Hayrettin Karaman, hkaraman@yenisafak.com.tr, 21 Mayıs 2010 Cuma
Peygamberimiz'in çağrısı
Peygamberimizin (s.a.) ulaşabildiği (ümmetinin de ulaşabildiği) bütün insanları İslam'a (Müslüman olmaya) çağırdığı konusu tartışma götürmez; elbette çağırmıştır ve ümmeti aracılığı ile bu çağrı devam etmektedir.
Bu konuda açıklama gerektiren iki husus vardır: 1. Bu çağrı tek seçenekli midir? Yani "ya Müslüman olursunuz veya sizinle savaşırım, yenersem bana tâbi olarak (farklı bir statüde) yaşarsınız" şeklinde bir çağrı mıdır, yoksa bu iki seçenek dışında da seçenekler var mıdır? 2. Bu çağrı tek şekil, tek yöntem ve tek sıralamaya mı tâbidir, yoksa asıl amacın gerektireceği başka şekiller ve sıralamalar var mıdır?
Dünkü yazımda islâmî davetin –başka bir deyişle Müslümanların ötekilerle ilişkilerinin- farklı seçeneklerine temas edilmişti. Buna göre hem İslam ülkeleri dışında gayr-müslimlerin de ülkeleri olabileceğini, bu ülkelerle Müslümanların tarafsızlık veya barış antlaşmaları çerçevesinde de var olabileceklerini, hem de İslam ülkesi içinde, Müslüman olmayı kabul etmeyen gayr-i müslimlerin, temel insan haklarından yararlanarak yaşabileceklerini görmüş olduk. Asırlarca önce İslam'ın, Müslüman olmayanlara hem dünyada, hem de kendi ülkesi içinde hayat hakkı ve diğer insan haklarını tanıması unutulmaması gereken bir özelliktir. (İslam'da savaş şeklindeki cihadın maksadı ve şartları için dünkü yazıyı okumakta fayda vardır. Cihadın iç muhalafete -kısaca nefse- karşı olanı ile ilgili olarak da daha önce bu köşede çıkan Cihad ve İctihad başlıklı yazımı tavsiye diyorum. (Bakınız: http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=22378&y=HayrettinKaraman)
Bütün insanların hak dine iman etmeleri, hidayete kavuşmaları istenir olmakla beraber hiç gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmeyecektir. Hak dine iman edenler, etmeyenlerle aynı dünyada ve aynı ülkede hayatı paylaşacaklardır. Müslümanlar, diğer din ve inanç sahipleriyle arkadaş, komşu, ortak, vatandaş, bazılarıyla dünür ve hısım... olacaklardır. Müslümanın vazifesi insanları zorla Müslüman etmek de değildir, Müslüman olmayanlara düşmanca, haksız ve kaba davranmak da değildir. Bizimle dinimiz yüzünden savaşmayan, bizim topraklarımıza göz dikip elimizden almak için silaha sarılmayan gayr-i Müslimlere iyilik (birr) ve adalet (kıst) çerçevesinde davranmamız Kur'an buyruğudur (Mümtehine: 60/8-9). Eğer onların da hidayete kavuşmalarını istiyorsak buna yardımcı olabilmek için muhataplara göre uygulanacak, insan sayısınca usul, üslub ve davranış biçimi vardır. Bunların da başında "kendimizin iyi birer Müslüman olmamız, İslam'ı ahlak ve davranışlarımızla yansıtmamız" gelir. Adı ve iddiası Müslüman, ahlak ve davranışı –Müslüman olmayanlardan- kötü olan sözde Müslümanların İslam'a verdikleri zarar, bazen ötekilerin verdikleri zarardan daha büyük olabilir ve hidayetin (davetin, çağrının) önünde en önemli engeli teşkil edebilir.
Yazının tamamı için bakınız:
http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=22402&y=HayrettinKaraman
YORUM:
İslam ve Müslüman kavramları inanç bakımından ele alınabildiği gibi sosyal bilimlerin diğer alanları olan siyaset/yönetim bilimleri açısından da ele alınabilir. Bu açıdan bakıldığında İslam ve Müslüman kavramlarının vatandaşlığı ifade ettiği görülür. Kur’an kavramlarının her bir alan için yeniden tanımlanması gerekir. İnanç tanımları veya ilkeleri ile yönetim ilkeleri birbiri ile karıştırılmamalıdır. İnanç ve yönetimi karıştırma veya yönetimi inanca teslim etme teokrasidir. İslam inancına uymadığı gibi İslam yönetim anlayışında da uymaz. İslam’da tekelcilik yoktur. Her din, inanç, mezhep, anlayış ve cemaat icmalara /her görüş tarafından ortak kabul edilen ortak ilkelere) aykırı olmadıkça inanç, görüş serbestliği esastır. İsteyen istediği görüşü seçebilir veya değiştirebilir. Herkes dinini, anlayışını tanıtabilir. Hatta inançların görüşlerin tanıtma fonları olmalıdır. Bu fonlar adaletle bölüşülmeli ve kullanılmalıdır.
İnanç alanından bakıldığında Hıristiyan, Yahudi, Brahman v.b dinlerin ve dindarların hakları ne ise Müslümanların hakları da o dur. Dinini tanıtma, davet etme v.b konularda her birinin hakları vardır. Bir ülkede bütün inanç grupları adil bir şekilde temsil edilirler. Bir ülkede herhangi bir din öne çıkarılıp diğer dinler ikinci sınıfa itilemez, dışlanamaz.
Burada inanç bakımından inanç Müslümanlığı ile siyaset/yönetim alanı bakımından Müslümanlığı ayırmak zorunlu olmaktadır. Yönetim bakımından Müslümanlık ilgili devletin vatandaşlığı demektir.
İslam anlayışına göre savaş devlet ölçeğinde olmanın bir hak ve vazifesidir. Düzen yoksa veya karışmışsa kuruluncaya kadar savaş meşrudur. Yani düzen kuruluncaya kadar savaş yapılır. Bu durum düzeni birilerinin bozması (bu iç veya dış kaynaklı) neticesinde düzeni kurmak için savaş yapılır. Devlete herhangi bir şekilde savaş açılırsa devlet savunulur. Terör varsa terör bitinceye kadar kıtal devam eder.
Devlet her türlü baskının kalktığı, inanç, mülkiyet, yönetim, bilim alanında tekelin kaldırıldığı, baskının olmadığı bir düzeni gerçekleştiren ve halkına bu konuda teminat veren bir yönetim organizasyonudur. Halkını her türlü baskıdan ve hak mahrumiyetinden koruyan düzendir.
Özetle, bir ülkede veya dünyanın başka ülkelerinde diğer inançtan olan insanlara hak dağıtmak, onları ötekileştirmek, ikinci sınıf din veya dindar saymak anlayışı din açısından yanlıştır. Müslümanlık inancı ile bağdaşmadığı gibi ilkeleri yönetim ilkeleri (inanç ilkeleri ile değil) oluşan İslam yönetim (din/inanç anlayışı dışında) anlayışı ile de bağdaşmaz. Yönetim ilkelerinin en önemlisi adalet ve zulüm ilkesidir.