CEZA HUKUKUNDA MAĞDURUN KORUNMASI
Süleyman Akdemir
1174 Okunma
KURUMLARIN YETERSİZLİĞİ VE ÖNERİLER

                                       DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
             KURUMLARIN YETERSİZLİĞİ VE ÖNERİLER
213 — Çağdaş Hukukta mağdurun korunması konusunda gelenek-
sel ve dolaylı kurumlar ile mağduru korumaya yönelik doğrudan ve do-
laylı kurumlar yeterli olamamaktadır. Burada, Üçüncü Bölümde an-
latılan usul ve kurumların hangi alanlarda yetersiz kaldıkları üzerinde
durulmuştur. Daha sonra bu konudaki öneriler ele alınmıştır.
I)   ÇAĞDAŞ   HUKUKTA   GENLENEKSEL VE DOLAYLI USUL VE
KURUMLARIN YETERSİZLİĞİ:
I — Geleneksel Usul ve Kurumların Yetersizliği :
214 — Çağdaş Hukukta suç mağdurlarının zararlarının giderile-
bilmesi için öngörülen klâsik usul ve kurumlar yeterli olamamaktadır.
Bunda, suç mağduru olma şartları hızla artarken, onu korumaya yö-
nelik gelişmelerin aynı hızda olmamasının rol oynadığı söylenebilir.
Ceza vermenin ve suçları kovuşturmanın Devlet tekeline geçmesi,
mağdurun zararlarının giderilmesi konusundaki imkânları azaltmış,
bir bakıma mağdur için Devletin destek ve güvencesinin kalmamasına
sebep olmuştur. Çünkü, zararın giderilmesi usulleriyle, zararın tespiti
ve hükme bağlanması Devletin adlî teşkilatı tarafından yürü-
tülmekle beraber, bu imkânı sağlayabilmek, kovuşturmak, hükme bağ-
lanan kararları takip etmek tamamen kişiye ait faaliyetler olarak
kabul edilmiştir. Özel hukuk alanında ise, iade, tazminat ve benzeri
müeyyidelerle mağdurun zararının giderilmesi düzenlenmiş, ancak,
doğrudan doğruya mağdurun zararlarının giderilmesi ile ilgili kamusal
nitelikte bir fonksiyon öngörülmemiştir (1). Çağdaş Hukukta gelenek-
sel usul ve kurumların yetersizliklerinin «suç failinden», «yargı siste-
minden» ve «mağdurun içinde bulunduğu şartlardan» kaynaklanan üç
sebebi olduğu söylenebilir.
A — Suç Failinden Kaynaklanan Yetersizlikler :
215 — Suç fiiline maruz kalan bir kimse, uğradığı zararın tazmin
edilmesini suç failinden ister; Fiili işleyenin meydana getirdiği zararı
gidermesi tabiî bir harekettir. Ancak bu her zaman mümkün olama-
maktadır. Çünkü bir çok hallerde suç faili ya tespit edilememekte ya
da tespit edilse bile bulunamamaktadır. Bir çok hallerde, suç faili bu-
lunmasına rağmen, suçun ortaya çıkardığı zararları giderecek ekono-
mik varlığı bulunmadığından, mağdurun bütün girişimleri neticesiz
kalmaktadır. Öte yandan cezaların ferdileştirilmesi cezanın suçlunun
İslahına yönelik bir müessese olarak kabul edilmeye başlaması, ce-
zaların yerini tedbirlerinin alması gibi gelişmeler de mağdura her-
hangi bir yarar getirmemektedir.
B — Yargı Sisteminden Kaynaklanan Yetersizlikler :
216 — Ceza yargılamasında davaların görülmesi genellikle çok
uzun bir süreyi almakta, pahalı olduğu kadar karmaşık bir çok işlemin
yapılmasını gerektirmektedir. Mağdur, yargılama faaliyetine katıl-
makla suçtan uğradığı zararların yanında yeni yükümlülüklere gir-
mektedir. Bir çok ülkede mahkemeler, ceza yargılaması ile birlikte
tazminat davasına karar vermeyi kendi uğraşları dışında görmekte ve
ceza yargılamasını uzatmamak gerekçesiyle karar vermeyi hukuk
mahkemesine bırakmaktadır. Zaten gecikmiş olan bir davanın bir baş-
ka mahkemede yeniden ve tekrar açılması ayrıca uzun bir süreyi ge-
rektirmekte ve mağdurun mağduriyeti had safhaya varmaktadır (2).
Ceza mahkemesinde karar verilmesi hallerinde ise, verilen karar,
mantığı ve usulleri birbirinden farklı olduğundan   genellikle tatmin
edici olmamaktadır (3).
      Öte yandan, özellikle tahkîk sisteminin kabul edildiği ülkelerde hâkimin de olayın
 içine girmesi işleri karmaşık hale getirmekte ve sübjektif kararlarla
mağduriyetlere sebep olabilmektedir (4).
C — Mağdurun İçinde Bulunduğu Yetersizlikler :
217 — Suç mağduru her şeyden önce suç olayının etkisindedir.
Maddî zararlarını gidermeyi düşünmekle beraber, önce içinde bulun-
duğu şoku atmak istemektedir. Ne var ki, mağdurun genellikle huku-
kî bilgiden yoksun oluşu, hakkını aramasını güçleştirmekte, avukatın
bilgisinden istifadesi ise, yüklü bir maliyet getirmektedir (5). Mağdur
hukukî bilgiye sahip olsa bile, dava açmak ve kovuşturmak belli bir
maliyeti ve ekonomik varlığı gerektirdiğinden, bir çok hallerde zara-
rını gidermek için yasal yollara başvurmaktan kaçınabilmektedir. Ce-
za adalet sistemine olan bu güvensizliğin mağduru ilkel usullere sev-
kettiği, hakkını şahsî intikam usulü ile almaya kalkıştığı görülmekte-
dir (6). Mağdurun, belli bir sosyal grubun üyesi olmaması da yerine
göre kendisini güçsüz bırakmakta ve yasal haklarını arama yolların-
dan vazgeçerek mağduriyeti kabullenmektedir.
D — Hukukî Yardımın Yetersizliği :
218 — Devletin esası adalettir. Yargılama faaliyetiyle bozulan
sosyal denge yeniden kurulmak suretiyle tesis edilmeye çalışılır.
İddia ve savunma makamlarının her türlü imkânla desteklenerek ha-
kîkatin ortaya çıkarılması adaletin gerçekleşmesi için zorunludur.
Çağdaş Hukukta, hakikatin ortaya çıkarılmasında avukatlık mesleği-
nin çok önemli bir yeri vardır. Ancak, avukatlık mesleğinin bugünkü
işleyiş tarzı ile mağduriyetleri gideren bir kurum olmaktan çok, yeni
mağduriyetlere yol açan bir kurum durumundadır. Fert ve Devlet ara-
sında bulunan avukatın çıkarı, ferdin ve Devletin çıkarı arasında ters
bir orantı olduğu söylenebilir. Gerçekten, avukatın kazancı toplumda
ihtilaf ve çatışmalar çoğaldıkça arttığı halde, ferdin ve Devletin çı¬karı toplumda barış ve huzurun yaygınlaşması ile artar. Halbuki gü-nümüzde zarara uğrayan kimseler, mağduriyetlerinin giderilebilmesinde yardımcı olmaları için başvurdukları avukatlar tarafından âde¬ta soyularak, ikinci mağduriyete uğramaktadırlar. Bütün bunları önle¬mek için avukatlık mesleğinin işleyiş tarzını düzeltmek ve bir çözüm getirmek zorunlu olmaktadır.
II — Dolaylı Usul ve Kurumların Yetersizliği :
219 — Ceza Hukukunda dolaylı usul olarak kabul edilen faile
verilecek cezanın azaltılması veya tamamen kaldırılması suretiyle,
mağdurun zararlarının giderilmesini amaçlayan bu usuller, daha ön-
ceki hukuk sistemlerinde yer alan fail ile mağdurun uzlaşmasına ve
mağdurun faili affetmesine yeniden dönüş olarak nitelenebilir. Ceza
hukukunda mağdura gereken önemin verilmemesinden dolayı bozu-
lan dengeyi kurmak için çalışılmaktadır ama, getirilen usuller mağ-
durun korunmasına yeterli olamamaktadır.
         Dolaylı usullerde, mağduriyetin giderilmesinde zararı suç faili¬nin gidermesi hususundaki temel düşünce korunmaktadır. Suç faili¬nin ekonomik durumunun iyi olmaması veya suç failinin bulunama¬ması hallerinde, mağdurun zararını giderme yolunda yapabileceği hiç bir şey yoktur.
Failin, mağdur için çalışan kişi durumuna düşmesi hallerinde failin yakınları mağdur olmakta, mahkeme kararlarında mağdura ön¬celik tanınması ise, üçüncü kişilerin mağduriyetine sebep olmakta¬dır.
Öte yandan, faile sadece zararı giderme cezasının verilmesi, ce-zanın fonksiyonlarını azalttığı ve değiştirdiği için ceza siyâsetinin amaçlarına aykırı olmaktadır (7).
2)  UYGULAMADA (YENİ DÜZENLEMELERDE)   KARŞILAŞILAN SORUNLAR VE MAĞDURUN KORUNMASI KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ :
 I — Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar :
220 — Suç Mağdurlarının Zararlarının «Özel Sigorta», «fon sis-
temi» veya «Sosyal Güvenlik Sistemi» tarafından ödenmesi hallerin-
de bazı sorunlarla karşılaşılmaktadır. Bu sorunlar, hangi suçlarda
ödeme yapılacağı, ödemelerden kimlerin yararlanacağı, giderilecek
zararın kapsamı, ödeme yapan diğer kurumlarla ilişki, ödeme yapa-
cak kurumun gelir kaynakları ve yönetimi gibi uygulama konularında
ortaya çıkmaktadır (1).
A — Suçların Kapsamı Sorunu :
221-— Bazı yazarlar, tüm suçlar için, bazı yazarlar ise suçlardan bir kısmı için ödeme yapılması gerektiğini öne sürmektedirler. Tüm suçlar için ödeme yapılması gerektiğini savunanlara göre, suçları ön¬lemek Devletin görevidir. Mademki Devlet suçun işlenmesini önle¬yememiştir, o halde ortaya çıkan zararları suçun niteliğine bakmak¬sızın ödemek zorundadır (2).
222-— Suçlardan bazılarına tazminat ödenmesi gerektiğini öne sürenleer göre, adam öldürme ve müessir fiil suçlarından zarar gö-renler ödeme kapsamı içinde tutulmalıdır. Genellikle kapsam dışın¬da tutulanlar ise mala karşı işlenen suçlardır. Bunun sebebi malların sigortalanabilmesidir. Buna rağmen bir kısım yazarlar, malını korur¬ken mağdur olanların ve kitle hareketlerinde ve Devlet kuvvetlerine yardım ederken malı zarara uğrayanların zararının Devletçe gideril¬mesi gerektiği görüşünü savunmaktadırlar. Kural olarak, özel sigor¬ta şirketlerinin zararları karşıladığı hallerde Devletin sorumluluğuna gidilmeyeceği de ileri sürülmektedir(3).
Devletin ödemesini kabul eden ülkeler, genellikle suçlardan bir kısmı için uğranılan zararları gidermektedir. Yeni Zelanda ve Ka¬nada bu ülkelere örnek gösterilebilir. İngiltere, Finlandiya ve Hol¬landa da şiddete dayanan suçlardan doğan zararlar, Amerika'da kişi¬nin fiziki bütünlüğüne karşı suçlar, Almanya ve Fransa'da kişilere karşı kasten işlenen fiillerin yarattığı zararlar ödeme kapsamı için¬dedir (4).
B — Yararlananlar Sorunu :
223-— Önce fiile maruz kalanın zararlarının giderilmesi, eğer
fiile maruz kalan ölmüşse, yakınlarının tazminat talebinde bulunabilme-
si kabul edilmektedir. Yakın kavramı ülkelere göre değişmektedir.
Bu konuda bazı ülkeler Medeni Kanunlarını esas alırken, bazıları da-
ha sınırlı bir uygulamayı kabul etmektedir. Meselâ İngiltere'de
suç faili ve mağdurunun aynı aileye mensup olmaları ve aynı yerde
oturmaları halinde herhangi bir ödeme yapılmamaktadır. Kanada'da
aralarında evlenme yasağı bulunanlar yakın kabul edilmektedir (5).
224 — Mağdurun yabancı olması halinde, durum ülkelere göre
değişmektedir. Bu konuda temel kural iki ülke arasında bir anlaşma
varsa sorunun ona göre çözüleceğidir. Böyle bir anlaşma olmaması
halinde geçerli olan mütekabiliyet esasıdır. Uygulamada Kanada, F.
Almanya ve İngiltere sorunu ülke esasına göre çözmektedir. İsveç
ise, ülke ve ikâmet esasını birlikte uygulamaktadır. Buna göre İsveç'-
te işlenen bir suçun ancak orada ikâmet eden bir kişiye karşı işlen-
mesi halinde zarar giderme yükümlülüğü kabul edilmektedir. Avus-
turya ise vatandaşlık ilkesini benimsemiş olup vatandaşına karşı iş-
lenen suç, hangi ülkede olursa olsun zarar giderme yükümlülüğünü
kabul etmektedir. Hollanda ise ortalama bir yol izlemiş, ülke toprak-
larında işlenen suçların yarattığı zararın giderilmesinde vatandaş-
yabancı ayırımı yapmamış, ancak Hollanda bayrağı taşıyan gemi ve
uçaklarla işlenilen suçlardan sadece vatandaşlarının zarar giderme ta-
