ENBİYA SURESİ TEFSİRİ(21.SURE)
Süleyman Karagülle
679 Okunma
89-94.AYETLER TEFSİRİ

89-94.AYETLER

 

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ (89) فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ (90) وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِلْعَالَمِينَ (91) إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ (92) وَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ كُلٌّ إِلَيْنَا رَاجِعُونَ (93) فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِهِ وَإِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ (94)

 

***

 

وَزَكَرِيَّا

Va ZaKaRiyYA

“Ve Zekeriya’ya da (rüşdünü)”

Tarihte büyük inkılaplar olmuştur.

Nuh, İbrahim, Musa, İsa peygamberler ve Kur’an.

Bu uygarlıkları hazırlayan öncü peygamberler gelmiştir.

Nuh uygarlığını hazırlayan İdris, İbrahim uygarlığını hazırlayan Hud ve Salih.

Musa ve Harun uygarlığı hazırlamış, Davud ve Süleyman uygulamışlardır.

Zekeriya da uygarlığı hazırlamış, İsa uygulamıştır.

Kur’an uygarlığını Muhammed hazırlamış, sonra peygambersiz olarak 1000 senelerinde uygulanmıştır.

Bugünkü uygarlığımızı da bizden önce Osmanlılar ve Cumhuriyetçiler hazırlamış, şimdi siz uygulayacaksınız; ‘Siz’ diyorum, çünkü ben o hazırlayanların zamanında yetiştim.

Zekeriya bir manastırın yöneticisi idi. Meryem orada yetişmiştir. Manastırın yöneticiliği kıyam mülkiyetine dayanır. Aileden ehil varsa ona vasiyet edilir.

زُكْرَة ‘tulum’ demektir.

Kur’an’da  زكر7, زهر 1 defa geçer. Toplam 8 (23) eder.

ز zamanda diziyi, ك oluşumu, ر tekrarı ifade eder.

Zekeriya’yı zehradan (زَهْرَة, çiçek) dönüşmüş kabul edebiliriz. Çiçekçi anlamına gelir. Mabetlerin bahçelerinde çiçek olduğu için mabetler çiçekli yer anlamında kullanılmış olabilir. Oranın yöneticisi anlamındadır.

إِذْ نَادَى رَبَّهُ

EiÜ NAvDAy RabBaHUv (EiÜ FaGaLUv FaGLaHu)

“Hani Rabbine nida etmişti”

İki çeşit öneri vardır.

Birine görüşünü bildirirsin, çözüm önerirsin. Senin bir talebin yoktur. Uygun görürse önerini kabul eder. Burada talep sahibinin kesin talebi yoktur. Sadece öneri vardır.

Buna nida denir.

Dua ise senin talebindir.

Birine teklif, diğerine talep diyoruz. Nidada teklif vardır. Duada ise talep vardır.

Burada Zekeriya öneride bulunuyor. Musa’nın Harun’u öneride bulunması benzeridir.

İşçilik sistemi talep üzerine kurulmuştur. Patron talep eder, işçi de onu yapar. Oysa ortaklık sistemi teklif üzerine kurulmuştur. Biri teklif eder, diğeri kabul ederse yapılır.

Rabbinizden dualarınız olur, nidalarınız olur. Dualardan çok nidalarda bulunmalıyız. Çünkü bizim hayırlı zannettiğimiz işler olur. O şer çıkar. Onun için Rabbimize nida etmeliyiz. Hayırlı ise yapsın. Dualarımız da olacaktır. وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ  dediğimiz zaman nida değil dua olur. إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ  bu duadır.

رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا

RavBi LAv TaÜaRNIy FaRDan (FaFLIy LAv TaFGaLNIy FaGLAn)

“Rabbim beni ferd olarak vizr etme”

بَذْر tohum, tebzir etmek ‘tohumu saçmak’ demektir.

‘Vezr etmek’ bir şeyi beğenmediği için bırakmak demektir.

وذر 45, وزر 27 defa geçer. Toplam 72 (23*32) eder.

و beraberliği, ز zamanda sıralamayı, ر tekrarı ifade eder.

فَرْد düzlükte tek başına yükselen tepe demektir.

فرد Kur’an’da 5, فرت 3 defa geçer. Toplam 8 (23) eder.

ف ayrılıp bitişik kalmayı, ر tekrarı,  دçevrelemeyi ifade eder.

Beni yalnız bırakma.

Kur’an gelinceye kadar resuller, dolayısıyla başkanlar hep hanedanlardan çıkmakta idi. Çünkü o zaman yalnız aile müessesesi eğitim veriyordu. Kur’an gelinceye kadar tek olan dolayısıyla yarışın olmadığı durumlarda çoklu sistem yoktu. Kuran ile hanedanlığa son verilmiştir. Devlet başkanı hanedan olmaz ama çoklu sistem oluşmuşsa ve rekabet sağlanıyorsa orada miras da vardır. Dolayısıyla hizmet ve dayanışma ortaklıklarında kıyam mülkiyeti vasiyetle geçer.

Partiyi kim kurmuşsa o vasiyetle başkanlığını devredebilir. Ekseriyet sistemi ile başkanlık değişemez. Başkanlar da sıralama usulü ile bütün topluluk tarafından seçilir ve onun mirası aynı şekilde vârislerine değil seçilen kimseye intikal eder.

Zekeriya bir ahlaki dayanışma ortaklığının sorumlusudur. Kendi yakınlarından güvendiği kimse yoktur. Durumu arz ediyor ve O’ndan oğul talep ediyor.

O halde AK Parti Millî Görüş’ten ayrılmış ve ayrı parti kurmuştur. Onların doğal haklarıdır. AK Parti’den de ayrılıp ayrı parti kurmak doğal haktır.

Erdoğan Gülen cemaatine ‘parti kurun karşıma öyle çıkın’ dedi. Bu meşru idi. Partiyi kurucuların elinden almak meşru değildir.

Cumhurbaşkanları ittifakla seçilirler. Parti başkanlığı ise kıyam mülkiyeti ilkesi içinde devredilebilir. Erdoğan’ın yaptığı hata şudur. Kurucu ortaklarını partiden uzaklaştırmıştır. Onların hiçbiri partide ona karşı olmamışlardı. Bülent Arınç bunu beyan etti, “Ben parti içinde olduğum zaman başkana karşı olmam.” dedi. Bülent Arınç’a “Adil Düzen Partisi’ni kuralım, partiden ayrılma.” dedim. O bizimle beraber Adil Düzen’i değil de Sermaye düzenini benimsedi. Şimdi de AK Parti’den ayrılıp Erdoğan’ı yalnız bıraktılar. Ya ayrılmayacaklardı yahut ayrılıp ayrı parti kurmalı idiler. Yoksa seçmenlerine hesap veremezler.

وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ (89)

Va EaNTa PaYRu eLVAvRiÇIyNa (Va EaNTa FaGLu eLFAvGıLIyYNa)

“Ve Sen vârislerin en hayırlısısın.”

Zekeriya Allah’ın halifesi olan topluluk adına vakfı yönetiyordu. Yerine bırakacak bir varis arıyordu. Yerine Allah’ın halifesi olarak bırakacaktı. Dolayısıyla Rabbine diyor ki; ben çevremde olanlardan bu görevi yapacak birini bulamıyorum, sen bana bir göster de ben ona bırakayım. Hatta “bana oğul ver” bile demiyor. “Sen senin görevini yüklenecek birini gönder” diyor.

