yetmiyor, öyle oyun oynuyorlar ki, bir sene içinde altın % 150 pahalanıyor, resmen enflasyon % 40’lara çıkıyor, faiz % 150 artıyor!
Şimdi altın ile Dolar birbirine göre harekette. Altın yükseliyor, Dolar düşüyor yahut dengededirler. Ekonomi ilmine vakıf olanlar bilirler ki siz enflasyonu ekonomik kurallarla değil de suni yollarla tutarsanız sonra birden fırlar hem de dengesiz bir şekilde fırlar.
Öz Türkçe ile:
“Bizden onlara iyilik geçmiş olanlar, onlar ondan (cehennemden) uzaklaştırılanlardır.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Bizden onlara hüsna sebkat eden kimseler, onlar ondan (cehennemden) mub’addirler.”
EinNa elLaÜIyNa SaBaQaT MinNav eLXuSNAv EuLAEiKa GaNHAv MuBGaDUvNa
إِنَّ الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنَى أُولَئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ (101)
***
لَا يَسْمَعُونَ حَسِيسَهَا
LAv YaSMaGUvNa XaSIySaHAv (LAv YaFGaLUvNa FaGIyLaHAv)
“Onun hasisini sem’ etmezler”
Cehennemlikler için de sem’ etmezler, cennetlikler için de sem’ etmezler diyor. Cehennemlikler gürültüden sem’ etmezler. Cennettekiler ise çıtırtısını hissetmezler şeklinde ifade edilmiştir. Birileri içinde oldukları için duymazlar. Diğerleri ise uzaklaştırılmış oldukları için hissetmezler.
İnsanda dört meleke vardır.
-Fikir, doğrularla yanlışları ayırır.
-İrade, yararlıyla zararlıyı ayırır.
-Ünsiyet, adaletle zulmü ayırır.
-His ise iyi ile kötüyü ayırır.
İyi nedir, kötü nedir?
-Varlık yokluktan iyidir.
-Birlik ayrılıktan iyidir.
-Kurallılık kuralsızlıktan iyidir.
-Evrim durağanlıktan iyidir.
Türkçeye; düşünme, yapma, uzlaşma ve duyma olarak çevireceğimiz bu dört özellik Kur’an’da hangi kelimelerle ifade edilir? His kelimesi karşılamıyor gibi. Düşünün bakalım bulabilecek misiniz?
Bu ayetlerde cehennem ateşinin yakıcılığı yanında rahatsız edici ses çıkarma ve kulağı rahatsız etme durumu vardır. Bunun aksi de düşünülür. Seslerin tedavi özelliği de vardır. Müzikle tedavi tarihte uygulanmıştır. Medrese hocaları değil ama medrese mollaları hastalara okuyarak tedavi olmalarını denemişlerdir. Bu tedavi şeklini birbirlerine nakletmiş ve sonuç almışlardır. İlmi olarak baştan bir şeyi ne kabul eder ne de reddedersin. İlmi araştırmalardan sonra sonucu ifade edersin. Sermaye, kendi ilaçlarını satsın, paralı hastanelerini işletsin diye birçok yasaklar getirmiştir.
Kur’an düzeninde böyle yasaklar yoktur. Dayanışma ortaklıklarının ruhsat verdiği tedaviler kullanılır. Doktor da istediği tedavi şeklini uygular. Zararı varsa kendi siyasi akilesi tazmin eder, yoksa mesleki akilesi tazmin eder. Dayanışması olmayanlar o bucakta yaşayamazlar, iş yapamazlar.
وَهُمْ فِي مَا اشْتَهَتْ أَنْفُسُهُمْ
Va HuM FIy MAv iŞTaHaT EaNFuSuHuM (Va HuM FIy MAv iFTaHaLaT EaFGuLuHuM)
“Onlar nefislerinin iştiha ettiği içindedirler”
Bizden hüsnanın sebkat ettiği kimselere iştiha ettikleri içindedirler.
“İştiha ettiklerini yerler” demiyor, “İştiha ettikleri içindedirler” diyor.
شغف yağmur alan yüksek dağ demektir. Mastar olarak شَغْف yağmurun yağıp toprağı doyurması anlamındadır. Bir kimsenin kalbine bir sevgi dolarsa شَغَفَ قَلْبُهُ denmektedir. “Şehvet” insandaki tabii ihtiyaçları giderme arzusu anlamında olup iştah kelimesi bu anlamda kullanılmaktadır.
Kur’an’da شهو 13, شهب 5 defa geçmektedir. Toplam 18 (2*32) eder.
ش ise bir yerde titreşimi ifade eder. Şerare anlamını içerir. ه boşluğu, و birliktelik ifade eder.
