İSLAMİYET VE GÜNÜMÜZÜN MESELELERİ
Süleyman Karagülle
861 Okunma
İSLÂMİYET VE DÜZEN

İSLÂMİYET VE DÜZEN

Din arapça bir kelimedir. Borç, alacak ve muhasebe mânalarına gelen deyn ile aynı köktendir. Genel olarak din demek, kişilerin borçlu ve alacaklı, yani hak ve vazifeli olmaları demektir. Genel mânada bir hukuk düzenidir. Kur’an da din kelimesini bu mânada kullanmaktadır. Bunun batı dillerindeki karşılığı sistem veya rejimdir. Dinin özel bir mânası daha vardır ki, bugün bizim kullandığımız mânadır ve bunun da batıdaki karşılığı religion’dur.

Bugün, İslâmiyet dar mânada din anlayışında kabul edilerek değerlendirilmekte ve bundan dolayı kabul edilmesi mümkün olmayan, çok acayip sonuçlara varılmaktadır. Meselâ din, idare işlerine karıştırılmakta, vicdan baskı altına alınmaktadır. Din dar mânasında değil de genel mânada kabul edildiği zaman İslâmiyetin lâik bir düzen olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Esasen batı lâik düzeni İslâmiyetten öğrenmiştir. Avrupada koyu Hıristiyanlık hüküm sürer, başlangıçta Hıristiyanlar aslanlara parçalatılır, daha sonraları da Hıristiyan olmayanlar (meselâ Yahudiler) toptan imha edilir, malları ve canları av hayvanları gibi helâl sayılırken İslâm ülkelerinde tâ Peygamber zamanından beri Hıristiyan, Yahudî ve Mecusiler tam serbestlik ve hürriyet içinde yaşıyorlar, batıdan kaçanlar soluğu İslâm ülkesinde alıyorlardı. Hatta Hıristiyan mezhepleri birbirlerine, hiç bir zaman müslüman ülkelerinin Hıristiyanlara gösterdiği İnsanî anlayışın yarısını bile göstermiyordu. Buna tarih de şahittir.

Bugün Türkiye’de lâiklik edebiyatını yapıp, müslümanlara reva görülen zulüm bu noktanın unutulmasından ileri gelmektedir.

İslâmiyet yalnızca bir din değildir, bir düzendir. Yalnız ilim sahasında değil, hukuk, ekonomi ve idare sahalarında da hükümler getirmiş ve bir çok yenilikler yapmıştır.

İslâmiyet bugün yeryüzünde mevcut liberalizm ve kapitalizm ile sosyalizm ve komünizm düzenleri yanında üçüncü ve bambaşka, bunların karması olmayan bir düzendir. İslâmiyet özellikle bu yönü ile ele alınmalıdır. Bu bütün dünya için de faydalı olacaktır. Sadece bir din olarak ele alınması ise fayda yerine zarar getirir. Çünkü her düzen kendi dinini kendisi getirir ve o din o düzen içinde faydalı olur. Kapitalizm ve liberalizme ancak Hıristiyanlık dini, komünizm ve sosyalizme ise ancak dinsizlik dini uygundur. Ne kapitalizmde, ne de komünizmde İslâm dini faydalı olamaz. İki yoldan birisini tercih edeceğiz; ya İslâm düzenini de alacağız veya İslâm dinini bırakacağız. Kapitalizm veya komünizmde müslüman olarak kalmak mümkün değildir.

İslâmiyet Genel Bir Düzendir

Bir düzenin beşeriyetin bütün meselelerini çözen esasları bulunması onu genel düzen haline getirir. Kapitalizm böyle bir genel düzendir. Temeli liberalizm, ferdiyetçilik ve ferdî mülkiyettir. Komünizm de böyle genel bir düzendir. Temeli sosyalizm, devletçilik ve topluluk mülkiyetidir. Bu düzenler bu anlayışlar içinde bütün meselelerini çözmeye çalışırlar. Kapitalizm serbestliği esas aldığından din hürriyetini, cinsî münasebette serbestliği, akitlere bağlılığı sağlar ve bu yüzden de meselâ boşanma zorluğu gibi sonuçlara varır. Komünistler ise, devletin hakimiyetini temin için aile, din ve mülkiyet düşmanlığı yaparlar ve evliliğe karşıdırlar.