Herkes hayır içinde gelir ve hayır işleyerek gider. Hayrın ne olduğunu daha önce beyan ettim. Hayır işletme mülkiyetidir. İnsan iki türlü mirasa sahiptir. Biri yararlanma mülkiyetidir. Miras yoluyla intikal eder ve anne babasına borçlu olarak doğan çocuklar miras bırakarak borçsuz ahirete gider. Diğeri de bir işletme kurar ve bir işletmenin yöneticisi olur. Onu Allah’ın halifesi olarak birine vasiyet eder. Böylece işletmeden payını almayı hak eder.

Akevler’de yapılanlara karşı olmak yerine Akevler benzeri bir kurum kurmaya çalışmalısınız ve Allah’ın mirasını Allah’a bırakmalısınız.

Buradaki خَيْرُ الْوَارِثِينَ manası üzerinde düşünürseniz çok şeyler bulabilirsiniz.

 

YORUM

Hiçbir işletme bizim öz mülkümüz değildir. Mülkün maliki Allah’tır. Şeriat kuralları içinde bizi oradaki işletmede görevli kılmaktadır. Orada önce O’nun halifesi olarak kararlar alırız. Sonra da O’nun kulu olarak uygularız. İşletmenin varisi topluluktur, Allah’tır.

Biz maaş değil işletmeden payımızı alırız. Tüccarsak sermayeden pay alırız, kiradan değil sermayeden alırız. Sermayenin kırkta birini devlete veririz. Kalandan istediğimiz kadar çekip kullanırız. Sermaye nisabın altına düşerse bu sefer o bize vermez, biz kârımızdan olan payı veririz.

Yararlanma mülkiyeti sosyal hayatınıza aittir. Çocuklar yetiştiriliyor.

Kıyam mülkiyeti ise kamu mallarının işletmesi içindir.

Bir işveren, bir taşınmazdan yararlanıyorsa kiradan payını verir. İşletme verir, sorumlu vermez. Bir işletme kazanamıyorsa nereden verecektir? Oraya sermaye koyanların payları onlarındır. Onlar da işletmeden pay alırlar. Emek koyanların emek payları da onlara aittir. İşletme kazanmışsa onlara pay düşer. Kirada da hal böyledir. Sermaye sermayeden kaybeder. İşçi emeğinden kaybeder. Mülk sahibi de yıpranmadan kaybeder.

İşçilik olmadan ekonomik düzen kuruluyor demek, faizsiz ekonomi düzeni oluyor demektir.

Tarafsız düşünmek gerek. Ekonomi kanunlarını bilerek düşünmek gerek.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Zekeriya’ya da (yetişkinliğini). Hani Yetiştiricisine seslenmişti: Yetiştiricim, beni tek başıma bırakma ve sen ardılların en varlıklısısın.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve Zekeriya da (rüşdünü). Hani Rabbine nida etmişti: Rabbim, beni ferd olarak vezr etme ve sen vârislerin en hayırlısısın.”

 

Va ZaKaRiyYA EiÜ NAvDAy RabBaHUv RavBi LAv TaÜaRNIy FaRDan Va EaNTa PaYRu eLVAvRiÇIyNa

وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ (89)

 

***

 

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ

FeiSTaCaBNAv LaHUv (FaiSTaFGaLNAv LaHu)

“Biz ona isticab ettik”

Zekeriya nida ediyor. Rabbi ise cevabı teklifini kabul ederek veriyor.

“İsticab etti” demek kabul etti demektir, istediğini yaptı demektir.

Rabbimize biz de nida edersek nidamıza isticab edecektir. Zekeriya’nın yaptığı hizmetleri yaptıktan sonra elimizde biriktirdiğimiz hayır varsa o zaman nida ederiz. Siz bu seminerleri okuyan kardeşlerim. Önce hayır yapacaksınız. Sonra da o hayrın varisi olsun diye dua edeceksiniz. Bizim nesil Rabbine dua etti. Allah da duamızı kabul etti ve sizleri Yahya yaptı. Artık kitabı kuvvetle tutmak sizin görevinizdir.

وَوَهَبْنَا لَهُ

Va VaHaBNAv LaHUv (Va FaGaLNAv LaHUv)

“Ve ona hibe ettik”

Türkçede hibe eşya için kullanılır. Kur’an’da ise hibe arkadaştır, görevde yardımcı kılmaktır. Bir iş yaparken, bir görev yaparken, o işte kişiye ortak olarak ve birlikte o işi yapmaya çalışmak Allah’ın hibesidir. Birini görevlendiriyor ve ona vezir veriyorsa hibe ediyor demektir.

Bizim neslimiz birbirimize hibeyiz.

Siyasette Erbakan’a hibeyiz, cemaatte Bediüzzaman’a hibeyiz, ekonomide Ahmet Tahir Satoğlu’na hibeyiz, ilimde bana hibesiniz. Ben sizden daha âlimim manasında değil ama diğer hiç biriniz vermediği için ve ilme de benim yaşımda kimse sahip çıkmadığı için ilim bana ve benim gibi siz Kur’an seminerlerini okuyan ve ona katkıda bulunanlara kaldı. Allah’a hamd olsun ki bizi başarısız yapmamış, başka hiçbir görev vermemiş de bu yazıları bize, size ve bana yazma imkânını verdi. Oradaki başarısızlığımıza hamd etmeliyiz. Süleyman Akdemir milletvekili olsaydı “İnsanlık Anayasası Kavramı” kitabı ortaya çıkmazdı.

يَحْيَى

YaXYAv (YaFGaLu)

Yahya

Bu ismin hem de Allah tarafından verilmesi hikmeti üzerinde bir bilgi edinemedim.

Yahudiler Yahya’yı peygamber bile kabul etmiyorlar. İsa ile çağdaştır. İsrail oğullarını uyarma görevi ona verilmiştir.  İsa’nın görevi ise İslamiyet’i dünyaya yaymaktı. İsrail oğulları da gerek din gerek kavim olarak yaşamaya devam edeceklerdi.

Bu ayetten şunu anlayabiliriz. Tevrat’ı bugünkü duruma Yahya’nın cemaati getirmiştir. İsrail’de kurulacak yeni düzenin alacağı şekil Yahya’nın şeriatı olmalıdır. Yahudilere hitap etmeyen, İncil’in yanında Yahya’nın kuvvetle aldığı kitap vardır. Bugünkü Yahudiler o kitapla amel etmekle yükümlüdürler. Kur’an’da Bakara suresinde üçte bire yakın kısım İsrail oğullarına hitaptır. Yahya’nın kitabı Kur’an’ın naklettiği bu hükümleri içermektedir.

Gelecek asırlarda insanlar çok açık mucizelerle karşılaşacak, yine de küfürlerine devam edenler bulunacaktır.

وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ

Va EaÖLaXNAv LaHUv ZaVCaHUu (Va EaFGaLNAv LaHUv FaGLaHUv)

“Ve ona zevcini ıslah ettik”

Kadınlar çocuk doğurur ve büyütürler, ev işlerini yaparak temizlik ve yemek gibi işlerle uğraşırlar. Askere gitmezler. Askerlerin ise eve katkıları yoktur. İşbölümü vardır.