Başka bir ayette “İştiha ettikleri onlarındır.” (Nahl, 16/57) dendiği halde burada “Kendileri iştiha ettiklerinin içindedirler.” denmiştir. Burada anlatılan çevrenin huzurudur. Öyle bir alanda yaşıyorsun ki orada senin ihtiyaçların gideriliyor ve sen zevk alıyorsun.
Bugün buna temiz hava denmektedir. Çarpık kentleşme sebebiyle şehirlerde kirlilik dışında oksijen yüzdesi %20’lere düşmektedir. Kırlarda ise %22’dir. Kirli hava, kirli su, kirli toprak ve kirli canlı. Bunlardan en korkuncu kirli canlıdır. Hormonlu canlı canlının içine girdi mi o, toprağı da kirletmektedir. İnsanın bedeni ve soyu da kirlenmektedir. Işığı sola kıran biyolojik madde yeryüzünde yoktur. Çünkü insandan başka hiçbir canlı sol atomları kullanmamaktadır. İnsan ise sol atomları kullanan besin, gübre, ilaç sayesinde ve de zararlı dalgalı ortam sebebiyle çevresini kirletmektedir.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanları bu kirliliğe çare arayan projedir.
Ahirette kirlenmemiş bir çevre içinde cennete taşınacağımızı bu ayet bize bildirmektedir.
خَالِدُونَ (102)
PAvLiDUvNa (FAvGıLUvNa)
“Haliddirler.”
Kirli hava içinde yaşayan insanlar için dinlenme yerleri icat ediliyor. Zaman zaman oraya gidip temiz hava almaktadırlar. Köyüme gittiğim zaman birçok arızalarım düzelmektedir.
İşte, cennette böyle yer değiştirme ihtiyacı olmayan bir ortamda yaşayacaklar. Ayrıca kentte yaşayanlar temiz hava içinde olacaklardır. Biz yüz lojmanlı apartmanları kurduğumuzda bu husus üzerinde durmalıyız. On dönümde 1000 ev, bunlar da yeşillendiriliyor. Yolların üstü zamanla örtülerek yeşil alan haline getirilecektir. Evlerde çatı yapmıyoruz, yeşil alan (sera) yapıyoruz. Anadolu’daki evler böyledir.
Bundan dolayıdır ki özel planlama yoktur, kamu planlaması vardır. Yeşilliği azaltmadan yapılar yapacağız. Tüm yeryüzü kirlenmeyecek. Yeryüzü yaz kış yeşil olacak.
Bugünkü Sermaye çevre kirliliği yapmaktadır.
Bizdeki sermayeler ise çevre temizliği yapan sermayeler olacaktır.
YORUM
Peygamberlerin kıssalarını anlattıktan sonra sanayi inkılabı olunca yeni bir düzen oluşacağı haberini verdi. Allah ahireti bize anlatarak uygarlaşma ile cennet ve cehennem hayatına nasıl yaklaştığımızı bildirmektedir. Bir taraftan hava kirliliğinin olduğu حصب kökü ile ifade edilen (حَصَبُ جَهَنَّمَ, 98. ayet) cehennem dünyası, işçilik dünyası, Sermaye’nin kazanma hırsı, diğer taraftan ortaklık sistemi, insan hedefli bir düzen. İnsanlık cennet ve cehennemi dünyada yaşamaya doğru hızla koşmaktadır. Üsküdar’da yaptığım konuşmalarda bu hususu anlatamadım. Onlar hala işçilik sisteminde çözüm aramaktadırlar. Onlara haftalık Kur’an ve İlim Seminerlerini takip etmelerini önerdim. Medhal de seminerleri takip ediyor.
Güngören Belediyesi’ni cennet örneği bir belediye haline getirme Bünyamin Demir’in hedefi olmalıdır. Yüz lojmanlı apartmanlarda 420 bin nüfus yaşayabilir. Ağır sanayi yasaklanacak, İstanbul dışına çıkarılacak. Yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapılacak. Her taraf yeşillendirilecek. Bizim bir de hava kulesi projemiz var. Şehrin merkezinde yüksek bir kule yaptırırsın. Örnek olarak 500 metre, burası ısınıyor ve havayı yüz metre yukarısına veriyor, soğuk temiz havayı da aşağıya indiriyor. Dairelerin hepsi Güneş alıyor.
Bana alternatif proje getiriliyor. 50 senelik çalışmamızda bir yere varmışız, Kur’an’ın rehberliği ile varmışız. Önce bu elli senelik müktesebat öğrenilmeli. Sonra onun yanlışları düzeltilmeli, eksikleri tamamlanmalıdır. Aynı şeyi Yenibosna’da yapıyorlar. Benim projemi uygulayacaklarına hemen proje üretmeye başlıyorlar. Bununla beraber proje üretme zevkini onlara kazandırdığımız için biz itiraz etmeden onlara uyuyoruz. Geç olur ama yine de olur.
