YENİ BİR FAİZSİZ BANKA MODELİNDE SENET ÇIKARILMASI VE SENET ÇEŞİTLERİ
Av. Dr. M. Salih YAVUZER ( )
GİRİŞ
Toplum hayatında insanların itibar ettikleri değerler, insanî değerler ve iktisadî değerler şeklinde ikiye ayrılabilir. İktisadî de¬ğerler, özel mülkiyete konu olan değerlerdir.
Özel mülkiyetin temel vasfı, devredilebilir olmasıdır. Devir, akitlerle mümkün olur. Bazan akdin yapılması ile beraber mal da teslim edilir. Bazan da mülkiyet devredildiği halde mal teslim edil¬mez. Başkasında zilyed olarak kalır. Akdin in'ikadı ve ifası, farklı zamanlarda olabilir.
Özel mülkiyete konu olan değerlerin bir kısmı sabit olup yer¬leri değiştirilemez. Bunlara TAŞINMAZ (gayrimenkul)değerler diyoruz.Diğer kısım değerler ise, yerleri değiştirilebilir nitelikte¬dir. Bunlara da MENKUL (taşınır) değerler diyoruz.
I — TAŞINMAZ DEĞERLER
Taşınmaz değerler, esas olarak, arazidir; bir ülkenin toprak¬larıdır. Millî hudutlar içinde taşınmazlara sahip olmak, prensip olarak, vatandaşlara tanınmış bir haktır. Vatandaş demek, ülke topraklarına sahip olabilme hakkını elde etmiş kişi demektir. Top¬rağa sahip olmak, ayrıca, o ülkenin hukukuna göre temellük et¬mekle mümkündür. Bu temellük sistemi, her ülkede farklıdır ve rejimin türünü belirler.
İlk defa taşınmazlara malik olma (aslî mülkiyet) konusunda çeşitli görüşler vardır. Batı hukuku, işgali, ilk mülkiyet için yeterli saymaktadır. Bir diğer görüş, yöneticilerin istedikleri şekilde halka satıp temlik edebileceğini kabul eder. Sosyalist görüş, toprakların özel mülkiyete
intikalini ağır şartlara bağlar veya hiç kabul et¬mez. İslâm hukuku, toprak mülkiyetini ihya ve imara bağlamış¬tır. Sahipsiz bir toprağa sahip olabilmek için onun verimli hale, kullanılır hale getirilmesi gerekir. Bunu ilk olarak kim başarırsa, toprağa o sahip olur. İlk işgal ise, işgal devam ettiği müddetçe mül¬kiyet sebebidir. Toprak ihya edilmediği, yararlanılmadığı ve terk edildiği zaman, üzerinde hiçbir hak kalmaz. Otobüse binen kişi, boş bulduğu koltuğa oturur. Oturduğu müddetçe, onu kimse kaldıra¬maz. Ancak, kalktığı zaman, orada hiçbir hak iddia edemez.
Türkiye'de ve İslâm ülkelerinde toprak hukuku, bir takım ge¬leneklerin kalıntılarından ibarettir. Bir sisteme oturmamaktadır. Bu konuda ülkemizde köklü değişiklikler yapılması gerektiği dü¬şüncesindeyiz. Değişik ülkelerden alınan ve hukuk dilimize hakim olmayan kimselerce tercüme edilen mevzuatı anlamak da, uygula¬mak da kolay değildir. Nitekim, ülkemizde arazi davaları, en uzun süren davalardır.
Bu konudaki teklifimiz şudur: Halk, kendi topraklarını koope¬ratifler üzerine tescil ettirmelidir. İktidarlar da, hazine toprakla¬rını kooperatiflere bırakmalıdır. Kooperatifler de, özel toprak mül¬kiyeti konusunda hazırlayacakları düzenlemelere göre ortaklarına temlik etmelidirler. Tapular tüzel kişilerde muhafaza edilmelidir. S.S. Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi 1967 yılında ku¬rulmuş olup, bu şekilde faaliyet göstermektedir. 2.000'in üzerinde ortağı vardır. Yaklaşık 70.000 Cumhuriyet altını değerinde mal¬varlığı bulunmaktadır.
Toprak mülkiyeti hakkındaki teklifimiz, gelişmiş Batı Anaya¬saları ile çatışmayacak, aksine yeni anayasaların getirdiği sistemler paralelinde olacaktır.
II— ÜLKE TOPRAKLARININ BÖLÜŞÜLMESİ
Teklif ettiğimiz modele göre, ülke toprakları, bütün ulusun ordusu ile yaptığı mücadeleler sonucu yurt haline gelmiş toprak¬lardır. Ulus, bu topraklara kollektif olarak maliktir. Devlet kurul¬duğu zaman, tüm topraklar kamu topraklarıdır. Daha sonra bir kısmı özel mülkiyete intikal eder. Hiç bir zaman bütün topraklar özel mülkiyete intikal edemez.
Kamu toprakları, Devlet mülkiyetinde, il mülkiyetinde, bu¬cak (köy veya belde) mülkiyetinde, site mülkiyetinde olmak üzere derecelenir.
Devlet mülkiyetindeki toprakların bir kısmı ordunun emrine verilir ve savunma hizmetlerinde kullanır. Bir kısmı, bölge mer¬kezlerinin ve bölgelerarası yolların tesisinde kullanılır. Kalan kı¬sım illere verilir.
İller, bu toprakların bir kısmını ormanlara tahsis ederler. Bir kısmında ilçe merkezleri kurulur ve ilçeler arasındaki yollar ya¬pılır. Kalan kısım bucaklara verilir.
Bucaklar, bu toprakların bir kısmında meralar kurar. Kala¬nında köy merkezleri ve köyler arası yollar tesis edilir. Kalan kıs¬mında siteler kurulur.
Siteler, adalar ve parsellere bölünür. Buralarda tarlalar, işyer¬leri ve meskenler gibi özel mülkiyete konu yerler ile park yerleri, sokaklar ve vakıflar gibi kamuya ait yerler yapılır. Her özel mülkün bağlı olduğu bir sitesi, sitenin bir bucağı, bucağın ili ve ilin bağlı bulunduğu bir devleti olur.
Faizsiz banka, şubelerini bu teşkilatlanmaya göre yapar.
III— MENKUL DEĞERLER
Topraklar, o toprak üzerinde güvenliği tesis eden topluluklara
aittir. Bu topraklarda mülkiyet, ancak o toprakları koruyan vatan¬daşlara devredilebilir. Bizim teklifimizde, fertlerin toprağa sahip olabilmeleri için onu ihya etmiş olmaları veya başkalarından dev¬ralmaları gerekir. Hatta kullanmadıkları toprakları başkalarına devretmek zorundadırlar. Yabancıların, bu toprak üzerinde mülk edinme hakları yoktur.
Taşınır değerler ise, bütün insanların iktisabına açıktır. Her¬kes sahip olduğu taşınır değeri, yeryüzünde istediği kimseye, dile¬diği değer karşılığı devretme hakkına sahiptir. Taşınmazlardan farklı olarak, ilk elde eden (zilyed olan), menkullerin maliki olur. Pınardan suyu kabına dolduran, balığı denizden avlayan onun maliki olur. Sadece, sınırlı olmaları durumunda bölüşme sistemi uygulanır.
Görüldüğü gibi, menkullerde malik olmak için emek harcama şartı yoktur. Bu sebeple,fiyatların yalnız maliyetle oluşması ha¬talıdır.
Savunma ile elde edilen topraklar ile ihrazla malik olunan menkul değerler arasında bulunan bazı değerler de vardır. Meselâ otomobil, gemi gibi şeyler bir yönden taşınmazlara, başka bir yön¬den de menkullere benzerler.
İnsanlar birlikte sağladıkları güvenle, ülke topraklarına ve üzerindekilere topluca sahip olurlar. Sonra, fertler, verdikleri emek nisbetinde bu kollektif değerlerden kendi paylarına düşenlere sa¬hip olurlar. İnsanların emek niteliğindeki çalışmaları, belli riziko ve mesuliyetleri yüklenme şeklinde hukukî tasarruflar olabildiği gibi, bizzat fizikî güç kullanarak eşyada değişiklik yapma şeklin¬de de olabilir. Nasıl olursa olsun, insanlar, çalışmaları karşılığı bir takım haklara sahip olurlar. Eşya, satın alınacak bir mal ise, eme¬ğimiz de onu satın alacak paradır. Yani, biz topluca çalışıyoruz, emek veriyoruz. Buna karşılık, ortaya çıkan hasıladan, verdiğimiz emek nisbetinde payımızı alıyoruz. İşte para ve kredi, bize bu bö¬lüşmeyi sağlayan önemli faktördür.
Adil bir bölüşmenin gerçekleştiği ülkede üretim, hem azamî seviyede olur, hem de üretilen değerler azamî faydayı sağlayacak şekilde üretilir. Bölüşmenin adil olmadığı düzende ise, insanlar arzuları ile çalışmadıkları gibi elde edilen hasıla da yararlı şekil¬de harcanmaz.
Bankalar para ve kredi meseleleri ile meşgul olurlar. Yani, ça-lışanlar arasında bölüşmenin gerçekleşmesini sağlarlar. Faizsiz bankanın diğerlerinden farkı, bu bölüşmeyi âdil şekilde yapması¬dır. İktisadî açıdan âdil bölüşme, üretimi maksimuma götüren bölüşmedir.
IV - ÜCRET
Teklif ettiğimiz modele göre; kollektif olarak sahip olunan ülke toprakları, ancak ihya suretiyle özel mülkiyete intikal eder. İhyanın da kollektif olduğu aşikârdır. Yani birlikte çalışılacak, topraklar verimli hale getirilecek, üzerinde binalar kurulacak ve bu topraklara, binalara malik olunacaktır. Bunun anlamı, ücretler toprak cinsinden belirlenecek, demektir.
Ücretleri şöyle tesbit ediyoruz:
Ülkenin bütün toprakları, ücretler tesbit edilirken eşit değer¬de kabul edilir. Kamu topraklarının tümü, yaşayan neslin hakkı olarak emek karşılığı satılığa arz edilmiştir. Bundan sonra kimse doğmasa ve şimdiki nesil ölünceye kadar çalışsa, bu ülkenin kamu topraklarına sahip olur, diyoruz. Bu durumda, önce özel mülkiyete intikal etmemiş toprakların miktarı bulunacak, sonra, halen ya¬şayan neslin kalan ömürleri içinde çalışabilecekleri saat buluna¬cak ve toprak miktarı, saat miktarına bölününce vasat bir çalışa¬nın bir saatte ücret olarak iktisab edebileceği hâli toprak miktarı bulunacaktır (1).
Ülke toprağı — özel mülk topraklar
Ücret =
Nüfus X Ortalama yaş — Yaş toplamı
Ülkelerin nüfusları ve toprakları farklı olduğu için toprak cinsinden ücret, her ülke için farklı olacaktır.
Özel mülkiyete intikal etmemiş topraklar da gittikçe azalacağı için ücret olarak verilecek toprağın miktarı gittikçe azalacaktır. Yani ücret azalacaktır. Bir başka deyimle, toprağın değeri yükse¬lecektir. Bu da ülkenin gelişmişliğini gösterir.
Ülke topraklarının fiatı hesaplanırken ücretin tersi alınacak¬tır. Yani birim saate düşen toprak yerine birim toprağa düşen emek bulunacaktır. Ücret-fiat çarpımı l' e eşit olacaktır (2).
Ücret = Toprak/Emek
İldeki toprakların fiyatı, il halkının kalan ömür saatlerinin, o ilde özel mülkiyete intikal etmemiş toprak miktarına bölünerek tesbit edilir. Bu ülke topraklarının fiatlarından farklı olabilir ve l'e eşit olmayabilir (3).
Nüfus X Ortalama yaş — Yaş toplamı
Fiat =
Ülke toprağı — Özel mülk topraklar
Bucak ve sitedeki toprak fiatları da aynı metodla bulunur. Her biri farklıdır. Ücret ise, her yerde aynıdır.
V — ÜCRET FARKLARININ BELİRLENMESİ
İnsanlar çalışırken bilgi ve güçlerine göre farklı üretim yapar¬lar. Adil ücretin belirlenebilmesi için bilgi ve gücün dikkate alın¬ması gerekir. Zahirde güç ve beceri, yaş ile; ilim ise, tahsil ile elde edilir.
Üretimde ücret, serbest pazarlıkla belirlenir. Arz ve talep ka¬nunları burada geçerlidir. Yatırımda ise, yapılan işin ölçülmesi mümkün olsa bile, elde edilen hasılanın fiatını belirlemek müm¬kün olmadığı için serbest pazarlık usulü geçerli değildir. Çünkü ya¬pılan iş bir cüzdür, kül içindeki payı bilinemez. Alıcı ve satıcı tek tek olduğu için serbest pazarlık vasatı da oluşmaz. Ayrıca meydana getirilen taşınmaz mal tükenir cinsten olmadığı için arz ve talep kanunlarına tabi değildir ve piyasa fiatı serbest olarak oluşmaz.
Bu sebeple, yatırımlarda ücretler tarifelere göre tesbit edilir. Her çalışana bu tarifeye göre ücreti verilir. Burada ücretin önce¬den bilinmesi gereklidir. Çalışan bu ücreti bilmeli ve kabul etmiş olmalıdır. Bunun için objektif bir ücret tarifesine ihtiyaç vardır.
Sistemde, altı ilmî derece kabul edilmiştir. Yedi yaş BAŞLANGIÇ'ın, on yaş TEMEL'in, onbeş yaş İLK'in, yirmi yaş ORTA'nın, yirmibeş yaş YÜKSEK'in, otuz yaş ÜSTÜN'ün asgarî başlangıç yaşlarıdır. Bilenlerin daha kısa zamanda tecrübe sahibi olacakları kabul edilerek ilmî derecelerine göre, her yıl farklı meslekî derece kazandıkları kabul edilmiştir. Başlangıç ehliyetliler yılda 5, Temel ehliyetliler 6, İlk ehliyetliler 7, Orta ehliyetliler 8, Yüksek ehliyet¬liler 9, Üstün ehliyetliler 10 meslekî derece kazanırlar. Bu meslekî derece iktisabı bir yaşa kadar devam eder. Daha sonra artık yeni melekeler kazanmayacağı kabul edilir. Bu, başlangıç yaşına 33 yıl ilavesiyle bulunur. Böylece, başlangıç ehliyetliler 40, Temel ehli¬yetliler 43, ilk ehliyetliler 48, Orta ehliyetliler 53, Yüksek ehliyet¬liler 58 ve Üstün ehliyetliler 63 yaşında emekli olurlar.