Bununla beraber kadın ev işlerinde erkekle istişare eder ve ona göre ev işlerini düzenler, son söz onundur, erkek ona yardımcıdır. Erkek de kadınla istişare eder ve kararları öyle alır, son söz onundur. Bununla beraber teavün (yani karşılıklı yardımlaşma) emri karı kocaya da ait olduğu için kadın kocasına yardım eder, saatlerini yazar. Erkek de karısına yardım eder, saatlerini yazar. İşleri beraber götürürler. Birinde biri sorumludur. Diğerinde de diğeri sorumludur ama bütün işler iş bölümü içinde birlikte yapılmalıdır.

Ancak böyle ve bu şekilde uyumlu çalışan ailenin başarı şansı vardır. Karısı tarafından desteklenmeyen erkek hiçbir zaman başarılı olamaz. Ailede uyum vardır. O halde kadın ile erkek arasında ortaklık vardır. İşleri birlikte yaparlar. Sadece ev işlerinden kadın sorumludur. Dışarıdaki işlerden de erkek sorumludur.

İlk defa burada Allah söyletiyor; karı-koca saatlerini takas ederek birlikte çalışacaklar.

Islah etmek salih kılmak demektir. Yani eşini ona uyumlu yaptık denmektedir. Bir ailenin uyumlu olması tarafların Allah’a karşı olan görevleri yapmaları için şarttır.

Uyumlu olmak için; 1) Aile karar defteri olacak. 2) Kararlar orada yazılacak. 3) Anlaşamadıkları yerde hakemlere başvuracaklar. 4) Sıhri akrabalarda taraflar kendi hısımlarından taraf olmamalıdırlar. 5) İşbölümü içinde ve yardımlaşma ilkesi içinde (saatleri birbirlerine kullandırma) ilkelerine riayet edilecektir.

إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ

EinNaHuM KAvNUv YuSARiGUvNa Fiy eLPaYRAvTı (EinNaHuM YuFaGıLUvNa Fi elPaYRAvTı)

“Onlar hayratta musaraat ediyorlar idi”

سَرْع yayı geren deriden kiriştir. İlk hızı kazandırır.

سرع 23, سرح 7 defa geçer. Toplam 30 (2*3*5) eder.

سَبْق yarış meydanı demektir. Yarışı kazananlara verilen ödül anlamı da kazanmıştır. Mastar olarak yarışmak demektir.

Kur’an’da  سبق37,  سفع1 defa geçer. Toplam 38 (2*19) eder.

س mekânda diziyi, ب kapıyı, ق de kuvveti ifade eder.

“Sıbkat etmek” demek yarışı önce bitirmek demektir. “Sürat” ise yarışa daha güçlü başlamak demektir. خَيْرَات üretim yapan işletmelerdir. Herkesten önce başlamak, işe en erken gelmek anlamındadır.

Buradaki hayrat Zekeriya’nın vakfıdır. Tektir. Orada çalışırlar. Vakıflarda ürünler paylaşılmaz. Şirketlerde girdilere göre ürünler paylaşılır. Girdiler hammadde, tesisler, emek ve genel hizmetler olur. Vakıflarda ise çıktılar girdilere göre paylaşılmaz, çıktılar başka işlerde değerlendirilir. Girdilere katkılarına göre başka yerden gelen gelir paylaşılır. Buna “musaraat” denmektedir. Zekeriya, Yahya ve annesi hep birlikte vakfa hizmet ediyorlardı.

Vakıfların statüsü şirket-i mufavadadır. Bu şirket Nisa’da لِلرِّجَالِ نَصِيبٌ ayetiyle (32. ayet) tanzim edilmiştir. Şirkete önce herkes bütün mal varlıklarını ve emeklerini koyar. Ayrılırken herkes koyduğu malı alır. Şirkette çalışanlar olarak şirkette herkes çalışır ve yaşar. Yaşama ihtiyaca göredir. Yani günlük ihtiyaçlarını birlikte giderirler. Artan kısım ise paylaşılır. Bu paylaşımla şirketten ayrılana payı verilir yahut şirket dağıldığı zaman payı verilir.

Bunlar vakıfta vakıfla şirket-i mufavada içinde çalışmakta idiler. Şirket-i mufavada daha çok aile şirketleridir, akraba şirketleridir.

وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا

Va YaDGUvNaNAv RaĞaBan (Va YaFGUvLaNAv FaGaLan)

“Ve bize rağaben dua ediyorlardı”

“Dua” bir şeyi talep etmedir.

“Nida” görüş bildirmedir, tekliftir.

رَغَب sel yığıntısı alüvyonlu topraktır. İki zıt anlam taşımaktadır. Akıp giden manasında رَغِبَ fiili kullanılıyor; akıp varan manasında da رَغْبَة kullanılıyor.

رَغِبَ عَنْ  demek yüz çevirmek, uzaklaşmak demektir.  رَغِبَ إِلَى demek ona yönelmek, oraya gitmek demektir.

Türkçe'de de “rağbet etmek” olarak kullanırız. Halkın onu kabullenmesi onu istemesi anlamındadır. عَنْ ile gelmesi de halkın ilgilenmemesi hatta uzak durması demektir.

ر tekrarı, غ değişmeyi, ب geçidi ifade eder.

Hayratta musaraat ederken rağbet gösteriyorlardı.

Bir işçi olarak işyerine gidip saatleri doldurmakla değil, işyerine zevkle gidip orada iş yapmakla, hizmet vermekle zevk alırlardı demektir.

Şimdi siz bu seminerleri rağaban takip ediyorsunuz. Çünkü hiçbir çıkarınız olmadığı ve kimse size bunun için ücret vermediği halde geliyorsunuz. Sınıf geçmek için derslere gidenler, maaş almak için ders yapanlar, onlar rağaben musaraat etmiyorlar. Bu sebepledir ki Kur’an düzeninde okullar yoktur. Herkes rağaban çalışmaktadır, öğrenmektedir, sonra imtihan verirse kendisine ehliyet verilmektedir.

وَرَهَبًا

Va RaHaBan (Va FaGaLan)

“Ve reheben de”

Ruhban olarak.

Kur’an düzeninde dört dayanışma grubu vardır.

1. İlmi dayanışma; bunlara “ahbar” denir.

2. Mesleki dayanışma; bunlara “rabban” denir.

3. Siyasi dayanışma; bunlara “kıssis” denir.

4. Ahlaki dayanışma; bunlara da “ruhban” denir.

Ruhbanlık din adamlığıdır.

Kur’an düzeninde ruhbanlık zorunlu dayanışma değildir ama meşru dayanışmadır. Bu dayanışmayı kuranlar ve bunlara katılanlar bir hayrı nezretmişlerdir. Artık onlara uyma zorunluluğu vardır. Kur’an düzeninde ilmi dayanışma zorunludur. İlmi dayanışması olmayan o bucakta yaşayamaz. Çünkü hukuk mezheplere göredir. Bir de siyasi dayanışmaya katılma zorunluluğu vardır. Güvenlik böyle sağlanır ama mesleki dayanışma ve ahlaki dayanışmaya katılma zorunluluğu yoktur ama katıldıktan sonra hakkıyla hareket etmek gerekir.

Yahya’nın aile fertleri birer ruhban olarak katılmışlar ve onu hakkıyla ifa etmişlerdir.

وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ (90)

Va KavNUv LaNAv PAvŞıGIyNa (Va FaGaLuv LaNAv FAGıLIyNa)

“Ve bize haşi idiler.”