Öz Türkçe ile:
“Onlar onun çıtırtısını duymazlar ve onlar istekli olduklarının içinde kalıcıdırlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Orada onun hasisini sem’ etmezler ve onlar nefislerinin iştiha ettikleri içinde haliddirler.”
LAv YaSMaGUvNa XaSIySaHAv Va HuM FIy MAv iŞTaHaT EaNFuSuHuM PAvLiDUvNa
لَا يَسْمَعُونَ حَسِيسَهَا وَهُمْ فِي مَا اشْتَهَتْ أَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَ (102)
***
لَا يَحْزُنُهُمُ
LAv YaXZuNuHuM (LAvYaFGuLuHuM)
“Onları mahzun etmez”
هَزِيل zayıf hayvan, semizin zıddı demektir. İnsanı zayıflatan sıkıntıya حُزْن denmektedir.
ح hareketi, ز zamanda diziyi, ن belirsizliği ifade eder.
İnsanlar için en sıkıcı olan ne olacağını bilmemektir. Bugün sabahleyin kalkan insan ne olacağından habersizdir. Bir bakmışsın başbakanken seni istifaya zorlamışlar. Bir bakarsın maliyeden size bir ceza gelir. Kapınız çalınır, karşınızda polis. Eyvah, acaba ne yaptım dersiniz. Kapıyı açarsınız, tanımadığınız biri! Acaba terörist mi dersiniz. Karakoldan sonra hapishaneye atılırsınız, oh kurtuldum dersiniz. Gözaltından cezaevine gidersiniz, sevinirsiniz. Mahkûm olunca da rahat edersiniz, üç sene burada kalacağım dersiniz.
O halde hüzün nedir? Belirsizlik durumudur. Kötü duruma düşmüş, sonunda ne olacağını bilmiyorsanız, bu hüzündür.
Kendileri hakkında hüsna sebkat edilmişse durum budur.
Siz KUR’AN VE İLİM seminerleri yapanlar, takip edenler; yalnız bizim seminerler değil, yeryüzünde herhangi bir yerde Kur’an çalışmaları var ve onu uygulama çabaları da varsa, onlar için hüsna sebkat etmiştir. Rabbimize, bize bunları ihsan ettiği için hamd ediyoruz. Her namaza durup da ‘elhamdülillah’ dediğinizde KUR’AN VE İLİM seminerlerini hatırlayacak ve hamd etmekte olduğunuzun bilincinde olacaksınız.
Buradaki هُمْ zamiri bizden hüsnanın sebkat etmiş olduğu الَّذِينَ‘ye gitmektedir. Resullerden ve nebilerden sonra, Kur’an’dan sonra nebilerin görevini yüklenenler için söylenmiştir. Yani siz varsınız. ‘Ben bunların içindeyim’ diyecek ve ona göre görevinizi yapmaya çalışacaksınız.
الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ
elFaZaGu eLEaKBaRu (eLFaGALu eLeaFGaLu)
“Ekber faza’ ”
فزع ile وزع akraba köklerdir.
ع etkiyi ifade eder, ز zamanda diziyi, و birlikteliği, ف ise ayrılıp beraber kalmayı ifade eder.
Bir kimse başka topluluklar içinde kalır, onların içinde ama onlardan ayrıysa onun imdadına feza’ denir. Türkçede ‘vay fiza’ tabiri vardır.
Ahirette insanlar önce karışık bir arada haşr olunacaklardır. İyiler ve kötüler bir arada olacaklar. Sonra onların içinden iyiler seçilecek ve cennete gönderilecek, kötüler ise cehennemde kalacaklar. Bu en büyük ayrılıktır. Ölüm ayrılık değildir. Asıl ayrılık o gündür.
Kendileri hakkında hüsna sebkat edilmiş olanlar ise o mahkemede muhakeme edilmeden cennete gitmiş olacaktır. Şimdi önce gözaltına alınır. Sonra beraat ederler. Kimileri ise daha savcılıkta serbest bırakılırlar. İşte, kendileri hakkında hüsna sebkat etmiş olanlar, peygamberler ve onların vârisleri olan mümin kimselerdir. Ekber feza’dan kurtulmuş olarak cennettedirler.
Yarın ortaklık düzeni, Kur’an düzeni yeryüzünde hâkim olunca, semt kooperatifleri kurulunca ve sonunda seçimle Kur’an düzeni makroda da iktidar olunca, insanlar yargılanacaklar. Kur’an düzenine uyum sağlayanlar yüz lojmanlı apartmanlarda yerleşmiş olacaklar ve bunlar ortaklık sisteminde cennete hazırlanacaklar. Dinsiz/düzensiz laiklik mensubu olanlar işçilik sisteminde kalacaklar ve cehenneme hazırlanacaklardır.
