İSLÂMİYET VE SİYASET
Gündüzleri güneş dünyayı ısıtır, geceleri ise dünyayı soğutur, yeryüzünün ısısı böylece dengede kalır. Gündüzler veya geceler biraz daha uzun sürse denge bozulur ve istediğimiz hayat gerçekleşmez.
Vücudumuzda da böyle olur: şeker yakarak vücut ısınır, deri ve ter gibi vasıtalarla da soğur. Böylece vücudun sıcaklığı dengede kalır.
Toplulukların da kendilerine göre kurdukları dengeler vardır ve o dengeler sayesinde cemiyetin düzeni sürüp gider. Genel olarak topluluk gruplara ayırılır. Bu gruplar birbirlerine karşı, fakat dengede menfaatlarını sağlarlar.
Bir fabrika sahibi ile işçileri arasında da böyle bir karşıtlık ve denge vardır: fabrika sahibi, işçilerin çok çalışıp az ücret almalarını arzu ederken, işçiler de az çalışıp çok ücret almayı isterler. Halbuki, işçiler az çalışıp çok ücret alırlarsa patronları iflâs eder, kendileri de işsiz kalırlar; çok çalışıp az ücret alırlarsa iyi beslenemez, sıhhatleri bozulur, iş yapamaz olurlar ve patron fabrikasını kapatmak zorunda kalır. Görüldüğü gibi, patron - işçi ilişkisinde çatışma görünüştedir, yoksa menfaatleri karşılıklıdır ve birbirlerine muhtaçtırlar. Aslında burada kurulan denge yeme ile arttırma arasındadır. İşçilere ödenen ücret onların beslenmesini, böylece sıhhatli olmasını ve yetişmesini sağlıyor; patronun kârı ise fabrikanın büyümesini ve ileride işçilerin büyüyecek çocuklarına yeni işyerleri açılmasını temin ediyor.
Kendi evimizde de buna benzer bir denge durumu vardır. Aylık gelirimizin bir kısmını çocuklarımız hemen harcamak isterler, biz ise bir baba olarak, ileride çocuklarımızın evleri, işyerleri olsun diye arttırmaya çalışırız. Böylece onların günlük fazla isteklerini karşılamayıp, istikballeri için arttırma yaparak dengeyi korumuş oluruz.
Hukuk düzeni de, insanın bir taraftan hür olup serbest hareket etmek isterken, diğer taraftan da başkalarının kendisini rahatsız etmesine razı olmamasından meydana gelir. Hürriyetle düzen arasındaki denge de devleti meydana getirir. Tarih boyunca gelip geçmiş devletler bu düzeni sağladıkları nisbette hüküm sürmüşlerdir. Tarihte karşılıklı menfaat grupları kendiliğinden teşekkül etmiş ve denge sağlanmıştır.
Bugünkü Siyasi Denge
Bugüne gelirsek.. Bugün seçimle denge sağlanmak isteniyor. Bu sisteme göre halk idarecilerini kendi seçer ve meselâ dört yılda bir değiştirilebilirler. İktidarda bulunanların işi zordur. Düzeni sağlasınlar diye seçilmişlerdir. Sağlıyamazlarsa düzensizlikten istifade edenler onları iktidardan indirirler. Nitekim Demokrat Parti düzeni sağlayamayınca yöneticileri iktidardan sehpaya gitmişlerdir. Düzen ise, insanların hürriyetlerini kısmakla sağlanır. Bu da halkı rahatsız ettiğinden seçmenler düzeni sağlayan iktidardan hoşlanmaz ve oy vermez. İşte Halk Partisi 1950 den önce düzeni sağlamış, a- ma seçmenler onu iktidardan indirmişlerdir. Siyasi denge böyle kurulmuştur. Hükümetler düzenle hürriyet arasında ne kadar iyi cambazlık yaparlarsa, o kadar uzun süre iktidarda kalabilirler.