lebinde bulunabileceklerini kabul etmiştir (6).
C — Zararın Kapsamı Sorunu :
225-— Yapılan ödemelerin zararı giderici nitelikte olması ge¬rektiği genellikle kabul edilmektedir. Zararın tam olarak tespit edil¬mesinin imkânsız olduğu âcil durumlarda fon'dan avans şeklinde öde¬meler yapılmaktadır. Mağdurun suça etkisi olması hallerinde ödene¬cek tazminat miktarının azaltılması ve mala karşı yapılan zararlar ile manevi tazminatların kapsam dışında tutulması; suçlunun ıslahını engelleyecek bir sisteme başvurulmaması, mağdurun fon'dan zararı¬nı eksik veya hiç alamaması hallerinde kovuşturma hakkının saklı kalması, ancak mağdurun çift ödeme almasının da önüne geçilmesi, tartışılan sorunlar arasındadır.
226-— Fon'un zenginleşmeye sebep olucu bir kuruma dönüşme¬mesi için, belli sınırlar üstünde ödemelerin yapılmaması ilke olarak benimsenmektedir. Meselâ Amerika'nın bazı eyâletlerinde, Hollanda, Norveç, Federal Almanya ve Fransa gibi ülkelerde belli miktarın üs-tünde ödeme yapılmamaktadır. Bazı ülkelerde bu konuda hiç bir sı-nırlama kabul edilmediği halde, Amerika'nın yine bir kısım eyâletle-rinde, Hollanda, İsveç ve İngiltere'de belli miktarın altında da ödeme yapılmamaktadır (7).
227-— Devletin ve fon'un zararı gidermede dayandığı ilkeler, ödemenin miktarını belirlemede önemli bir etkendir. Hukukî düzen¬leme, ödemenin Devlet için bir yardım veya bağış olduğu düşüncesi¬ne dayanıyorsa ödemeye sınır konulmaktadır. Ödeme Devlet için bir sorumluluk kabul edilirse, zararın tamamının ödenmesi; ödeme dev¬let için bir bağış niteliğinde kabul edilirse, ekonomik durumları iyi olan mağdurların zararının giderilmesinde, Devletin yükümlülüğünün kabul edilmemesi gerekmektedir (8).
228 — Zararın hesaplanmasında görüş ayrılıkları olmakla bera-
ber, kazanç imkânlarını yitirmek, tedâvî ve cenaze giderleri, kişiye
karşı işlenen fiillerin tazminatlarının hesaplanmasında genellikle, iş
kazalarında uygulanan belirli derecelendirme listeleri örnek alınmak-
tadır. Sakatlığın yüzdesi ve bu yüzdeye göre ödenmesi gereken mik-
tar, tazminat miktarı olarak tespit edilmektedir. Uygulamada, Avus-
turya, F. Almanya ve Fransa bu türden bir sistemi benimsemiştir.
Suç olayının sebep olduğu kazanç kayıpları ve yapılan masraflar top-
tan ödendiği halde, sakatların geleceğe yönelik kayıpları, genellikle
belirli bir gelir bağlanması suretiyle gerçekleştirilmektedir. Avus-
turya ve F. Almanya'da sakatlık belirli bir derecelendirmeye tabi tu-
tulup, ödemelerin aylık gelirler şeklinde yapıldığı bir sigorta sistemi
kabul edilmektedir (9).
D — Geleneksel Usuller ve Kurumlar ile İlişki Sorunu :
229 — Devletin zararları gidermesi veya bunun için bir fon teş-
kil etmesi, değişik kurumlar arasında ilişkiler ve bazı sorunlar orta-
ya çıkarmaktadır.
            Fon'un olması, mağdur için herşeye rağmen bir çözüm bulunma¬sı demektir. Bu sebeple, fon'a başvurabilmek için, geleneksel usul¬lerin bitmesi şart koşulmaktadır. Ancak bazı ülkelerde, meselâ Fran¬sa'da, özellikle failin bulunmaması veya zararları giderme imkânla¬rından yoksun olması hallerinde fon'un ödeme yapması kabul edil¬mektedir (10).
Fon'un ödeme veya yardım yapabilmesi için açılan ceza davası bakımından da bazı sorunlar çıkmaktadır. Nitekim, fon'dan yararlana¬bilmek için bazen, Kanada ve Finlandiya'da olduğu gibi, kovuşturma¬nın başlamış olması; bazen, Galler'de olduğu gibi, fon'dan yararlan¬manın bir hükme bağlanması şartı aranmaktadır. Geleneksel usuller¬le fon sistemi arasında mağdurun bir seçim yapmasının kabul edilip edilmeyeceği de tartışmalıdır. Fon'dan elde edilmeyen zararların, geleneksel usullerle takip edilebileceği kabul edilmektedir. Hollan¬da ve Avusturya geleneksel yollara başvurulması halinde fon'a başvurulamıyacağını öngörmüştür. Özellikle trafik suçlarında, sigorta şirketlerinin ödeme yaptığı durumlarda fon'a başvurulması kabul edilmemektedir. Fon'un tazminatı ödemesinden sonra mağdurun yet¬kilerine sahip çıkarak suç failine rücu edip edemeyeceği hususu da
tartışmalıdır (11).
E — Gelirler Sorunu :
230 — Fon için, genellikle kabul edilen. Devlet bütçesinden bir
tahsisatın ayrılmasıdır. Bununla birlikte, çalıştırılan suçluların gelir-
lerinden, trafik sigortalarının primlerinden ve para cezalarının belli
bir kısmından ayrılan paraların fonda biriktirilmesi görüşleri öneril-
mekte, bu görüşler bazı ülkelerde uygulama imkânı bulmaktadır. Si-
gorta veya sosyal güvenlik sistemlerinin kabul edilmesi hallerinde
ise, sigorta mukavelesi veya kanun gereği fon'a ödenecek primler
gelirler arasında sayılmaktadır. Tazminatı, Devletin kendisinin veya
fon'un ödemesi halinde vergi, sigorta sisteminin kabul edilmesi ha-
linde ise prim temel kaynak olarak düşünülmektedir.
F — Yönetim Sorunu :
231-— Mağduriyetleri gidermede Devletin yükümlülüğünün ve fon uygulamasının kurum haline gelmesi çok yeni uygulama olduğun¬dan, yönetim sorunu bir çözüme ulaşmış değildir. Uygulamada, uz-manlardan oluşan özel bürolardan yararlanılmaktadır. Fonda biriken paradan adlî yardıma yönelik faaliyet gösterilmesi de teklif edilmek¬tedir (12).
232-— Bürolar kural olarak suçun soruşturulması ve incelenme¬si konusunda yetkili olmayıp, işlendiği tespit edilen suçla ilgili zarar¬ların giderilmesinde yetkilidir. Amerika'nın bazı eyaletlerinde ve İn¬giltere'de genel mahkeme kararları, Devlet sorumluluğu için yeterli sayılmakta ve kendisine karar ibraz edilen idarî büro, bu karara göre işlem yapmaktadır. Buna karşılık, Kanada'nın bazı eyâletlerinde, zarar giderme komisyonu; Hollanda'da ise özel komisyon, genel mah-kemelerin kararlarının yeniden incelenmesini isteyebilmektedir. Ba¬zı ülkelerde ise İngiltere ve Kanada'da olduğu gibi, idarî büroların dava için delil toplama, tanık dinleme, uzmanlardan rapor isteme yet¬kilerinin olduğu kabul edilmektedir.
233-— İdarî büroların kararlarına gerekçe gösterip göstermeye¬ceği tartışmalıdır. Bazı ülkelerde büroların kararlarına karşı kanun yoluna başvurulabileceği kabul edilmektedir. Ancak, bu konuda idarî yargının mı yoksa adlî yargının mı yetkili olduğu tartışmalıdır. Mağduriyetlerin giderilmesinde, sosyal güvenlik sistemi veya özel sigor¬ta şirketlerinden yararlanan ülkelerde ise, bu kurumların geneldeki yönetim uygulamalarından yararlanılmaktadır (13).
234-— Tazmin programlarının Devlet tarafından işletilmesi çok pahalıya mal olmaktadır. Meselâ bu konuda, İngiltere, Galler ve İskoçya'da yaklaşık 6 milyon pound harcanmıştır. Tazmin programı uy¬gulanan ülkelerde, mağduriyetlerin giderilmesi için talepte bulunan¬ların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Örneğin İngiltere'de, yılda or¬talama 16.000'den fazla talep olmakta ve istekte bulunanların sayısı her yıl takribi % 15 artmaktadır. Aynı ülkede, ödemeyle görevli bü¬rolarda çalışan yüz personel için yapılan harcama, genel gider ve ödemelerin % 11'i civarındadır. Tazmin programının kurulması için Almanya'da 110 milyon mark, Hollanda'da ise 1 milyon florin harcan¬mıştır (14).
235-— Bazı yazarlar, tazmin masraflarını mahkumların çalıştı¬rılmasından elde edilen gelirlerle finanse edilmesini teklif etmekte¬dirler. İtalya'da buna benzer bir uygulama vardır. Bu ülkede 1974 yı¬lında çıkarılan bir kanun gereğince, mahkûmların çalıştırılmasından elde edilen gelirlerin 3/10'u suç mağdurlarına yardım sandığına öden¬mektedir. Ancak bu katkının yetersiz olduğu, mahkûmların çalıştırıl¬masının onların tekrar cemiyete kazandırılmasını imkânsız hale ge¬tirdiği ve suçlunun ailesini sefalete sürüklediği ileri sürülmektedir. Ayrıca değişik kategorideki mahkumların yapmış oldukları farklı öde¬meler, sistemin finansmanının oluşmasında adaletsizliklere sebep ol¬maktadır. Küba'da benzer bir uygulamada fon, mahkemelerin verdiği para cezalarından oluşturulmaktadır (15).
236-— Fertlerin fon'a prim yatırmaları veya bu konuda sosyal si¬gortalar şeklinde bir sosyal güvenlik sistemi tesis edilmesi ise, sigor¬ta sisteminin primlerin ödenmesinden doğan sorunları taşımaktadır.
II — Mağdurun Korunması Konusundaki Görüşlerin Değerlendiril-mesi :
A — Değerlendirmede Kullanılan Ölçütler (Kriterler) :
237-— Sağlıklı bir kurumlaşma herşeyden önce doğal olarak or-
taya konulan bazı temel toplumsal değerlere uymayı gerektirir. Ku-
rumlaşmanın kriterleri adını verdiğimiz bu sosyal değerler arasında
uyum ve denge sağlandığı ölçüde sağlıklı ve işlerliği olan bir sosyal
kurum ortaya konulabilir. Burada mağdurun korunmasına yönelik öne
sürülen görüşlerin değerlendirilmesine geçmeden önce, bu değerlen-
dirmede yararlanacak kriter (ölçüt)'ler tesbit edilecektir. Bize göre iyi bir kurumlaşmanın olabilmesi için «mikro denge» (çıkar paralel¬liği), «makro denge» (toplumsal denge), «iyi niyetin esas olması» (fırsat ve imkân eşitliği) ile «adalet ilkesi» (nimet-külfet dengesi) adını verdiğimiz dört kriter arasında uyum bulunması gerekmekte¬dir (16).
1.   Mikro Denge (Çıkar Paralelliği) :
238 — Karşılıklı çıkar dengesi adını verdiğimiz bu ilkeye göre bir toplumsal ilişkide, ilişkinin taraflarının, varsa temsilcilerinin ve toplumun çıkarları olması halinde «çıkar paralelliğinden» (karşılıklı çıkardan); ilişkinin taraflardan birinin zararı veya ilerde zarar görme¬si ihtimali olması halinde ise «çıkar çatışmasından” söz edi¬lir. Örneğin, bir satış işleminde, satıcı kendisine gerekmeyen bir ma¬lı elden çıkararak, karşılığında kendisi için daha yararlı olan parayı, alıcı ise, o an için kendisine faydalı olmayan nakdi vererek ihtiyacı olan malı almıştır. Bu ilişkiden toplum için de bir fayda doğmuştur. Çünkü hem nakitte hem de malda rant artışı olduğundan millî hâsıla¬da bir büyüme olmuş, mal daha faydalı yere gitmiş, para asıl fonksi¬yonu olan değişimi (mübadeleyi) sağlayarak iktisadî hayata canlılık getirmiştir. Bu nedenle satış işleminde, alıcı, satıcı ve toplum ara¬sında bir çıkar çatışması olmayıp, aksine bir karşılıklı çıkar bulun¬maktadır.
Aynı prensibi kumar olayına uyguladığımızda, olayın tarafları ve toplum arasında bir çıkar çatışmasının olduğu görülür. Kumarda ta-raflardan biri kazanacak diğeri kaybedecektir. Nakit ise sermaye mallarına dönüştürülerek değerlendirilip üretime katkıda bulunacağı yerde bunu gerçekleştiremiyecektir. Kumar oynayanlar çalışarak üre-time veya eğitime katkıda bulunabilecekken boş durmaktadırlar. Ku-marda kaybeden için naktin değeri ve önemi kazanandan daha fazla-dır. Hiç kimse kumarda kazandığı parayı, meşru yollardan kazandığı para kadar değerlendiremez. Bu nedenle kumar olayında, bir rant düşüşü vardır. Nitekim kominist toplumlar dışındaki tüm toplumlar¬da ticâret meşru sayıldığı halde rant düşüşüne sebep olduğundan dolayı kumar her toplumda yasaklanmıştır.

