DEMOKRASİYE GEÇİŞ VE ANAYASALAR
1- 1946 yılında CHP’si demokrasiye geçişi gerçeklestirmiş, ancak bu geçiş 1924 Anayasası ile sağlanmıştır. Oysa, 1924 Anayasası kuvvetler birliği prensiplerine dayanıyordu: Tek parti, tek meclis, tek icra, tevhid-i tedrisat, yaşamada yargı denetimi yok...
Hükümeti de yargı değil meclis denetliyor.
Bu model, tek din ve tek tedrisat devletçiliği ile kendi içinde uyumlu faşist bir devlet modeli idi. Altı asırlık imparatorluğun sona erdiği ve yeni bir devletin kurulduğu bu kritik dönemde, devletin ekonomik bağımsızlığını kazanabilmesi ve inkılaplarını yapabilmesi için böyle bir yönetim şekli uygundu. Bu uygulamalarla inkılaplar yapılmış, dış borçlar ödenmiş, yabancı sermaye tasfiye edİlmîş olduğu halde; Türkiye artık demokratik bir düzene geçebilme durumuna gelmişti. Batı dünyasında da faşizm modası sona ermiş, insanlık artık demokrasiye geçiyordu.
Türkiye de dünyadaki gelişmelere ayak uydurarak ya demokrasi tarafını tutacak ya da enternasyonal sosyalizm yanında yer alacaktı. Türkiye Devleti’nin kurucusu olan askerler tercihlerini veya tercihli kararlarını demokrasi tarafında kullandılar ve böylece çok partili sisteme geçİlmîş oldu.
Bu aşamada yapılan önemli bir hata vardır: Askerler anayasayı değiştirip demokrasiye geçmeliydiler. Çünkü Türkiye’de sivillerin anayasa değiştirme güçleri yoktu; hatta bugün bile hâlâ yoktur. Bu anayasa değişikliği yapılmadı. Anayasaya aykırı uygulamalara girildi. Böylece yanlışlar zinciri başladı...
DP İKTİDARI VE ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ
2- 1950 yılında Demokrat Parti kahir ekseriyetle tek başına iktidar oldu. Bu durumda DP iktidarının yapması gereken ilk iş anayasayı değiştirmek olmalıydı. DP yöneticileri bunu yapmalıdır. Tek parti zihniyet ile devleti yönetmeye devam ettiler. Bu sisteme dayanarak zulümler yaptılar.
Örneğin, Türkiye çapında organize olmuş olan Milliyetçiler Derneği’ni kapattılar. Mareşal Fevzi Çakmak’ın Millet Partisi’ni kapattılar. Cumhuriyet Halk Partisi’nin mallarına müsadere ettiler. Millet Partisi’ne oy verdi diye Kırşehir ilini kaza/ ilçe yaptılar. Buna benzer daha nice demokrasi dışı uygulamalar yaptılar....
Bütün bu uygulamaların her biri büyük birer hataydı. Sivil bir sistem uygulaması ve organizasyonu yapılması gerekiyorken maalesef yapılmadı; aksine askeri yöntem kullanıldı. Bu hatalar zinciri, sonunda 1960 Müdahalesi’ni getirdi.
Askerler yönetime el koydular ve çok partili anayasayı getirdiler.
1960 MÜDAHALESİ VE YANLIŞ UYGULAMALAR
3- 1960 Müdahalesi’ni yapan askerler ikiye bölündü: Kimi CHP’yi iktidar yapmak istedi; kimi de askeri yönetimi yasallaştırmak istedi. Sonunda, 1960 Anayasası’nın önerdiği müesseseler getirilmeden demokrasiye geçildi.
Oysa yapılması gereken iş, 1960 yılından önceki bütün partiler kapatılmalı ve yeni partilerin kurulmasına imkan verilmeliydi. Demokrasi dönemine o yeni partilerle gidilmeliydi...
Olmadı.
Olması gereken olmadı.
Yapılması zaruri olanlar yapılmadı.
Anayasa değiştirilmeyince müdahale zarureti doğdu.
1971 MÜDAHALESİ VE YAPILMASI GEREKENLER
4- 1971 Müdahalesi’ni yapan ordu, statüyü değiştirmedi ve ülkeyi anarşiye sürükledi. Bir dönem öncesindeki hatalar değişik boyutları ile varlığını sürdürdü. Ülke her alanda zor ve kritik günler yaşadı.