Sistemin Eksikliği ve Çok Partili Sistem
Bu sistemin iki büyük eksiği vardır:
Biri, halkın seçimle iktidarı nasıl indirip, yeni iktidarı nasıl tesis edeceği hususudur. Eskisinin yerine getireceği yeni iktidarı nerede bulacak, onu diğerinin yerine nasıl getirecektir? Bu sorulara karşı Avrupalıların bulduğu çözüm çok partili sistemdir. İktidara talip partiler bulunacak, halk iktidardakinden memnun olmadığında bir başkasını oraya getirecektir.
Buna benzer bir durum arılarda vardır. Kraliçe tarafından idare edilen arılarda bir tek kraliçe vardır. Kraliçe çıkacak bir kaç yumurta kuluçkasında bekletilir. Herhangi bir sebeple (öldüğü veya:Oğul verip kovanı terkettiği için) ikinci kraliçeye ihtiyaç olursa, işçi arılar hemen kuluçkanın ağzını açar ve bir kaç gün içerisinde yeni kraliçeyi yetiştirirler ve başlarına geçirirler.
Osmanlılarda da böyle yedekte bekleyen şehzadeler vardı. Gerekirse kafesten çıkarılıp padişah yapılırlardı.
Sistemin ikinci eksikliği ise, iktidardaki parti düzeni sağlamak için hürriyetleri kısar, halk da ihtilâl yaparsa ne olacağı hususudur.Çünkü bu durumda anarşi iktidarla beraber devleti de yıkar. Bu eksikliğe çare olarak da ordu ve memur teşkilâtı kurulmuştur. Yalnız, güçlü ordunun haksız olarak iktidara müdahalesi mahzuru halledilememiştir.
Amerika'da dengeyi zenginler sağlar. Ekonomik baskı ve zenginlerin birbiriyle âhenkli dayanışması düzeni sürdürür. Ingiltere'de düzenin temeli kraliyet ailesine olan bağlılıktır. Rusya'da muhalif partilerin bertaraf edildiği dengesiz bir baskı rejimi sürüyor. Halk henüz ihtilâl yapacak durumda görülmüyorsa da, bu durumun uzun sürmiyeceğini sanıyorum.Almanya, Fransa, İtalya gibi Avrupa devletlerinde henüz düzen sağlanamamış durumda. Denge var gibi görünü- yorsa da, devamlı olmuyor.
Türkiye'de düzeni çok kuvvetli tarihî geleneğe sahip Türk ordusu sağlıyor. Ama her gün ihtilâl korkusu içinde yaşanılıyor. Bu dengesizliğin kaynağı seçim ile despot bürokratik idare arasındaki çelişkidir.
İslâmiyet'in Sağladığı Denge
Şimdi de İslâmiyet'in bu dengeyi nasıl sağladığını görelim:
1-Fikir, his, irade ve ünsiyet olarak insanda mevcut dört meleke, cemiyette dört müessese, meydana getirmiş, fikir ilim müessesesini, his din müessesesini, irade iktisat müessesesini, ünsiyet ise idare müessesesini gerçekleştirmiştir.
2-İnsanlar ilim, din, iktisat ve idare olarak teşkilâtlanırlar. Bu teşkilâtlanmanın temeli, herkesin kendi başkanını bizzat seçmesidir ki, İslâmiyette buna biat denilmektedir.
Bu bağlanma İlmî yönden olabilir. O zaman herkes âlimini ve müctehidini seçer, böylece mezhep doğar. Medreseler halinde teşkilâtlanma temeline dayanan bu bağlanma, bugünkü üniversite ve millî eğitimin karşılığıdır. Bu teşkilâtın en önemli özelliği herkesin hocasını kendisinin seçmesi ve hükümetlerin bu teşkilâta asla karışmaması (özerklik) dir
Bu bağlanma dinî yönden olabilir. O zaman insanlar dinî liderlerini seçerek biat ederler, böylece tarikatlar doğar. Tarikatlar tekkeler şeklinde teşkilâtlanırlar. Bu teşkilâtlanmanın esası da herkesin dinî önderini, şeyhini kendisinin seçmesidir. Yani bugün olduğu gibi, sen filân ilde oturuyorsun müftün şudur, sen filan mahallede oturuyorsun imamın budur denmiyor. Herkes kendi meşrebine göre bir şeyh buluyor, ona biat ediyor ve dinî bakımdan onun irşat halkası- na giriyordu. Burada da tam serbest bir seçim ve biat müessesesi vardır.