Hıristiyanlık böyle tam bir düzen değildir. «Allah’ın hakkını Allah’a, kralın hakkını krala ver» demektedir. Böylece meselâ idare hususunda bir görüşü olmadığı için susmakta, bu işi başkalarına havale etmektedir. Ama hiç bir zaman krallar Allah’ın hakkını Allah’a vermediler. Avrupada zaman zaman krallar, diktatörler, dinsizler, zaman zaman da Kilise Allah adına yapmadığını komamıştır.

İslâmiyet ise tam bir düzendir. Görüşü olmadığı herhangi bir şey tasavvur edilemez. Marks’ın kapitalistlerin matematiğinden başka bir matematiği yoktur, bu hususta hiç bir şey söylemez. Ama Kur’anda matematiğin esasları vardır. Önce sayılar sistemi getirilmiş, onlu ve ikili sayılar kullanılmış, onlu sayı sisteminin kâmil sayı sistemi olduğu bildirilmiştir. Toplamayı tarif etmiş ve bütün matematiğin toplamanın değişik biçimlerinden ibaret olduğunu bildirmiştir. Böylece bugün AvrupalIların kullandıkları sayı sistemi ile matematiği İslâmiyet kendi temel kitabında belirtmiştir.

Mekân hakkında bilgi verirken mekânın üç boyuttan daha fazla olduğu, kâinatın yuvarlak ve büyümekte bulunduğu yine Kur’anda bildirilmiştir. Bugünkü geometrinin postulaları da onda açıkça ifade edilmiştir.

Kur’an zamanın da İzafî olduğunu yine çok açık bir şekilde bildirmiş, bugün tesbit edilen gerçekler orada ifade edilmiştir. Maddenin enerjiye, enerjinin maddeye dönüşeceği, ışık hızından daha yukarı çıkılamıyacağı, gök cisimlerinin dengelerini sağlamaları için dönmeleri gerektiği gibi fizik ve astronomik hakikatların esasları yine Kur’anda yer almıştır. Yine Kur’an bütün maddelerin esasının su olduğunu ve başlangıçta bitişik olan âlemin bugünkü düzeninin patlama ile kurulduğunu bildirmektedir. Biyoloji de susuz hayatın o- lamıyacağını, canlıların eşeyli olduklarını söylemekte, gen, k- romozom ve zoospermalardan kendi isimleriyle bahsetmektedir.

İnsanın ruhiyatı, topluluğun gelişmeleri de Kur’anın hemen hemen her sayfasında yer almaktadır.

Kur’anda dil, sanat, teknik ve hukuk düzenleri de bulunmaktadır.

Kur’an kendine has bir dile sahiptir, değiştirilemez ve arapçadan başka bir dilde tam ifade edilemez.

Kur’anın kendine has bir müziği vardır ve bunun doğunun müzik gelişmesinde çok büyük tesiri olmuştur.

Kur’anın Avrupa hukukuna tesir edecek kadar önemli bir hukuk düzeni de vardır, iktisat, ilim, ve idare ile dinde getirdiği yeniliklerden ileride bahsedeceğiz.

Demek ki, İslâmiyet yalnızca bir din değil, genel bir düzendir de.

İslâm Düzeninin Esasları

Kâinat bir zamanlar yoktu, sonradan varedildi, tekâmül ederek geliştirildi. İnsan onun en son ve en üstün meyvesidir.

Kâinat boş yere yaratılmamıştır. Gayesi insanları daha üstün yaşayışa eriştirmektir. Bu dünya bir mekteptir. Herkes imtihan vererek buradan ayrılır. Sınıflarını geçenler daha üstün hayat yaşayacaklar, sınıfta kalanlar ise daha çileli bir eğitime tâbi tutulacaklardır. Bir kısmı da aynı sınıfta okumaya devam edeceklerdir. Yüksek hayata cennet hayatı, aşağı hayata cehennem hayatı, bu dünyaya benzer hayata ise âraf denmektedir.