Asgarî meslekî derece 5, azamî 500 kabul edilir. Başlangıç eh-liyetlinin alacağı azamî derece 170, Üstün ehliyetlinin asgarî de¬recesi de 170'dir. İlk ehliyetli 33 yaşındaki bir işçinin derecesi de 170'dir. Böylece meslekî derece ortalaması 170 oluyor.
Anlatılanlar ilim ve yaşa göre kişinin meslekî derecesinin tes¬bit edilmesidir. Adil ücretin belirlenebilmesi için ayrıca kişinin ka¬biliyeti de dikkate alınmalıdır. Bunun için toplam yaş, meslekî derecesi kadar kabiliyet mesleki derecesi kabul edilir. Ve bu derece toplamı meslekî kuruluşlara güçleri nisbetinde dağıtılır. Meslekî kuruluşlar da bunları kendi takdir ve usullerine göre, mensupla¬rına dağıtırlar. Kabiliyet meslekî derecesi bir kimsenin sahip ol¬duğu yaş meslekî derecesinin 1; 1, 1; 1, 2 ilâ 2'ye kadar bir çarpan ile çarpılması suretiyle belirlenir. Azamî meslekî derece 1.000 olur (4).
Kişilerin meslekî dereceleri aynı olsa bile, yaptıkları iş farklı olabilir. Ağır ve hafif işler vardır. Mesuliyetli, ve az mesuliyetli iş¬ler vardır. Dolayısıyla adil ücret için işyerlerine de puan verilme¬lidir.
VI — DEĞERLERİN SENETLE ALINIP SATILMASI
Önceleri insanlar, sahip oldukları değerleri aynen mübadele ederlerdi.Sonra, belli bir mal ile bütün malları değerlendirdiler.
Sonra, bizatihi değer olmayan ve fakat bir değeri ifade eden senet ile, itibarî değeri olan para ile alıp sattılar.
Sonra, bu itibari değerle istedikleri gibi oynadılar. Dolayısıyla haksızlıklara, içtimaî adaletsizliklere sebep oldular. Belki buna mecbur idiler. Çünkü bir yerde altın ve gümüş karşılığı banknot, ticarî hayatın ihtiyaçlarına yetmedi.
Mal, üreticiden parakendeciye — toptancıya — toptancıdan parakendeciye — tüketiciye gidiyor. Bütün bu aşamalarda değeri (malı) ifade eden bir birime (paraya) ihtiyaç vardır. Mevcut altın gümüş karşılığı banknot yeterli olmadığı için karşılıksız para bas¬ma durumu ortaya çıkmıştır. Bu da enflasyona yol açmaktadır.
Biz, teminatlı ve ayrıca karşılığı bulunan, borçlusu belli olan senetleri, faizsiz düzeni gerçekleştirebilmek için çıkarıyoruz. Böy¬lece makroda planlama yapılabilecek ve fakat mikroda serbestlik korunacaktır.
VII — TOPRAK SENEDİ
Yatırımlarda çalışanlar, toprağa emeklerini vererek ihya sure¬tiyle onun değerini arttırdıkları için onda pay sahibi olurlar. Fakat toprağın bizatihi likiditesi yoktur. Bu sebeple toprağı ifade eden bir belgenin bulunması ve yatırımlarda çalışanlara verilmesi ge¬rekir.
Yeryüzünde toprak sınırlıdır. Nüfus ise, geometrik olarak art-maktadır. Bu sebeple toprağın rantı gittikçe artmaktadır. Toprak ve taşınmazlara malik olanlar bu ranttan yararlanmaktadır. Ne var ki, bu rant, sadece taşınmazın değerini yükseltir, günlük gelir getirmez. Bu sebeple taşınmazları elde tutmak zordur. Ellerinde tutanlar da, onu yeteri kadar değerlendiremediklerinden hem ken¬dileri zarar etmekte, hem de millî ekonominin gelişmesini önlemek¬tedirler.
Taşınmazlar bölünemediklerinden kişiler bunları ya toptan almak zorundadırlar veya ortaklıklar kurmak durumundadırlar. Satarken de ya toptan satmak veya ortak edinmek mecburiyetin¬dedirler. Toptan satış zarar ettirir, ortaklıkların idaresi ise zordur. Bu mahzurlar ortadan kaldırılmalıdır.
Teklif ettiğimiz modelde, toprak senedi bu konuda çözüm ola¬caktır. Banka merkezi, toprak senedi çıkaracaktır. Merkez, bu senetleri merkez şubelere, onlar şubelere, şubeler de site kurucularına kredi olarak verecektir.
Sitelerin kurulması için öncelikle, site kurulacak yerlerin mül¬kiyeti tüzel kişilere veya bankaya intikal etmiş olmalıdır.
Banka her toprak senedinin TL. (nakit) cinsinden değerini be¬lirleyip ilân edecektir. Sitenin kurulması için gerekli malzeme ve işçilikler bu toprak senedi ile ödenir. Bu senetleri alanlar da, ban¬kada TL. ile değiştirebilirler. Esasen bankanın buradaki görevi çok önemlidir.
Tüzel kişi veya bankanın mülkiyetinde bulunan taşınmazlar¬dan edinmek isteyenler, önce, bankadan veya elinde bulunduranlar¬dan toprak senedi satın alacaklar, sonra da onunla maliyet bede¬lini vererek taşınmaza sahip olacaklardır. Böylece toprak senedi, taşınmazların alınıp satılması, yatırımların yapılması için gerekli para fonksiyonunu görecektir. TL. ile alınıp satılacağından millî para dengesi bozulmayacaktır.
VIII — DEMİR SENEDİ
Modelimizde toprak mülkiyetinin yalnız vatandaşlara ait ol-duğunu ifade etmiştik. Yabancılar toprak üzerinde inşa olunan yapılara da sahip olamazlar. Ancak kiralama veya başka yollarla kullanabilirler.
Taşınmazların inşasında kullanılan malzemelerin taşınabilir olması ve bazı ülkelerde bazı malzemelerin bulunmaması sebebiy¬le toprak senedi ile alınıp satılmaları doğru değildir.
Aynı zamanda; savaş gibi kriz zamanlarında inşaat malzemesi ucuz, günlük harcama malları pahalı olur. Refah zamanlarında ise, halk yatırıma girişir ve inşaat malzemesi pahalı, günlük har¬cama maddeleri ucuz olur. Bu sebeple günlük harcama maddele¬rini alıp satan altın ve gümüşün inşaat malzemesi için de kulla¬nılması dengesizliğe sebep olur.
Bu sebeplerle, inşaat malzemelerini alıp satan bir senede ihti¬yaç vardır. Bu senedin karşılığı tarif edilmeli ve bu karşılığı her za¬man satın alabilmelidir. Bu karşılık, inşaatta en çok kullanılan en pahalı, parçalanmaya elverişli ve elementler içinde özel bir yeri olan DEMİR olarak tesbit edilmiştir (5).
Senedin karşılığı olan demir için bir merkez anbarı oluşturu¬lacak, senetler istek halinde demir ile değiştirilebilecektir. Anbarlar, gerektiği kadar çoğaltılabilecektir. Demir ticareti yapmak is¬teyenlere Demir Senetleri kredi olarak verilecek, fakat karşılığı mal anbara girmedikçe Demir Senedi piyasaya çıkırılamayacaktır.
Bütün inşaat malzemesi alım satımları bu Demir Senedi ile yapılacaktır. Banka, Demir Senedinin fiatını, TL. cinsinden belir¬leyecek ve merkez anbarında belli bir seviyede demir stoku bulun¬masını sağlayacak şekilde haftalık fiat ayarlaması yapacaktır.
Toprak Senedi gibi Demir Senedi de TL. ile alınıp satılacağın¬dan millî para dengesine herhangi bir kötü etkisi olmayacaktır. Aksine fiat anarşisini önleyeceği ve ücretlere belli bir statü getire¬ceği için TL.'nın değerini korumaya hizmet edecektir.
IX — BUĞDAY SENEDİ
İnsanlar için inşaat ve inşaat malzemeleri zarurî ihtiyaç de¬ğildir. Mağaralarda yaşamak, yol olmaksızın gidip gelmek müm¬kündür. Fakat susuz, ekmeksiz, hatta giyeceksiz olarak hayatı de¬vam ettirebilmek insanlar için mümkün değildir.
İnşaat ve inşaat malzemelerinin fazla gelmesi söz konusu de¬ğildir. Ne kadar çok arabamız, evimiz, yolumuz olsa da yine ye¬tinmeyiz, daha fazlasının olmasını isteriz. Günlük olarak kullandı¬ğımız yiyecek ve giyecekler için ise, durum farklıdır. Günde 1 ek¬mek yiyorsak, 2'nci ekmek işimize yaramaz, atmak zorunda kalırız. 3 bardak su yetiyorsa 4'ncü bardak su fazla gelir. Kısacası, inşaat
malzemelerinin fiatı arz ile belli bir orandan aşağı düşmediği hal¬de, günlük ihtiyaç maddelerinin fiatı çok fazla düşebilir.
Refah devrelerinde günlük ihtiyaç maddeleri bol ve ucuz, in¬şaat malzeme fiatları ise, yüksek olur. Savaş gibi kriz zamanların¬da ise, aksine günlük ihtiyaç maddeleri azalmış ve fiatları yüksel¬miştir. İnşaatlar durduğu için de malzeme fiatları düşmüştür. Ta¬şınmazlar, maliyetin çok altında satılmaya başlanmıştır. Malzeme senedi ile mal senedini birbirinden ayırmadığımız takdirde, para, fonksiyonunu icra edemez ve fiat-ücret anarşisi doğar. İnsanlar hangi işlerde çalışacaklarını bilememeleri yüzünden işsizlik ve ba¬zı mallarda üretim fazlalığı, bazılarında ise, üretim eksikliği gö¬rülür.
Bu sebeplerle banka, günlük ihtiyaç mallarının alınması, sa¬tılması, kredilenmesi ve üretilecek miktarların planlanması için malzeme senedinden ayrı bir mal senedi çıkarır. Bu senet inşaatçı¬lara değil, üreticilere kredi olarak verilir. Bu tür malların toptan¬cıları için para yerine geçer. Bu senetler de TL. ile alınıp satılaca¬ğından TL. üzerinde menfi değil, fiat ve ücret anarşisi önlendiği için paranın fonksiyonunu korumuş olur.
Günlük ihtiyaç maddelerinin bel kemiği ekmektir. Hemen he¬men her ülke, yiyeceğinin büyük kısmını tahıldan sağlamaktadır. Her topluluk tahıl olarak farklı hububatı tercih etmekle beraber her ülkede buğday ekmeği vardır. Ülkemizde ise, buğday temel be¬sin maddesidir. Buğdayın bir özelliği de her çeşit iklimde yetiştirilebilmesidir. Bu sebeple, buğdayı günlük ihtiyaç malları için ana mal olarak seçmek gerekmiştir.
Buğday senetleri, günlük ihtiyaç maddelerini üreten iş yerle¬rine kredi olarak verilecektir. Tarla sahiplerine geçmiş 10 yılda ürettiği mahsul ile hesaplanan kredi değeri üzerinden buğday sene¬di kredisi verilir. Üreticiler, kredi değerlerini yükseltmek için, üret¬tikleri miktarı tam olarak beyan ederler ve bu konuda başka bir kontrola gerek olmaz.
Buğday senedini alan üreticiler, bankada istedikleri zaman bu senetleri nakde çevirebilirler. Ancak toprak mahsullerinin fiatları hasat zamanları düşmekte, devre sonlarında ise, artmaktadır. Bu sebeple üreticiler, buğday senedini mümkün olduğu kadar geç satmaya çalışırlar. Buğday senedinin geç elden çıkarılması meyli, ban¬kalarda belli bir mevduat birikmesini temin edecektir.
X — ALTIN SENEDİ
Yeryüzünde kapalı ekonomi ile hayat sürdürmek mümkün de¬ğildir. Her ülke mutlaka bir şeyler ithal etmek ve buna karşılık bir-şeyler ihraç etmek durumundadır.
Her ülkenin kendi parası vardır ve o ülkeden yapılacak itha¬latta bu para kullanılır. Yani yabancı paralar da bir değerdir. Ülke içi para ile ülkeler arası paranın ayrı şeyler olduğu eskiden beri bilinmektedir. Gümüş yanında altın da para olarak kullanılmıştır.
Bugün uluslararası para olarak Amerikan Doları kullanılmak¬tadır. Bu sayede ABD, dünyanın servetine karşılıksız olarak or¬tak olmuştur. Her enflasyon sonunda dünyadan tahsildarsız ola¬rak vergi tahsil etmektedir. Ülkeler bunun farkına varmış ve ulus¬lararası yeni bir para bulunması için çalışmaktadırlar. Henüz bunu başarabilmiş değillerdir.
Faizsiz bankanın çalışabilmesi için yabancı paralarla ilişki kurması ve uluslararası sömürge olayının önüne geçilmesi ge¬rekir. Faizsiz bankanın getirdiği senet sistemi bunu sağlayacak¬tır. Yabancı para olarak eskiçağlardan beri kullanılan ve halen uluslararası para değerini taşıyan altın ana mal kabul edilmiş¬tir. Altını bankaya emanet olarak bırakana altın senedi verilecek, bu senet ile yabancı paralar alınıp satılacaktır. TL, bu senetleri de diğer senet gibi alıp satmış olacaktır.
Yabancı ülkelerin bankaları ile anlaşma yapılarak ülkelerin paraları ile altın senetleri kredi olarak takas edilir. Biz altın sene¬di veririz, onlar kendi paralarını verirler. Yıl sonunda biz parala¬rını iade eder, altın senetlerimizi alırız. Biz bu paraları satarız, it¬halat gerçekleşir. Onlar altın senedi ile bizden mal alırlar. Yabancı paraların altın senedi karşısında fiatları, o paraların bankamız veznesinde mevcut stoku ile hesaplanır ve stok seviyeleri dengede tutulur. Böylece faizsiz ve teminatlı olarak uluslararası kredileşme gerçekleşmiş olur.
Altın senedi alanlar altına sahipmiş gibi ve hatta daha fazla
likiditeye sahip olacaklardır. Ellerindeki altın senedini bankada her zaman TL.'ye veya altına çevirebileceklerdir.