 
2. Makro Denge (Toplumsal Denge) :
239 — Toplumsal denge, iç serbestliği bozmadan karşılıklı çı-
karlara genelde sınırlama getirilmesidir. Meselâ, serbest fiyat me-
kanizması, iç serbestliği bozmadan genelde sınırlama yapar. Herke-
sin istediği fiyata satıp, istediği fiyata alabilmesi serbestliği, iç den-
genin kurulması için şarttır. Ancak bu fiyat serbestliği genel denge-
yi bozmamalı, yani “eksik”(abd-2011)üretime veya fazla tüketime sebep olmamalıdır.
Yoksa, eksik malın nereden temin edileceği veya fazla malın ne ya-
pılacağı soruları ile karşılaşılır. Mal çoğaldığı zaman fiyatlar düştü-
ğü, üreticiler üretmeyi yavaşlatacağı ve tüketiciler de tüketmeyi art-
tıracağı için serbest fiyat mekanizmasında kendiliğinden oluşan bir
makro planlama vardır. Mal azaldığı zaman fiyatlar yükselir, tüketim
azalır, daha fazla kâr olduğu için üretim yeniden artar ve ihtiyaca gö-
re ve imkânlar oranında üretim ve tüketim meydana gelerek toplumda
genel denge sağlanmış olur.
         Hukuk düzeninin varlığı makro dengenin bir başka ifade biçimi¬dir. Bunun manası, gerektiğinde kapalı bir toplum olarak varlığını başka toplumlara gerek duymadan sürdürmek demektir. Makro den¬geyi biraz daha iyi açıklamak için bir başka misâl verelim. Bir çay bardağı içine atılan şekerin molekülleri çay içinde her tarafı dağılır. Her molekül bardak içinde farklı bir yerde bulunarak hareket eder. Bu molekülün fonksiyonudur. Fakat, hiç bir zaman çay bardağının dı¬şına çıkmaz. Bunun gibi, toplum içinde fertlerin hukuk düzeni içinde serbestçe hareket edebilmeleri fert irâdesi, mevzuata bağlı kalmala¬rı ise toplum irâdesi olarak ifadelendirilir. Devletin görevi, toplum irâdesi (ki buna küllî irâde de diyebiliriz) içinde ferdin irâdesini (cüz'i irâde) korumaktır.
3. Fırsat ve İmkân Eşitliği (Hüsnüniyetin Asıl Olması) Kriteri :
240 — Hukuk düzeninin varlığı için zorunlu olan fırsat ve imkân
eşitliği, tarafların eşit güçte olmalarını temin etmektir. Bunun için iş
sahalarının herkese açık tutulması, işi kim yaparsa, kim çalışırsa kar-
şılığın ona verilmesi gerekir. İktisadî hayatta tekellerin olması nasıl
dengesizlik ve eşitsizliklere sebep oluyorsa, Devlet hayatında da gö-
revlilerin üstün kabul edilmesi aynı sonuçları doğurur. Konuyu bir mi-
sâl ile açıklayalım: Vergi mükellefinden beyânına göre vergi alınması
hüsnüniyetin asıl olması ilkesine uygundur. Kural olarak, insanlar
doğru kabul edilir ve beyân ettiği hâsıladan vergi alınır. Re'sen tarh
usulünde ise, alınan vergiler hüsnüniyet ilkesine aykırıdır. Çünkü,
re'sen tarh usulünde görevliyi doğru, buna karşılık mükellefi yanlış ka-
bul etme gibi ayırıma gidilmektedir. Oysa mükellefler arasında kötü
ve iyi insanlar olduğu gibi, memurlar arasında da iyi ve kötü insan-
lar olduğunu bilerek, bunlardan birini mutlak iyi diğerini mutlak kötü