Bütün bunları yapan, insanları yaratan onlardan daha akıllı ve güçlü bir varlık vardır. Onun varlığı kendiliğindendir, Onu kimse varetmemiştir. Kâinatı yaratan Odur. Orada herkes hesabını verecek ve karşılığını alacaktır.

İnsanlar bu gerçeklere mitolojik yoldan inanma durumunda değildirler. İslâmiyet bu haberlere inanmadan önce insanları İlmî tartışmaya davet etmekte, «Gelin, gerçekleri beraber araştırıp hak ne ise ona uyalım» demektedir. Meseleleri ayrı ayrı ortaya koymakta, bir çok deliller ileri sürerek Kur’anın bu kâinatı varedenin sözleri olduğunu iddia ve isbat etmektedir. Bu kitabın yazarı başlangıçta Kur’anı bir araştırmacı gözü ile, müsbet ilimlerin usulü ile incelediği zaman onun Allah sözü olduğundan asla şüphesi kalmadı.

İşte Kur’an kendisi böyle meydan okumakta ve okuyanlara getirdiği düzenden daha iyisi ortaya konduğu takdirde ona uymaları gerektiğini söylemekte, ama bunu kimsenin yapamıyacağını iddia etmektedir. İşte biz bu yazımızda Kur’anın getirdiği düzenden tesbitlerimizi arzedecek, böylece İslâmiyeti ve iddialarını göstermeye çalışacağız.

Bu yazılarımızı okurken, okuyucuların Kur’anın ortaya koyduğu bazı esasları daima gözönünde tutmaları gerekmektedir:

1-İlk görev okuyup öğrenmektir. Bunun için herkes çevresini ve kendisini tetkik edecek ve onları anlamaya çalışacaktır.

2-Söylenen sözlerin hepsi dinlenecek, «sen yanlış söyleyeceksin» diye kimse susturulmayacaktır. Çünkü söylemeden ne söyliyeceği bilinemez.

3-Söylenenler içinden ve araştırmalar sonunda varılan sonuçtan en iyisi seçilecek ve ona uyulacaktır. Hiç bir zaman hak dışında bir davranış benimsenmeyecektir. Ekseriyete, âmire ve başka birine uyma yoktur.

4-Herkes kendi görüşünü, içtihadını uygulayacaktır.

Kişi hata etmesinden mes’ul değildir. Öğrenmemiş, kendi gücü nisbetinde araştırmamış olmasından, kendi anlayışına göre doğru olan şeyi yapmaktan mes’uldür.

5-Kişi bilmediği hususları araştıracaktır, demiştik. Kendisi araştırma yapacak durumda değilse, bir bilene soracak ve onun beyanını tam kabul edecektir.

6-Bilip uyguladığı şeyleri başkasına öğretecek ve anlatacaktır.

7-Öğretip anlatırken hataları varsa kendisi düzeltecek, karşı tarafı ikna ettikten sonra gelin bunu yapalım, diyecektir. Böylece, bizim bu kitaptaki görevimiz ortaya çıkıyor. Bilip yapmaya çalıştıklarımızı anlatıyoruz ki, tartışma açılsın, hatamız varsa düzelelim.

İslâm Düzeninin Getirdikleri

İslâmiyete kadar, bütün insanlığın davet edildiği genel bir düzen görülmemektedir. Tarihte İslâm inançlarını taşıyan pek çok medeniyetler gelip geçmiş, ancak bunlar hep millî sınırları içinde yer almıştı. İslâmiyetin getirdiği tek tanrı ve öldükten sonra dirilme esası ilk insanın yaratılışından beri bütün Peygamberlerin ortaya koyduğu, savunduğu şeylerdir.

Hz. Adem ilk peygamber olduğu için bütün insanlara hitap etmiştir. Hz. Nuh zamanında da nesil yenilenmiş ve hitabı bütün insanlara olmuştur. Hz. İbrahim Hıristiyanlığın, Yahudiliğin ve Müslümanlığın ilk müjdeleyicisidir. Dolayısiyle İslâmiyete doğru atılmış büyük adımlardan biridir. Yahudiliğin hükümleri ise İslâmiyetin hükümleriyle büyük paralellik gösterir. Hıristiyanlık şeriat olarak Yahudiliği kabul etmiş, fark olarak Hıristiyanlığa Yahudi olmayanları da kabul etmiştir. Böylece tarihî gelişme içinde bütün insanlığa hitap eden bir din olarak ortaya çıkmıştır.