Evet…
Adil Düzen, otaklık düzeni, Kur’an düzeni, İslam düzeni dünyadaki cennet düzenidir. İşçilik düzeni, faiz düzeni, ekseriyet düzeni, dolarperestlik düzeni cehennem düzenidir.
Bugün faza’-i ekber içindeyiz.
Tarihte bu kadar büyük ayıklama durumu olmamıştır.
Bundan sonra da bu dünyada olmayacaktır.
Hüsna sebkat etmiş olanlar, bu durumdan kurtulmuş olarak üçüncü binyıl uygarlığına gireceklerdir.
وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ
Va TaTaLaqQAvHuMu eLMaLAvEiKaTu (Va TaTaFaGGaLUnHum eLFaGAEiLaTu)
“Ve onlara melekler telakki edecek”
Onları melekler karşılayacak.
Kur’an’da geçen müşterek kelimeler, bazen aynı anlamı vermemize sebep olmaktadır.
“Melek” kelimesinin iki manası vardır. Biri kâinatta Allah’ın görevlileri olan ve ışık hızından daha büyük hıza sahip olan, sanal âlemde yaşayan bilinçli varlıklardır. Bunlar kâinatı yönetmekle görevlidirler. Diğerleri ise devlet görevlileridir. Bugünkü memur kadrodur.
Şimdi burada görevlilerin onları karşılar olduğu açıktır. Ancak bu görevliler melekler midir yoksa insan cinsinden bir grup mudur? Bu dünyada olmayan bir âlemde yetişmişlerdir. Onlar da insandır ama kâinattan gelen insan değildirler. Yoksa meleklerdir. Görevli meleklerdir. Görevliler olduğu hususunu Âdem kıssası anlatmaktadır. Buna göre melekler insanları ağırlamak için görevlendirilmiş kimselerdir.
Cehennemde de böyledir. Orada da melekler görevlidir. Ne var ki cennette olanlar meleklerden daha üstün dereceye sahiptirler. Cehennemde ise insanlar meleklerin emrindedirler. Cennetteki melekler bunlara hizmet etmekten şeref duyarlar. Çünkü bunlar Allah’a meleklerden daha çok yaklaşmış olan kimselerdir. Melekler kendilerine verilen bu görevi yapmakla insanlara değil âlemlerin rabbine itaat ediyorlar.
Allah’ın bunları anlatmasıyla bize ne büyük makamlar vaat ettiğini görüyorsunuz ama buna layık olmamız için de ağır imtihanları kazanmak zorundayız.
Evet, şimdi imtihana alındık. Henüz soruları cevaplamış değiliz. Henüz not almış değiliz. Hele mezun hiç olmadık ama derslere başladık ve imtihanlar oluyoruz.
هَذَا يَوْمُكُمُ
HAvÜAv YaVMuKuMu (HAvÜAv FGLyKuM)
“Bu sizin yevminizdir”
Cennette melekler onları karşılamış, “işte bugün sizin gününüzdür” diyorlar.
Bunun anlamı şudur. Kâinat yaratılmış. Canlılar yaratılmış. Sonunda insan yaratılmış. İnsanlardan da hususen kendileri için sebkat edenler var edilmiştir. Onların hepsi bunlar içindir. Bu keremli insanın var edilmesi içindir.
Karadeniz’de mısır ekerler. Önce gerekenden üç dört misli fazla tohum saçarlar. Tarlada bunların hepsi çimlenir. Sonra iki defa, bazen üç defa çapalarlar. Uygun yerde olan canlıları bırakırlar, diğerlerini ayıklayıp hayvanlara yem yaparlar. Allah da canlıları ve insanları var etmiş ve onlar için de uygun olanları cennete koymuş, kalanları da uygun yere göndermiştir.
Gaye hüsnanın sebkat ettiği kimselerdir. Diğerleri de iptal edilmeyecek, onlar da değerlendirilecek. يَوْمُكُمُ kelimesi buna vurgu yapmak için getirilmiştir.
الَّذِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ (103)
elLaÜIy KuNTuM TUvGaDUvNa (elLaÜIy FaGaLTuM TuFHaLUvNa)
“Sizin vaad edildiğiniz”
Yani bu ayetlerle vaat edilmiş olanlar.
Evet, bize cennet vaat edilmiştir.
Kur’an seminerlerini okumanın faydası hep bu ahiret konularını işleyerek insanları hüzünden kurtarmasıdır. Her mümin şunu bilmektedir ki sonunda Kur’an düzeni gelecektir. Yani ortaklık sistemi gelecektir. Bize de vaat olunmuştur.
Sermaye öyle bir hava oluşturmuştur ki; sanki Allah yokmuş, ölümden sonra dirilme yokmuş gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Oysa kâinat vardır. Biz de varız. Biz yoktan var olduk. Öyleyse bizi var eden biri vardır.