Askerler ne yapmalıydı?
Yine Cumhuriyet Halk Partisi dadılığında bir hükümet kurup geçici olarak tehlikeyi atlatmakla yetinmeliydiler. Askerler, başbakanı tarafsız bir kimse olarak atamalı ve anayasadaki eksiklikleri tamamlamalıydılar. Bunu gerçekleştirmek için de tevhid-i tedrisat uygulamasını kaldırıp İlmî araştırma ve faaliyetlere imkan vermeliydiler. Diyanet İşleri Teşkilatı’nı kaldırıp tarikatları serbest bırakmalıydılar. 1924 Anayasası’nın kalıntı düşüncelerini ortadan kaldırmalıydılar...
Bütün bunları yapmadılar.
Yarı demokrasi uygulamalarıyla yetindiler.
Böylece hatalar zincir varlığını sürdürmüş oldu.
KOALİSYONLAR DÖNEMİ
5- Sonra koalisyonlar dönemi başlamıştır. Önce CHP-MSP Koalisyonu, daha sonra MC Hükümetleri koalisyonları kuruldu. Bu dönemde özellikler CHP-MSP Koalisyonu’nun tarihi bir önemi ve işlevi olmuştur. Dünya demokrasi tarihinde ilk defa sağ ile sol koalisyon yapmış ve bu uygulama dünyadaki bir tabuyu yıkmıştır. Bu birlikteliğin sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada olumlu etkilere olmuştur.
Ancak,bu dönemde de hatalar yapılmıştır.
Koalisyonlar alternatif anayasa üzerinde anlaşıp sivil anayasa getireceklerine; askeri anayasa ile ülkeyi yönetmeye ve bu anayasa ile iyi işler yapmaya kalkıştılar. Tezatlar dünyası bütün olumsuzlukları ile varolmaya ve çeşitli şekillerde etkisini sürdürmeye devam etti. Toplumdaki yansımaları farklı boyutlarda sürekli olarak sarsıntılara sebebiyet verdi...
Anarşi yaygın şekilde boy gösterdi ve sonunda 1980 Müdahalesi oldu.
1980 MÜDAHALESİ VE SONUÇLARI
6- 1980 Müdahalesi sonrasında birtakım olumlu yenilikler yapılmıştır. 1983 yılında iktidara gelen ANAP ve Turgut Özal, birçok hatalar yapmakla birlikte, Türkiye’de ilk defa gerçekleştirilen olumlu bazı uygulamaların öncüsü olmuştur.
Kenan Evren ve asker arkadaşlarının müdahalesi sonrasında, ilk iş olarak bütün partiler kapatılmıştır. Devletin din düşmanlığı ortadan kaldırılmış ve özellikle orta öğretim merhalesinde olumlu uygulamalara geçİlmîştir. İslâm Konferansı Teşkilatı ve Müslüman ülkeler ile olan ilişkilerde yeni gelişmeler kaydedilmiştir...
Ancak müzmin bazı hatalar yine de varolmaya devam etmiştir.
Bunları uzun uzun anlatmamakla birlikte, bunlardan biri çok önemlidir: Her müdahale sonrasında olduğu gibi Anayasa eski halini yine korumuştur. Daha önceki dönemlerde de varolan aynı önemli hata, yine ısrarla sürdürülmüştür. Anayasa alanında yeni bir şey yapılmamıştır.
Anarşi, hukuki yollardan değil, askeri yöntemlerle önlenmiştir.
ANAP İKTİDARI VE ASKERİ YANLIŞLAR
7- ANAP iktidarı döneminde birtakım olumlu gelişmeler kaydedilmiştir. Ancak meclis yine Anayasayı değiştirmiştir.
Anarşinin bastırılmasında ordu istihdam edilmiş ve bu yanlış uygulama sonunda orduyu başarısız hale getirmiştir. Biz millet olarak İstiklal Savaşı’nı üç yılda kazandık; hem de bu eşsiz zaferi tamamen dağılmış ve silahları elinden alınmış olan bir ordu ile kazandık. Aynı ordu, on üç yıldan beri PKK terörünü yok edemedi ve düşmanı bir türlü yenemedi. Ayrıca, yanlış uygulamalar sebebiyle ordu içinde çatlamalar oldu. Yolsuzluklara karışmalar başladı. Sivil yönetime karşı başarısız müdahaleler yapıldı.