Bununla beraber daha önceki peygamberler daima kendi milletlerine hitap etmiş, sadece fikren insanlığı tek dine doğru hazırlamışlardır. Gerek Hz. Musa, gerek Hz. İsa bütün insanları kendi dinine davet etmemiş, ancak gelenleri de kabul etmiştir. Hz. Muhammed ise dinini aşağıdaki genişleme içinde yapmıştır:

1-Dinini önce ailesi (hanımı, kölesi ve evlerinde bulunan çocuk akrabası) içinde tesis etmiştir. İslâmiyetin ferdî bir din oluşu asla mevzubahs olmamıştır. Çünkü Hz. Muhammed’in peygamberliğini, Allah tarafından vazifeli olduğunu başta hanımının yakını bir Hıristiyan âlimi bildirmiş ve üçü birden kabul etmişlerdi.

2-Hz. Peygamber daha sonra aşiretini (Kureyşi) İslâmiyete çağırmış ve ilk çalışmalarını onlar arasında yapmıştır.

3-Üçüncü kademede milletini, arapları İslâmiyete çağırmış ve hayatında bütün arapları İslâm dinine sokmuştu. Kendisi de devlet başkanı olmuş ve onları on yıl idare etmiştir.

4-Sonunda bütün insanları İslâmiyete çağırmış ve bütün devlet başkanlarına mektuplar yazmaya başlamıştır. Kur’an da bütün insanlara Peygamber olduğunu açıkça ilân etmiş, bütün insanlığın artık tek kitapla idare edileceğini ve bundan sonra ne araplarda, ne de başka ülkelerde peygamber gelmeyeceğini bildirmiştir.

İslâm düzeninin getirdiği yenilik işte budur. Bütün insanlığı kucaklıyan, her devre ve millete uyacak, hiç bir zaman eskimiyecek, milletleri ve devletleri ortadan kaldırmayan, ilerlemeye ve mahallî şartlara uymakta zorluk çekmeyen bir düzen oluşu.

Bunun içindir ki, İslâmiyet ilimde, dinde, iktisatta ve idarede büyük yenilikler getirmiştir. İlimde içtihat müessesesini getirmiş ve böylece bütün dinleri kucaklayan bir düzen tesis etmiştir. Ekonomide faizsiz, ticaretli ve gümrüksüz bir düzen getirmiştir. İdarede ise eşitlik ilkesine dayanan milletlerarası hukuk düzenini getirmiştir.

İslâmiyetin İlimde Yaptığı Yenilikler

İnsanlığın artık kendi kendine düşünebilir yaşa geldiğini haber veren İslamiyet, vahyin kesildiğini, artık yeni peygamberin gelmiyeceğini, genel mânada dinin tamamlanmış bulunduğunu bildirmiş, peygamberlerin yerini ilim adamlarına terketmiştir. Kur’an ve hadisler bir çok yerde bu hususlara işaret etmektedir.

Hz. Peygamber, «Benim ümmetimin âlimleri İsrail oğullarının peygamberleri gibidir, âlimler peygamberlerin mirasçılarıdır» buyurmaktadır. Böylece İslâmiyet, devirlere ve kavimlere göre değişecek hükümleri ihtiva etmiş bulunmaktadır.

Kur’an genel hükümleri içine alır. Yani zaman ve mekâna göre değişmeyecek esasları bildirir. Bunların esas alınarak, ihtiyaçların araştırma ile karşılanmasını emreder ki, buna içtihat denmektedir. İçtihadı dünyaya İslâmiyet getirmiş,böylece insanlık içinde en büyük inkılâbı yapmıştır.