 kabul etmek, hüsnüniyetin asıl olması ilkesine yani fırsat ve imkân eşitliğine aykırıdır. Görevli hiç bir zaman mükellef kadar mükellefin halini bilemez. Dolayısıyla ispat külfeti hüsnüniyet sahibi olmadı¬ğını ileri süren tarafa aittir. Türk vergi sisteminde, belli miktarların üzerinde vergi kaçırma olaylarında, kastın varlığı kabul edilerek ceza uygulanması, hüsnüniyetin asıl olması ilkesine ters düşmektedir. Bun-dan dolayıdır ki, fırsat ve imkân eşitliğinin gerçekleştirildiği ülkeler¬de vergi mükellefinin beyanına göre işlem yapıldığı ve ispat külfeti vergi kaçırıldığını iddia eden tarafa yüklendiği halde, bu ilkelerin ger-çekleştirilemediği ülkelerde vergiler haraç gibi alınmaktadır. 
4 — Adalet (Nimet-Külfet Dengesi) Kriteri :
241 — Sosyal denge ilkelerinden dördüncüsü haklı ücret (adalet)
tir. İnsanlar doğuştan eşittir, kişiler ve sınıflar arasında ayrıcalık yok-
tur. İnsanlar gelişmeleri ve çalışmaları nispetinde emeklerinin karşı-
lığını almalıdır. Meselâ, bir fabrikada bez dokuyan işçilere dokuduk-
ları bez kadar ve kalitesi ile orantılı bir ücret verilmelidir. Böylece ça-
lışan çalışmayan ayrılmış olur ve herkes çalışmaya teşvik edilir. Par-
ça başına ücret haklı ücret olup adalete uygundur. Maaş ise, hem hak-
lı ücret esasına, hem de adalete aykırıdır. Çünkü kişi çalışsın çalış-
masın, üretim yapsın yapmasın mutlak surette ay sonunda veya hafta
sonunda eşit karşılık almaktadır. Veya ücretin miktarı âmirin takdiri-
ne terkedilerek, işçi kötü niyetli, âmir iyi niyetli kabul edilmekte ve-
ya eşit ücret verilerek adalete ve hüsnüniyetin asıl olması ilkesine ay-
kırı davranılmaktadır. Halbuki, insanların yaptıkları işe göre ücret al-
maları halinde adalet ilkesine, yani kişiler arasında nimet-külfet
denkliğine uyulmuş olur.
B — Günümüzde Mağduru Doğrudan  (Tazminatla) Koruyan Mü-esseselerin Kriterlere Göre Değerlendirilmesi :
242 — Burada, mağdurun korunması konusunda ileri sürülen
«Özel Sigorta», «Fon Sistemi» ve «Sosyal Güvenlik Sistemi» ile ilgili
görüşlerin, açıklamış olduğumuz kriterlere göre değerlendirilmesi ya-
pılmış, yararları ve sakıncaları ortaya konulmaya çalışılmıştır.
1.   Özel Sigortanın Kriterlere Göre Değerlendirilmesi :
243 — Mağdurun zararının özel sigorta yoluyla giderilmesinin
yararları ve sakıncaları, sigortanın isteğe bağlı veya zorunlu olması,
failin veya mağdurun sigortalanması, tazminatın kusurlu veya kusur-
suz sorumluluğa göre verilmesi, ticarî veya sosyal amaçlı olması ih-
timalleri esas alınarak, mikro ve makro denge, fırsat eşiltiği ve adalet
kriterlerine göre verilmesi, ticarî veya sosyal amaçlı olması ihtimal-
leri esas alınarak; mikro ve makro denge, fırsat eşitliği ve adalet kri-
terlerine göre değerlendirildiğinde Tablo 1 'deki sonuçlar elde edil-
mektedir.