Halbuki asker konuşmaz; yapar.
Düşmanı belirlemez; yok eder.
Sonunda, sivil yöneticilerin yanlışları askerlere de sirayet etti.
Sivil yönetimler hep hatalar yapıyor, yönetimi beceremiyor, memleketi batırıyor ve sonunda iktidardan düşüyor... Askerler her seferinde sivil yönetimlerin elinden tutup kaldırıyor...
Ancak bu durum bir taraftan sivil yönetimin bir türlü kendi başına yürümeyi öğrenememesine sebep oluyor; diğer taraftan askerler de her seferinde biraz daha yıpranıyor ve disiplinsizlik içinde yuvarlanmaya başlıyor.
Şimdiki tehlike, 20. Yüzyılın başında yaşadığımız Balkan Savaşı yıllarındaki tehlike kadardır. Ordu politize olmuştur. Asker siyasete bulaşmıştır. Bu yeni ve olumsuz gelişmeler maalesef ordunun parçalanmasına kadar gidebilir. Sonunda halk da ordudaki bölünmelere paralel olarak parçalanır ve silahlı çatışmalara girebilir. Dünyanın pek çok yerinde görülmüş olan iç savaş başlayabilir.
1950’DEN BERİ LİDERLERE YAZIYOR VE HEPSİNE HAKKI TAVSİYE EDİYORUZ
Biz, 1950’li yıllardan başlayarak, mektuplarla ve yazılarla ilgilileri, yetkilileri ve liderleri hep uyardık. Bu konuda hiçbir ayırım yapmadık. Bugün de yaptığımız, Hakkı tavsiye etmekten başka bir şey değildir. Bu arada MNP, MSP ve Refah Partisi yetkililerine de fırsat buldukça veya imkan verildikçe Hakkı anlattık.
Ne var ki, özellikle son yıllarda Allah onların basiretlerini bağladı, kulaklarını tıkadı, akletme meleklerine gem vurdu. Gerçeklere sırtlarını döndüler ve sözlerinizi dinlemediler. Böylece bugünlerde uçurumun kenarına geldiler. Firavun’un Hz. Musa’ya gösterdiği dinleme hoşgörüsünü bile göstermediler ve bizimle görüşmek istemediler...
Bu yazılarımızın da onlara bir faydasının olacağını zannetmiyoruz; ancak Allah hakkı tavsiye etmemizi emrettiği için yazıyoruz. Biz kâhin değiliz, peygamber değiliz; sadece Kur’ân’dan anladıklarımızı sizlere tercüme ediyoruz. Elbette bizim de hatalarımız vardır; ancak sizin İlmîniz sizi bizim yanlışlarımızdan korur. Siz, Allah’ın emri gereği, her söze kulak verecek ve bu sözlerin en iyisine uyacaksınız. Sözün özü budur. Her mü’minin yapması gereken budur.
Bize kulaklarınızı tıkamanız demek, Allah’ın sözlerine kulaklarınızı tıkamanız demektir. Çünkü biz sadece tercümanlık görevini acizane yerine getirmeye çalışıyoruz. Hatalardan Allah’a sığınıyoruz. Hatalar bizim; doğrular Allah’ındır. Biz kendiliğimizden bir şey söylemiyoruz. Tercümanı dinlememekle tercüman reddedİlmîş olmaz; aksine konuşan yani konuşturan reddedilmiş olur. Burada bu vesileyle; ‘sen konuşana değil konuşturana bak’ sözünü hatırlatmamızda yarar vardır.
Kur’ân; her söze kulak vermeyi ve ilim terazisini kullanarak en iyisini seçtikten sonra o sözün uygulanması gerektiğini anlatıyor.
Allah insanları birbirlerine muhtaç olacak şekilde yaratmıştır ve herkese her şeyi vermediği gibi, herkese her şeyi de öğretmemiştir. Birbirleriyle yardımlaşmak, malları birbirlerinden almak zorunda oldukları gibi; İlmî de birbirlerinden almak ve paylaşmak zorundadırlar. ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ ölçüsünü hatırlamak zorundadırlar.
Biz sadece Hakkı hatırlatıyoruz.
Hatırlatmamızın faydalı olmasını diliyoruz.
Bunun dışında herhangi bir amacımız yoktur.