Müspet ilmin temel kuralı şudur. Yok olan bir şeyi var edemezsiniz, var olan da yok olmaz. Mademki biz yoktuk, şimdi varız, o halde bizi var eden de vardır. Burada tereddüt edilecek bir şey yoktur. Yirminci asra kadar acaba kâinat sonradan mı var oldu yoksa hep var mıydı sorusu vardı. Bugün sonradan var olduğu da ilmen kesin olarak ispatlanmış ve ömrü de hesap edilmiştir. Tanrı’nın varlığından en küçük şüphe kalmamıştır.
Daha başka bir şey de ortaya çıkmıştır. Kâinat sonsuz büyük bir aklın eseridir ve tam akıllı birisinin eseridir. Bir şey daha vardır. İnsanı var eden her halde insandan daha akıllıdır. Bir de Kur’an ve diğer kitaplarda mucizeleri ile bunu açıkça bildirmektedirler.
Öldükten sonra dirilmeye gelince, o da bugün müspet ilimle sabit olmuştur. Kâinatta hiçbir şey yeniden var olup yok olmuyor. Sadece biz yer değiştiriyoruz. Mevcut olan düzende seyahat ediyor ve yaşadıklarımızı geride bırakıyoruz. Günümüzü yaşıyoruz ve geleceğimize doğru gidiyoruz. İstanbul’dan Ankara’ya gidiyoruz. Bolu’dayız. Adapazarı’nı geçtik. Adapazarı yok olmadı, Bolu yeniden var olmadı. Ankara da yerinde duruyor. Sadece biz şimdi Bolu’dayız. İşte, dört ve beş boyutlu uzaylar bugün ispat edildiğine göre ahiret yoktur diye bir şüphe söz konusu değildir. Sadece biz trenden iniyoruz. Sonunda yine bineceğiz. Hiçbir şey yok olmayacağına göre elbette ruhumuz da yok olmamaktadır.
Canlılarda bir kural vardır. Sonbaharda yapraklar dökülür ki ilkbaharda daha taze ve daha gelişmiş yeşil yapraklara yer açılsın diye. Yani ölüm yeniden doğmak için vardır. İnsanlığın ölümü de daha ileri bir hayat içindir.
İşte şimdi Kur’an vaat ediyor. İnsanlar var olmayı arzu ediyor. Kâinat yalancı değildir. Herkes var olmayı istediğine göre var olacağız demektir.
YORUM
Kur’an bir taraftan bize ahiretteki hayatı anlatmaktadır. Bir taraftan da insanlığın dünyada cennete ve cehenneme doğru nasıl ilerlediğini bildirmektedir. Çevre kirliliği dünyayı cehenneme doğru götürürken yüz lojmanlı apartmanlar ve ortaklık sistemi ile insanlar cennete doğru ilerlemektedirler.
1973’lerde Prof. Dr. Sabahattin Zaim İzmir’e gelmiş, beni dikkatlice dinlemiş ve sonunda “İnsan kendisini cennette sanıyor.” demişti.
Adil Düzen dünyadaki cennet düzenidir. Allah’ın vaadidir, yerine gelecektir. Tereddüdünüz olmamalıdır. Elli senelik oluşum bunun kanıtı olmuştur. 2018 yılında bile Akevler’de büyük gelişmeler olmuştur. Bu seminerleri takip edenler bir senede neler olduğunu düşünsünler. 2019’da daha büyük gelişmeler olacaktır. Sermaye savaş çıkardım diye sevinirken bir de bakıyoruz ki barış daha da sağlamlaşmaktadır.
Akevler’deki girişimlerimizde karanlıklar ufuklara çökerken birden ortalığın aydınlandığını görüyoruz. Yalova’da yaşananlar orada olmayanlarca bilinmez ama gerçekten Allah’ın vaadinin fecri vardır. Hiç beklenmedik olaylar oluyor.
1970’lerde siyasete başladığımız zaman başaracağımıza kimse inanamıyordu, biz de inanmıyorduk. Allah’ın emridir diye yapıyorduk. Bu dünyada sonuç alacağımızı hiç sanmıyorduk. 1969’da Erbakan’ın büyük bir oyla seçilmesi mucize olmalıdır. Müslümanların ümitlerini doğurmuştur. Sonunda kısa zaman sonra parti kurulmuş. Kısa zaman sonra holdingler oluşmuş. Bunlar ve benzeri gelişmelerle bugünkü duruma ulaşmış bulunuyoruz.
Bizim dediğimiz olmadı ama Allah başka bereket verdi.