 
244 — Şimdi, tablonun açıklamasını yapalım :
İsteğe bağlı sigorta, kişilerin iradesini baskı altına almadığından, mikro dengeye uymaktadır. Herkes ödediğinin karşılığına göre nimet-külfet dengesi (adalet) sağlanıyor demektir. Özel sigorta, toplumda sı-nıflaşmaya neden olup sosyal yapıda dengesizlikleri arttırabilmekte ve fırsat ve imkân eşitliğini sağlayamamaktadır. Çünkü, fakirler prim¬lerini ödeyemediklerinden, sigortanın imkânlarından yararlanamamak-tadırlar.
Zorunlu sigorta, mikro ve makro denge ile fırsat ve imkân eşitliği ilkelerine uymasına rağmen, insanları prim ödemeye haraç verme gibi zorlandığından adalet ilkesine aykırı düşmektedir. Zorunlu sigorta sis-teminde bir tek sigorta bulunması halinde ise, mikro denge de bozul-maktadır. Çünkü insanlar, alternatifi olmayan durumlarda, kendi hür iradeleri ile hareket edemeyeceklerinden çıkarlarını koruyamamakta-dırlar.
Mağdurun sigortalanması, bir başka ifade ile mağduriyeti halinde zararın giderilmesi bütün ilkelere göre gerekli çıkmaktadır. Demek ki mağduriyetin giderilmesi toplum hayatının devamı bakımından şarttır. Esasen müesseseler bu maksada yönelik olduğu için de kriterlere uy-ması tabiîdir.
Failin sigortalanması suça teşvik mahiyeti taşıdığı, bunun sonu¬cu olarak da mağduriyetleri arttırdığı için makro dengeyi bozmakta, cezanın uygulanması demek olduğu için de adalet ilkesine aykırı düş-mektedir.
Kusurlu sorumluluktan doğan zararların giderilmesi halinde, ku-surun tespiti, görevlilerin takdirine bırakıldığından çıkar çatışmasına

