Laiklik uğruna tutuklanan askerler!
1028 Okunma, 0 Yorum
Mümtazer Türköne - Zaman
Arif Ersoy

21 Mayıs 2010

 

"TSK, bu süreçten güçlenerek çıkacaktır" diyor, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ. Ne diyelim? İnşallah. Bahsettiği, Ergenekon soruşturmaları kapsamında tutuklanan askerler.

Bizim soracağımız soru şu: TSK güçlenerek çıksın da, ya Türkiye? Türkiye bu bataklıktan nasıl çıkacak? Güçlenerek mi, zayıflayarak mı? "TSK güçlenerek çıkarsa, Türkiye de güçlenir" cevabını verenlerin biraz durması lâzım. Çünkü Genelkurmay Başkanı başka bir şey söylüyor.

19 Mayıs münasebetiyle Genelkurmay Başkanlığı'nda bir panel düzenlenmiş. Bu panelde Altemur Kılıç, "Orduyu yıpratmak için, içeriden dışarıdan yapılan saldırılar beni çok üzüyor. Her asker tutuklandığında canımdan can gidiyor" demiş. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ise Kılıç'ın bu duygularına saygı duyduğunu ve paylaştığını belirtiyor. Kendi düşüncenizi başkasına söyletme esnekliği var bu paylaşımda. "TSK bu süreçten güçlenerek çıkacaktır" sözünü de, bu duygularının peşinden ifade ediyor.

Soruyu şöyle sorsak: "Her asker tutuklandığında Türk milleti ne düşünüyor?" Şahsen ben, her asker tutuklandığında, özellikle general rütbeli askerler tutuklandığında cumhuriyet savcılarına ve onları tutuklayan mahkemelere "helal olsun" diyorum. Savcılara ve yargıçlara olan saygım ve hayranlığım artıyor. Hepimizin yargıya güveni artmıyor mu? Kolay değil; emrinde bir yığın asker ve silah olan bir komutanı tutukluyorsunuz. Bu tutuklama kararları hakkında elinizde sağlam deliller yoksa, siz bir delisiniz. Yok eğer her sanığa uygulanacak prosedürü, gözünüzü kırpmadan ve mahkeme binasının üzerinden sesten hızlı uçan jetlere rağmen uyguluyorsanız sizler birer kahramansınız. Sizler varken, sizdeki bu cesaret ve güçlü adalet duygusu hükmünü icra ederken bu milletin sırtını kimse yere getiremez.

Bir asker tutuklandığı zaman, işte bu yüzden ve askerleri çok sevdiğim halde benim canımdan can gitmiyor. Silaha galebe çalan hukukun gücü adına iftihar ediyorum. Adalet, silahlı güçten korkmuyor. Beni yani halkı korumak adına cesaretle işini yapıyor. Bir asker suç işlemişse veya ceza prosedürüne göre hakkında kuvvetli emareler varsa tutuklanmalı. Asker olmasına rağmen tutuklanmalı. Şayet suç işleyen başka insanlar gibi tutuklanamıyorsa, ona farklı bir muamele yapılıyorsa, işte o zaman hepimizin canından can gitmeli. Bu ülke adına, geleceğimiz adına karamsarlığa kapılmalıyız.

Genelkurmay Başkanı'nın verdiği "TSK bu süreçten güçlenerek çıkacaktır" hükmünü de mutlaka bu çerçevede algılamalıyız. Hukuk hükmünü icra edecek. Eğer suç işleyenler varsa, rütbesi ne olursa olsun adalet önünde hesap verecek. Böylece TSK, bu tecrübeden dersler çıkartarak bünyesinde görev alan herkesin hukuka sonuna kadar riayet ettiği bir kurum haline gelecek. Böylece biz, içinde suçlu barındırmadığı için ordumuza güveneceğiz. Suç işlemeye niyetlenenlerin bu kurumun çatısı altında barınamayacağını bileceğiz. Öyle değil mi? Bunun aksini söyleyecek ve savunacak birinin vatanseverliğinden söz edilebilir mi?

Askerlerin bağımsız yargı tarafından tutuklanmasından rahatsız olmak ve TSK'nın bu süreçten güçlenerek çıkacağına inanmak biraz zihnimizi karıştırıyor. Ama daha fazlası da var. Genelkurmay Başkanı rahatsızlığını, Altemur Kılıç'ın sözleri üzerinden ifade ettikten hemen sonra laik bir duruş sergiliyor: "Türkiye'de herkes Anayasa'nın 24. maddesine uygun hareket ederse Türkiye'de sorun kalmaz" hükmünü veriyor. Bilmeyenler için, "kimsenin devletin sosyal, ekonomik, siyasî, hukukî temellerini kısmen de olsa din kurallarına dayandıramayacağı" şeklinde Anayasa'nın bu hükmünü açıklıyor.