İçtihadın temeli, kişinin araştırması ve sonra da kendisinin karar vermesinden ibarettir. Kişi bilmediğini bilene soracaktır. Bilmediği hususlarda ehlinin görüşleri ile hareket etmek zorundadır. Ancak burada da içtihat yapmak yine kişiye düşmektedir. Kişi önce ne yapıp yapmayacağına kendisi karar vermektedir. Böylece genel mânada her insan devamlı içtihat yapma halindedir. Bu tür amelî içtihat eski dinlerde de vardı.

Ancak amelî ve tatbikînin ötesinde genel olarak bugünkü kanunları yapma biçiminde ortaya çıkan bir içtihat daha vardır. Burada kişi adeta yeniden kanun ortaya çıkarmaktadır. Bunu kıyas (benzetme) yoluyla yapmaktadır, işte tümevarım da dediğimiz bu kıyası yeryüzüne getiren İslâmiyettir.

Eskiden tümdengelim, aklî kıyas vardı. İslâmiyete kadar insanlık tümevarımı uygulayamıyordu. Çünkü henüz yeteri kadar fikren ve ilmen gelişmiş değildi. İnsanlık belli merhaleleri geçirdikten sonra artık kıyas (benzetme) yapabilecek seviyeye gelince değişik kitap ve değişik peygamberler usulünü tâdil ederek tek kitap ve ilim adamları sistemini getirmiştir. Yani insanlık İslâmiyet sayesinde mistik hayattan müsbet hayata geçmiştir.

Demek ki, ilimde yeni usul getirmiştir ki, o da tümevarım metodudur ve gerek doğu, gerekse batı bu metod sayesinde, bu kadar kısa zamanda, bu yüksek seviyeye ulaşmıştır.                 

İslâmiyet ilimde yalnız kıyas ve içtihat metodunu getirmekle kalmamış, mutlak hakikat için de yepyeni kriterler ortaya atmıştı. Eskiden mutlak hakikat peygamberlerin söyledikleri, Allah’ın indirdiği kitaptı. Yunanlılara göre de mutlak hakikat kişinin kafasında düşündükleri idi. Yani her iki taraf, peygamberler de, filozoflar da tek kişinin mutlak gerçeği bilebileceği kanaatinde idiler. Kendi devirleri için ikisini de doğru görebiliriz. O devrin ilmi için o kriterler yeterliydi. Ancak vahyin kesildiği devirlerde, artık tek kişiden mutlak gerçekleri bulmayı beklemek yersizdi. İşte bundan dolayıdır ki, İslâmiyette mutlak gerçek ancak ve ancak icma ile sabit olur. Bir şeyin Kur’anda yazılmış olması veya Peygamberin onu söylemiş olması onun mutlak gerçek olması için yeterli değildir. Ayrıca bütün alimlerin onu öyle anlamış olmaları gerekir ki, buna icma denilmektedir. Demek ki, mutlak gerçek İslâmiyete göre bütün ilgililerin aynı şekilde düşünmüş olmalarıdır. Biri başka türlü düşünse o zaman o mutlak gerçek olmaz.

Böylece ilimde içtihat, icma ve tümevarım ile İslâmiyet yepyeni bir çığır açmıştır.

İslâmiyetin Dinde Yaptığı Yenilikler

İnsanlık, müşterek bir düzende yaşadığı müddetçe, onlardan beklenen aynı dinde ve inanışta olmalarıdır. Böylece bugün bile din ve vicdan hürriyeti yoktur. Halbuki İslâmiyet yeryüzünde en büyük inkılâbı yapmıştır. Bu da, değişik inanışlarda olan kişileri birarada yaşatma düzenini kurmasıdır.

Temel felsefesi şudur: Kişiler, öğrenip yaptıklarını karşı tarafa da öğretme ve anlatma hürriyetine sahiptirler, aynı zamanda bununla görevlidirler. Buna cihad denmekte ve ibadetlerin en büyüğü sayılmaktadır. Buna karşı öteki tarafı dinde zorlamaya ise, İslâmiyet şiddetle karşı gelmektedir.