Bu bağlanma mesleki yönden de olabilir.Herkes seçtiği meslekte ilerliyebilmek için bir ustaya çırak olur. Bu usta onu önce sanat sahibi, sonra da bir işyeri açarak meslek sahibi yapar. Bu tür bağlanmalar sonucu işyerleri ve çarşılar teşekkül eder, her çarşının da bir ağası olur. Böylece esnaf teşekkülleri (loncalar, odalar) meydana gelir. Burada da biat sistemi işler, kişiler ustasını veya çarşısını değiştirmek suretiyle biatini değiştirebilir.
Bir başka tür bağlanma da siyasî yönden olabilir. Bu, erin kumandanını kendisinin seçmesi şeklinde ortaya çıkardı. Hz. Ömer devrinde kumandanlara bir defter verilir, kendisine er olacakların adlarının bu deftere (dîvana) yazılması istenirdi. Her müslümanın bir dîvana yazılması mecburiydi. Fakat her zaman divanını, yani kumandanını değiştirebilirdi. Bir dîvanda yazılmış olanlara birbirinin akilesi denilmektedir. Bu sistemin İslâm Ceza Hukukunda çok önemli bir yeri vardır: eğer divana kayıtlı olanlardan biri cinayet işleyecek olursa bedenî cezasını kendisi çeker, malî cezası ise akilesi tarafından karşılanırdı. Bu da cinayet işleyenin mensubu olduğu akilesini müşkül durumda bıraktığı için önemliydi. Bu biat sistemi, Selçuklu ve Osmanlılarda Sipahi teşkilâtı ile devam etmiştir.
İslâmiyette Teşkilâtlanma
Böylece İslâmiyette dört çeşit teşkilâtlanma görüyoruz:
I-İlmî teşekküller, medreseler şeklinde teşkilâtlanıyor, mezhebler adını alıyor.
II-Dinî teşekküller, tarikatlar şeklinde teşkilatlanıyor, tekkeler adını alıyor.
III-Meslekî teşekküller, esnaf birlikleri şeklinde teşkilâtlanıyor, loncalar adını alıyor.
IV. Siyasî teşekküller, sipahî ocakları şeklinde teşkilâtlanıyor, ordu adını alıyor.
Bugün bu dört teşekkülün karşılığı olarak üniversite, diyanet, hahamlık ve patriklik, sendikalar ve odalar, partiler, ordu ve memurlar gibi zümre ve teşkilâtlar bulunmaktadır.
Başkan Seçiminde İttifak Esası
3. İlmî, dinî, meslekî ve siyasî teşekküllerin başkanları bir araya gelerek birini kendilerine başkan seçerler. Seçim toplantısı kapalı bir odada yapılır ve birini ittifakla seçinceye kadar dışarı çıkılamaz. Hz. Ömer, «kendisinin yerine geçecek kişiyi seçecek heyetin ittifak edinceye kadar dışarı çıkmamasını, ittifak edilmeden toplantıyı terk edenin başının vurulmasını ve içeriye de kimsenin girmemesini» vasiyet etmiştir. İttifakla seçilmiş başkanın süresi, yenisi seçilinceye kadardır. Azl yoktur, ama seçiciler heyeti bir başkasında ittifak ederlerse yeni başkan seçilmiş olur, bütün yetkiyi eline alır. Eski başkanı serbest bırakabildiği gibi, sürebilir de. Hz. Peygamber kabile reislerini değiştirmemiş, kendi örflerine göre başkan kalmalarını kabul etmiştir.
İslâmî Düzende Siyasî Denge
Şimdi de İslâm düzeninde siyasî dengenin nasıl kurulduğunu görelim:
Siyasî denge dört teşekkül arasında kurulmaktadır.