Her ülkenin resmî bir altını vardır. Ülkemizin resmî altını Cumhuriyet altınıdır. Banka mevduat olarak yalnız bu altını ka¬bul edecektir. Altın senedinin TL. cinsinden fiatı, bankadaki altın stok miktarına göre belirlenecektir. Altın senedindeki değişme; gerçek enflasyon değişmelerini gösterecektir.
XI — SİTE SENETLERİ
Tarihte yerleşme merkezleri plansız ve projesiz olarak, tabiî komşuluk ilişkileri sonucu oluşmuş, kentlerin büyümesi ile prob¬lemler ortaya çıkmıştır. Günümüzde imar ıslah çalışmaları birçok zorlukları, haksızlıkları getirmektedir. Tarihte birçok devlet adam¬ları, eski kentleri ıslah etme yerine, planlı yeni kent kurmayı ter¬cih etmiş ve eski kentleri terk etmiştir.
Faizsiz bankanın destekleyeceği site senetleri ve bunun da¬yandığı siteleşme hukuku, imar konusundaki problemleri önemli ölçüde çözeceği kanısındayız.
Apartman veya köy şeklindeki ilk yerleşim bölgelerine «ma¬halle», bugünkü mahallelere «semt» ismi verilecektir. Mahallele¬rin birleşmesinden kırsal bölgelerde «köy»ler, şehirlerde «ada»lar oluşacaktır. Köy ve adalar birleşerek «bucak»ları, bucaklar «ilçe» leri, ilçeler «il»leri, iller «bölge»leri oluşturacaktır.
Site planları, teknik ve maddî plan yanında sosyal ve hukukî statü ile de belirlenir. Yani, bir yerde ev alacak olanlar, evin, site¬nin planı yanında, sitenin sosyal ve hukukî statüsünü de incele¬yecek ve ona göre karar verecektir. Değişik sosyal ve hukukî sta¬tüde site planları yapılarak değişik tercihlere hitap edilecektir. Rağbet gören site planları çoğaltılacaktır.
Site mukavelelerinde yer alan hususlar, ancak sakinlerin itti¬fakı ile değiştirilebilecektir. Statüyü beğenmeyenler, siteyi terk edip ayrılmalıdır. Böylece site boşalır ve yeniden mukavele yapılma im¬kanı doğar.Yeni sitelerin oluşturulabilmesi için bir site senedi çıkarılır.
Banka, bu senetleri her istenildiğinde nakde çevirir. Ayrıca banka siteden ayrılacaklara hisseleri karşılığında toprak senedi ile öde¬me yaparak başka yerde taşınmaz edinmelerini kolaylaştırır. Böy¬lece sitelere girmek ve çıkmak kolaylaşır. Birbiriyle anlaşabilen kimseler, bir sitede toplanmış olurlar.
Sitelerde genel hizmetler, hatta su, elektrik, yakıt ve dinlen¬me hizmetleri, vakıflar aracılığıyla karşılıksız olarak yapılması esastır. Tarihimizde bu tür hizmetler, hep parasız yapılıyordu.
Site senedi, o sitenin imar ve inşası için kullanılan bir para olup bankanın desteklemesi ile likidite kazanmaktadır. Senedin fiatı, o siteye talip olanların yani, o senedi alanların sayısına bağlı ola¬caktır. Site senetleri, TL. ile değil, toprak senedi ile alınıp satılacak, TL.'ye bağlılığı, toprak senedi aracılıği ile sağlanacaktır.
XII — MAL SENETLERİ
İlk çağlarda insanlar, ürettikleri malları pazara götürüyor, di¬ğer üreticilerle doğrudan mübadele ediyorlardı. Aracı sınıf yoktu. Tüccar, insanlar arasında mal alış-verişinin yaygınlaşmasına bağ¬lı olarak sonraları ortaya çıktı. Onun görevi, üreticiden malı alıp tüketiciye götürmektir. Zamanla toptancı ve parekendeci tüccarlar ortaya çıktı. Yani mal, birkaç defa el değiştirmeğe başladı. Bu arada bir takım zorluklar görülmeğe başladı. Meselâ kusurlu ma¬lın mesulünü bulmak zorlaştı. Buna çare olarak asrımızda standartlama usulü getirildi. İkinci zorluk, her el değiştirmede malla¬rın yüklenip boşaltılmasıdır. Bu, hem maliyetleri yükseltmekte, hem de malların yıpranmasına sebep olmakta, mübadeleyi zorlaş¬tırmaktadır. Bankanın destekleyeceği Mal Senetleri, bu problem¬lere, basit ve kesin çözümler getirecektir.
Bir malın bir yerden alınıp diğer bir yere götürülmesine, fi¬zikî hareket; yerini değiştirmediği halde, mâlikinin değişmesine hukukî hareket diyoruz. İşte Mal Senetleri, fizikî harekete gerek kalmadan hukukî hareketi sağlayan bir araçtır.
Mal Senetlerinin çıkarılabilmesi için özel teşkilatlanmaya ih¬tiyaç vardır. Bir defa, malın standardı hazırlanmalıdır. Yabancı¬lardan taklit suretiyle yapılan standartlar, fonksiyon icra etmek¬ten uzaktır. Bunun için, millî standartlar oluşturulmalıdır.
Kontrollerin yapılabilmesi için laboratuarlara ihtiyaç vardır. Malın bozuk çıkması halinde kontrolü yapan, sorumlu tutulur.
Malın stok edilebilmesi için anbarlara ihtiyaç vardır. Kısacası, bir Mal Senedinin çıkarılması, bir plana ve ilk hareket sermayesine ihtiyaç gösterir. Bu genel organizasyon, maaşlı memurlara değil, serbest rekabet içinde serbest meslek erbabı tarafından mukave¬lelerle oluşturularak, yani paylaşma sistemlerine göre sağlanır. Faizsiz banka ancak bu organizasyondan sonra fonksiyonunu icra edebilir.
Banka iki çeşit Mal Senedi çıkaracaktır. Vadesiz Mal Senetleri ve Vadeli Mal Senetleri.
Vadesiz Mal Senetleri, karşılığı mal halinde anbarda bulunan senetlerdir. Bu senedin faydası, fizikî harekete gerek kalmadan hu¬kukî hareket ile mübadeleyi sağlamaktır. Banka, bu senetleri te¬minat olarak kabul ile kredi verebilir. Bu durumda malın piyasa¬daki fiatının ayarlanması mümkün olur. Böylece, ithalatı ve ihra¬catı da kontrol edilebilir.
Kısacası, bu senetlerle mikroda serbest fiatı ve rekabeti koru-duğumuz halde, makroda tam planlama yapabilme imkanına sa¬hip olabiliyoruz.
Vadeli Mal Senetleri, çiftçilere kredi olarak verilecektir. Onlar, bu senetleri satarak üretimleri için harcayacaklar ve üretilen malı teslim ederek kredilerini kapayacaklardır.
Vadesiz Senetlerle stok planlaması. Vadeli Senetlerle üretim planlaması yapılacaktır.
Bu senetlerin işleyişi, faizsiz bankanın desteği ile gerçekle¬şecektir.
XIII — İŞLETME SENETLERİ
Mal üretimi, üretim faktörlerini bir araya getirerek birleştiren işletme ile gerçekleşir. Eskiden, bir veya iki kişinin çalışması ile ürün elde edilebiliyordu. Halbuki bugün, binlerce insanın bir araya gelip çalışmasına gerek duyulmaktadır. Bunun için, büyük firma¬ların oluşması zaruri oluyor. Dolayısıyla tekelleşme, işçi sınıfı ve sonuç olarak bazı problemler ortaya çıkıyor. Çare olarak sosya¬lizmi veya komünizmi önerenler var. Bunların çözüm olmadığı, bugün, artık sosyalist ülkeler tarafından da kabul edilmektedir. Yeni çözüm, bugünkü gelişmelere cevap verecek büyük işletmeleri kurabilmeli ve tekelleri ortadan kaldırıp işçilerin patronlar tara¬fından sömürülmemelerini sağlamalıdır (6).
Patronsuz büyük işletmeler, ortaklıklar şeklinde kurulabilir. Ancak bu ortaklıkların yöneticileri patron yetkilerini taşımama¬lıdır.
Teklif ettiğimiz modelde; işletme, bir ortaklık senedi çıkarıyor. Bu senet işletme içinde para yerine geçiyor. Hammaddeler, bunun¬la satın alınıyor, personel ücretleri bununla değerlendiriliyor, mal¬lar da bununla satılıyor. Bu senedin halk tarafından kabul edilip işlerlik kazanabilmesi için, bankanın bu senetleri nakitle destekle¬mesi gerekmektedir. Üretilen mal, piyasada aranan bir mal ise, bu senedin fiatı yükselecek, değilse düşecektir. Üretim fazlalığı olduğu zaman mallar satılmadığından işçi ücretleri düşecek ve başka yer¬de iş bulanlar ayrılacaklardır. İşçi azalınca üretim düşecek ve mal piyasada yeniden değer kazanacak ve denge noktasına geline¬cektir.
İşletme Senetlerinin nakit cinsinden fiatı, mamul stok sevi¬yelerine göre hesaplanacaktır.
İşletme Senetleri, vadeli olabilir ki, bu, sipariş demektir ve Vadeli Mal Senetlerine benzemektedir. Bu tür İşletme Senetleri, başlangıçta daha ucuza satılacak, böylece halkın tasarrufları ile işletmelerin sermayelerine katılmaları sağlanacaktır.
XIV — İSTİHKAK SENETLERİ
Genel olarak teşebbüslerin dört çeşit girdileri vardır. Birincisi; toprak, alt yapı ve genel hizmettir. İkincisi; yapı ve tesislerdir. Üçüncüsü; ilk maddeler ve dördüncüsü de emekdir. Genel hizmet¬leri, tüzel kişilerin kurduğu hizmet ortaklıkları yapar. Tesisleri hissedarlar koyar. İlk maddeyi, teşebbüse sipariş veren tüccarlar temin ederler. İmalatı ise, işçi ve personel birlikte yaparlar. Bun¬lar, her biri ayrı birer ortaklık şeklinde oluşurlar ki, teşebbüsün ana ortaklıklarıdır.
Bu ana ortaklıklar, ayrı mukaveleler ile teşebbüse katılırlar. Alacakları paylar, mukavelelerinde tesbit edilir. Hepsi üretilen ha-sıladan pay alırlar.
Bugün, üretime katılanlara çalışmaları karşılığı ücret veril¬mektedir. Kâr ve zarar bir kişinin sırtına binmektedir. Bunun so¬nucu olarak, küçük teşebbüsler ortadan kalkmakta, büyük teşeb¬büsler tekelleşmekte, halk bu patronların elinde köleleşmektedir. Esasen faizin yasak oluşu, bu köleliğin oluşmasını önlemek içindir. Yani işçi ve patron sınıfı yerine, kendi işlerinde çalışan bir kitleyi oluşturmaktır. Hem patron sınıfını ortadan kaldırmak, hem de bü¬yük teşebbüsleri kurabilmek, ortaklık içinde âdil bir bölüşmeyi sağ¬lamakla mümkün olur. Modelimizde bu adil bölüşme, İstihkak Se¬netleriyle sağlanacaktır. Herkes, ücret olarak bu senetleri alacak¬tır. Nakit olarak değerlendirme yapılmayacaktır.
Bu suretle sağlanacak fayda, üretimde sabit giderlerin sıfıra indirilmesidir. Yani üretim yoksa, ne genel hizmeti yapanlar, ne tesisi koyan hissedarlar, ne sermaye koyan tüccarlar ve ne de iş¬çiler bir şey almayacaklardır. Kısacası marjinal maliyet ile reel ma¬liyet birbirine eşit olacaktır. Üretim olmazsa taraflar hiçbir şey alamayacak, üretimin artmasına bağlı olarak tarafların payı da artacaktır.Bu sistem ile, işletme istenildiği kadar hızlandırılabilir veya yavaşlatılabilir. İşletme, büyük veya küçük kurulabilir.
İstihkak senetlerinin işlerlik kazanabilmesi için faizsiz banka tarafından desteklenmelidir. Bu destekleme, İstihkak Senetlerinin teminat olarak kabul edilerek karşılığında kredi verilmesi ile olur.
XV — SENET MUKAVELELERİ
Senetler Genel Merkez tarafından çıkarılır. Ve mutlaka bir mu-kaveleye dayanır. Ehliyetli kimseler (Üstün kâtipler) tarafından tip mukaveleler hazırlanır. Mukavelelerin her şeyi düzenlemeleri mümkün değildir. Bu sebeple, birbirlerine atıf yaparlar. Böylece mukavele aileleri oluşur.
Bu mukaveleler uyarınca senetler tanzim edilir. Bu senetler¬de mukavele numarası ve miktar yazılı olur. Mutemetler tarafından tedavüle sürülürken tarihi ve borçlusu yazılır.
Senet üzerinde alacaklı yazılmayacaktır. Senedi elinde bu-lunduran, alacaklı sayılacaktır. Ancak, ihtilaf vukuunda, geçerli bir sebeple elinde bulundurduğunu isbat edecektir.
Bankanın ihraç edeceği ve ortaklarına kredi olarak vereceği senetlerin mahiyetini tarif eden, karşılıklarını belirleyen, tediye şekillerini düzenleyen yazılı mukavelelerin mevcut olması şarttır. Bu mukaveleleri standart hale getirmek bankanın temel hizme¬tidir.
Yapılan bir mukavele, hiçbir zaman bütün teferruatı ihtiva edemez. Her mukavele, mutlaka daha önce hazırlanmış diğer mu¬kavelelere dayanacaktır, zımnen veya sarahaten onlara atıfta bu¬lunacaktır. Böylece birbirine atfedilmiş mukaveleler, bir mukavele ailesini oluşturacaktır.
Esasen kanunlarda çok az âmir hüküm vardır. Maddelerin çoğu, mukavelelerde zikredilmeyen hususların tamamlanması için konulmuştur. İslâmiyet'ten önce, kanunlar, emredici mahiyette idi, mukavele serbestliği yoktu. İslâmiyet, ictihad müessesesini ge¬tirmiş ve mezhepler, bunun sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Mez¬hepler, bir mukavele ailesini oluşturan toplu anlaşmalar mahiye¬tindedir. Sanayi inkılabından sonra, Avrupa'da da mukavele ser¬bestliği esası benimsenmiştir. Avrupa, Roma hukuk sisteminden Usul'de İslâm Hukuk sistemine geçmiştir. Türkiye, hukuk inkılabı ile Avrupa hukukunu benimsemişse de İslâm Hukuku ile Avrupa hukuku arasında bazı temel esaslarda benzerlik bulunduğundan intibakta zorluk görülmemiştir.