خَاشِع toprak üzerinde olgunlaşmış sonbahardaki kuru ottur. Bu otlar çürür ve toprak daha iyi ot bitirecek hale gelir. Bu verimli toprağın adı خُشْعَة’dir. Böylece insanın belli bilgiler aldıktan sonra o bilgilerin etkisi altında rabbine dönmesi için içinde oluşan duyguya “huşu” denir. Kur’an’da namaz içinde kunut ve huşu farz kılınmıştır. Kunut okunanları dinlemek, yani Allah’ın emirlerini telakki etmek, huşu ise ondan sonra sükûnet hali alarak kendi içini dinleyerek rabıta kurmaktır.

Kur’an’da خشع 17, حصي 11 defa geçmektedir. Toplam 28 (22*7) eder.

خ harap olmayı, ش sıçramayı, ع etkiyi ifade eder.

Yeryüzü yaratıldığında kırmızı toprak vardı. Zamanla canlılar onları oluşturarak siyah toprak haline getirdiler. Böylece bugünkü canlılar var oldu. Benzer şekilde Âdem yaratıldığında canlı olarak çok mükemmeldi ama sosyal olarak ilkeldi. Canlılar toprağı işledikleri gibi insanlar da topluluğu işleyerek uygarlaştırdılar ve böylece bugünkü uygarlık doğdu.

İşte bu uygarlık mabetlerdeki çalışmalarla gerçekleşmiştir. Avrupa Tevrat’ı 12 Levha Kanunları olarak benimsedikten sonra Roma uygarlığı doğmaya başladı. Hıristiyanlık sayesinde yani Yahya’nın ekibi sayesinde bugünkü seviyeye ulaştı.

AR-GE çalışması bir huşudur. Yeryüzünü daha çok insanın yaşamasına göre imar etmektir. “Namazda kunut” söylenenleri anlamak demektir. Dikkatlice dinlemektir. “Huşu” ise düşünmek ve içtihadını yapmak demektir. Karşı tarafın ne söylediğini anlayacaksın, kendin içtihat edeceksin.

 

YORUM

Usulde tartışma vardır; bizden önceki şeriatın hükümleri nedir?

Mir’at’ta; şeriatımızda bildirilmiş ise bizden önceki şeriat bizim de şeriatımızdır deniyor. Geçmiş usulcülere göre sünnette bildirilebilir. Biz diyoruz ki; Kur’an’da bildiriliyorsa bizim şeriatımızdır. Hadiste anlatılan veya Tevrat ve İncil’de anlatılan bize şeriat değildir. Sünnette anlatılan da bize şeriat değildir. Kur’an’da anlatılan bize şeriattır. Bütün peygamber kıssaları bunun için bize anlatılıyor. Onlar bizim için usvedir. Zekeriya, Yahya ve Zekeriya’nın eşi bize usvedir. Ahlaki dayanışma ortaklıklarını ve vakıfları ona göre kuracak ve yöneteceğiz.

Kur’an’da 25 peygamber ile Lokman, Üzeyir ve Meryem usve olarak anlatılmıştır. Bu 28 peygamberin her biri bir dayanışmayı anlatmaktadır.

Kur’an, yeryüzünü dolaşmamızı ve onların bıraktıklarından ibret almamızı emretmektedir. Bunun için kazılar yapmamız ve o uygarlıkları ortaya çıkarmamız gerekmektedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ona karşılık olduk. Ona Yahya’yı bağışladık. Eşini ona uyar yaptık. Onlar iyilikte koşuşuyorlardı. Bize yönelerek gönülden sesleniyorlardı, bize saygılı idiler.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ona isticab ettik. Ona Yahya’yı hibe ettik. Zevcesini ona ıslah ettik. Hayratta musaraat ediyorlardı. Rağaben ve reheben bize dua ediyorlardı ve bize haşi idiler.”

 

FeiStaCaBNAv LaHUv Va VaHaBNAv LaHUv YaXYAv Va EaÖLaXNAv LaHUv ZaVCaHUu EinNaHuM KAvNUv YuSaRiGUvNa Fiy eLPaYRAvTı Va YaDGUvNaNAv RaĞaBan Va RaHaBan Va KAvNUv LaNAv PAvŞıGIyNa

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ (90)

 

***

 

وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا

Va elLaTIy EaXÖaNaT FaRCaHAv (Va elLATIy EaXÖaNaT FaRCaHAv)

“Ve fercini ihsan eden kimseye (rüşdünü)”

Diğer peygamberlerin isimlerini andı, İsa’nın ve Meryem’in isimlerini anmadı. Vasıflarını söyleyerek Meryem’e rüşdünü verdiğini beyan etti, İsa’ya sadece onun oğlu (ابْنَهَا) deyip onu da bunların içine kattı. Neden böyle yaptı?

Önce, İsa şeriat ehli değildir. Tüm insanlığa İbrahimi dinini duyurmak ve Kur’an düzenini haber vermek için görevli idi.

Bu sure ise ikinci binyıl Kur’an uygarlığını anlatmaktadır. İsa’nın insanlığa en önemli etkisi doğumunun uygarlıkların başlangıcı olmasıdır. Miladi takvim bugün bütün insanlık tarafından kullanılmaktadır. Bunun dışında Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Kur’an uygarlıklarının başlama tarihleri hep bu takvime göre oluşmuştur. Bunun önemini belirtmek için onları adları ile değil vasıfları ile zikretti.

İsa, Meryem evlenmeden doğmuştur. Bunu normal şartlarda kimseye inandıramazsınız ama bugün 2,5 milyar Hıristiyanlık âlemi buna inanmaktadır. 1,5 milyarlık İslam âlemi de inanmaktadır. 4 milyar insanı masumiyete inandırma başlı başına mucizedir. İş burada kalmamıştır. Tüm dünya, Budistler ve Hindular da, sosyalistler ve kapitalistler de kullanıyorlar. Kur’an nazil olduğu zaman Hıristiyanlardan başka Miladi takvimi kullanan yoktu.

Kur’an bunun beşeri takvim olduğunu ve tarihi olayların da buna göre oluşmuş olduğunu haber vermektedir. Kur’an’ın ilahi bir kitap olduğuna sadece bu ayet yeterlidir. Geçmişi ve geleceği bilen birisi tarafından oluşturulduğu kesin olarak sabit olmaktadır.

Parmaklar arasına تِفْرِجَة  denir. Dağlar arasına, vadinin iki yakası arasında olana ise فَرْج  denir.

Kur’an’da فرج  9,  فلك25 defa geçmektedir. Toplam 34 (2*17) eder.

 فkopmadan ayrılmayı, ر tekrarı, ج toplanmayı ifade eder.

Ferc erkekte ve kadında cinsi uzuvları ifade eder.

فَنَفَخْنَا فِيهَا

FaNaFaPNAv FIyHA (Fa FaGALNAv FIyHAv)

“Onun içine nafh ettik”

Buradaki هَا zamiri الَّتِي ‘ye gider. O halde fercine değil kendisine nafh edilmiştir. Meryem’de نَفَخْنَا denmekte, Âdem’de ise نَفَخْتُ denmektedir. Meryem’de melekler istihdam edilmiştir. Adem’de ise istihdam edilmemiştir.

