İSLAMİYET VE GÜNÜMÜZÜN MESELELERİ
Süleyman Karagülle
722 Okunma
İSLÂMİYET VE TEOKRASİ

İSLÂMİYET VE TEOKRASİ

Mefhum ve muhakeme anarşisi içinde bulunanların başında «Islâmiyeti din olarak kabul ediyoruz, ama biz bu memlekete teokrasiyi getirmiyeceğiz» diyenler geliyor. Bunları çevirip, «İslâmiyet nedir, teokrasi nedir?» diye soracak olursanız, size bir sürü mânâsız lâf eder, ama sonunda ne söylediğini kendisi de bilmez, size de bir şey anlatamaz. Biz  bu iki mefhumu anlatmaya çalışacağız.

Teokrasi Nedir?

Önce başlığa uyarak teokrasiyi izaha çalışalım. (Teo) tanrı, ilah demektir. Tanrı kendisine tabiat üstü kuvvetlerin izafe edildiği varlığa verilen isimdir. (Krasi) idare demektir. Demek ki, kendisine tabiat üstü kuvvetlerin izafe edilmiş olduğu kimselerin bir cemiyeti idare etmesine (teokrasi) denir.

Teolar ve Teo Tipleri

Bu, kendisine tabiat üstü kuvvetlerin izafe edildiği kimseler iki grupta toplanırlar. Bunlardan bir kısmı doğrudan doğruya kendisine tabiat üstü bir varlık edasını verir ve bu sebeple cemiyeti idare eder. Eski Firavunlar, Japon kralları, Lenin, Stalin, Hitler, Mussolini, Tito, Mao bu tip tabiat üstü kabul edilen kimselerdir. Ve memleketlerinin idaresi, kendilerine bu sebepten dolayı verilmiştir. Böyle idarelerde kanun, nizam, şeriat, yasa gibi hiç bir şey mevcut değildir. Bizzat berhayat olan tabiat üstü kuvvet (teo) o cemiyeti dilediği gibi idare eder, tebaası üzerinde mutlak bir hükümranlık hakkı vardır. Kuvveti gidip gücü yetmez hale gelince ıskat edilir ve tanrı (teo) öldürülür. Bazan (teo) öldüğü halde etrafında teşekkül etmiş menfaat ve taabbut halesi dağılmaz, onu yaşatmağa ve ona tapmağa devam ederler. Bu ölü tanrıların yerine ortaya vekilleri çıkar, onun adıyla, ama tamamen keyfi bir şekilde idareyi (teokrasiyi) sürüp götürürler. Bugün Rusya’da yaşanan teokrasi Lenin teo’su üzerine kuruludur; gerçekte bir türlü yerleşemeyen vekil teolar bulunmaktadır.

Bazan da kendine tabiat üstü kuvvet izafe etmez, ancak gerçek tabiat üstü kuvvet tarafından cemiyet idare etmek üzere kendisinin vazifeli olduğunu iddia ve kısmen keyfi olarak da cemiyeti idare eder. Kısmen diyorum, çünkü bunlar kâinatın var edicisi tek bir tabiat üstü kuvvete inanır ve onun tabii ve İçtimaî kanunları olduğunu bilir, onlara kayıtsız-şartsız itaat etmek mecburiyetinde olduklarını kabul ederler. Ancak kendilerini tabiat üstü kuvvetle devamlı irtibat kurmuş kabul ettiklerinden, tanrının (Allah’ın) emirlerini eksiksiz ve en iyi şekilde aldıklarını iddia ederler, kendi görüş ve düşünüşleri dışındaki davranışlara yer vermezler. Böylece yine keyfi bir idare doğmuş olur ki, buna da (teokrasi) denir.

Kısmî Teokrasi ve Osmanlılar

Türkiye’de Osmanlıların son asırları bir yarı teokrasi idaresi olmuştur. Bazı tarikatlarda görülen terbiye usulleri böyle bir teokrasiyi andırır. Allah ile irtibatı olan veliler, şahısların ruhî ve ahlakî seviyelerini yükseltir. Bunlar şeriatla kayıtlı olmakla beraber, şeriatı kendi anladıkları gibi tatbik ederler.

İslâmiyet Nedir?

Şimdi de «İslâmiyet nedir?» sorusuna cevap verelim. Bazılarına göre İslâmiyet, Yahudilik, Hıristiyanlık, Budistlik, putpereslik gibi belirli kanunlara tabi bir dindir; onlarla İslâmiyet arasında yalnızca nev’î farkı vardır, mahiyet itibariyle onlardan bir ayrılığı yoktur. Hal böyle olunca, onların nazarında İslâmî bir idare istemek teokrasi istemektir. Şeriatı istemek teokrasiyi davet etmektir. O halde ne olacak? İslâmiyet bir inanç, bir sembol ve bir isim olarak başımızın üstünde, ama bir nizam, bir yaşayış ve faaliyet olarak asla. Dolayisiyle «Müslümanız, ama İslâmiyeti yaşayamayız, İslâmiyete evet, teokrasiye hayır» diyorlar.