sebep olmakta ve mikro denge bozulmaktadır.
       Kusursuz sorumluluktan doğan zararın giderilmesi hali de insan-ları ilgisizliğe ve tedbir almamaya iteceğinden makro dengeyi boz-makta ve kusurlu-kusursuz ayırımını kaldırdığından adalet ilkesine uy-mamaktadır.
         Ticarî amaçlı sigorta, tedbir alınmadığı takdirde, büyük sigortalar küçük sigortaları bünyelerinde eriterek tekelleşmeye sebep olacağın-dan makro dengeyi bozmaktadır; öte yandan sürekli olarak ödenen primler de tekelleşmeyi teşvik etmektedir. Zararların ödenen primler-den çok olması halinde sigorta şirketleri iflâs etmekte, sigorta şirke¬tinin teşkilat büro ve yönetici giderleri sigortalılardan alınarak gerek¬siz külfet yüklenmektedir (17). Meselâ hastalık sigortasında insanlar sağlıklarını sigortaladıkları halde bu masrafları karşılamak için, ka¬zançlarının önemli bir kısmını kaybettiklerinden yiyeceklerinden kıs¬makta, bunun sonucu olarak yeterince beslenemeyip hasta olabilmek¬tedir.
Sosyal amaçlı sigortada, rekabet imkânı kaldırıldığından insanla¬rın hür irâdeleri ile hareket edebilmeleri sağlanamamakta ve mikro denge bozulmaktadır. Sosyal amaçlı sigorta, ticarî amaçlı sigorta çeşi¬dinde anlattığımız yönetim giderleriyle ilgili sakıncaları da bünyesin¬de taşımaktadır. Özel sigortalara gelince, bunlar ister ticarî, isterse sosyal amaçlı olsunlar öncelikle kendi giderlerini karşılamakta; sigor¬talılar, hiçbir zarar vermeseler dahi sigorta şirketinin masraflarını ödemek zorunda bırakılmakta, kumarhanelerde olduğu gibi kasa her zaman kazanmaktadır.
245 — Görülüyor ki, özel sigorta sistemi birçok bakımdan mağ-duriyetleri gidermede yetersiz kalmakta, hatta yeni mağduriyetlerin kaynağı dahi olabilmektedir. Buna sigorta sisteminin, dikkat eden ve etmeyen arasında bir fark gözetmeyerek herkese eşit prim ödetme-sinin rolü büyüktür. Bazı ülkelerde sigortacılığın bu sakıncasını gi-dermek için farklı prim uygulamalarına gidilmekte ise de, sigortacı¬lıkta genel ilke eşit prim ödenmesi olduğundan, dikkatli ve kabiliyetli olan kimseler, başka bir deyimle çalışkan ve mahir olanlar âdeta ce-zalandırılmaktadır.
Biriken sigorta primlerinin değerlendirilmesi, özellikle enf¬lasyonun yüksek olduğu ülkelerde primlerin bankalara yatırılma¬sına, paranın alım gücünü kaybetmesine ve dolayısıyla servetin belli ellerde ve âtıl olarak toplanmasına sebep olmaktadır. Biriken para¬nın sigorta şirketleri tarafından kullanılması ise, sigortanın amacının değişmesine yol açmaktadır. Diğer taraftan, mallarını sigortalatan kimseler, gereken özeni göstermediklerinden, milli servet zarar gör¬mektedir. Hatta mal sahipleri, ellerinde bulundurdukları malları nakte çevirmek veya işletmelerini yenilemek için hasarı kendileri de çı¬karabilmektedirler. Alınan primlerin fonlarda bırakılarak paranın li¬kiditesinin kaybettirilmesi millî gelirde rant düşüşüne de sebep ol¬maktadır.
2.   Tazminatın Devlet Tarafından Ödenmesinin   Kriterlere Göre Değerlendirilmesi :
246 — Mağdurun zararının Devlet bütçesinden veya Devletin oluşturacağı özel bir fondan ödenmesi, organizatör devlet olduğu için zorunlu, kusura bağlı ve sosyal amaçlı olmak zorundadır. Çün¬kü Devlet, tüm vatandaşları koruma görevi ile yükümlüdür. Bu bakım¬dan, devletin yardım veya bağış (by grace-ex gratia) şeklindeki öde¬meleri kabul eden kısmî düzenlemeler -ileri bir gelişme olmakla be¬raber- sorunu bir yönüyle ele aldığı için, adalet ilkesine aykırıdır ve köklü çözüm niteliğinde değildir (18).