Meryem için bir yerde فِيهَا, başka bir yerde فِيهِ denmiş ve ruh kelimesi Allah’a izafe edilmiştir (وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي, Hicr 15/29). İsa’da çoğula izafe edildiği için sadece mülkiyeti ifade eder, cüzziyeti ifade etmez. Âdem’de mülkiyet de olabilir cüzziyet de. Ayette ikisinin de ayet olduğu ifade edildiğine göre Adem’e kıyas yapılarak cüzziyeti değil mülkiyeti esas alır. Yani insanın ruhu Allah’ın bir cüzi değildir. Allah melekleri kendi mülkiyetinde bırakmıştır. Şeytanı ise azletmiştir.

Oğlunu baba mirasından mahrum eden baba misali Allah da onu rahmetinden azletmiştir. Onlara imkân sağlamış ama artık onları kendi işinde istihdam etmemektedir. İnsanları da serbest bırakınız, isteyen meleklere isteyen de şeytana katılır.

مِنْ رُوحِنَا

MıN RUvXıNAv (MiN FuGLiNAv)

“Ruhumuzdan”

Burada مِنْ teb’iz içindir, cins için değildir.

رُوح kelimesi de رِيح ‘den gelen bir kelimedir. Gücümüzden, enerjimizden anlamındadır.

Her şey Allah’ın olduğuna göre neden burada “bizim ruhumuz” denmektedir? Putlar da Allah’ındır. Onları kendi mülkünden kabul etmektedir. Onları kendisine muhalif olarak var etti, ins ve cinden olan şeytanların mülkü olarak görmektedir.

İnsana gelince, orada nefh ettiğini kendi ruhu, onun özelliğini taşıyan bir varlık olarak ifade etmektedir. Allah varlıkları var etmiş, her varlığa değişik özellikler vermiştir. İnsanda ise bütün özellikleri toplamıştır. Bu sebeple ona ruhum demektedir. İnsanı kendisine halife kılmıştır. Onun için ona ruhum demektedir.

وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا

Va CaGaLNAvHAv Va EiBNaHAv (Va FaGaLNAvHAv Va FaGLaHAv)

“Ve onu ve oğlunu ca’l ettik”

Canlıların ömürleri vardır. Topluluk da canlıdır ve onun da ömrü vardır. Bugün yeryüzünde dört uygarlık vardır; bunlar İslam, Hıristiyanlık, Budistlik ve Hint uygarlıklarıdır. Tevrat bu uygarlıkların içinde etkin bir kitaptır ama kendisi bağımsız bir uygarlık değildir.

Bu uygarlıklardan Hint ve Çin uygarlıkları birbirine etki etmiştir. Brahmanizm önce Hindistan’da doğmuştur. İbrahimî bir dindir. Budizm ortaya çıkmış ve Hindistan’da tutunamamış, Çin’de yayılmıştır. Farklı gelişen bu uygarlığa Türkler girmiş ve orada uzun zaman hükümran olmuşlardır. Sonra Çinlileşmişlerdir. Türkler İslamiyet’i kabul edince onlar da Türkçe bilmedikleri halde İslamiyet’i kabul etmişlerdir. Bugün Çin’de iki grup Müslüman yaşamaktadır. Biri Uygur Türkleridir, Türkçe konuşurlar. Diğeri Tabgaçlardır, Çince konuşurlar. Bunlara Uzakdoğu uygarlıkları diyoruz. Yakındoğu uygarlığı vardır, bu İslam uygarlığıdır. Batı uygarlığı ise Hıristiyanların uygarlığıdır.

Meryem ve oğlu İsa bu uygarlıkların başlangıç noktasıdır.

Onun doğumunu gerisin geriye sayarsak İbrani, İbrahim ve Nuh uygarlıklarıdır, ileriye doğru sayarsak Hıristiyanlık ve birinci Kur’an uygarlığıdır.

Şimdi de üçüncü binyıl Kur’an uygarlığı başlamaktadır.

İsa’nın doğumunu Allah tüm insanlığa başlangıç olarak kabul ettirmiştir.

آيَةً

EAvYaTan (FaGaLaTan)

“Bir ayet olarak”

İkisi bir ayettir. İsa ile Meryem arasında ortak tek bir şey olmalıdır, o da doğma ve doğurmadır. Milattan önce, milattan sonra deriz. İşte o milat İsa’nın doğumudur. Burada geçen ayettir. Nekre gelmesinin sebebi; her bin yılın başı yeni uygarlığın ayetidir. İsa’nın doğumu da bunlardan biridir. Bundan dolayı nekre gelmiştir. Uygarlıklar İsa’dan önce de vardır, İsa’nın doğumundan sonra da vardır. İsa’nın doğumu ile bu uygarlıkları belirtmiş olmaktadır.

لِلْعَالَمِينَ (91)

Li eLGAvLaMIyNa (Li eLFaGıLIyNa)

“Âlemler için”

Buradaki الْعَالَمِينَ‘i Fatiha’daki الْعَالَمِينَ olarak anlarız. Yani yeryüzündeki bütün topluluklar için ortak işaret yapar, herkes tarihlerini ona göre tarihlendirir. Bu husus ancak 20’nci yüzyılda gerçekleşmiştir. Bütün insanlık artık miladi takvim kullanmaktadır. Hiçbir devlet İran’a bir yazı yazdığı zaman hicri tarih koymaz, İran da dünyaya hitaben yazı yazdığı zaman hicri tarih koymaz. Zamanla herkes Miladi takvimi kullanmaktadır.

ال istiğrak içindir, fertlerin istiğrakı için değil toplulukların istiğrakı içindir, bütün devletler ve diğer bağımsız topluluklar Miladi takvimi kullanacaklardır.

İsa’nın doğumu yılbaşıdır, bütün insanlar için yılbaşıdır, bütün insanlık kutlayabilir.

Diğer hiçbir peygamberin doğumu veya ölümü kutlanmaz. Burada kutlanan İsa veya Meryem değildir, Allah’ın onu ayet yapmasıdır. Tüm insanlık için Mekke nasıl mekânda merkezse, Milat da tüm insanlık için merkezdir. Başka doğumları kutlamak Çankaya’yı kıble yapmaktan farksızdır.

 

YORUM

Süleyman Akdemir, reddedilen doçentlik tezinde bir varsayım ortaya koydu. İnsanlık 32 bin sene toplayıcılık,16 bin sene avcılık, 8 bin sene çobanlık, 4 bin sene tarımcılık, 2 bin sene pazar mübadelesi, 1000 sene tüccar mübadelesi, 500 sene işçilik dönemlerini geçirdi. 250 sene ortaklık dönemi geçirecek ve 8 dönem olarak kara uygarlığı kemale erecektir. Ondan sonra balinaların tekrar denize dönmesi gibi insanlar deniz uygarlıklarını kurmaya başlayacaklardır.

Süleyman Akdemir tezini savundu ama tez reddedildi! Kimse okumadı! Aradan 30-40 sene geçti, DNA’lar bulundu ve yapılan ilmi hesaplar sonunda insanlığın 60 bin yıldır yaşadığı ve dağılarak bugünkü dünyayı oluşturduğu ilmen ispat edildi.

Yani…

Kur’an’ın ‘her şeyi çift yarattık’ ayetini/sözünü varsayım alınca tarih ortaya kondu ve sonra onlarca sene sonra ispatlandı. Bunu bir Yahudi bulsaydı Nobel ödülünü alırdı. Süleyman Akdemir’e ödül verdiler; doçent yapmadılar!