Şimdi de Bünyamin Demir’in Güngören’de aday olması 69’daki Erbakan’ın seçimi kazanması gibi bir şeydir. Herkes görecek ki ortaklık sistemi de işe yarıyormuş ve bir yarım asırda bu çıkış sağlanacak.
Önce şöyle düşünmeliyiz. Biz varız, o halde Allah da vardır. Biz niçin varız?
Yok olmak için varız denemez. Öyleyse var olmak için varız. Allah bizi var etmiştir. Yok etmek için var etmesi akla uygun değildir. Kaldı ki Kur’an’ı indirmiş. Onun ilahi kitap olduğunu kanıtlayan delilleri de indirmiş. Kur’an’da bize vaat ediyor. O’na inanmamamız için herhangi bir sebebimiz yoktur.
Bazıları diyorlar ki, insanları yola getirmek için Tanrı kandırıyor. İnsanları yola getirmek için Tanrı’nın yalan söylemesi, gücünün yetmemesi demektir. Başka türlü insanları yola getiremiyor. O halde yalana başvuruyor. Tanrı’nın insanları yola getirme derdi niçin olsun ki. Kaldı ki ilk defa var ettiğine göre ikinci defa var edemez mi ki yalan söylesin.
Bu ayetteki en önemli husus, mümin bir baba kâfir oğlundan ayrıldığı zaman üzülmez mi? Oysa orada üzülme yoktur. Evet, o gün cennetlikler cehennemliklerden nefret ederler ve ekber ayrılık müminleri üzmez. ‘O gün herkes herkesten firar eder’ ayeti de buna delalet eder.
Öz Türkçe ile:
“En büyük ayrılık onları üzmez. Görevliler onları size söz verilen gününüz bu diye karşılarlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ekber feza’ onları hüzn etmez. Melekler onları vaat edildiğiniz yevm bu diye telakki ederler.”
LAv YaXZuNuHuM elFaZaGu eLeKBaRu Va TaTaLaqQAvHuMu eLMaLAvEiKaTu HAvÜAv YaVMuKuMu elLaÜIy KuNTuM TUvGaDUvNa
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ هَذَا يَوْمُكُمُ الَّذِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ (103)
***
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاءَ
YaVMa NaOViy elSaMAyEa (FaGLa KaFGıLu eLFaGAvLa)
“Semayı tuva edeceğimiz yevm”
يَوْم ‘o gün’ demektir, bugün ise الْيَوْم’dir. يَوْمًا ise bir gündür. Yevmin iki marifesi vardır. Biri harfi tariflidir ve yaşadığımız günü gösterir. Diğeri ise tenvinsiz ve harfi tarifsizdir, bu da kastedilen herhangi bir günü gösterir. Gün 24 saat değil bir dönemdir. Burada kastedilen gün saat gündür.
Bugün bizim yaşadığımız günler son bulacaktır. Başka surede “iktarabeti’s-saat” geçmektedir. Bu dünyanın son günlerini ifade eder. Buradaki gün o gündür. Sonra “yevmi’l-kıyameti” gelir. Ondan sonra cennet ve cehennem gelir.
Bundan önce anlatılan cennet ve cehennem dünyada olacakları misal olarak anlattığı için burada saat yevminden bahsetmektedir. Ahiret de böyledir. Bu dünyada da benzeri olacak. İşçilik sistemi bir cehennemlik sistemi olarak devam edecek. Ortaklık sistemi bir cennet sistemi olarak devam edecek. İnsanlık belli bir seviyeye ulaşacak. Ondan sonra saat günü gelecek ve oraya varılacak. Anlatılanlar olmuş olacak.
كَطَيِّ السِّجِلِّ
KaOayYi eLSiCilLi
“Sicili tay etmek gibi”
طَايَة seramik demektir. Kuyunun etrafındaki duvar için kullanılır. Taş da olabilir. Burada bahsedilen seramiktir. Mezopotamya’da tuğla icat edilmiş ve tuğla kâğıt olarak kullanılmıştır.
Kur’an’da طوي 5, طوف 41 defa geçer. Toplam 46 (2*23) eder.
ط uyumluluğu, و birliği, ي kolaylığı ifade eder.
سِجِل kap veya kılıf demektir. Yazı yazılan veya resim çizilen taşların üstü örtüldüğü için kayıtlara “sicil” denmektedir. Kur’an’da kitaplarda “tescil edilmiş” tabiri geçtiği gibi bugün de “sicil” ve “tescil” kelimeleri kullanılmaktadır. İşaretlenmiş taşlar deniyor. Kur’an’da ileride gelişecek sistemlerin ilk ilkel örnekleri kullanılmıştır. İnsanlara orada defineler olduğunu işaret eder. “Fil, tayr, hicare, sicil” kelimeleri bugün gelişmiş olan dünyanın temel savaş unsurlarıdır. Bugün yönlendirilmiş füzeler حِجَارَةً مِنْ سِجِّيلٍ ’dir.