Avrupa hukukuyla, İslâm hukuku arasında bizi ilgilendiren en önemli fark; İslâm hukukunda faizin yasak olması, Avrupa hukukunda ise serbest olmasıdır. Bununla beraber, İslâm hukuku da, İslâmî olmayan bir devlette müslümanların faizli muamele yap¬malarına ve onlarla iktisadî ilişki kurmalarına izin vermiştir. Batı hukuku da faizi emretmemiş, serbest bırakmıştır. Hatta, hemen her devlet, faizin üst sınırını belirlemeyi meşru sayarak, İslâmiyet'in faize müdahale yetkisini benimsemiştir.
Bu açıklamalar, bize İslâmiyeti benimseyenlerle, Batı'yı be-nimseyenlerin kavga etmeden birlikte yaşayabileceklerini gösterir. Batılıların İslâm düşmanlığı da, müslümanların faiz düşmanlığı da, bu sistemleri bilmeyişlerinden kaynaklanır. Faizsiz banka mo¬delimizde, her iki sistemin birbiriyle çatışmadan yan yana nasıl ya-şayabileceklerini düşünüyor ve meseleleri çözmeğe çalışıyoruz. Muhtemel ki, sistemlerden biri üretimin arttırılışı ve toplumların refah düzeylerinin yükseltilmesi konusunda diğeri karşısında ba¬şarılı olamayarak piyasadan çekilebilecektir.
Bir sistemin başarıya ulaşabilmesi, kendi içinde bir bütünlüğe ulaşmış olmasına bağlıdır. Bünyesinde çelişki bulunan ve karşı¬laştığı problemleri çözemeyen sistemler, hiçbir zaman başarılı ola¬mazlar. Karma ekonomiyi uygulayanlar, bu sebeple başarıya ula¬şamamakta, kapitalist ve sosyalist sistemi uygulayanlar ise, süper güçler olarak durumlarını sürdürmektedirler.
Kapitalist ve sosyalist sistemler, aşırılıklardır. Biz orta yolu benimsiyoruz. Kapitalistlere göre, faiz de, ticaret de tamamen ser-besttir. Sosyalistlere göre ise, faiz de, ticaret de yasaktır. Bize göre, faiz yasak, ticaret serbest olmalıdır. Bu, karma değil, orta yoldur.
İşte faizsiz banka kurmak, yalnız banka kurmak değil, tüm mukaveleleri faizsiz düzen içinde düzenleyebilmek demektir. Bu çok zor bir iş değildir. Zira, mevcut hukuk sistemlerinin temeli, faizsiz sisteme dayanıyor. Bu sistemlerin esası, Roma, hıristiyanlık ve müslümanlığa dayanmaktadır ki, bunların hepsinde faiz yasaktır. XV. yüzyıla kadar Batı'da da bütün filozoflar faize karşı çıkmışlar ve faizin olumsuz sonuçları üzerinde durmuşlardır.
XVI — SENETLERİN ŞEKLİ
Senetler, banka tarafından tanzim edilip bastırılacaktır. Her senet, mutlaka bir mukaveleye dayanacaktır. Bu mukavele, bir mukavele ailesi içinde yer alacaktır.
Senedin üzerinde bütün mukavelenin yer alması her zaman mümkün olmayacaktır. Bu sebeple, mukaveleler tasnif edilecek, çıkış tarihlerine göre tarif edilecek ve numaralandırılacaktır. Senedin üzerinde yalnızca mukavelenin tarif ve numarası bulu¬nacaktır. Mukaveleler bankaca bastırılacak ve bütün mukaveleler her şubede herkesin tetkikine açık bulundurulacaktır. Senedi alan kişinin senet mukavelesi ile onun dayandığı mukavele ailesini oku¬duğu ve bildiği kabul edilecektir. Yalnız bunun mümkün olmadığı bilinmektedir. Bu sebeple, aracı tüzel kişilere ve temsilcilere ihtiyaç olacaktır.
Senet üzerinde alacaklı yazılmayacaktır. Senede sahip olan, alacaklı sayılacaktır. Ancak herkes, edindiği senetleri nereden al¬dığını belgelemek durumundadır. Herkesin bir senet gelir gider defteri olacak, aldığını ve verdiğini bu deftere yazacaktır. Karşı tarafın da kendi defterine yazmasını isteyecektir. Bu usul, sahte senedin ortaya çıkmasını önleyecektir.
Ancak, senetlerin her el değiştirildiğinde deftere kaydının mecburi olması likiditesini azaltmaktadır. Bu sebeple nakit ile re¬kabet edemez. Parekende alış verişlerde para olarak kullanılamaz.
Senetler banka tarafından tanzim edilip bastırıldıktan sonra zimmetlenip mutemetlere verilir. Mutemetler imzalandıktan son¬ra tedavüle çıkarılır.
Senedin üzerinde bunlardan başka, senedin karşılığı olan ma¬lın standardı ve adı, miktarı belirlenecektir. Kredi verilirken, kre¬di olarak alanın adı, malı teslim yeri, teminatı, borçlusu senet üze¬rine yazılır.
SONUÇ
Özetlemek gerekirse, faizsiz banka modelimizin en önemli özelliklerinden biri, çıkarılan senetlerdir. Bu senetlerle, faizsiz ban¬kanın çalışması için gerekli vasat hazırlanmaktadır.
İnsanların ilk emek verdikleri ve ilk sahip oldukları şey top¬rak olduğuna göre, toprak senetleri, toprağa emek verildiğini ve
onda hisse sahibi olunduğunu ifade edecektir. Ücretin belirlenme¬sinde mevcut topraklardan hareket edilerek adil ücret hesaplana¬caktır. Çalışanların farklı emekleri, farklı göstergeleri belirlenecek¬tir. Böylece, yatırımlar için belirli bir tarife tesbit edilecektir. Üre¬timdeki ücret ise, serbest pazarlığa tabi olacaktır.
Toprak Senetleri yanında, inşaat malzemelerine karşılık De¬mir Senedi çıkarılacaktır. Demir, inşaatta kullanılan en önemli malzeme ve elementler arasında özel yeri olan bir madendir. Demir Senedi karşılığı olan demir, anbardan her zaman alınabilecek, TL.'ye her zaman çevrilebilecektir.
İnsanların zarurî ihtiyaçları karşılığı Buğday senedi çıkarı¬yoruz. Buğday, bütün dünyada bilinen, kullanılan, ülkemizde ise, en önemli gıda ilk maddesidir.
Uluslararası ticaret için, bütün dünyada bilinen ve değerli ka¬bul edilen altın karşılığı Altın Senedi çıkarılır. Yabancı ülkelerle, millî paralarına karşılık Altın Senedi verilerek dış ticaret sağlanır. Ülkemizde Cumhuriyet Altını, millî altın olarak kabul edilebilir. Bu sebeple banka, yalnızca bu altını mevduat olarak kabul ede¬cektir.
İnsanların yerleştikleri sitelerin imarlı, planlı olmasını, belli hukukî ve sosyal statüde bulunmasını sağlayacak Site Senetleri çı¬karılacaktır. Site Senetleri, kişilerin istedikleri statüde bir site seçip yerleşebilmelerini, kolayca bir siteden diğerine gidebilmesini sağlayacaktır.
Mal Senetleri, fiziki harekete gerek kalmadan hukukî hareketi sağlayarak kolaylık ve tasarruf sağlar. Vadeli Mal Senetleri, üre¬timi planladığı gibi, üretimi, önceden satın almak suretiyle des¬teklemiş olur. Mal Senetleri için standartlama ve kontrol meka¬nizmaları kurulması önem taşır.
İşletme Senetleri, üretilen mal seviyesini, o işletmedeki emek miktarını, arz ve talebe göre kolayca ayarlamaya yardımcı olacak¬tır. İstihkak Senetleri, üretime katılanların ürettikleri maldan pay almalarını, böylece, üretilen malın piyasadaki değerine göre, üc¬ret almalarını sağlar. Bu senetler ile, marjinal maliyet ile reel ma¬liyetin birbirine eşit hale getirilmesi sağlanacaktır.
Faizsiz banka tarafından çıkarılacak bütün bu senetler, mut¬laka bir mukaveleye dayanacaktır. Bu mukavelelerin senedin üze¬rinde tamamen görülmesi her zaman mümkün olamayacağı için, bankada bütün mukaveleler bulundurulacak ve herkesin okuya¬bilmesine hazır halde tutulacaktır. Bir senedi alan kişinin, o sene¬din mukavelesini ve hatta o mukavelenin tabi olduğu mukavele ailesini bildiği kabul edilecektir. Bu konuda kişilere yardımcı tem¬silcilerin bulunması zaruri görülmektedir.
Senetlerin üzerine alacaklısı yazılmamakla birlikte, kişi, elin¬de bulundurduğu senedin iktisabını belgelemek zorunda olacağı için, rıza dışı el değiştirmeler veya sahte olarak senet çıkarmalar, kolayca tesbit edilebilecektir.
Çıkarılan bütün senetlerin her istenildiği zaman karşılığı ile veya nakit ile değiştirilebilmesi, ayrıca teminatlarının bulunması onlara güveni sağlayacak, kredi olarak verilebilmeleri de, ekono¬mik hayattaki canlılığı temin edecektir.
Kısacası, ekonomide haksızlıklara yol açmadan, hürriyetleri zedelemeden planlama yapabilme imkanı veren senetlerin, Faizsiz banka modelimizde özel bir yeri vardır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
-Süleyman Karagülle, Faizsiz Banka, Akevler Kredi ve Yardımlaşma Koo¬peratifi, izmir, 1985.
-Süleyman Karagülle, İslâm'da Denge, PARA, İzmir.
-Arif Ersoy, İktisadî Müesseseleşme Tarihi, İktisadi Kalkınmanın Tarihi Seyri, Akdeniz Bilimsel Araştırma Merkezi, izmir, 1986.
-Arif Ersoy, İktisadî Düşünceler Tarihi, izmir, 1986.
-Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. 3, 4, 5, 6, Bilmen Yay., 1970.
-J.M. Keynes, İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi, Çev. A. Baltacığil, İs¬tanbul, 1969.
DİPNOTLAR
-Yazar- 1949 yılında izmir'de doğdu, ilk öğretiminden sonra İzmir Imam-Hatip Lisesi'ne girdi. 1967 yılında buradan mezun oldu. Aynı yıl girdiği izmir Yüksek İslâm Enstitüsü'nü de 1971 yılında bitirdi ve öğretmenliğe baş¬ladı. 1978 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1980 yılında Avukatlığa başladı. 1985 yılında, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne bağlı olarak islâm Hukuku dalında başlattığı doktora ça¬lışmalarını bitirerek ilahiyat Doktoru oldu. Halen serbest Avukatlık yapmaktadır.
2 ve 3 nolu dipnotlar dip numara altına konuldu
4- Bkz. Ekli tablo.
Tablo dipnumara altına konuldu
5- Akevler Kooperatifinde başlangıçta, bir birim tarif edilmemiş, sadece enflasyon nisbetinde bir değer arttırma suretiyle hesaplar yapılmıştır. Daha sonra 10 kg. demir ve bir torba çimento (DÇ) birim -alınarak TL. yanında DÇ üzerinden hesaplar yapılmıştır. Bu, o kadar kolaylık sağ¬lamıştır ki, geçen 10 yıl için de DÇ değerleri hesaplanmıştır. Son yılların hızlı para değer düşmeleri ve taşınmazlardaki düşüş, bir birimin daha tarif edilmesini gerektirmiştir. Birincisine Hisse Demir Çimento (HDÇ), 15 kg. demir karşılığı kabul sdilen ikincisine ise Karz Demir Çimento (KDÇ) denilmiştir.
6- Geçen yüzyıl ve çağımız, iktisadi faaliyetlerin kapitalizm veya sosya¬lizme göre düzenlediği işçilik merhalesidir. Günümüzde karşılaşılan so¬runlar, bu merhalede müesseseleşmedeki çelişkilerden kaynaklanmak¬tadır. Bundan sonra varılacak merhale, ortak-ortaklık merhalesi ise çı¬kar paralelliğine dayanmaktadır. Bu merhalede sermaye oluşumu faiz¬siz ortaklıklar yoluyla gerçekleştirilecektir. İşçiler, emekleriyle işletmele¬rin ortağı olacaklar ve ücret yerine hasıladan pay alacaklardır.
Ortaklık merhalesi ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Dr. Arif Er soy, İktisadi Müesseseleşme Tarihi, iktisadi Kalkınmanın Tarihi Seyri, Akevler Akdeniz Bilimsel Araştırma Merkezi, Tarihi Araştırmalar Se¬risi No: 1, İzmir 1986.
TARTIŞMA — GÖRÜŞLER
Vural SAVAŞ
— Bu sabah, konuşmacı, soru sorucu sıfatımla söz aldığım zaman, çeyrek yüz yılı aşkın bir meslek yaşamım içerisinde böyle¬sine sabırsızlıkla beklediğim bir başka toplantı olmadığını dile geti¬rirken, gerçekten samimi idim.
Duyduğum ilginin ve heyecanın çeşitli nedenleri vardı: Bun¬lardan en önemlisi, İslâm-Türk toplumu açısından faiz konusunun tartışılmasına büyük ihtiyaç olması idi. Gerçekten iktisatçılar ola¬rak, genellikle başka ülkelerin tecrübelerinden kaynaklanan teorileri aktarırken, kendi millî geçmişimize de bir göz atıp kendi ulu¬sal tarihimiz içerisinde bu kurumların nasıl şekillendiklerine bakıp kendi ulusal ekonomi teorilerimizi oluşturmakta yeteri kadar başa¬rılı olamadığımız açık bir gerçektir.
Bu ilmî ve çok önemli saydığım niteliği yanında, bu seminerin bir başka önemli niteliği, değerli konuşmacı arkadaşlarım tarafın¬dan da vurgulandığı gibi, konuları tartışmaktan kaçınmak, olsa olsa konuları kendi kişisel ve kısır çıkarları için istismar etmekte umudu olanlara yararlı olur. Oysa, bugün Türk aydınının temel sorunu, Türk toplumu içerisinde ekonomik kalkınmayı ve sanayi¬leşmeyi hızlandırmak, ekonomik kalkınmadan ve sanayileşmeden doğacak nimetleri bütün yurt sathına dengeli bir biçimde yay¬maktır.