İslâmiyet her şeyden önce samimiyet, hulûs, iç ile dışın bir olmasını ister. Baskıya mutlak surette karşıdır. Bu hususu ilimde de uygular, her fikre ve düşünceye serbestlik verir. Her söze kulak verilmesini ister. Ama sonra yapma ve inanmada kimsenin kimseyi zorlamaya yetkisi yoktur. Herkes dilediği gibi, gerçek hürriyet içinde inanacak ve yapacaktır. Allah ve kısmen de devlet bu inançlarının ve yaptıklarının hesabını soracaktır. Hesap sorma işi kişilerin elinden alınmıştır. Devlet başkanının bile muhakemesiz ceza verme yetkisi kaldırılmıştır. Hakta dahi zorlama yoktur. Kişi yaptığının cezasını çeker, yoksa kimse yapmasına mânî olamaz.

Din hürriyeti dini yayma, hakka çağırma hürriyeti mânasındadır. Biri çıkar da «benim hürriyetim var, seni dinlemek istemiyorum, sus» derse, ne olacak, kimin hürriyeti korunacaktır? Susturmak isteyenin, dinlememe hürriyeti mi, yoksa konuşmak isteyenin dinletme hürriyeti mi öne alınacak?

İlk akla gelen susturmak isteyenin hakkı olması gerek- tiği, dinlemek istemeyeni zorlamanın haksızlık olacağıdır. Ancak İslâmiyet bunu böyle anlamıyor. Bir cemiyette yaşayanlar aynı vücudun hücreleridirler, birbirleriyle ilgisiz yaşayamazlar. Herkes herkesi dinlemek zorundadır. Kimse kimseyi susturamaz.Olsa olsa söz sırasını ve hakkını isteyebilir. Herkes dinletme hürriyetine sahiptir, yoksa karşı tarafı susturma hürriyetine sahip değildir. İslâmiyet daima müsbet haklar tanır, menfî hak yoktur. Mülk edinme haktır, başkasının mülk edinmesine mâni olmak hak değildir. Bundan dolayıdır ki, boş araziye herkes ihya ederek sahip olabilir.

Dindarlar kendi dinlerini yaymak, anlatmak, duyurmak hakkına ve görevine sahiptirler. Buna karşılık başkalarının dinlerini yayma, duyurma ve öğretme faaliyetine mâni olamazlar. Kendilerinin de kulak vermeleri vicdanî görevleridir Ancak bunun ötesinde herkes kendi vicdanının sesine göre inanacak ve davranacaktır. Kimse kimseye dinî baskıda bulunmayacaktır. Dinde zorlama ve din için savaş yoktur, din ve vicdan hürriyeti sağlamak için savaş vardır.

İşte islâmiyetin getirmiş olduğu bu düstur bütün İslâm devletleri tarafından tâ başlangıçtan beri uygulanagelmiştir. İslâmiyetin tesiri ile Avrupalılar da bu düsturu benimsemeye çalışmışlar ve bunun adına lâiklik demişlerdir. Avrupaya bu fikirler girdiği zaman, buna şiddetle karşı konmuş ve o zaman müslümanlık bundan dolayı dinsizlik kabul edilmişti. Çünkü herkesin inancında serbest bırakıldığı, kimsenin inançlarına karışılmadığı bir ülke onlara göre dinsizdir.

İslâmiyetin Ekonomide Yaptığı Yenilikler

İslâmiyetin ilim ve dinde getirdiği yenilikleri Avrupa benimsemiş ve bugünkü seviyeye yükselmiştir. Ekonomide ve idaredeki yenilikleri ise Avrupa henüz kavramış bile değildir. Bu hususta bugünkü Avrupa orta çağ Hıristiyanlığının daldığı uykudaki gibi dalgındır. İslâm ekonomi ve idare sisteminden tamamen habersizdirler. Gelecek bu sistemleri bilip uygulayanların olacaktır. Eğer İslâm düzenini bilseler onların da şüphesi kalmayacaktır. Ancak şimdilik kulakları tıkalıdır, duyamazlar.

İslâmiyet’in ekonomide getirdiği yenilikleri çok kısa maddeler halinde özetlemeye çalışacağım:

1-İslâmiyet malların devlete ait olduğunu kabul etmiş, fertlere onun idaresini vermiştir. Batıda ise mallar ya devletindir, ya ferdindir. Devletinse onun idaresini hükümetler yapar.