Fikir Curcunası Arasında

Bu fikir curcunası içinde ifadelerin çelişik ve çocukça olmasını tabii karşılıyoruz. Bunun içindir ki, bir mantık süzgeci ile tenkidine de girişmiyoruz. Çünkü bu sözlerin sahipleri düştükleri çelişmelerin de farkındalar, dolayısiyle mantığa da karşıdırlar. Yalnız iyi niyetli olanlara islâmiyeti tanıtmağa çalışayım.

Allah İnancının Hakimiyeti

İslâmiyet kâinatı bir tek tabiat üstü varlığın eseri olarak kabul eder ve onun dışındaki bütün tanrıları kayıtsız şartsız reddeder. Böylece birinci çeşit teokrasiye kesin olarak son verir. Bunlara karşı cihat eder ve kendilerini tanrının ortağı gören veya onları tanrının ortağı gösterenleri en kötü kimseler olarak ilan eder. Yalnız tek Allah vardır. Onun değişmez tabiî kanunları vardır ve o kanunlar ilimle bilinir. İnsanın uyması gereken esaslar da bu kanunlardır. Bu tabiî nizam kâinatta cârî olduğu gibi cemiyetlerde de carîdir. Allah’ın tabiî nizamı dışında bir kuvvet ve kudret mevcut değildir, onun dışındaki bütün tanrılar (teolar) sahtedir. Bu sahte tanrılara uyulması suçların en büyüğü ve günahların en şiddetlisidir. Bunun mahiyetini bir tarihî vak’a ile anlatayım:

Hudeybiye’de bütün cemaat Hz. Muhammed’e biat edeceklerine yemin ederler. Peygamber geri dönüş emri verince bunu doğru bulmayan sahabiler direnirler. Nihayet Hz. Ömer Hz. Peygamber’e: «Eğer bu senin emrin ise itaat etmiyeceğiz,Allah’ın emri ise başüstüne...» der. Hz. Peygamberde: «Bu Allah’ın emrinin bir tatbikidir» der. («Allah’ın sizinle sulhetmesini istedikleriyle sulhedin, harp günleri kumandanlarınıza itaat edin» (1) ayetlerini kasdetmiş olacak.)

İslâmiyet’e göre Allah insana doğru ile yanlışı ayıracak akıl vermiştir. Ancak akla bazı hususların hatırlatılması gerekir. Allah kendisini hatırlatan kitapları indirmiş, kitapları anlatacak peygamberleri göndermiştir. Ancak peygamberler sadece birer elçi ve tebliğci olup hiç bir zaman Allah’ın vekili değildirler. Yani onlar sadece kendilerine söyleneni nakleder, gösterir, bunun ötesinde en küçük bir değişiklik yapamazlar. Onlar da her zaman Allah’la irtibat halinde değildirler. Her istedikleri zaman Allah’la konuşamadıkları gibi, her istedikleri şeyi O’na soramazlar. Vahyi beklerler,gelmediği zaman içtihat ederler. Bu içtihatlarında hata etmiş olabilirler. Nitekim bazı içtihat hataları olmuş, bunlar sonra gelen âyetlerle düzeltilmişlerdir.

Peygamberlik ve Peygamberin Vazifeleri

Peygamberin üç türlü vazifesi vardır.Birincisi bir insan ve fert olarak yapacağı vazifelerdir ki, bunlarda müminlerden hiç bir farkı yoktur. İkincisi, bir devlet başkanı olarak yaptığı vazifelerdir ki, onda da müslüman devlet başkanlarından farklı hiç bir imtiyazı yoktur. Üçüncüsü ise, Allah’ın emirlerini insanlara nakleden peygamberlik vazifesidir ki, diğer müslümanlardan sadece bu bakımdan ayrılıyordu. (Bir gün bir a’rabi bir müslüman hanımın yoğurdunu çalar. Kadın Peygambere şikâyet eder. Herkesin doğruluğunu tastik ettiği hanımdan Hz. Peygamber şahit isteyince kadın gösteremez. Hz. Peygamber a’rabiyi beraat ettirir. Diğer sahabiler «yalancı olduğu besbelli idi, ağzından yoğurt kokusu geliyordu, neden beraat ettirdin?» diye sorarlar. Hz. Peygamber «biz görünüşe göre hükmederiz, içini yalnız Allah bilir» cevabını verir.)