İlim her şeyden şüphe etmek ve hakikatleri araştırmak, bütün insanları aynı gözle görmek şeklinde kendini gösterir. Din ise hakikatlere şüphelenmeden bağlanmayı, iyi insanlarla kötüleri farklı görmeyi ve insanları doğru yola götürmeyi gaye edinmiştir. Gerçi gaye bakımından İkisi de birleşmiştir: biri hakkı araştırıp hakikati bulmaya çalışıyor, diğeri ise hakikati kabul ettirip âdil yapmaya uğraşıyor. Böylece bunlar, tıpkı patronla işçi arasındaki ilişki gibi birbirini tamamlıyor. Ancak usulleri tamamen farklı: biri şüpheci ve eşitçi, diğeri teslim olan ve adaletçi. Bu zıtlık bu iki müesseseyi karşı karşıya getirmiş ve tarih boyunca medrese ile tarikat arasında çatışma sürüp gelmiş, cemiyette denge böyle kurulmuştur. Avrupa'da ise kilise ile lâik üniversite arasındaki şiddetli mücadeleler anarşi halini almıştır.
Öte yandan meslekî teşekküller de iş yapmak ve memleketi mâmur hale getirip zenginleştirmek istemektedirler. Bunların hırsızlık, suistimal ve ihtikâr gibi gayrimeşru yollara sapmaları ihtimaline karşı, kontrol ve sınırlama ile görevli idare teşkilâtlanmıştır. İdare şeriatin dışına çıkanları cezalandırır, bu arada su ve elektrik temini gibi sosyal hizmetlerin görülmesini sağlar. Gerçi meslekî teşekküller ile idarenin gayesi birdir: huzur içinde refah. Fakat görevleri farklıdır: biri refahı getirecek işleri yapar, diğeri ise huzur bozacak davranışlara engel olur. Biri yapıcı, diğeri koruyucudur. Biri yapmak, öteki durdurmak isteyecek, bunlar arasında bir zıtlaşma meydana gelecek, böylece sosyal denge kurulmuş olacaktır.
Osmanlılarda ve Günümüzde Gruplar
Siyasî dengenin tam kurulması için, başka tür bir denge daha bulunmalıdır. Gerçekten de Osmanlılarda idare ile ilmî teşekküller ve tekkelerle esnaf teşekkülleri arasında yakınlık meydana gelmiş, böylece bir taraftan yapıcı ve inandırıcı müsbet grup, diğer taraftan şüpheci ve durdurucu menfî grup arasında düzen kurulmuş, denge sağlanmıştır. Tabiatta da mıknatıslarda ve elektrikte böyle bir denge vardır.
Günümüzde de bu genel denge sağ ve solcular arasında sağlanmaktadır. İslâmiyet yıkıcı solculukla yapıcı sağcılık arasındaki dengeyi kabul etmiş ve bunu devlet düzeninin bozulduğu devirlerde uygulanmıştır.
Vücudumuzda, esas yapımızı meydana getiren yapıcı hücreler vardır. Buna karşılık frenleyici hücreler de vardır. Yoksa vücudumuz alabildiğine büyüyüp giderdi. Alyuvarlar vücutta taşıma hizmeti görürken, akyuvarlar da bekçilik edip yabancı maddeleri yok eder, bozuk maddeleri ortadan kaldırırlar. Sıhhatli durumda böyle birbirine zıt hizmetler gören vücut hücreleri dengeyi sağlarlar.
Vücudun içinde bir başka denge düzeni daha vardır: mikroplarla vücut arasında kurulan denge. Vücut sağlam ve dinçken, mikroplar köşede sıkışmış, uyutulmuş durumdadır. Vücut hücrelerinde yaşlanma ve gıdasızlık meydana geldiğinde bu mikroplar azar ve faaliyete geçerler. Bu durumda hücreler yenilir ve vücut hasta olmaya başlar. Eğer vücutta genel bir uyanma olursa, vücut toparlanır, sağlığına kavuşur ve mikroplar sinerler. Eğer vücut kendini toparlıyamazsa savaşı mikroplar kazanır ve insan ölür. Vücut mikropların yemi olarak yok olur ve daha sağlam insanlara hayat imkânı doğar.