Bugün faiz, iktisat ilminde çok önemli bir ekonomik unsur¬dur. O kadar önemli bir ekonomik unsur haline gelmiştir ki, hükü¬metlerin sahip olduğu ideoloji ne olursa olsun, ulusal ekonomiye yön vermede kullandıkları araçların başında da faiz oranı gelmek¬tedir.
Yine son yıllarda Türk toplumu, faizin böyle bir politika aracı olmak yanında toplumun genel ekonomik gidişini etkileyen çok önemli bir unsur olduğunu da olaylarla yaşama imkânını buldu. Pek çok insanın, yüksek faiz oranları nedeni ile hak edilmemiş ka¬zançlar elde ettiğini gördük. Öte yandan da, ileri teknolojinin ge-rektirdiği yüksek sermaye birikimine sahip olamayan sanayi ve müteşebbis kesimi, yüksek kredi maliyeti nedeni ile gereken dina¬mizmi gösteremediği, yatırımları enflasyon ve işsizliği yenecek en etkin silâh olan yatırımları önemli ölçüde arttıramadığını da göz¬ledik.
Öte yandan da dinimizin emredici hükümleri ve telkinleri ara¬sında, hak edilmemiş bir kazanç olması niteliği ile faize karşı di¬renen bir kamuoyunun oluşmakta olduğunu da gördük.
İşte bu seminer, çok genç ve mütevazi bir kadronun omuzla¬rında bugün Türk kamuoyuna, bu konularda neler düşünülüyorsa ortaya dökülmesi imkânını verdi.
Bendeniz, bu çizdiğim tablo içerisinde şunu açıklıkla vurgu¬lamak istiyorum: Eğer faizsiz işleyebilecek bir kredi mekanizması yaratmak mümkün olursa bu, şerefi çok büyük bir ekonomik inkı¬lâp olur. Ancak, yine bir iktisatçı olarak bunun en azından kısa dönemde mümkün olamayacağı endişesini taşıyorum.
Ancak, Türk tarihi içerisinde, özellikle vakıflar ve benzeri ku¬ruluşlar etrafında şekillenen bir sistemin, faizsiz bir bankacılığı getirmese bile, faizin ekonomik yaşamda meydana getireceği olum¬suz etkileri asgarîye indiren veya bazı kesimleri bu yükten arındı¬ran bir aşamayı gerçekleştirme imkânını da bulabiliriz. Böyle bir imkânı da aramaya değer. Onun için ben, tekrar hepinizin duygu ve düşüncelerine tercüman olacağıma inanarak bu semineri düzen¬leyen Vakıf yöneticilerine teşekkürlerimi sunuyorum.
Murat ÇİZAKÇA
— İslâm ekonomisinde emeğin karşılığı olarak ücret olmama¬sı lâzım, kâr ortaklığı lâzım. Fındıklı'nın da belirttiği gibi bu sis¬temde sendikaya ihtiyaç kalmıyor. İşçi-Patron ayrımı ortadan kalkıyor. Batı'da ortaya çıkan sınıf çatışmaları bertaraf oluyor. Çünkü iki taraf da ortak hale geliyor. İşçiye üretimlerine göre kâr¬dan pay veriliyor. Buna benzer bir uygulama Japonya'da var. Üc¬ret karşılığı çalışma özellikle kapitalizmin getirdiği yeni bir olay¬dır. Daha önce bu tür çalışma bir zül addediliyordu.
Sayın Fındıklı, «Milâttan önce 2000 yılında tapınakların faizle alış-veriş yaptıklarını» belirtti. Bu doğrudur. Fakat, bunun yanında faiz bu kadar eski iken iş ortaklıklarının da en az bunun kadar eski olduğunu vurgulamak isterim. Yine M.Ö. 2000'de eski Asur'da «Narukum kontratı» örneği, iş ortaklığı pekâlâ geçerli idi. Daha o zamandan faize karşı bir iş ortaklığı sistemini düşünmüşler demek mümkündür.
Sayın Tekir'in tebliği konusunda da bir-iki şey söylemek is¬tiyorum: Hep vermekten bahsettiler. Kredi vermekten bahsettiler. Güzel kriterler ortaya koymuşlar. Krediler, çeşitli kimselere, çeşitli amaçlarla ve belirli kriterler çerçevesinde verilecektir. Yalnız ne karşılığında? Bunu ben pek anlayamadım. Faiz mi alınacaktır bu¬nun karşılığında? Yoksa, bir kâr-zarar ortaklığı mı olacaktır? Her¬halde işin esası da bu. Önemli bir noktayı kaçırdım zannediyorum. Beni aydınlatırlarsa memnun olurum.
Bir de «Kredi ile rant elde edilecektir.» dediler. Ve kredi ile bir rant elde edildiğinde bunun karşılığında da rant elde edenin bir şey vermesi lâzımdır dediler. Tabii, yani herhalde faiz demek istemiyorlar herhalde burada? Herhalde başka bir şey verilecek.
Yalnız Sayın TEKİR bu soruma cevap vermeden bir itirazım var: Kredi ile rant elde edileceğine göre bir şey verilmesi lâzım. Kredi ile rant elde edileceği nereden belli? Ya kredi aldıktan son¬ra rant elde etmez ve krediyi batırırsanız ne olacak, değil mi? Orta¬da bir belirsizlik var. Bunu açmalarını kendilerinden rica edeceğim.
Celâl YENİÇERİ
— Burada biz «Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli» araştırırken tabiatiyle İslâm'a muhakkak girmemiz gerekmektedir. Ben, son iki tebliğde İslâm'a temas edildiğini görmedim. O bakımdan bir ek malumat sunma ihtiyacını hissettim.
Bilindiği gibi İslâm'ın hicretin son senelerine doğru, Peygam-berimizin vefatından 1,5-2 sene önce bu faiz yasağı gelmişti. Aynı faiz yasağının geldiği zamanda, bu zekât gelirinin sarf yerlerine nihâî, son şeklini veren âyetin de geldiğini görüyoruz.
Zekât ve muhtelif gelirlerin sarf yerlerinden bahseden münferid âyetler var. Fakat bu son âyette, buna bir kesin şekil verildi. Daha önceki âyetlerde hiç geçmiyen «gârimîn-borçlular» bu âyet¬te zikredildi. Bu da faizin yasaklandığı bir zamana tesadüf edi¬yordu.
Peygamberimizin ülkesinde hem müslümanlar, hem de gayr-i müslimler yaşıyordu. İktisadî hayat bir bütünlük arzeder. Müs¬lümanlar Kur'ân'a uyarak faizleri terk ediyorlardı. Fakat, gayr-i müslim toplulukların durumları ne olacaktı? İşte biz, Hz. Peygamber'in muhtelif kabilelerle yaptığı andlaşmalarda, faizi onlara da yasakladığını görüyoruz. Meselâ; Yemen'deki Necran, hıristiyan topluluğuyla, Hecer'deki Mecusîlerle ve Hayber yahudileri ile ya¬pılan andlaşmada ve diğer andlaşmalarda bu yasaklandı. İlk andlaşma metinlerine Peygamberimiz şöyle bir madde koymuştu: «(Eğer bu yasağa uymazlar ve kendi aralarında faizli muamelelere yeniden başlarsa, andlaşmanın geçerliliğini kaybedeceği ve harp durumuna geçileceğinin bilinmesi» diye bir son ve sert bir madde vardı. Fakat, bu sertlik Kur'ân'dan ileri geliyordu. Faize temas eden Kur'ân âyetinde de aynı sertlik vardı.
İktisadî hayat bir bütün olduğundan müslim, gayr-i müslim farkı, bir ülke içerisinde alış-verişte ve ticaretlerde olamıyacağından ve bir bütünlüğe gidilmesi zarureti vardı. Hz. Peygamber bu bütünlüğü temin etmek için olmalıdır ki gayr-i müslimlere de faizi yasaklamıştı.
Şimdi ülkede bir faizle çalışan banka, bir de faizsiz çalışan banka var. Dolayısiyle bir bütünlük olmayacaktır. İktisadî hayatın bütünlüğüne de bu iş ters düşecektir. İktisadî hayat, tam faizsiz bir sisteme geçinceye kadar bir yara alacaktır. Acaba hangi banka türü bu zedelenmeden zararlı çıkabilir? Bunun cevaplandırılma¬sını istiyorum.
İslâm'da kredi kaynaklarına gelince, üç çeşit kaynak söz ko-
nusudur:
1-Kişilerin, kişilere verdikleri ödünç paralar, karz-ı hasen de¬nilen şey söz konusu.
2-Zekât gelirlerinden ayrılan paylar ki bu «gârimîn-borçlular»a verilecek olan miktarlar.
3.Zekâtın dışındaki gelirler.
Biz, İslâm tarihi boyunca, İslâm devletlerinin uygulamalarına baktığımızda, bilhassa zekât dışındaki gelirlerden tüccara ve çift¬çilere bolca kredilerin verildiğini görmekteyiz. Hz. Peygamber Yemen'e kendisi daha önce iflas etmiş bir tüccar olan Muaz b. Cebel'i tayin ettiğinde ona kredi vermiş fakat Hz. Ömer zamanında Muaz'ın bu kredi ile elde ettikleri geri alınmıştır. İslâm fıkhında bu ze¬kât gelirlerinden bir kişiye ne miktar verilebilir hususunda İslâm hukukçularının ilginç görüşleri vardır. Meselâ:
Şafiîlerde durum bilhassa kredi açısından önem taşımaktadır Onlar diyorlar ki: «Bir kişiye verilebilecek miktar, o kişiye ömür boyu yetebilecek bir miktar olmalıdır.» Hatta Şafiî fakihlerinden Maverdî diyor ki: «İş yapacak adamın ne kadar paraya ihtiyacı varsa, o kadar zekât verilir.» diyor.
Böylece Şafiîler, kişinin bir defa kredi almasını ve aldığı bir para ile üretime geçmesini ve ondan sonra artık, zekât alan bir adam olmaktan çıkıp her sene vergi-zekât verir bir insanın duru¬muna getirilmesi gerekir, görüşünü savunmaktadırlar. Bu husu¬sun kredi açısından önemi büyüktür.
Tahsin SINAV
— Sayın FINDIKLI tebliğinde «Çalışanların ortaklık statü¬süne getirilmeleri» noktasına değindi. Yalnız burada, ortak olarak emeklerini de ortaya koyarken acaba kendilerine, katıldıkları ikti¬sadî faaliyetten dolayı nasıl bir aktarımda bulunulacak? Bu konu¬da nasıl bir düşünce oluşturulabilecektir?
Bir de, genel hizmetler var. Genellikle devlet tarafından üstle¬nilmiş hizmetler bunlar. Faizsiz bankanın bu hizmetleri üstlen¬mesi, bir bakıma devlet hizmetlerini üstlenme gibi olmuyor mu? Veya devlet bu durumda ne konumdadır? Bunları, açıklarlarsa memnun olurum.
Remzi FINDIKLI
— Kooperatifimizde çalışanlara ehliyetlerine göre ücret tak¬dir edilmektedir. Usta, kalfa ve çırak şeklinde sınıflandırma ya¬pılmıştır. Ustanın alacağına karşılık «DÇ» senedi veriyoruz. Kişi o senedi, hafta sonunda ister nakde çevirir, isterse biriktirir. Yani or¬taklık sisteminde, çalıştırılan kişi üretimden avans olarak pay al¬maktadır. Fakat, verilen pay, ehliyet ve vasfına göre tesbit edilmektedir. Ayrıca, fabrikada çalışan işçi, çalıştığı sürece ehliyetine göre bir avans cinsinden para almaktadır. Aynı zamanda yıl sonun¬da ürettiği miktardan kendisine belli bir pay ödenmektedir. Yani, işçi normal ücretli olmayıp ücretin dışına çıkarılmıştır.Ücret sistemi, faizli sistemin doğal sonucu olarak ortaya çık¬mıştır. Bunun akisleri ülkemizde ve dünyada yüksek olmaktadır. Özellikle İngiltere'de işçi-sanayici ortaklığı şeklinde ortaklıklar kurulmaktadır. Bunların sayılan 500'ün üzerindedir ve gün geç¬tikçe de artmaktadır.
Artık biz ücretin, patronun kölesi olmayacağız; üretime de, yönetime de katılacağız, diyorlar. Böylece bir ortaklık sistemi doğ¬maktadır. Ortaklıkta önemli olan, ne işçinin, ne de iş verenin kay¬bı. Kazanırken de, kaybederken de iki taraf beraber, eşit olsun. Gü¬nümüzdeki faizli sistemde, bir taraf devamlı kaybederken, diğer taraf devamlı kazanmakta; bu da toplumda çok büyük yaralar oluşturmaktadır. İşte bir tedbir olarak biz bunu üretim oranında, üretimden pay şeklinde işçiye vermekteyiz. Bu, sayın Çizakça'nın belirttiği Japon örneği gibidir.
Sayın YENİÇERİ, tebliğde İslâmî yöne ağırlık verilmediğini belirttiler. Belki haklılar. Fakat, bir nebze belirtmiştim: Ortaklık İslâmiyet tarafından teşvik edilmekte, hatta Hz. Peygamber: «Or¬taklar birbirlerine ihanet etmedikleri müddetçe ben onlarla berabe¬rim.» buyurmaktadır.
İslâmiyet'te de bir kısım ortaklıklar kurulmuştur. Meselâ: Mudarabe (emek-sermaye ortaklığı), kullanımı kamuya bırakılmış eşya ve mallardaki ortaklık, ebdân (iş gücü ortaklığı), vücûh (kre¬di ortaklığı), mülkiyet ortaklıkları gibi bir çok ortaklıklar vardır. Bunlar tebliğimizde olmasına rağmen vaktin darlığı sebebiyle te¬mas edememiştim. Bu vesile ile bunları da arzetmiş bulunuyorum.Sayın Tahsin SINAV kardeşimizin sorusuna gelince:
Biz bankayı, bir vakıf kuruluşu olarak görmekteyiz. Yani, yal¬nız bir kazanç müessesesi olarak görmemekteyiz. Tabii ki devlet ka¬mu hizmetlerinin birinci plânda sorumlusudur. Fakat, her şeyi devletten beklememek gerekir. Hizmetin hem kısa sürede yapıl¬ması, hem yerinde ve ucuza mâl edilmesi açısından, günümüzde olduğu gibi bazı vakıf müesseseleri de artık devlete yardımcı olmak ve hizmetin daha sür'atli olmasını sağlamak amacı ile böyle sosyal
hizmetler yapmaktadırlar. Sosyal hizmetleri yapmak, devletin iş¬lerine karışmak, müdahale etmek değil, bilâkis yardımcı olmaktır ki, Osmanlılarda da aynı işler vakıflar yolu ile yapılmıştır.