س mekânda sıralamayı, ج bir araya gelmeyi, ل ise belirliliği ifade eder.
Yazı tuğlaları anlamında olup tescil kaydedilmiş anlamındadır. Bugünkü bilgisayarlarda kullanılan çipler birer tayrdır. Üzerindeki program da sicildir.
لِلْكُتُبِ
Li elKuTuBi (Li elFuGuLı)
“Kitaplar için”
Kitaplar tuğlalar üzerine kaydedilir. Sonra o yıllarca kalır. O emaneti bugün bize aktarıyorlarsa saat gelip dünya birden kara merkezlere (deliklere) düşünce böyle olacaktır demektir.
كُتُب yazılar, kayıtlar demektir.
Kromozomlarda DNA’lar vardır. Normal sıcaklıklarda faaliyet halindedirler. Spermleri birden dondurduğunuzda olduğu yerde atomlar kalırlar. Artık hayat durur. Sonra uzun zaman sonra normal sıcaklığa dönünce hayat başlar.
Bunun gibi atomlar, moleküller, hayat faaliyettedir. Çok yoğun olan yere yani çekim kuvveti çok büyük alana düşünce birden bütün atomlar ve elektronlar artık hareket edemez hal alırlar ve olduğu gibi dururlar. İkinci defa da ise yeniden harekete geçerler. Hepsi eski bulundukları yerden harekete başlarlar.
Kur’an burada bu durumu anlatmaktadır. Yani bizim yeniden hareketimiz bu şekilde olacaktır. Üç boyutlu uzaydan dört boyutlu uzaya zaman içinde geçme böyle başlayacaktır. Dört boyut içinde bizim varlığımız durmaktadır ama donmuş hareketsiz durmaktadır. Yeniden harekete geçmesi ve canlanması için bir oluşa ihtiyaç vardır. Burada o oluş anlatılmaktadır.
Bir dört boyutlu uzay vardır. Bir de dört boyutlu uzayda zamanı oluşturan hareket vardır. Ahirette de beş boyutlu uzay vardır ve beş boyutlu uzay da dört boyutluda zamanı oluşturur.
كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ
KaMAv BaDaENAv EavVaLa PaLQın (KaMAv FaGLNAv EavVaLa PaLQın)
“Evvel halkı beda etmemiz gibi”
Bir inşaatı yapmak istediğiniz zaman önce bir arsa alırsınız. Bu, kâinatta mekândır. Sonra malzeme hazırlarsınız. Bu maddedir. Sonra da emek harcarsınız. Bu enerjidir. Bunu zaman içinde yaparsınız. Binanız böylece yapılır.
Allah beş boyutlu uzayı, arşı var etmiştir. Her türlü ince hesaplar yapılmış ve ona göre beş boyutlu uzay var olmuştur. Sonra zamanı var etmiş, dört boyutlu uzayda üç boyutlu uzayı hareket ettirmiştir. Sonra canlıyı var etmiş ve bize o uzayı kullanma imkânını vermiştir.
Bizim beynimizde matematiği ve dili yerleştirmiştir. Biz ona göre düşünüyor ve ona göre anlaşıyoruz. Bütün bunlar ilk yaratılıştaki plan ve projeye göre hazırlanmış madde ve enerjinin, canlının kromozomlardaki dizisi ile yapılmaktadır. Yirminci yüzyılda bunlar keşfedilmiş ve kâinatın ne kadar büyük ve düzenli olduğu kesin olarak anlaşılmıştır.
Bizim küçücük beynimize bunları kavrayacak imkânlar koymuştur.
Allah önce insanı yaratmış, insana göre kâinatı yaratmıştır. İnsan beynini de kâinatı kullanacak şekilde planlamıştır.
Bizim için kâinatı var etmiş, kâinatı bizim ihtiyaçlarımızı giderecek şekilde kullanabilmemizi yani bunların ilmini yapabilmemizi sağlamış. Tanrı’ya ibadet etmemiz için bunlar yeter de artar bile. Ne var ki Allah bize bunun çok ötesinde başka bir şey vaat etmektedir.
نُعِيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا
NuGIyDuHUv VaGDan GaLaYNAv (NuFGıLıHu)
“Onu üzerimize vaat iade ederiz”
Kalabalık hayvan sürülerinin sulanmalarında varış yoluyla dönüş yolu birbirinden farklı olmuş, bunlardan geriye dönüş olan yolun adı عَوْد olmuştur. عَوْدَة dönüş demektir.
Ad kavmi, toplantı yerlerinde veya sulama yerlerinde bu usulü uygulayan kavim olabileceği gibi kötü adetleri terk ettikten sonra eski alışkanlıklarına dönen bir kavim olduklarından başkaları tarafından bu adla anılmış olabilirler. Tevrat’ta Ad ve Semud’un hikâyeleri başka adlarla anlatılmış olabilir.