Bunun gibi toplumda da devlete yabancı, anarşi çıkaracak, devleti yıkacak zararlı mikroplar vardır. Bunlar normal zamanlarda sinmiş durumdadır, ses çıkarmazlar. Ne zaman devlete yaşlılık ve düzensizlikten dolayı zayıflık arız olursa, o zaman bu mikroplar, anarşik güçler ortaya çıkar, ihtilâl yapmak isterler. Bazen devlet tekrar toparlanır düzen kurulur, anarşistler siner. Devlet kendini toparlıyamazsa özellikle yabancı devletlerin de anarşik güçlere yardımıyla yıkılır. Kendisini yıkanlara yem haline gelir ve yeni devlete imkân hazırlanmış olur.
İslâmiyet bu düzeni kabul etmiş ve mikrop - bünye çatışmasını iman ve küfür çatışması olarak ortaya koymuştur. Müslümanlar İslâmiyete riayet ederlerse küfür siner, şeytan kenara çekilir; gevşerler, İslâmiyeti bozmaya kalkarlarsa küfür gelişir, ortalığı kaplar ve insanları yeniden müslüman olup kurtulmaya zorlar. İşte müslümanların bugünkü perişan hali budur. Müslümanlar Islâmiyetten uzaklaştıkları için bu hale düşmüşlerdir. Ne yazıktır ki, müslümanlar perişanlıklarını İslâmiyetten uzaklaşmalarına, ayrılmalarına değil, aksine müslüman olmalarına bağlamış ve onu resmen de terke başlamışlardır.
Avrupa İle İslâmiyetin Siyasî Anlayış Farkı
Avrupa ile İslâmiyetin siyaset anlayışları arasındaki fark burada beliriyor. Avrupa'da yıkıcı, anarşik kuruluşlar normal düzenin bir uzvu kabul edilmiş ve buna muhalefet denmiştir. İslâmiyet İlâhî düzen içinde yıkıcı ve anarşik kuvvetleri tabiî kabul etmiş, ancak vücut için hastalık neyse öyle görmüştür. Hasta olmak normaldir, ama giderilmesi gerekir. Giderilemezse vücut ortadan kalkar.
Devlet Başkanlığı Müessesesi
İlim, din, iktisat ve idare teşkilâtları arasındaki denge bozulursa, bunu tekrar sağlıyacak kuvvet ne olacaktır? Bu kuvvet başkanlık müessesesidir. Bu denge bozulursa başkan, gerekirse milleti seferber ederek yerine getirir. Ayrıca bu teşkilâtlar tek parti, tek hükümet, tek din ve tek meslek teşekkülü yerine partiler, medreseler, tekkeler, odalar şeklinde teşkilâtlanmış durumdadırlar. Aralarında rekabet olduğu ve üzerinde büyük nüfuzu bulunduğu için bunlar arasında devlet başkanı denge unsuru olur.
İslâmiyette Biat Esası
Biat usulü uygulandığı için, halkı memnun etmeyen kuruluşlar ortadan kalkar; halkı memnun etmekle beraber göre- vini yerine getirmeyenlerse diğer rakip kuruluşlarca yıpratılıp önemsiz hale getirilmiş olur. Bu kuruluşlar, bir yandan güçlü olup rakiplerine sağlam durabilmek için disiplinli, diğer yandan üyelerini kaçırmamak için hürriyetçi ve gevşek olmak durumundadırlar.