İslâmiyette Fikri Serbestlik

Görülüyor ki, Hz. Peygamber hayatta iken, devleti hiç bir zaman tabiat üstü kuvvetlere dayanarak idare etmemiş, sadece mevcut kitaba göre tamamen aklın, ilmin ve içtihadın gösterdiği yoldan hareket etmiştir. Dayandığı kitab İlâhî olsun olmasın, bu şekilde tamamen objektif kâide ve içtihatlarla yapılan idare hiçbir zaman teokrasi olamaz. Bu sebeptendir ki, Hz. Peygamber’in idaresine teokrasi denemez.

Kazaî Hüküm, Dinî Hüküm

İslâm hukukçuları bunu açıklığa kavuşturmuş ve iki çeşit hüküm koymuşlardır: Biri cezası zâhire göre ve hükümet tarafından verilecek hükümler (kazaî hüküm). Diğeri ise, cezası gizlenene göre ve Allah tarafından verilecek hükümler (dinî hüküm). Teokrasi kazaî hükümleri dinî otoritelerin emrine vermektir. Halbuki İslâmiyette dinî otorite yoktur ki, kazaî hükümler onun emrine verilmiş olsun... İslâmiyette Hıristiyanlıktaki papaz ve papanın selâhiyetlerini taşıyan imam, vaiz ve müftü teşkilatı yoktur. Bunlar İslâmiyetin ilk asrından sonra çıkmış müesseselerdir. İslâmiyette tayinle gelmiş dinî memur yoktur,âlim ve müctehid vardır. Devlet adamlarına da sadece kazaî hükümlerin uygulaması verilmiş ve dine karışmaları yasaklanmıştır. «Dinde zorlama yoktur.» (2)

Şeriatın Tarifi

Hele Hz. Peygamber’den sonra vahiy de kesilmiş olduğuna göre bugün bir müslüman için teokrasiyi düşünmek bile mümkün değildir. Bir müslüman Allah’ın bildirdiği ve insan aklına hitap eden tabiî nizamı, kâinat nizamını yaşar ki, bunun adı şeriattır. Demek ki, şeriat Allah’ın bildirdiği ve insan aklının da doğru kabul ettiği tabiî kanunlardır.

Tercüme Kanunlar ve Günümüzün teokrasisi

Eğer biz size «biz şeriat hükümlerinin yanlış olduğunu, ilme aykırı olduğunu anladık, ama mâdem ki müslümanız yanlış olsa da ona uyacağız» dersek teokrasiyi istemiş oluruz. Halbuki biz, «eğer şeriatta bir hata varsa, gelin tartışalım, yanlış varsa düzeltelim, daha iyisini biliyorsanız onu bulup, ona uyalım» diyoruz. Bizim bu isteğimizle teokrasiyi getirmenin hiç bir ilgisi yoktur, ilim, «tercüme kanunlarla memleket idare edilemiyeceğini» söylüyor. O halde «İsviçreden tercüme ettiğiniz medenî kanunu memleketimizde tatbik edemezsiniz» dediğimizde irtica ile, inkılâp düşmanı olmakla suçlanırsak, biz ne yapabiliriz?

Siz saçmaları müdafaa edemeyince hep bir şahsı ileri sürer, ona kayıtsız şartsız teslim olmak gerektiğini savunur, bu düşüncelerinizi Anayasalara kadar sokarsınız. Ceza kanunları çıkartır,mantıksız, muhakemesiz ve ilimsiz onun perdesi altında bizden itaat istersiniz. Tenkide kalkışırsak hapishane yolunu gösterirsiniz. Niçin? Çünkü siz bir insana tabiat üstü kuvvetler veriyor ve onun arzularına göre idarenin devamını istiyorsunuz. Türk ordusuna varıncaya kadar her kuvveti ona yöneltiyorsunuz. Üniversiteler toplanır, ilme aykırı olduğu halde «evvelâ devrim» diye karar alır. İşte bu bir nevi putperesliktir. En âdî teokrasidir.

O kadar acayip ve gülünç kimselersiniz ki, eğer başka bir diyardan sizi seyreden olsaydı, katıla katıla güler, sonra namınıza oturur ağlardı.

Kanun ve Şeriat

Kanun ve şeriat aynı mânayı ifade eden arapça iki kelimedir. Avrupalılar hançerelerine kolay geldiği için müslümanlardan kanun kelimesini almışlar, Türkler ise şeriat kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Teşri kuvveti şeriat yapan kuvvet demektir. Meşru’ demek, şeriata, yani kanuna uygun demektir. Şeriat ve kanun aynı mânaya olduğu halde, «ben kanunlara uymuyorum» desem cezalanırım, «şeriata uyuyorum» desem yine cezalanırım. Halinizi ve fikrî seviyenizi düşünün...

 

(1)   Kur‘an-ı Kerîm, Enfâl sûresi, âyet 62-66

(2)   Kur‘an-ı Kerîm, Bakara sûresi, âyet 256

 

 

 

 

 

 


 

 



© 2024 - Akevler