Devletin, mağdurun zararını ödemesinin zorunlu, kusura göre ve sosyal amaçlı olması hallerinde, yukarıda tablo 1'de özel sigorta için gösterilen mahzurları taşıyacaktır. Bundan başka, fon veya bütçeye rakip kuruluşlar teşkil edilemeyeceğinden mikro ve makro denge önemli ölçüde bozulacaktır.
247 — Tablo 2.'nin incelenmesi gösteriyor ki, tazminatın doğru¬dan ödenmesi halinde, mahzurlar daha da artmaktadır. Çünkü, böyle bir düzenleme insanlara tek bir çözüm yolu gösterdiğinden, onların serbest irâdelerini kullanarak alternatif çözümler bulmalarını engelle-mektedir. Devletin fon için prim alması halinde, bu prim zorla alınan bir vergi niteliği taşıyacağından toplumsal dengenin bozulmasına da yol açabilecektir.
3.   Sosyal Güvenlik Sisteminin   Kriterlere Göre Değerlendiril¬mesi :
248-— Sosyal güvenlik sistemi, sosyal Devlet sistemi ile birlik¬te gelişmiştir. Kapitalist sistemle sosyalist sistemin karışımı bir yapı¬sı vardır. Ve özel sigorta ile tazminatın Devlet tarafından ödenmesi¬nin mahzurları ile yararlarını bir arada taşımaktadır. Sosyal güvenlik sisteminin uygulama türlerinden biri olan sosyal sigortalar, özel si¬gortanın devlet tarafından organize edilmiş sınırlı bir şeklidir. Diğer taraftan, sosyal güvenlik içinde yer alan sosyal yardımlar da, önemli bir gelişme olmakla beraber, yeterli bir çözüm olarak kabul edilemez.
249-— Sosyal güvenlik sisteminin sosyal sigortalar uygulaması¬nın tüm mağduriyetleri ve bu arada suç mağdurlarının da zarar¬larını ödemesi düşüncesi, vatandaşların prim ödemesi esasına daya¬nacağından çağdaş vergi sisteminde kabul edilmeyen bir vergi türü niteliğinde görülmektedir. Primlerin malî güç yerine kişiden alınması düşüncesi ise, angaryaları yasaklayan çağdaş Anayasalara aykırıdır. Nitekim 1982 Türk Anayasası da kişilerden ancak malî güçlerine göre vergi alınacağını öngörmüş ve angaryayı yasaklamıştır.
III — Mağduriyeti Gidermede Dolaylı Kurumların (Sosyal Grup¬ların) Yetersizliği :
250-— Demokratik toplumlarda mağduru korumaya yönelik dolay¬lı kurumların çoğu, Devletin işlerliğini sağlayan kurum ve kuruluşlar¬dır. Bu kurum ve kuruluşların mağduriyetlerin giderilmesinde yeterli olduklarını söylemek güçtür. Günümüzde siyasî partiler kişiyi toplum içinde yalnız bırakmayan, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasını ve korumasını temin eden kuruluşlar sayılmaktadır. Siyasî partiler ve mensupları gruplaşma olayının nimetlerinden yararlandıkları halde, herhangi bir külfete katlanmamakta, aralarında iş bölümü olmayıp iç-lerinde bir dayanışma ve yardımlaşma statüsü bulunmamaktadır. Ya çok küçük ya da çok büyük olduklarından demokratik mekanizmaların işlemesini engellemektedir. Bu nedenle partilerin kuruluşunda ve işle¬yişinde nimet külfet dengesine uyulmamaktadır. Çoğunluğun egemen¬liği ve yararları için mücâdele veren bu kuruluşlar, azınlığı sömürme ve yok etme esasına göre çalışmaktadır. Böyle olunca, demokrasinin asgari şartı sayılan «hak ve özgürlüklerin korunması ve azınlıklara ya¬şama imkânı sağlaması» ilkesi ihlâl edilmekte, sadece çoğunluğun is¬tekleri göz önünde tutulmakta ve azınlık hakları ihlâl edilmektedir.
251-— Bazı ülkelerde idarenin sebep olduğu keyfîlik ve haksız¬lıklara karşı geliştirilen «ombudsman» birçok ülkenin mevzuatına gir¬miş ve uygulamada olumlu sonuçlar vermiştir. Ombudsman, görevini yasama organı adına yapmakla beraber, idarenin kendi içinde deneti¬minden çok az farkı vardır. Bize göre, gerçek denetim, halkın seçme yeteneğini harekete geçirmek, rekabet ve yarış düzenini sağlamakla mümkündür. Böyle bir mekanizma geliştirilerek oto-kontrolun işe yan¬sıması ve etkin bir denetimin sağlanması gerçekleşebilir. Ombudsman, halkın seçim yeteneğini harekete geçirmemesi, kendisi ile reka¬bet ederek rakip bir kuruluşun bulunmaması ve denetlenmesinin im¬kânsızlığı nedeniyle mağduriyetin giderilmesine katkısı olacak bir ni¬telik ve yapıda değildir.
DİPNOTLAR:

A- KURUMLARIN YETERSİZLİĞİ   VE ÖNERİLER DİPNOTLARI
(1)   Dönmezer-Erman II, 1184 bis: Özek, Suç mağdurlarının... 1 vd.