Sabri TEKİR
— Sayın ÇİZAKÇA'nın açıklamalarından çok istifade ettim. Kendilerine teşekkür ederim. Sorularına gelince:
«Almak değil, hep vermek?» Elbette ki kredi alanlar da bu krediyi alabilmeleri için bazı şeyleri vermek durumundalar. Ver¬mek derken biz, genel hizmet paylarını kasdetmiş bulunuyoruz.
Rant meselesine gelince: Zaten tartışma konusu da budur. Rant olarak görülen ve şimdiki ortamda faiz diye nitelendirilen şey, devlete mi, yoksa doğrudan doğruya tasarruf sahibine mi inti¬kal etsin? şeklinde.
Bizim görüşümüze göre, mesele sadece devlet hizmeti olarak kabul edilmektedir. Ancak, bu devlet hizmetlerinin içerisinde top¬lumsal hizmet olarak kabul edilmekte ve vakıf çerçevesinde görül¬mesi prensip olarak kabul edilmektedir. Dolayısı ile bir rant var¬sa, bu rantın ödenmesi vakfa doğru akış içerisinde olacaktır. Be¬nim bu konuda diyeceğim kısaca bu.
Celal YENİÇERİ kardeşimin söylediklerine ilâve mahiyetin¬de bir şey söyleyeyim: Zekât müessesesi ile karz müessesesini birbi¬rine karıştırmamak gerekir. Zekâtın harcanacağı yerler bellidir. Zekât harcanırken karşılıksız olarak veya geriye almamak kaydı ile verilir. Kredide ise geriye alma esası vardır.
Gârimîn faslından harcanacak olan hususlar, devletin takdi¬rine bırakılmıştır. Sonra bu konuda devlet kendi harcamasını ya¬pacaktır. Çünkü âyet-i kerîmede tahsis ifade eden 'Lâm'ın kulla¬nıldığı yerler vardır; takdir ifade eden 'fî'nin kullanıldığı yerler vardır. Tahsis ifade eden yerlerde ise temlik esastır. Takdir ifade eden yerlerde, genel politika esastır. O bakımdan bu konularla ilgili harcamaların ne şekilde yapılacağını sonra daha uzun bir şekilde konuşabiliriz.
Bir de gârimîn faslından yapılacak yardımların dışında, yine 'Beytü'l-mâl de toplanmış zekât gelirlerinden Hz. Ömer zamanında kısa vadeli krediler verdiği bilinmektedir. Bu konuda Muhammed HAMİDULLAH Hoca'nın geniş bilgi verdiğini hatırlıyorum.
Zekât vermek, bir yardım mahiyetindedir. Yani, piyasadan çe¬kilme durumunda olan borç sahibi kimsenin tekrar piyasaya ka¬zandırılması içindir. Kredi ise, üretimi daha da iyileştirmek, daha iyi üretim yapabilmek için bir mekanizma olarak düşünülmek¬tedir.
Arif ERSOY
— Yedi sekiz sene belki geçmişteki çalışmaları da eklersek on yedi on sekiz senelik bir çalışmanın, teorik çalışmanın, belli ölçüde pratik uygulamanın sonuçlarını arz etmeye çalıştık. Konu teknik düzeye geldikçe konuyu anlamada sıkıntıların olduğunun farkındayız. Biz çalışmalarımızla ilgilenen arkadaşlara bunu anla¬tırken önce büyük ilgi gösteriliyor yani makro kuralları anlatılır¬ken onlardan oldukça farklı olduğu için büyük ilgi gösteriliyor. Sonra mikroya indiğimiz zaman kısa bir sürede öğrenmek istiyor. Bizde onu kısa sürede anlatmak istiyoruz. Detaylara inmeyince dinleyicilerin belli bir süre sonra gözünün bizden kaydığını görü¬yoruz. Şimdi bu normaldir, biz buna katiyyen bir şey demiyoruz, çünkü her zaman karşılaştığımız bir şeydir. Biz bunu bir odaya çekilip elimizi başımıza koyup hayalimizden geçenleri yazmadık. Mevcut iktisadî prensipleri göz önünde tuttuk, geçmişteki tarih¬teki uygulamaları göz önünde tuttuk, mevcut iktisadî sorunları göz önünde tuttuk. Bizim önerdiğimiz modelde kesinlikle serbest piyasa mekanizmasına işlerlilik kazandıracağı kanısı var. Çünkü makro düzeyde plan mikro düzeyde tamamen serbestlik ilkesi var. Senet mekanizması ile, biz kabul ediyoruz ki, kişi serbest piyasa düzeyinde kendi isteği ile emeğini, menkul ve gayrimenkul değer¬lerini kendi menfaatini göz önünde tutarak değerlendirecektir.
Cemalettin YAVAŞÇA
— Efendim! Mevzu mahiyeti itibari ile tamamen iktisadî ve malîdir. Ben ise kırk-elli senelik hukukçuyum. Yalnız tebliğ sa¬hibi arkadaşın da, Sayın Yavuzer'in de hukukçu olması itibariyle
belli noktalara temas etmek istiyorum. Bir kere hocamız bir ta¬şınmaz senedinden bahsettiler. Memleketimizde bir gayri menkul hukuku vardır. Şimdi her banka önüne geldiği biçimde bir dü¬zene koymak suretiyle bir gayri menkul hukuku tanzim edemez. Ona uygun hareket edilmediği taktirde nasıl bir müeyyide kul¬lanılacaktır? Bir bu, ikincisi gene, menkulat bakımından da em¬tia senetlerinden bahsettiler, yani mal senetleri. Bunların neler¬den ibaret olduğu ticaret kanununda belirtilmiştir, bunun dışına çıkıp bir başkası ihdas etmenin imkanı yoktur. Bilhassa malın taalluk ettiği hak bakımından bir şeyler ileri sürdüler. Dediler ki bu hâmiline muharrer bir senettir. Kim taşırsa sahibi odur. Bu¬nunla beraber bu bir mukaveleye dayanılarak çıkarılması itiba-riyle hâmil kendisinin meşru bir zilyet olup olmadığını mukave¬leye göre ispat edebilir, onu da kendisi düşünsün dediler. Bu sefer bir kere gayri menkul hukukunu nasıl devlet hukukuna paralel olarak kendimiz yaptıkça bu şekilde emtia senetleri bakımından yeni bir düzen kurma durumunda oluyoruz ve bunları çoğaltıyoruz.
Sonra bu emtianın depo edileceği yerlerden bahsettiler. Türk ticaret kanununda umumi mağazalar vardır. Bunun da ayrı bir statüsü vardır. Karşılığında verilen şeyler, kıymetli senetler mahi¬yetindedir. Makbuz senedi, varant yani rehin senedi. Bunun dı¬şında ayrıca bir banka senedi diye bir şey yok, olmasına da imkân yok. Ben bilhassa hukukî bakımdan umumî mahiyette bir şey arz edeceğim. Şimdi burada gayet güzel düzenlemeler ve tatbikattan gelen bir teşebbüs var ve tebrike şayan. Bunun meriyyetini nasıl sağlayacağız? Acaba müeyyideler nereden gelecektir? Bu noktada da tereddüdüm var. Sonra hocamızın dediği gibi tekmil Türkiye'ye şâmil olmak üzere böyle bir tamim cihetine gidildiği taktirde bu neyle sağlanacaktır? Tabiatıyla arkadaşların bahsettiği banka, bankalar kanununa göre üzerinde düşünülecek şeydir. Bankalar kanunu için de bir değişiklik iktiza eder. Yoksa bunun gibi man¬tar gibi bankalar ortaya çıkmış olacak ve her bankanın kendi dev¬let nizamı ortaya çıkacak. Bu itibarla ben işin hukukî cephesi üze-rinde teredütteyim. Bu cihet neyle karşılanacak?
Hüner ŞENCAN
— Sayın Yavuzer, faizsiz banka modeli sisteminin çerçeve¬sini çizmemiştîr. Yani bu faizsiz bankacılık ve senet çıkarma sis-
temi bir İslâm ekonomisi çerçevesi için mi geçerlidir? Yani teorik vasıflı mıdır? Yoksa günümüz ekonomilerinde uygulanması için mi ortaya konmuştur?
Ücret başlığında, verilecek ücretin neyle ilgili olduğu belli de¬ğildir, örneğin toprak ihyasının kollektif olacağı ve bu kollektif çabanın ücret olarak değerinin toprak cinsinden verileceği belir¬tilmektedir. Verilecek ücret ölü toprağın ihyasının karşılığı olarak mı verilecektir? Yoksa tüm tarımsal faaliyetlerle mi ilgilidir? Bu konuda bir açıklık yoktur. Eğer verilecek ücret toprak işlemenin karşılığı ise, özel bir kavram olan toprak ihyası yerine toprağın işlenmesi tabirinin kullanılması daha uygun olacaktır sanıyoruz.
Ülkenin tüm topraklarının eşit değerde kabul edilmesi ve bel¬li bir zaman açısından ülke nüfusunun kalan ömürleri içinde çalı-şabilecekleri saatin hesaplanması ve özel mülkiyete intikal etme¬miş toprakların bu saat sayısına bölünmesi ve böylece benim ka¬baca yaptığım bir hesaba göre cm. kare olarak ücretin belirlen¬mesi olağanüstü, sofistike ve pratik olmayan bir yöntem görünü¬mündedir. Nüfus her saniye artmaktadır. Tam olarak nasıl tespit edilecektir. Tarım ücretleri her sene artan nüfusa göre yeniden mi tesbit edilecektir. Yaşayan neslin kalan ömürleri içerisinde çalışa¬bilecekleri saat ifadesi esnek, belirsiz ve hesaplanması güç bir kri¬terdir. Bunun yerine çok daha sağlam ölçüler bulunabilir. Ücret¬lileri inandırıcı ve ikna edici bir yöntem değildir, önerilen sistem.
Konunun çerçevesi belli olmadığı için yine somut bir zemin üzerinde değiliz. Topraklar yeniden mi dağıtılacaktır. Yoksa mev¬cut topraklar üzerinde yeni bir ücret belirlemesi mi yapıyoruz. Ta¬rımsal faaliyetlerde çalışan bir işçinin ücretini biz ne olarak belir¬leyeceğiz?
Bir yerde tüm topraklar özel mülkiyete intikal ettiğinde ta¬rım ücretleri nasıl tesbit edilecektir? Eğer ücretle tarım ücretleri kastedilmiyor ve ölü toprağı ihya ücreti kastediliyorsa kişinin sa¬hip olacağı ücretleri mm. kare, cm. kare cinsinden hesaplamanın, toplamının ne anlamı vardır, ne gereği vardır?
Yine bir yerde şöyle bir ifade geçmektedir. Toprağın değeri¬nin yükselmesi ile ülkenin gelişmişlik düzeyi arasında bir ilişki vardır denilmektedir. Biz bu ilişkinin nasıl olduğunu anlıyama-
dık. Sonra bir yerde birim toprağa düşen toprak ifadesi geçmek¬tedir. Belirsiz anlaşılması zor ifadeler.
Yine bir yerde eldeki toprakların fiatının ülke toprakları fiatından farklı olduğu belirtilmekte ve ücretlerinin her yerde aynı olduğu söylenmektedir. Yukarıdaki hesaplamaya göre bir kişinin bir saatlik çalışmasının karşılığı 50 mm. kare veya 50 cm. kare top¬rak olsa bu toprağın fiatı farklı şehirlerdeki fiatı farklı, farklı şe¬hirlerdeki ücret ise aynı olacaktır. Fakat bu imkansızdır. Yani si¬zin dediğinize göre imkansızdır, çünkü bu sisteme göre her yerde 50 cm. kare toprağın fiatına göre ücret verilmelidir.
Yine zaman zaman tebliğ sahibi üretim ve yatırım kavramla¬rını birbirine karışmış olarak kullandığı görülmektedir. Ücret sis¬teminde yatırım ücretlerinin tespitinde yani sanayideki çalışan işçilerin ücretlerinin tespitinde önerilen sistemde ilmî ve mantık¬sal bir temeli yoktur. Onlu bir sistem geliştirilmiştir, buna göre ücret ödenecektir. Bize göre buna hiç gerek yoktur. Sofistike kal¬mış bir çabadır. Mevcut uygulamada iş analizi yaparak işçilerin ücreti ödenmektedir. Bu iş analizinin felsefî temelleri belki yan¬lıştır, Batı'dan geçmedir. Felsefî temelleri yeniden gözden geçirilir. Örneğin ücret braketleri arasındaki oran yeniden gözden geçirilir. Adil olması konusunda ne yapılacağı hususunda tartışmalar açılır. Adil bir temele oturtulduktan sonra iş analizi sistemiyle işçi ücret¬lerinin tespiti bizce daha adil bir yöntemdir.
Senetler konusuna gelince, toprak senedi konusunda paranın kaybolan değerine karşılık getirilmiş bir çözüm olarak görülmek¬tedir. Toprak senedinin çıkarılması için bankanın toprağa malik olması gerekir. Veya bir toprakla ilgili olarak fertlerin gönüllü olarak toprak almayı istemeleri gerekir. Sadece bizce konut koo¬peratifleri için mümkün görülmektedir.
Toprak senetlerinin metrekare yüzölçümleriyle ilgili bilgi ve-rilmemiştir. Diğer taraftan bazı şehirlerde oturanlar toprağını toprak senetlerinin haftalık değer değişmesiyle nasıl takip edecek¬lerdir? T.R.T.'ye mi bildireceksiniz yahut basma mı, haber vere¬ceksiniz? Oldukça güç bir sistem.
Diğer taraftan bu değer değişmelerinin haftalık olarak yapa-cağınızdan bahsediyorsunuz. Bu senetlerin el değiştirme durum¬ları her bakımdan zarar doğurabilir. Çünkü kişi daha önceden bildiği fiattan senedi satacaktır veya el değiştirme durumunda ola¬caktır.