İslâmiyetle Avrupa görüşü arasındaki en önemli ayrılık buradadır: İslâmiyet, biati âkit olarak kabul etmiş ve taraflara her zaman akdi feshetme yetkisini tanımıştır. Bir oda başkanı, istediği zaman bir meslekdaşını odasından çıkarabileceği gibi, bir meslek sahibi de odasını her zaman değiştirebilir. Belli; dönemlerde başkanın görevinin bitip seçim yapılması yerine, devamlı bağlanma ve yeni başkanın her zaman geçilebilmesi, böylece eski başkanın görevinin bitmesi sistemi kabul edilmiştir.
Siyasi partilerden üyesi diğerinden çok olan daha çok söz sahibi olur. Her parti veya meslekî kuruluş kendi gücü yani kendisine bağlananların sayısı oranında söz sahibidir, görevi paylaşır. Islâmiyette iktidar - muhalefet ayrılığı yoktur, bir nevi devamlı koalisyon vardır.
İslâmiyette Mülki İdare Sistemi
İslâmiyette. siyasî dengenin bir başka temeli de hem merkezî, hem de federatif bünyeye sahip olunmasıdır. Bir memleket yaklaşık yüz ile, bir il yüz bucağa ve bir bucak yüz mahalleye ayrılır ve her il başkanlarını kendileri seçerek bağımsız bir düzen kurup,yaşarlar. Kendi içişlerini kendileri hallederler, Ayrıca on aşireti (mahalleyi) içine alan köyler, on kabileyi (nahiyeyi) içine alan kazalar ve on şa’bi (ili) içine alan eyaletler vardır. Bunların idarecileri merkezden tayin edilir. Yani eyalet valilerini devlet başkanı, kaymakamları valiler ve köy reislerini nahiye müdürleri (ağalar) tayin ederler. Böylece atlamalı bir düzen kurulmuş olur: eyalet valileri tayinle, vilâyet idarecileri biatla, kaymakamlar tayinle, nahiye idarecileri biatla, köy idarecileri tayinle, mahalle idarecileri ise biatla gelirler.
Bir bölgede bulunan iller arasındaki irtibatı devlet başkanının tayin ettiği eyalet valisi sağlar. Yol yapımı, elektrik ve muhabere sağlanması gibi konulardaki bu irtibat daha ziyade ekonomik ve sosyal yardım sahasındadır. İller birbirinden uzak olduğu için aralarında birleşip devlete karşı gelme güçleri yoktur. Kafa tutan il, yurt içinde yüzde bir güce sahiptir, elektriğini kestiğiniz veya yolunu kapattığınız zaman mefluç hale gelir ve itaat eder. Çünkü tek yol ve kanalla bağlandıklarından iller arasında irtibat yoktur. Öte yandan ilin içişlerine karışmamakla da hürriyet ve serbestlik, dolayısiyle de düzen sağlanmış olur.
Aynı durum il içinde nahiyeler ile kazalar arasında, nahiyeler içinde mahallelerle köyler arasında vardır. Mahalle içişlerinde serbest ama ekonomik bakımdan köyün idarecisine bağlıdır, köy idarecisi de nahiye müdürünün adamıdır.
Hatta bu denge fert ile mahalle arasında dâ sağlanmıştır. Evin içi ferdindir ve devlet müdahale edemez. İslâmiyette herkes kendi evinde bir nevi devlet başkanıdır ve mahkeme kararıyla bile izinsiz bir eve girilemez. Ama dışarıya çıkılınca mahalle başkanına, mahalle dışına çıkılınca nahiye müdürüne, nahiye dışına çıkılınca valiye, vilâyet dışına çıkılınca devlet başkanına itaat etmek gerekir.
İslâmiyet, bu dengeyi temin ettiği için ayrıca bir özel ordu beslemeyi emretmemiştir. Fakat başkan, emniyeti için böyle bir ordu kurarsa, dengeyi bozmamak, yani siyâset dışı tutmak şartiyle bu özel ordunun varlığı gayrimeşru olmaz, diyebiliriz.
Netice
Özetlersek, İslâmiyette siyasî düzen ilmî, dinî, meslekî ve siyasî teşekküller arasında kurulan denge, bîat usulü ve atlamalı merkezî teşkilâtlanma ile sağlanmaktadır.