 (2) Davaların gecikmesi hukuk tatbikatında eski bir olay olmakla beraber, gü¬nümüz adalet sisteminin en önemli meselesidir. Gerçekten, ceza adâletindeki gecikme ve davaların uzaması kadar sosyal yönden zararlı olan ve bir memlekette kanunsuzluk ve suçun yaygınlaşmasını sonuçlayan ikinci bir olay ve etken yoktur. Davaların gecikmesi, âdil, hukuka uygun kararların verilmesini de geniş ölçüde önlemektedir. Uzun süren celseler içinde şahit¬ler olayları unutmakta, bazan şahitler kaybolup gitmekte, suçun mağduru gecikmeler dolayısıyla o derece muztarip ve ümitsizliğe düşmektedir ki, işi takip etmekten vazgeçmeyi daha uygun saymaktadır. Davaların «gecikmesi» nin bir diğer zararı eşit adalet ilkesini de tahrip etmesidir. Yığılan davalar kanun önünde eşit adalet tevziini zorlaştırır veya imkânsız hale getirir; Da¬vaların yığıldığını gören hâkim, işleri süratle ve üstün körü incelemelerle sonuçlandırmak eğilimine kapılır. Bu nevi tatbikattan özellikle ehil müdafilere sahip olmayan fakir ve yoksul suçlular müteessir olur. Bu sebeple adalet değişik sosyal sınıfların mensuplarına karşı farklı şekillerde tecelli etmeye başlar. Keza ceza adaletinin süratli ve etkin olamamasından dolayı suçlar sosyal hayatı istilâ eder ve suçtan korku kollektif bir ruh haleti kim¬liğine bürünür, ve şehir hayatı üstüne çöker. Bak: Dönmezer, S., Ceza Ada¬letinde Reform ilkeleri, CARİS, istanbul, 1972, s. 8-9

3-Özek, Suç Mağdurlarının... 2 ve dev.
4-Ceza Usulünde kabul edilen «tahkik» usulü veya bunun «karması» usullerde demokratiklik vasfını muhafaza etmek adeta imkansızdır. Esasen, tahkik usu¬lü, mutlakiyet rejimlerinde ve kilise hukukundan inkişaf etmiş bir usuldür. Halbuki «itham» usulü eski demokratik cumhuriyetlerin benimsediği usul¬dür. Kilise hukuku yolunu değiştirmeye mecbur etmese idi, bütün usul hu¬kuku «itham» usulünün mütekâmil bir şekli olurdu. Bu sistemlerin tatbiki ve önemi mağduriyetlerin giderilmesi bakımından ayrıca üzerinde durulma¬ya değerdir. Esasen gecikme olayının bir diğer önemli sebebi tahkîk veya karma sistemdir. Bak: Erem, Usul, 27; Sistemlerle ilgili olarak ise bak: Kun-ter, 35-36-37
5-Özellikle ehil savunmacılara sahip olma imkânından yoksun fakir ve yoksul mağdurların haklarını arıyamamaları daha da belirgindir. Bak: Dönmezer, CARIS, 9
6-Dönmezer, II, 1184 bis; Erem, Türk Ceza Hukuku, II, Ankara, 1971, 214

(7)   Özek, Suc Mağdurlarının... 20-22
B-UYGULAMADA (YENİ DÜZENLEMELERDE)    KARŞILAŞILAN SORUNLAR DİPNOTLARI
(1)   Bak: Van Dijk, 80-84
2-Bak: ECCVVC, girişi kasti adam öldürme ve müessir fiil suçlarını kapsamı içine almaktadır, ingiltere'de kişilere karşı her türlü tecavüzler kapsam için¬dedir. Bak: Özek, suç mağdurlarının... 27; Erem, II, 213, Enker, 126
3-Özek, suç mağdurlarının... 28; Enker, 131; ingiltere'de ve Kanada'da kurulan fonlar, bir suç mağduruna veya polise yardım ederken zarar gören kişilerin zararlarını ödemektedir. Hatta bu durumda fon mağdura daha elverişli bir imkan dahi sağlayabilmektedir.
4-Enker, 126; Erem, II, 213
5-Özek, Suç mağdurlarının... 29; ECCVVC, art. 2; Dönmezer, Devlet... 188-189
 (6) Özek, Suç mağdurlarının... 29-30; Final rapor, 24-25
(7) Enker, 131.
8-Özek, Suç mağdurlarının, 31, 34; Bak: ECCVVC art. 7
9-Özek, Suç mağdurlarının... 34; Bak: ECCVVC, art. 4-5
(10)Bak: ECCVVC art. giriş

 (11) ECCVVC art. 10; Tazminat ödemesi için bir fon teşkil eden ülkeler, mağdu-
run zararlarının giderilmesinden sonra Devletin, suçun failinden ödediği pa-
rayı geri isteme hakkı olduğu görüşündedir. Çünkü Devlet, fail ödeme du-
rumunda olmadığı için onun adına ödeme yapmaktadır. Dolayısıyla failin
ödeme gücüne sahip olması ile birlikte Devlet'in ödeme yapması tabiidir.
Bak: Enker, 132
(12) Özek, Suç mağdurlarının... 37; McLean, J.D. - Wood, J.S., Criminal Justice
and the Treatment of Offender, London, 1969 (Financial Aspects), p. 311
13-Özek, Suç Mağdurlarının... 38
14-İngiltere'deki fon uygulaması için bak: Williams, D.B., 1. ISV., II, p. 155
15-Schafor, The Proper... 282
(16) Mikro denge ve makro denge kavramları iktisat ilminde gelişmiştir. Ancak Sosyoloji'nin gelişmesi ile bütün toplumsal olaylarda bu dengelerin olduğu anlaşılmıştır. Mikro denge Ferdî irâdeyi, makro denge ise toplumsal irâdeyi ifâde etmektedir. Ve asıl olan bu iki dengenin birbirini tamamlamasıdır. Hukukta, mikro denge temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasını ifade etmek¬te, makro denge ise Hukuk düzenini karşılamaktadır. Hüsnüniyetin asıl ol¬ması (fırsat ve imkân eşitliği) ve adalet ilkeleri Hukuk ilminde gelişmiş ve çokça kullanılan kavramlardır. Kanaatimizce bu dört dengenin (ilkenin) bir   kurumda hepsi birarada bulunması gerekmektedir.
 (17) Friedman, M. - Friedman, R., Free to Choose, Harcourt Brace Jovanovich, New York, and London, 1981, s 117 – 118
(18) Fon sisteminin yetersizlikleri için bak: Van Di|k, J., State Assitance to the Victim of Crime in Securing Compensation: Alternative Models and Expecta¬tions of the Victim, (Towards A Victim Policy in Europe, Seminar, 31 oct. - 2 Nov. Espoo) Helsinki 1984.

 

 

 

 



© 2024 - Akevler