Demir senedi konu H.D.Ç. ve K.D.Ç. senetleri arasındaki fark¬ların ne anlama geldiği hususunda daha çok bilgiye ihtiyaç vardır. Niçin, ikinci senet biriminin çıkarılmasına gerek duyulmuştur? Bu aynı zamanda 4.5. ve daha sonraki senet birimlerinin çıkarılacağı anlamına mı gelmektedir? O halde bu sistem istikrarlı bir sistem değildir. Sürekli olarak bu durumda yeni senet birimleri çıkarmak durumunda kalacaksınız demektir.
Demir senetlerinin karşılığının mal olarak ambarda bulunma¬sı piyasaya kaydı para sürme endişesinden kaynaklanıyor, olmalı¬dır. Stok demirin fiatı çeşitli nedenlerce düştüğü takdirde kimse¬nin demiri değil nakit istemesi durumunda bu nakit ihtiyacını na¬sıl karşılayacaksınız? Buradaki varsayım demirin her zaman nak¬de çevrilebileceği yani demirin her zaman değerini koruyabileceği, aranılır bir mal olacağı varsayımı olmaktadır, ki tersi de her za¬man için olabilir. Enflasyonist dönemde demir fiatlarının üretim artışı gibi nedenlerle enflasyon oranında artmaması durumunda demir senetleri fiatlarının cari demir fiyatlarının üstüne çıkması söz konusu olacaktır. Eğer çıkarılmazsa eksi enflasyon kadar za¬rar söz konusudur. Demir senedi alan kişiler eksi enflasyon farkı kadar zarar etmiş olacaklardır. Senede sahip olan kişiler ucuz de¬miri pahalıya almış olacaklardır. Eğer demir senetleri enflasyon düzeyinde bulundurulmaksızın demir veya çimento fiatlarına gö¬re belirlenirse bu senetlerin satış gücü düşecek ve hatta belki de hiç satılmıyacaktır. Adı ne olursa olsun senetleri birkaç maddede toplamak tutarlı bir görüş değildir. Daha tutarlı olan endeksleme sistemidir. Endekslemeye göre belirlenirse yine böyle bir senet çı¬karılabilir. Fakat senedin birim fiatı endekslere göre belirlenmesi bizce daha uygun olur ve daha tutarlı olur.
Mal senetleri, hisse senetleri, işletme senetleri ve istihkak se¬netlerinin birim fiatları nasıl tesbit edileceği konusunda bilimsel bir açıklama yoktur. Bu konuda bilgi verilmemiştir. Birim fiatları nasıl tesbit edilecektir? Ve ayrıca bir vatandaş olarak örneğin ben senetleri almaya niçin ihtiyaç duyayım? Yani getireceği getiri ne¬dir? Bu konuda da ikna edici, tatmin edici bir cevap bulunmamak¬tadır.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
—Efendim! Ben arkadaşların eksik bıraktığı veyahut yan¬lış anlaşılan konuları değerlendireceğim. Bir defa hukukçu arka¬daşımız geldi burda dedi ki, işte bu senetler var, şu var, ne ola¬cak. Bugünkü mevzuata uymazsa ne olacak? Bu mesele fıkha uy¬gun değilse ne olacak? Biz burada tebliğimizi getirirken bugünkü mevzuata tamamen uygun bir model getiriyoruz diye bir şey söy¬lemedik. Yine biz burada bir modeli getirirken bu model hanefi fıkhının modelidir diye bir şey demedik. Biz diyoruz ki bugünkü işçilik mübadelesi yerine ortaklık sisteminde nasıl bir düzenleme gelecektir? Bunların hangileri bugünkü T.C. mevzuatına uygunsa onu tatbik ederiz. Yoksa kanunlar, anayasa dahil, kendi içinde na¬sıl değişecek, gösterilmiştir. Ama onu değiştirmeye uğraşmak bi¬zim işimiz değil, biz siyasi parti değiliz. Biz görüşlerimizi koyarız, ilim adamı olarak düşünce olarak koyarız, siyasî partiler onu be¬nimserlerse programlarına koyarlar, propagandasını yaparlar, mil¬lete kabul ettirirlerse değişir, değişmezse kalır. Yani burada bu en¬dişelerin dışında, islâmiyete uygun mu değil mi, Türk mevzuatı¬na uygun mu-değil mi, konusundan evvel bu modeli tartışmanızı istiyoruz. Yoksa T.C. mevzuatına uygun değilse partiler alır de¬ğiştirirler. Bu uygulanmaz o zamana kadar. İlle uygulayacağız da demiyoruz. Bir model ortaya koyuyoruz ve bu modeli tartışıyoruz. Arkadaşlardan istediğimiz bu iki kalıbın dışına çıkmaları, yani ne Hanefî veya Şafiî fıkhına uygundur-değildir tartışmasını yapsın¬lar, ne de T.C. veya herhangi bir mevzuata uygundur tartışmasını yapsınlar. Bu model ortaklık sistemi modeli, uygun şartlar tahak¬kuk ettiği zaman ve ülke de benimserse uygulanabilir mi - uygula¬namaz mı, ne neticeler doğurur, bunu ortaya koyacağız. İlmin ya¬pacağı şey budur. Bunun ötesi siyasettir.
Celal YENİÇERİ
— Önceki konuşmamda kredi kaynağı olarak zekâta temas et-miştim. Zekat gelirleri İslâm fıkhında devlet hazinesi hakkına gi¬rer mi girmez mi diye bir takım münakaşalar var. Ben o münaka¬şalara fazla girmeden yalnız Ebu Hanife'nin bir görüşünü burada söylemekte fayda görüyorum. Ebu Hanife diyor ki: «Her ne ka¬dar Kur'ân'da zekât gelirlerinin sarf yerleri sayılmış ise de bu yerlere ne miktarda zekattan meblağlar ayrılacaktır ve kime ne ka¬dar verilecektir hususu tamamen devlete aittir diyor. Yani bu mev¬zuda o devlete bir yetki vermektedir. Bu bakımdan diyor ki: «Zekât gelirleri doğrudan diğer gelirler gibi hazine haklarına dahil gelir¬lerdir». Yani, devlet hazinesi bu gelirler için emanet kasa duru¬munda değildir diyor.
Bir diğer husus da şudur: Zekât gelirleri dağıtıldığı zaman şüphesiz ki karşılıksız olarak veriliyor. Oysa krediyi, geri alma esa¬sı vardır. Şu kadar var ki bu zekat gelirleri böyle verildiği zaman layık görülen kimselere, fasıllara aktarılınca bu kimseler aldıkla¬rını keyfî olarak harcayamazlar. Hukukçular bazı müdahalelerin yapılabileceğini söylemektedirler. Meselâ, yol hizmetleri, yahut yolcu için verilen bir meblağ eğer bu şeye harcanmazsa geri alınır. Bunun gibi borçlular hissesinden bir adam borç almış, ze¬kât almıştır, fakat adam ne için borçlandı ise ona harcamıyorsa tabiatıyla ona da müdahale edilecektir. Yani, bu zekat tamamen karşılıksız veriliyor diye bir müdahale olmaz şeklinde herhangi bir şey düşünmek doğru değildir. Ancak fakir ve miskinlere verilen zekata müdahale edilmez.
Şimdi bu zekatın bu yönünü söyledikten sonra bir daha ilerki safhalarda zekat gelirlerinden bu «gârimin» faslına önemli mik¬tarların ayrıldığını görüyoruz. Meselâ Emeviler zamanında, Ömer b. Abdulaziz devrinde, onun valilere gönderdiği bir takım yazılar¬da, tamimlerde, borçlular faslına-belli miktarların ödenmesini is¬tediğini görüyoruz. Yine o Mısır eyaletinde 25000 dinar parayı borçlulara harcanmak üzere ayırmıştı. Ve yine ayrıca şark tara¬fındaki illerde aynı şekilde borçlulara ödenmek üzere meblağların ayrıldığını görüyoruz. Bu gelirler haliyle alan kişilerden geri tah¬sil edilmiyordu.
Gelelim öteki gelir çeşidine: Yani haracın ve daha umumî ifa¬de ile fey gelirlerinin bu kredi için kaynak oluşturması meselesi¬ne. Bildiğimiz gibi haraç gelirini sadece gayr-i müslimler ödemezler. Eğer devlete ait araziler işletmeye verilmişse, yahut bir haraç arazisini müslüman işletiyorsa onun da ödediği vergi öşür değil haraç olacaktır. Ayrıca, bazı hukukçular böyle öşür arazilerinden çıkan maden vergilerini bile haraç hükmünde görmekte ve sarfı hususunda devlete zekata nazaran daha geniş yetkiler ve haklar tanımaktadırlar. Şimdi bunu söyledikten sonra bu haraç faslın¬dan, haraç gelirlerinden ne gibi krediler verildiğine geliyoruz.
Önce geniş uygulamaya Hz. Ömer zamanında rastlıyoruz ve gerçekten pek çok tüccara bu devlet hazinesinden —ki haraç gelir¬leri oluşturuyordu— kredilerin verildiğini müşahade ediyoruz. Hat¬ta meselâ Ebu Sufyan'ın hanımı Hind oğlu Muaviye'yi ziyarete git¬mek istediği zaman Hz. Ömer'e müracaat etti ve kredi istedi.Maksadı Şam'a gidecek, oğlunu ziyaret edecek ve oradan emtia alıp Mekke'ye ve Medine'ye gelip onları satacaktı. Hz. Ömer kendisine 4000 dirhem kredi vermiş ve daha sonra bu krediyi ondan geri tah¬sil etmiştir. Hz. Ömer'in oğulları da bundan faydalanmıştır. Daha sonra meselâ, Suriye taraflarında bu krediler verilmiştir. Bir suistimal görülünce de Hz. Ömer bu bölgenin defterdarının tüccar olan kardeşinin mallarına el koymuş ve onu para cezasına da çarptırmıştır. Geniş uygulamalar var. Emeviler zamanında aynı şekilde ticarî kredilerin verildiğine çokça rastlarız. Meselâ : Haccac Irak eyaletinde çiftçilere 2 milyon dirhem kredi dağıtmıştır. Ayrıca Hindistan'dan binlerce vahşi öküz getirmiş ve bunları çiftçiye da¬ğıtmışlar. Yani bunları kredi olarak vermiştir.
Bu faizsiz banka açısından divanu'l-cehbez diye Abbasiler za-manındaki bir uygulamaya müsaade ederseniz temas etmek istiyo¬rum. Cehbez Farsça'dır. Bunların aslı sarraftır. Şu kadar var ki, sarrafların işleri çok mahduttur. Yani daha mahalli işler yapar¬lar fakat cehbezler işlerini genişletmişlerdir. Bunlar tüccara kre¬diler veriyorlardı ve tüccar da parasını bunlarda muhafaza ediyor¬du. Yani emanet para, mevduat bunlarda bulunuyor ve bunlarda bu mevduatları kullanıyorlardı. Bu arada cehbezler takas işlerinde aracı oluyorlar, komisyon alıyorlardı. Meselâ diyelim ki: Efendim Cezayir ve Fasta'ki bir tüccar Bağdat'ta gelip mal almak istiyor¬du. Bağdat'taki de o bölgeye gidip oradan mal almak ve onu baş¬ka bir yere götürmek istiyor. Bunlar bulundukları yerlerdeki cehbezlere paralarını yatırıyorlardı, ki bu cehbezlerin oralarda temsil¬cileri vardı ve mal almak istediği bölgelere parasız gidiyor; orada¬ki tüccarlar onun yatırdığı parayı alıyorlar; ötekisi de oradan mal alıp gidiyordu. Cehbezler böyle işlere de aracılık yapmışlardı, bu cehbezler daha da büyüdüler. Bu cehbezler arasında yahudi, hıristiyan ve müslümanlar vardı. İşte Abbasiler zamanında bilhassa Muktedir billah devrinde vezir İbnu'l-Furat cehbezlerden hazine adına para almaya başlamıştır. Onu müteakip gelen Ali b. İsa Muk¬tedir billah zamanında cehbezlerle bir anlaşma yaptı. Çok zengin, yahudi cehbez vardı ki bunlar memlekete ihtiyaç duyulduğunda tahsilatın az olduğu zamanlarda devletin istediği miktar parayı verecek durumda idiler. Anlaşma yapıp Divanü'l-cehbez denilen bir teşkilat kuruldu. Bu anlaşmaya göre ahvaz denilen bir bölge¬nin gelirlerini cehbezler toplayacaklar, cehbezlerde bunlar biri¬kecek buna karşılık cehbezler devlete belli aylarda 250.000 dirhem gibi bir parayı devlete vereceklerdi. Böylece az gelir temin edilince devlet bir sıkıntıya düşmeyecekti.
Devlet böyle bir kuruluşla bunların hesaplarını denetleyecek, sene sonunda hesaplar görülecekti. Alacak verecek ne varsa on¬ların hesabı yapılacaktı. Para piyasasını da kontrol eden ve de¬netleyen bu müessese varlığını devam ettirmiştir. Bu faizsiz ban¬kacılık açısından bu divan-ı cehbezin gözönünde bulundurulması gerektiği kanaatındayım.
Ahmet TABAKOĞLU
— Şimdiye kadarki tebliğlerde tarih yorumundan faydalanıldığı kanaatında değilim. Yani İslâm tarihi ile Batı tarihi arasın¬daki can alıcı farklılıklar dikkate alınmamış. Kapitalizm tarihi ade¬ta genelleştirilmiş, İslâm'a da teşmil edilmiş gibi. 19. yüzyılın doğ¬rusal gelişme fikrinin, belki farkında olunmadan etkisinde kalın-mış. Örnek olarak şunu söyleyeyim. Kapitalizm ve İslâm'da emek-sermaye meselesi çok farklıdır. İslâm'da batıdaki gibi bir sınıfsal gelişmeye rastlayamıyoruz. İslâm dünyasında işçi sınıfı işveren sı¬nıfı diye iki ayrı sınıf ortaya çıkmamıştır. Fakat burada da ücre¬tin yokluğu sonucunu çıkarmak mümkün değildir. İslâm'da Ecir-i has vardır, Ecir-i müşterek vardır, mudarip vardır, bunların hep¬sini emek kavramı içerisine alabiliriz. Bugün belki çağdaş işçi kav¬ramı sadece ecir-i hassı, yani zamana bağlı olarak çalışan işçileri kapsıyor. Ücret de onlara verilen ücreti ifade ediyor. Bu konu ile, ortaklık konusu içiçe girmiş ve her zaman görülmüş durumlardır.