عَاد kelimesi “udvan”dan ismi fail olabilir, “hass” kelimesi gibi. O zaman da saldırgan kavim olur. Kur’an’daki anlatılışı iyice yorumladıktan sonra tarih ve arkeoloji bilgileri ile bu topluluk tanınmış olur ve bu kavramlar açıklığa kavuşmuş olur.
ع etkiyi, و beraberliği, د duvarı ifade eder.
Burada ifade edilenle ahirette dirildiğimiz zaman ilk haliyle dirileceğiz. Sonra hallerimiz değişecektir. Yani bizim ilk yapıda nasıl hesaplanmışsa o hesap üzerine dirileceğiz. Arşta bizim hayatımız zaten mevcuttur. Dördüncü boyutlu uzayımız yaratılış yasaları değişmeden devam edecektir. Bugünkü kâinatta entropinin büyümesi vardır. dT/T>0 ahirette bir sinüsoidal fonksiyon olabilir ama sonuçta kâinatta dT/T ile varlığını sürdürecektir. Şimdi üç boyutlu uzayda kâinatımız büyümektedir. Orada ise artık dengeye gelmiş sinüsoidal olabilir. Kur’an üzerinde çalışmak gerekmektedir.
Bunlar üzerinde düşünülürse nasıl olduğu da keşfedilir. Bu ayet şunu gösteriyor ki dünyayı düzenleyen doğa kanunları orada da geçerli olacak, bazı rakamlar değişecek.
إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ
EinNAv KunNAv FAvGıLIyNa (EinNAv FaGaLNAv FAvGıLIyNa)
“Biz failler olacağız”
Daha önce biz beda ettik. Sonra da onu biz iade edeceğiz. Bizim başladığımız inşaattır, biz tamamlayacağız. Şimdi size verdiğimiz görev ortaklık cennetini yeryüzünde tesis etmedir.
Bu cennet nasıl olacaktır?
Yeryüzünün kirası semt sitelerindeki site halkına karşılıksız bölüşülecektir. Böylece herkesin aşı olacaktır. Herkes yüz daireli işyeri apartmanlarında karşılıksız oturacaktır.
Bodrum katındaki işyerlerinde isteyen herkes çalışabilecektir. Onlara nakit verilmeyecek, ürettiklerinin yarısına üretenler, diğer yarısına ise semt sakinleri kira payı karşılığı sahip olacaklar.
Bu dünyada böyle olduğu gibi ahirette melekler vardır. Onlar görevlerini yapacaklar, böylece insanlarda gaile kalmayacaktır.
YORUM
Sure geçmiş peygamberleri anlattı. Sonra Kur’an’dan sonraki düzeni anlattı. Sonunda ahireti de hatırlatarak bizim yolumuzu aydınlattı. Kur’an’a inananlar artık mesutturlar. Bu dünyalarını güvene almışlardır, ahireti de güvene almışlardır. Erken veya geç ölmeleri onlar için değişmez. Başarılı veya başarısız olunması da onları fazla ilgilendirmez. Onları ilgilendiren şey Kur’an’ı doğru anlama ve ona göre doğru amel etmeye çalışılmasıdır. Sonuç ise inandıkları ve güvendikleri Rablarına aittir. O ne yaparsa iyi yapar.
Onlar bu dünyaya geldiler. Rablarının onlara verdiği görevleri yapmaktadırlar. Rabları ne zaman isterse ömürlerini bitirir. Onlar hüsna sözünün geçtiği kimselerdir. Dünyaları ve ahiretleri saadet içindedir.
Kur’an seminerlerine devam edin. Göreceksiniz ki sizin sıkıntılarınız bitmeye başlayacaktır. Arada sıkıntılı günler yaşayacaksınız ama o sizin için iyi olan bir şeydir. Bütün peygamberler bu sıkıntıları yaşamışlardır.
Öz Türkçe ile:
“O gün göğü yazıtları tuğlalara dürdüğümüz gibi düreriz. Yaratılışı baştan yaptığımız gibi onu yenileriz. Üzerimize borç sözüdür. Biz yapacağız.”
Kur’an kelimeleri ile:
“O yevm kütübe sicili tay etmek gibi semayı da tay ederiz. Evvel halka nasıl bedet etmişsek onu öyle iade edeceğiz. Üzerimize vaattir. Biz failler olacağız.”
YaVMa NaOViy elSaMAyEa KaOayYi elSicilLi Li elKuTUBi KaMAv BaDaENAv EavVaLa PaLQın NuGIyDuHUv VaGDan GaLaYNAv EinNAv KunNAv FAvGıLIyNa
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُعِيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ (104)
İstanbu