2-İslâmiyet hükümetlere malları koruma görevi vermiş ve buna karşı vergi alma hakkını tanımıştır. Ferdin mallarının idaresine karışma yetkisini hükümetlere vermemiştir. Batı ise hükümetlere mülkiyet hakları üzerinde oynama imkânı tanımaktadır.

3-Hükümetlerin alabileceği vergileri beşte, onda ve kırkta bir olarak belirlemiş, bunlarda arttırmalar yapma hakkını tanımadığı gibi yeni vergiler ihdas usulünü de kaldırmıştır.

4-Hükümetlere normal vergi dışında gümrük vergisi alma yetkisi tanımamış, böylece bütün dünyayı tek ekonomi düzeni içine sokmuştur. Bugün dünya bundan ne kadar uzaktadır.

5-Bütün dünyada geçerli tek para sistemini getirmiş, bunun birimi olarak altını, iç para olarak da gümüşü kabul etmiştir. Böylece altın fiatı ile hem iç hem de dış piyasa dengesini kurmuş, fiatlara müdahaleyi şiddetle yasaklamıştır.

6-Devletin gelirleri gibi giderlerini de tesbit etmiş ve dengeli bütçe sistemini hükümetlerin oynamasına imkân vermeyecek şekilde kesinleştirmiştir.

7-Sermayesizlik, yoksulluk, faizsiz kredi, acizlik, yetimlik, turizm ve genel güvenlik sigortaları getirmiş ve bütün bunları vergi ile sağlamış olup, başka herhangi bir prim veya aidat tahsilini yasaklamıştır.

8-Geniş yol ve seyahat imkânlarını gerçekleştirmiş ve bu suretle iç ve dış ekonomi birliğini sağlamıştır.

9-Vakıf müesseseleri ile amme hizmetleri gören bağımsız müesseseler geliştirmiş ve bunlar üzerinde vakıfname dışında bir tasarruf hakkı kimseye tanımamıştır.

10-Sermaye vergisini koyarak âzamî sermayeleri hudutlamış ve serbest rekabeti korumuştur.

11-Ticareti sermayeye bırakmış, ona kâr ve zarar tanımıştır. Hükümetlerin ve idarelerin fiatlara müdahalesini yasaklamıştır.

12-Üretimi krediye bırakmış ve çalışana kredi sistemini koymuştur. Faizi yasaklamış, ticarî krediyi kaldırmıştır.

13-Üretimde tam ferdî mülkiyeti esas almış ve herkese çalıştığı ve katıldığı riziko nisbetinde kazanç temin etmiştir. Tüketimde ise herkesin ihtiyacını çalışsın çalışmasın temin etmek yoluna gitmiştir.

14-Devletler arasında vatandaşları giriş-çıkış için tam serbest bırakmış, yabancılar için izin almaları şartını koymuştur. Ancak bu izin için her hangi bir vatandaşın muvafakati yeterli görülmüş, başkaca herhangi bir muamele aranmamıştır.

15-Karzihasen müessesesini kurarak bankanın temelini atmış ve faizsiz kredi ile yatırımları dengelemiştir.

16-Akrabalık müessesesini tanzim etmiş, aşiret, kabile ve kavimlere şahsiyet vererek mülkiyet haklarını tanımıştır. Eşyalara ise şahsiyet tanımamıştır. Vakıfları ferdin mülkiyetinden çıkarmış, ama hükümetlerin mülkiyetine de sokmamıştır.

 

İslâmiyetin İdarede Yaptığı Yenilikler

İslâmiyetin getirdiği İdarî yenilikler daha bilinmemektedir. Ekonomik yenilikler Hz. Muhammed’ten sonra bin yıl kadar uygulanmış ve sonuçları görülmüştür. İdaredeki yenilikler ise daha ilk halifeler devrinde istikametini değiştirmeye başlamıştır. Muaviye ve ondan sonra gelenler İslâmiyetin İdarî sistemini bozmuş ve bu bozuk idarî sistem bin yıl İslâm ve batı âleminde uygulanmış, hattâ halen bugün bütün dünyada uygulanmaktadır. İslâm idare düzenini yalnız batılılar değil, müslümanlar da anlayamamış ve uygu- layamamışlardır.