Daha önce konuşan arkadaşlarımızdan edindiğim intibadan fazla vergi verenlere fazla kredi verilebilir gibi bir durum ortaya çıktı. Bu şekilde düşünülen model ile ((servetin sadece zenginler elinde dolaşan bir devlet olmaması» ilkesinin büyük bir tezat teş¬kil edeceğine inanıyorum. Yani sermaye temerküzünü güçlendi¬rici olacağını düşünüyorum.
Faiz uygulamasının kaldırılması ileri sürülüyor fakat burada
kullanılan bütün paradigmalar hep kapitalist paradigmalar. Tasarruf, sermaye birikimi, kalkınma vs. yalnız buradan faiz kaldı¬rılıyor. Kapitalizmin geliştirmiş olduğu iç ve dış sömürüye dayalı sermaye birikimi esas alınıyor. Bu durum tarih yorumunun ye¬tersizliğinden kaynaklanıyor. Sanıyorum İslâmî düşünce çerçevesi pek söz konusu değil. Kapitalizmin etkisi apaçık. Ben burada bir İslâm ekonomisi sempozyumu mu oluyor, yoksa kapitalist bir eko¬nomi anlayışı mı ortaya konuyor yoksa bir geçiş dönemi modeli mi oluşturulmaya çalışılıyor pek anlıyamadım. Farkında olunma¬dan bir faizsiz kapitalizm örneği mi oluşturulmak isteniyor. Aca¬ba yanılıyor muyum?
Ömer DİNÇER
— Ben de aslında arkadaşım Ahmet Tabakoğlu'nun tenkidlerine benzer bir takım endişeleri burada dile getireceğim. Tebliğleri okurken, dinlerken şöyle bir intiba edindim: Sanki ortaya konulan model faizsiz bir banka modeli değildi. Faizsiz bir sosyal sistem mo¬deli idi. Eğer hakikaten faizsiz bir sosyal sistem modeli teklif edili¬yor idiyse banka niye bu sistemin odak noktası olsun diye düşünü¬yorum. Yok eğer hakikaten bir banka ise ortaya konulan model, bu kez bankanın amaçlarının, bankanın fonksiyonlarının çok açık ol¬madığını fark ettim. Banka özellikle kapitalist sistemdeki bankacılı¬ğın sermaye birikimini sağlaması nedeniyle eleştiriliyor ve buna bir alternatif olarak sunuluyor. Buna candan katılıyorum. Ama banka kendi amaçlarını çok açık ve net ortaya koymadığı için fonksiyon¬ları da çok belirgin olarak da karşımıza çıkmıyor. Bir yerde bakıyor¬sunuz banka kamu hizmeti yapıyor, özellikle genel hizmetlerin ta¬nımı ile bugünkü kamu görevlilerinin tanımı ile arasında bir fark yok. Bankanın kamu görev yapmasının hikmetini öğrenmek isti¬yorum.
Sanki banka bir merkez bankasının fonksiyonu gibi karşımı¬za çıkıyor. Demir stok ediyorsunuz; demir mukabili senet piyasaya sürüyorsunuz. Bildiğim kadarıyla bu bir tedavül aracı mahiyetini taşıyor. Buğday için aynı şey söz konusu ve diğerleri için de aynı şey söz konusu oluyor. Halbuki burda düşünülmesi gereken bir şey var. Bu tedavül aracı sunmak normalde küçük bir banka şubesinin yapması gereken bir olay değil. Eğer öyle olmuş olsa bile, bir kere İslâmî açıdan üzerinde durulması gereken bir nokta daha var.
Şayet siz demir stok ediyorsanız ve bunun zamanını ve miktarını iyi ayarlıyamıyorsanız, İslâm'ın kesinlikle kabul etmediği ihtika¬ra kaçmış olabilirsiniz.
Yine bir bakıyorsunuz banka karşınıza bir malî teşkilâtın yapması gereken bir görevle geliyor. Meselâ özellikle genel hizmet¬lerin bedeli alınırken öyle tahmin ediyorum zekât oranları esas alın¬mış. Yapılan hizmetler hakikaten bir ücrete tekabül ediyorsa ze¬kât oranlarının esas alınması ne derece doğru olur bilemiyorum. Şayet zekât oranlarına göre esas almak doğru ise zekâtın toplan¬ması devletin görevi arasında olduğunu düşünmüştüm.Bir de normal bir banka şubesi olarak karşımıza çıkıyor, onla¬rın fonksiyonlarını yerine getirmeye çalışıyor.
Yine bir başka açıdan ele aldığımızda yine Ahmet arkadaşımın endişeleri bence de belirgin olarak karşıma çıktı. Öncelikle banka modelinin çatısını kurarken şu sorulara cevap verilmesi kanaatini taşıyorum. Şayet İslâmî esaslara dayalı yönetilen bir toplumu kas-tediyorsak ve bu toplum içinde bir banka modeli teklif ediyorsak, bizim ortaya koyacağımız ve tartışacağımız mevzular buna göre şekil alacaktır. Böyle bir modeli ortaya koymak için de tüm İslâm'¬ın toplum ve ekonomi sistemini ortaya koymak gerekir.
Eğer bugünkü toplum içinde bize faizsiz çalışan bir banka mo¬deli teklif ediliyorsa başka problemler karşımıza çıkacak. Bu prob¬lemlerin en başında bankanın yaptığı hizmetler var. Kamu görevli¬leri ve benzeri görevler. Devletle bir çatışma ortaya çıkabilir. Dev¬letle bir çatışma ortaya çıkmasa bu kez sizin ortaklarınız devletin yaptığı görevi niye biz yapıyoruz ve buna mukabil size hizmet be¬deli ödüyoruz diyebilirler.
Onun haricinde böyle bir sistem içinde ortaya konulan mode¬lin tüm ülke çapında örgütlenmesi mümkün mü? Bu benim başka bir sorum. Çünkü ülke çapında örgütlendiği takdirde gerçekten bir sistem çatışması ortaya çıkabilecek, değilse kısmî bir uygulama olarak kalabilir. Temelde 5 soru üzerinde açık ve net bir karar ver¬dikten sonra zannediyorum böyle bir modeli ortaya koymak daha faydalı olabilirdi: İslâmî esaslara dayalı bir sosyo-ekonomik sistem içinde merkez bankası veya normal bir bankanın modelini mi oluş¬turmaya çalışıyoruz? Yoksa bugünkü sosyo-ekonomik şartlar için¬de bir faizsiz banka modelini sunuyoruz? Hangi yapı içinde olursa olsun bankanın kişisel, ekonomik ve sosyal amaçları nelerdir? Ve nihayet banka ne tür fonksiyonları icra edecektir?
Nazım EKREN
— Bankaların senet çıkarma işi tartışıldıktan sonra aklımıza doğal olarak şu soru geliyor: Vakıf olarak kurulması düşünülen faizsiz bankanın kuruluş amacı ilkel toplumdan itibaren günümüze kadar gelen aşamalar dikkate alınarak oluşturulduğu emeğin kul¬lanıldığı bir dönemde sömürüyü azaltacağı düşüncesi hakimdi. Ekonominin bu son dönemde özellikle parasallaşma eğiliminin hız¬la arttığını görürüz. Bu eğilim bir toplumda hızla artarken banka¬ların bu eğilim dışında adeta para çıkarma eğilimine girmeleri mevcut iktisadî yapıdan ayrı bir yapı içinde faaliyet göstermeleri söz konusu oluyor. Kurulacak olan banka da bu fonksiyonları icra etmeden adeta bir hisse senedi çıkarma amacındaymış gibi geli¬yor. Eğer bu böyle olacaksa, sistem bunu gerektirecekse şüphesiz bankanın faaliyette bulunacağı iktisadî yapının özellikleri çok önemli. Eğer ekonomide parasallaşma eğilimi ortadan kaldırılacaksa sadece bankanın çıkardığı hisse senetleri tedavül edecekse, veya bu hisse senetleri ile birlikte halkın kullandığı genel kabul görmüş, kaydî para ile para veya merkez bankası arasındaki bağ¬lantıyı nasıl sağlayacaktır?
Bu teorik düşünceden sonra teknik olarak da şunu sormak isterdim. Bankanın mübadele aracı ticareti yapmayacağı söylen¬di. Fakat son arkadaşımızın tebliğinde altın senediyle yabancı pa¬ralar alınıp satılabilir diye bir ifade kullanıldı. Eğer altın senedinin bir karşılığı var deyip yabancı paraların mübadelesine müsaade olunmuşsa, diğer yabancı paraların karşılığı bulunmadığı dikkate alınırsa, taraflardan birisinin şüphesiz mağdur olması gerekecek, bilmiyorum bu nasıl açıklanabilir?
Teorik olarak adlandıracağımız bir diğer husus da karşılıklı kredileşme kriterinde kredi kullanma esasını yatırılan kredinin iki katı olarak anladım. Meselâ buzdolabı almak isteyen birisi bunun yarısı kadar mevduat yatıracak ve bunun iki katı yani buzdolabı¬nın parası kadar kredi alacak dendi. Örneğin şöyle bir faraziye, teo¬rik durum düşünsek, üç kişi vakıf bankasına bir birim, iki birim üç birim mevduat para yatırsa üç birim yatıran kimsenin mevduatı iki katı olacaktır. Bu krediler doğal olarak bankanın serma¬yesinin tamamını ifade eder. Bu teknik yönde nasıl ayarlanabilir?
Tahsin SINAV
Demir senedi, altın senedi gibi senetleşme tabii bir tedavül aracı üretme oluyor. Bir merkez bankası fonksiyonu gibi, bir de kapalı bir ekonomi modeli çağrıştırıyor bence. Bu bazı aletleri kendi içinde geliştirebilir yani ülke içinde bile kendi otonomisi var. Tabi onu Süleyman Bey'in de söylediği gibi ülke şartlarına bırakacak olursak ilk önce tamamen ütopik bir çerçevede bakmamız gereki¬yor veya tamamen kendi uygulamalarımız çerçevesinde bakmamız gerekiyor. Burada kâğıt para rejimi içinde enflasyondan kaçma amacı var sanki. Banka faaliyetlerinde de bunlar esas alınacağına göre, kendi otonomisi içinde para üretimi söz konusu oluyor. Bun¬ların şüphesiz genel ekonomik yapı içinde aksamaları olacaktır. Ayrıca uluslararası ekonomide, aksamalar olacaktır. Bu konuda bilmiyorum ne der tebliğ sahibi?
Bir de sanayi ihtilalinin getirdiği işçi sınıfı olayı var. İşçi sınıfı gerçekten büyük mücadelelerle kapitalizmin içinde sendikacılığı geliştirmiş. Sendikacılıkla gösterdiği çeşitli çabalarla ücretten ve¬ya üretilen hasıladan, artık değerden daha çok pay almanın yol¬larını aramış ve bulmuştur. Kari Marks'ın görüşleri üzerinde bu¬gün her zaman tartışma yapılabilir. Ancak bugün Batı onun çizdiği bazı girdapları da aşma gücünü göstermiş kendi içinde. Burada be¬nim gözlemim işçi sınıfının tavrına karşı tedbirler aramak cehdi var. İşçi sınıfı olmadığına ve sendikalar da olamayacağına, sendikalar grev yapamayacağına göre, işveren lokavt yapamaya¬cağına göre geliri nasıl dağıtalım endişesi var. Gelirin yeniden da¬ğıtılması mekanizması zekâtla, ortaklık akitleriyle işletilebilir. Bilhassa ortaklık mekanizmasının insanların sözleşme hürriyetini kıs¬tığını düşünüyorum.
Salih YAVUZER
— Sayın Cemalettin Yavaşça'ya ben şunu söylemek istiyorum. İspat konusundan söz edildi. İspat konusu aslında bizim çözdüğü¬müz bir konu. Burada zaman darlığı sebebiyle söz etmemiştim. Bu senetlerle meşgul olan kimseler, yani tüccar sınıfı bir defter bulunduracaktır. Senetleri aldığı zaman ve verdiği zaman oraya kaydını yapacaktır. İspat konusu bu şekilde olacaktır. Yani senedin sahte olarak piyasaya çıkarılması da bu şekilde önlenecektir. Kişi onu gayr-i meşru yolla elde ettiyse, defterlerin incelenmesiyle bu ortaya çıkacaktır. Yani o konu açıkta kalmış bir konu değil.
Hukukî bakımdan yüzde yüz T.C. mevzuatına uyduğu iddiasın¬da değiliz. Fakat büyük de bir tenakuz görmüyoruz. Sözleşme hürri¬yeti esas olduğuna göre amme intizamını ilgilendirmeyen husus¬larda sözleşme serbest olduğuna göre bir çok konu sözleşmelerle düzenlenebilecek demektir.
Sayın Hüner Şencan'ın soruları çok kapsamlı. Yalnız o sofizm¬den bahsetti, bizi sofizmle suçladı. Biz bu sofizmi, burada çok tar¬tıştık, bu bir sofizm değildir. Uygulaması da olan kısımları vardır. Kendisiyle bunları konuşup daha açığa kavuşturmamız mümkün¬dür. Onun teklif ettiği meselâ endeksleme gibi kriterler var, onları da tartışabiliriz. Biz, bizim teklif ettiklerimizi benimsedik. Tartış¬malarımız sonunda geliştirdiğimiz bu oldu. Fakat arkadaşın görü¬şü yine müzakere edilir. Onu kabul etmeyeceğiz diye bir şey söz konusu değil.
Ahmet Tabakoğlu bey, tarihten yararlanılmadı, gibi bir düşün¬ce ortaya getirdi. Biz tarihi, İslâm tarihini esas almadık, İslâm ta¬rihini bugüne uyarlıyalım diye düşünmedik. Bu bakımdan İslâm tarihine uygun olmayabilir, bu hususta bir şey yok.
Tahsin Sınav bey, enflasyondan kaçma gibi bir temayül var diyor. Esas olarak faizden kaçmayı esas almış durumdayız. Faizi sistemimizin dışına çıkarmak için gerekli mekanizmayı kurmaya çalıştık. Para sisteminde, senetlerin ihracında dayanmasını, kar¬şılığının bulunmasını dikkate aldık. Ülke çapında örgütlenme müm¬kün mü diye bir soru var. Bu artık bu işe başlanıldığı zaman ken¬dini ortaya koyar. Mümkün olmayan bir şey yoktur. Allah takdir ettiyse bu mümkün olur. Benim söyleyeceklerim şimdilik bu kadar.