Şimdi de Süleyman Akdemir’in “İnsanlık Anayasası Kavramı” kitabı yayımlandı; hala gerektiği gibi okunmuyor!

Yakında insanlık ortaklık sistemini benimsemiş olacak ve insanlık anayasalarını insanlar kabul etmeye başlayacaklardır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve kendisini koruyan kimseye de. Ona tinimizden üfürdük ve onu ve oğlunu herkese gösterge yaptık.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve fercini ihsan edene de. Onun içine ruhumuzdan nefh ettik ve onu ve ibnini âlemlere ayet ca’l ettik.”

 

Va elLaTIy EaXÖaNaT FaRCaHAv FaNaFaPNAv FIyHAv MıN RUvXıNAv Va CaGaLNAvHAv Va EiBNaHAv EAvYaTan Li eLGAvLaMIyNa

وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِلْعَالَمِينَ (91)

 

***

 

إِنَّ هَذِهِ

EinNa HAvÜiHIy

“Bu”

Peygamberlerin kıssalarını bitirdi ve “Bunlar sizin ümmetinizdir” dedi. Yani siz bir peygamberin ümmeti değilsiniz. Sizin üçüncü binyıl uygarlığının ayrı zikri vardır ama bölünmüş, parçalanmış olarak ayrı ayrı ümmet değilsiniz, tek ümmetsiniz.

Tek imamınız olacaktır. Mekke’de Mekke bucağının başkanı olacaktır. Orası tüm insanlığın bucağıdır. Herkes bir yerden izin almaksızın istediği zaman gelecek. Emniyeti insanlık sağlayacak. Bir tek devletin ülkesi olmayacak. Tüm dünyanın, hangi dinden olursa olsun, müminlerin orduları sıra ile oranın güvenliğini sağlayacaklardır.

أُمَّتُكُمْ

EumMaTuKuM (FuGLaTaKuM)

“Sizin ümmetiniz”

Sizin başka ümmetiniz yoktur. Siz, Muhammed’in milletinden değil İbrahim’in milletindensiniz. İnsanlık ilk 60.000 yılı uygarlaşmakla geçirdi. Bugün artık kendi kendinizi yönetme durumundasınız. Tüm bu peygamberlerin izinden gidenler olarak bir milletsiniz.

Biz buna dayanarak diyoruz ki: Üçüncü binyıl uygarlığını yalnız Kur’an ehli kurmayacak. Herkes kendi dininde kalacak ama hepsi, bütün dinler, ilahi dinler, İbrahimî dinler meşru sayılacaktır. Bütün dinler, Müslümanlar dâhil, dinlerini asli dine çevireceklerdir.

Bunun için ellerinde iki kaynak vardır.

Biri Kur’an’dır. Değişmeden ve bütün dili ile zamanımıza gelmiş bir kitaptır. Mucizedir. Fıkhı değil fıkhın nasıl yapılacağını anlatmaktadır. Kur’an ehli nasıl bütün kitaplara ve resullere inanmakta ise onlar da Kur’an’a inanacaklar, yararlanacaklardır ve dinlerine sonradan girmiş şirki ayıklayacaklardır. Zamanın değişmesi ile değişen hükümleri Kur’an’ın hükümlerine göre değiştirecekler ve kendi dinlerinde yaşayacaklardır.

Bütün dinlerin yararlanacağı ikinci kaynak ise müspet ilimdir. Kur’an müspet ilme göre tafsil edilecek. Diğer kitaplar da öyle yapacaklardır. Böylece tek ümmet olacağız.

Akevler İstanbul’da uluslararası bir dini kongre yapmalı, oraya bütün din ve mezhepler katılmalı ve orada ortak görüşler yayınlanmalıdır. Anlaştıkları konular yayınlanmalı, ekseriyet kararı ile değil, ittifakla alınan kararlar yayınlanmalıdır.

أُمَّةً وَاحِدَةً

EumMaTan VaXıDATan (FuGLatan FAvGıLaTan)

“Vahid ümmet”

Hepimiz bir milletiz. Her ülkenin ilmi dayanışma sorumluları (rektörler) Mekke’ye bir ilim adamı göndereceklerdir. Bu, bin civarında ilim adamıdır. Orada insanlık üniversitesini kuracaklardır. Burası insanlık merkez bucağı olacaktır.

Bunlar bize emretmeyecek. Bunların emrinde ordular olmayacak. Bunlar sadece ilim yapacaklar. Bir de yeryüzündeki hakemlik kurumunu çalıştıracaklar. Hâkim olan hakemler olacak. Hakemlerin kararlarını infaz etmek bunlara değil devletlere aittir. Mümin devletler bu görevi yerine getirirler.

Bunların ürettiği şeriat bağlayıcı olmayacak. Her devletin, her ilin ve her bucağın kendi ilim meclisi olacak. Oranın icmaları ile yerinden yönetim yapılacaktır.

وَأَنَا رَبُّكُمْ

Va EaNa RabBuKuM (Va EaNa FaGLuKuM)

“Ve ben Rabbinizim”

Evet, biz bir milletiz ama Allah bizim imamımız değildir. Allah bizim rabbimizdir. Namazı ona tabi olarak kılarız ama ona değil Allah’a ukuf ederiz. Başkanımız olacak, aynı zamanda hakemlerimiz olacak. Hakem kararlarına uyacağız. Başkanlarımız da hakem kararlarına uyacaktır.

فَاعْبُدُونِ (92)

FaGBuDUvNı

“Bana ibadet ediniz.”

Başkanlarınıza, liderlerinize, şeyhlerinize değil; bana ibadet ediniz.

Ekseriyet demokrasisi ile dünyayı yöneten Sermaye artık onunla başaramayınca yeni karar aldı, sivillerden oluşan diktatörlerle yönetme kararını aldı. Başkanlık sistemini uygulayacak ilk uygulama yeri de Türkiye oldu! Erdoğan’dan yararlanacak, önce başkanlık sistemini getirecek, ondan sonra Sermaye kendi adamlarını oturtacak.

İşte bu ayet bunu reddediyor, diktatörlere değil bana ibadet edilecek diyor.

 

YORUM

Kur’an uygarlığı birinci bin yılda tamamlanamadı.

1) Hanedanlık sistemi devam etti.

2) Hukukta kadılık sistemi devam etti.

3) Bucak hukuku yerine devlet hukuku devam etti.

4) Karşılıksız para sistemi faizli sistemle birlikte devam etti.

Bugün bunların yerini alan ortaklık düzeni yayılmaktadır ve dünya duymaktadır. Allah nurunu tamamlayacaktır. Sonuç olarak merkezi sistem yani zalim düzen sona erecek, hakka ve adalete dayalı ortaklık düzeni kurulacak, herkes özgürlük ve barış içinde yaşamaya devam edecek, iman orduları o düzeni koruyacaklardır.

Bugünkü hayat filmlerde ve medyada en ince teferruatlarına varıncaya kadar kaydedilmekte ve yazılmaktadır. Yarın vahşi atalarımız ne çirkin, ne yanlış, ne zalim işler yapıyormuş diye gelecek nesiller seyredeceklerdir.

İnsanlık birlik içinde Rabbin istediği gibi iman edecektir.