İslâmiyetin idarede yaptığı yenilikleri anlamak için elimizde sadece iki delil vardır: Kur’an ve hadis. Maalesef sonradan gelen despotik idareler içtihat yapmaya ve icmaın meydana gelmesine imkân vermemiştir. Ebu Hanife gibi bir müctehit bile Hz. Ömer’in tatbikatını icma kabul ettiği için bu sahalarda bize yeterli aydınlık getirmemiş, böyleyken bile zalim idareciler elinde şehit edilmiştir.

Hz. Peygamber on sene içinde üç milyon km2 büyüklüğünde bir ülkede, en iptidaî bedevilere güçlü ve yüksek bir devlet kurdurdu, çok kısa zamanda hâlâ hayranı olduğumuz o büyük medeniyeti tesis etti. Yoklukları varlıklara çevirdi. Bir tek memuru, bir kapıcısı yoktu, köle bile çalıştırmıyordu. Hz. Peygamberin tayin ettiği kumandan ve valilerden başka görevli ve ücretli kimse yoktu. Vergi toplamaya memur edilenler de, aslında memur değil, vergileri topladıktan sonra kendi işlerine dönen hizmetlilerdi. Hz. Peygamber kadılar tayin etmemişti, bu yeniliği Hz. Ömer yaptı. Bu açılan yoldan giden Muaviye ise despotik bir idare kurdu. Bundan dolayıdır ki, İslâmiyetin ve Kur’anın idarede yaptığı yenilikler, ancak onbeş, yirmi yıl uygulanabilmiştir. Dolayısiyle Kur’an ve hadisten başka bu hususta müracaat yerimiz yoktur.

İslâmiyetin idarede getirdiği yenilikleri de madde madde hulâsa edelim:

1-idare edenle; edilen sınıfları kaldırmış, bütün milleti topluluğu idare eden hâkim zümre haline getirmiştir. Eskiden ülke idarecilerindi, halk ülke sahiplerinin kullarıydı. İslâmiyet ise halkı ülke sahibi yaptı.

2-Bîat sistemi getirerek herkesin kendi reisini kendisinin seçmesi sistemini koydu. Halbuki bugün ekseriyet sistemi var ve kişi kendi seçtiği değil de ekseriyetin seçtiği başkana uymak zorundadır.

3-Teşri’, icra, murakabe ve kaza kuvvetlerini ayırdı. Teşri’ hizmetini İlmî teşekküllere (medreselere), icra işini meslekî teşekküllere (loncalara), murakabeyi dinî teşekküllere (tekkelere), kazayı ise siyasî teşekküllere (sipahilere) verdi.

4-Hâkimlik yerine hakemlik müessesesini getirdi ve amme hukukunda, hatta savaş mağluplarına bile cezaları hakemler yoluyla takdir ve tesbit etti.

5-Mahallî idarelere tam serbest faaliyet imkânı sağladı. Merkezî idareyi kaldırdı.

6-Görevlileri âmirlerine karşı değil de, düzene (şeriata) karşı mes’ul etti.

7-Âmirlere azl ve tayinden başka bir yetki tanımadı.

8-İşleri bîat, seçme ve ehliyet esasına göre yürüttü. Hiç bir zaman başkanlar dışında bir kadro tanımadı.

9-Başkanların seçiminde şûranın ittifakını şart koştu.

10-Başkanların mâmeleki ile hükümetlerin mamelekini birleştirdi ve başkanların çocuklarına miras bırakmasını kaldırdı.

11-Hükümetlerle halk arasında kesin çizgiler koydu ve hükümetlerin keyfi idarelerine son verdi. Hasılı İslâmiyet, hususî memur sınıfına dayanan ve idareci olan bir yönetim sistemi yerine, başkanın emrinde bütün halkı görevli kılan bir düzen getirmiştir.

Demek ki, İslâmiyet sadece bir din değildir, bir düzendir ve düzenin her sahasında çok büyük yenilikler getirmiştir.

İşte bundan sonraki yazılarımızda İslâmiyete bu gözle bakacağız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 



© 2024 - Akevler