 

Öz Türkçe ile:

“Bu sizin bir topluluğunuzdur ve yetiştiriciniz ise benim, bana kulluk ediniz.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Bu sizin vahid ümmetinizdir ve rabbiniz ise benim, bana ibadet ediniz.”

 

EinNa HAvÜiHIy EumMaTuKuM EumMaTan VaXıDaTan Va EaNa RabBuKuM FaGBuDUvNıy

إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ (92)

 

***

 

وَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُمْ

Va TaQaoOaGUv EaMRaHuM (Va TaFaGaLUv FaGLaHuM)

“Ve emirlerini takattu’ ettiler”

İki türlü işbölümü vardır.

Herkes malları üretir. Ayrı ayrı işleri vardır. Aralarında teavün yoktur. Ürün paylaşılır. Herkes başka ürün imal eder. Buna takattu’ denir.

İkincisi ise işbölümü içinde emek mübadelesi yapılır, buna da “teavün” denir.

İnsanlık işçilik dönemine kadar takattu’ içinde idi. Herkes ayrı ayrı üretiyor ve satıyordu. Birlikte üretim yoktu. Bu peygamberlerin dönemi takattu’ dönemi idi. “Bunlar sizin ümmetinizdir” dedikten sonra bu ayetin gelmesi ve mazi sigası ile kullanması bunu ifade eder.

Başlangıçta Kur’an uygarlığı da takattu’ uygarlığı idi. Teavün uygarlığı işçilikten sonra başlayacaktır. İşçilik tekattu’ ile teavün arasında bir geçiş bulunmaktadır. Bu sebeple bu ayeti “Bu sizin ümmetinizdir” ayetinden sonra getirdi. Bununla beraber وَ harfi ile atfedilen cümle yoktur. إِنَّ ile gelen bir mensuh isim cümlesine fiil cümlesini atfetmek beliğ değildir. O halde hazfedilmiş bir cümle vardır. Onlar takattu’ zamanında geldiler. Siz de başlangıçta o düzende idiniz. Buna da daha geçmediniz, teavüne tam girmediniz.

بَيْنَهُمْ

BaYNaHuM

“Beynlerinde”

Her peygamber ve arkadaşları başka görev aldılar ve Kur’an uygarlığına hazırlık yaptılar. Farklı yerde farklı zamanlarda uygulama yaptılar. O günkü teknolojik imkânlar teavüne elverişli değildi. Şimdi ise artık teavün zamanıdır. Uluslararası engeller ortadan kalkacaktır. Üretilen mallar vergisi verildikten sonra dünya piyasalarına gümrüksüz kayıtsız gidip gelecektir. Sermaye transferi serbestçe yapılacaktır. Artık Arjantin’deki müşterine hiçbir bedel ödemeden malları satacak ve parayı alabileceksin. Çünkü mal ambarda, para da bankadadır.

كُلٌّ إِلَيْنَا رَاجِعُونَ (93)

KulLun EiLaYNAv RAvCıGUvNa (KülLün EiLeYNAv FaGıLUvNa)

“Hepsi bize rücu edenlerdir.”

Merkezi sistemde her şeyi merkez düzenler. Geçmişte böyle olmuş, o sayede insanlık bugünkü uygarlığa ulaşmıştır. Bundan sonra teavün dönemi gelecektir, herkes bulunduğu yerde topluluğa rücu edecektir.

 

YORUM

Vaslını emrettiğimizi kat ettiler beyanları vardır. Bu durumda takattunun ahsen olmadığı anlaşılmakta ise vasledileni takattu’ etme merğub değildir. Bununla beraber takattu’ zaruret durumlarında geçerlidir. Ahsen olan teavündür. Kur’an bu sebeple bu kelimeyi kötülüğü çağrıştıran ifadelerle beyan etmiştir. Burada ise zaruretten dolayı meşru kılınmıştır.

Hayrettin Karaman’ın zaruret dolayısıyla birçok fetva vermesi de buradan doğmaktadır. Bugün birçok meşru işler vardır ki, ortaklık düzeninde bunlar meşru değildir ama bugün ortaklık düzeni olmadığı için o meşrudur.

Demek ki bu ayete göre geçiş zamanlarında şeri hükümler farklı olacaktır.

Biz Akevler’de 50 senedir ortaklık sistemini getirmeye çalışıyoruz. İnsanlar alışmışlar işçilik sistemine, sözleşmeyi ortaklık sistemine göre yapsalar da uygulama işçilik sistemine göredir. Dr. Mete Firidin biz ortaklık sistemini uygulayamadık diye Kur’an’ın ortaklık sistemine karşı çıkıyor. Beş yüz senelik uygulama birden terk edilecek mi? Hiç mi terk edilmeyecek? Erbakan ve Gülen’in hataları bu idi. Kur’an düzeni birden gelecekti. İktidar olunca gelecekti. Bürokrasi ele geçince gelecekti. İkisi de oldu ama Kur’an düzeni gelmedi. Bize göre Kur’an düzeni kendi oluşma zamanında getirilecek. Çocuk doğacak ama 9 ay sonra doğacak. Çocuk doktoru Mete’nin bunu iyi bilmesi gerekir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve işlerini aralarında bölüştüler. Hepsi bize dönüyor idiler.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve emirlerini beynlerinde takattu’ ettiler. Küllü bize racidirler.”

 

Va TaQaoOaGUv EaMRaHuM BaYNaHuM KulLun EiLaYNAv RAvCıGUvNa

وَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ كُلٌّ إِلَيْنَا رَاجِعُونَ (93)

 

***

 

فَمَنْ يَعْمَلْ

Fa MaN YaGMaLu (Fa MaN YaFGaLu)

“Kim amel ederse”

Peygamberlerin kıssalarını tamamladıktan sonra “kim amel ederse” diyerek bütün insanları, ırkları ve mezhepleri ne olursa olsun, “kim amel ederse” ifadesi ile İbrahim’in başlattığı, Musa’nın geliştirdiği, Kur’an’ın tamamladığı barış düzeni (İslam düzeni) içinde insanların nasıl yaşayacaklarını anlatmaktadır.

“Amel etmek” demek bir başkasına yarayacak işi yapmak demektir. Satmak üzere ürettiğin şey de ameldir. Piyasaya uygun mal üretmek de salihatı ameldir.

مِنَ الصَّالِحَاتِ

MiNa elÖAvLıXAvTı MiNa eLFAvGıLAvTı)

“Salihattan”

İster teavün ister takattu’ suretiyle üretiniz, kim topluluğun da yararına olan bir iş yaparsa, bir üretim üretirse bu mal veya rahmet olur. Konu amelen salihattan olması gerekir.

Şimdi salihat amel nedir?

Allah’ın halifesi olan insanlığa salih olmasıdır. İçki fabrikaları kurmak, tütün yetiştirmek salih amel değildir. Stadyumlar yapıp insanları birbirleri ile çekiştirmek salih amel değildir. Amelin salihattan olduğunu nasıl bileceğiz?

Müspet ilimle bileceğiz. Kişilere zararlı olan şeyler salihattan değildir. Kendisine zararlı olanlar da salihattan değildir. Çünkü insan kendi kendisini var etmemiştir. Hayatını borçlu olduğu var edicisinin halifesi olan insanın, insanlığa zararlı şey yapması salihattan değildir.

İnsanlar bu hususta ihtilafa düşebilirler. Önce herkes kendi içtihadı ile salihatı bilir. Zarar gören varsa hakemlere gidilir.

وَهُوَ مُؤْمِنٌ

Va HUVa MuEMiNun (VaHuVa MüFGıLün)

“Ve o mümin iken”

Kur’an düzeninde en çok savunulan imandır. İmanı tam olarak tanımlamak da o kadar zordur. Tarihi geleneğin yanlış anlayışları da bizi yanıltmaktadır. Biz imanı dayanışma ortaklığına girme şeklinde anlıyoruz. Dayanışma ortaklığı şudur. Birimize beklemediğimiz bir musibet isabet ederse birlikte ona karşı çıkacağız. Onu borçlandırmadan musibeti def edeceğiz. Hasta olursam bana yardım edilir, sağlamsam da ben yardım ederim. Bu ortağın adı mümindir. Çünkü diğer ortaklara güven sağlamıştır, kendisini de güvene almıştır.

Dört çeşit iman vardır.

İlimde iman, bilgisizlikten doğan zararları sigortalar.

Ahlakta iman, ihmalden doğan zararları güvenceye alır.

Amelde iman, meslekte yapılan zararları güvenceye alır.

Siyasette iman, kasten yapılan zararları güvenceye alır. 

Medine’ye göç etmeden önce siyasi iman yoktu. İlmi ve ahlaki iman vardı. O halde burada mümin demek, amelde dayanışmadır. Herkes bir dayanışma içine girecek ve yaptığı işte bir zarar doğarsa birlikte tazmin edeceklerdir.

Dayanışma ortaklığında salihat amel edilirken güvence verilecektir. Yoksa salihat olmayan bir amel esnasında yapılan hatalar güvence içinde değildir. بِ harfi ile geldiği zaman onun gücüyle, onun yardımı ile güvenceye almak demektir, onu güvenceye almak değildir. İfal babı zaten taaddi içindir. Ayrıca بِ harfi ile taaddi edince ona taaddi etmez. Ben sana 100 lirayı kardeşine verdirdim dediğim zaman sen Hasan’a bir şey vermiş olmazsın, biz bir olduk da verdik demektir. أَمِنَ بِاللَّهِ demek, biz Allah’la bir olduk da onları güvenceye aldık anlamındadır. Topluluğu da güvenceye alırsınız.

فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِهِ

FaLAv KuFRAvNa LıSaGYıHIy (Fa LAv FuGLAvNa Li FaGLiHIy)

“Sa’yi için küfran yoktur”

كُفْرَان nankörlük demektir. Birisi bir iyilik yapar, sen onu görmezsen küfürdür.

Biri sana bir iyilik yapar, sen de ona karşılık iyilik yaparsan, o ise şükürdür.

Herkes topluluktan yardım alır, şükrünü de ona yapar. Başkasının yaptığını inkâr edip bunu ben yaptım demek küfürdür. Bugün tüm insanlık küfür içindedir. Allah bana bunu filanın aracılığı ile yaptı diyeceksin. Ona teşekkür etmeyeceksin ama ben yaptım havasına girmemek için Allah kimin eliyle yapmışsa onu zikredeceksin.

Sa’y ile ameli de karşılaştırmamız gerekir. Burada yalnız kıssalar anlatılmıyor. Bu vesile ile birçok kurallar öğretiliyor. Kullandığı kelimelerle bize birçok bilgiler veriyor.

Amel başkalarının yararlanması için yaptığın işlerdir, ona karşılık ücreti hak edersin.

“Amel edenin amelini zayi etmeyiz.” diyor Allah. “Say’i ilerde görülecektir” diyor. Ücretten bahsetmiyor. Sa’y her türlü çabadır. Amel başkaları için sa’ydır.

Burada ameli salihin de sa’y olduğunu ifade etmiş olur.

وَإِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ (94)

Va EinNAv LaHUv KAvTıBUuNa (Va EinNAv LaHUv FAvGıLUvNa)

“Ve biz ona kâtibiz”

İnsanın sağında bir melek, solunda bir melek vardır, kişinin sa’yini yazmaktadırlar. Yaptıkları işleri derecelendirerek günah ve sevap puanı vererek yazıyorlar. İhtilaf olursa üçüncü melek hakemlik yapar.

Biz de bu dünyada herkesin yaptığını genel hizmet olarak yazmalıyız, değerlendirerek yazmalıyız. Muhasipler arasında ihtilaf çıkarsa hakem muhasibe başvurulmalıdır. Kayda öyle geçilir. Hakem kaydedebilir.

Alacaklı yazar. Muhasibine verir. Borçlu da yazar ve muhasibine verir. Baş muhasipler muhasiplere anlatır ve kaydederler. İki kayıt uygunsa sorun kalmaz. İki muhasibin hesapları tutuyorsa kayıtlar kesinleşir. Borçlu ve alacaklı her zaman hesapları görürler. Mağdur olan hakemlere gider.

Evet, bu ayet ortaklık ekonomisinin muhasebesini de ortaya koymaktadır. Kimsenin sa’yi kayıtsız kalmamalıdır. Muhasebe açık olmalıdır.

 

YORUM

Diyelim ki Kur’an düzenine inanan biri belediye başkanı oldu. Tek yapacağı iş her yüz evin bulunduğu sokakta bir ortaklık kooperatifini kurmaktır. Bu kooperatiflerin çalışması için baştan sorumlunun yanında bir muhasip görevlendirilmelidir. Yüz ailenin tüm hesaplarını tutmaya başlamalıdır. Her semt böylece kişilik kazanmış olacak ve burada insanların borç ve alacakları her zaman kayıt altına alınacaktır. O semtteki insanlar biraz sonra zengin olmaya başlayacaklar. Herkes öyle semtlerde ortak olmak isteyecektir.

Diyelim ki o belediyede aşırı yolsuzluk var. Siz bunu önlemek istiyorsunuz. Önleyemezsiniz. Başbakan Bülent Ulusu “Biz kaçakçıların cezasını artırdık, kaçakçılık azalmadı, rüşvetin baremi yükseldi, daha çok rüşvet almaya başladılar.” demişti.

Kaçakçılık yasaklardan doğar. Bu sebepledir ki esrar alıp satmayı yasaklamak demek esrarı yaygınlaştırmak demektir. Esrar alış ve satışları serbest olmalıdır. Eğer cezalandırılacaksa esrar içenler cezalandırılmalıdır. Esrar ucuzlayınca onun ticareti de kaçakçılığı da olmaz. Esrar içeni bulmak çok kolaydır. Basit bir muayene ile onun ne zaman ne kadar esrar aldığı, kimden nerede üretilen esrar aldığı ortaya çıkar. Bunlara ceza vermeniz de kolaylaşır. Satışı hepten düşer. Böylece esrar ticareti olmaz. Serbest olunca kayda geçer.

 

Öz Türkçe ile:

“Kim inanarak uygun işler işlerse, onun çabası kapatılmaz ve biz onu yazanlarız da.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Kim mümin olarak salihatı amel ederse sa’yine küfran yoktur ve biz ona kâtibiz.”

 

Fa MaN YaGMaLu MiNa elÖAvLıXAvTı Va HuVa MuEMiNun FaLAv KuFRAvNa LıSaGYıHIy Va EinNAv LaHUv KAvTıBUuNa

فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِهِ وَإِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ (94)

İstanbul


 

 



© 2024 - Akevler