"Tutuklanan askerler" ile Anayasa'nın 24. maddesi arasında nasıl bir ilişki var? Onlar, Anayasa'nın bu hükmünü korurken mi tutuklandılar? Artık bıktık, usandık. Asker dediğin mertçe konuşur. Ne diyorsunuz? Kimi kastediyorsunuz? Tutuklanan askerler, laikliği korudukları için mi tutuklandılar? 3. Ordu komutanı, laikliği koruduğu için mi, mahkemenin karşısına çıkmıyor?

Türkiye'yi korumak, güvenliğini sağlamak ve tek parça halinde tutup güçlü bir ülke haline getirmek için hepimizin hukuka ve adalete ihtiyacı var. "Askerleri bile" tutuklayabilen yargı, Türkiye'nin güvenliğine TSK'dan daha fazla katkıda bulunur. Bırakın Türkiye bu süreçten güçlenerek çıksın.

Yorum:

 

Sosyal kurumlar kendilerine yüklenen sorumluluk ve görevleri hukuki çerçevede yerine getirirlerse hem kendileri kazançlı çıkarlar, hem de hizmet etmekle görevli oldukları toplum. Çünkü sosyal kurumların itibari görev ve sorumluluklarını yerine getirmekle artar.

 

Kurumların kuruluş amaçlarının dışında hukuk dışı yollarla sosyal hayata müdahaleleri saygınlıklarını kaybetmelerine yol açar. Sorun çözmeyen ve sorun üreten kurumların varlığı tartışmalı hale gelir. Sorun üreten kurumları kimse ayakta tutamaz. Çöküşlerini engelleyemez.

 

Milli birlik ve bağımsızlığımızın temel kurumu olan ordumuzun malum mihraklar tarafında kuruluş gayesinin dışında bazı alanlarda istihdam edilmesi, son yıllarda ordumuzu önemli ölçüde yıpratmıştır.

 

Bu coğrafyada bir devletin birlik ve bütünlüğünü, ulusal bağımsızlığını koruması millet-ordu bütünleşmesiyle mümkündür. Nitekim Osmanlı Devleti’nde ve Anadolu’nun I. Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalist güçler tarafından işgal edildiği yıllarda milli birliğin sağlanması ve ülkenin işgallerden kurtarılması ordu-millet kaynaşmasıyla gerçekleştirilmiştir.

 

Emperyalizme karşı yeryüzünde gerçekleştirilen ilk bağımsızlık savaşı olan İstiklal Savaşı millet-ordu bütünleşmesiyle gerçekleştirilmiş olan bir zaferdir.

 

Milletin ordu ile bütünleşmesi, ordunun ülkeyi savunma görevini yapması ve milletin inancı, dünya görüşü ve değer ölçülerine bağlı olması ile mümkündür.

 

Milletin inancı, dünya görüşü ve değer ölçüleriyle kavgalı bir kuruma millet güvenmez ve o kurumla bütünleşemez. Milli ordu milletle bütünleşen ordudur. Mustafa Kemal’in başkomutanlığını yaptığı ve ülkemizi işgalden kurtaran ordu mili ordu idi. O ordu gücünü milletin inancı ve desteğinden almaktaydı. Ehli salibe (Haçlılara) karşı Anadolu’yu ve İslam’ı savunuyordu.    

 

Tarihte milleti ile kavgalı olan kurumlar varlıklarını sürdürememişlerdir. Hele askerlik görevi dışındaki alanlarla ilgilenen, ekonomiye müdahale eden, belli bir sınıf veya zümreye hizmet eden ordular çapulculaşmış; halkın güvenini kaybetmiş ve savundukları ülke ile birlikte ordular da yenilmiş ve yok olmuşlardır.

 

Son yıllarda ordumuz, rejimi ve laikliği koruma bahanesiyle milletin inancı ile kavgalı hale getirilmeye çalışılmış, siyasete müdahale etmekle de ülkeye tamiri yıllar alacak zararlara yol açmıştır. Ordu ve devlet içinde hukuki olmayan yollarla sızan bir zümre, dış mihraklara hizmet etmekle milletin ordusuna olan güveni sarsmıştır.

 

Ordunun esas görevi ülkeyi savunmaktır. Bu ülkede ne Cumhuriyetimiz, ne de laiklik milletten gelen bir tehlike ile karşı karşıyadır. Milletimiz bu cumhuriyeti kendi inançları ve değer ölçülerinin etrafında kenetlenerek ülkesini emperyalist işgalden kurtararak kurmuştur. Ülkemiz ve Devletimiz emperyalist mihrakların tezgahladığı dahili ve harici tehditler ile karşı karşıyadır. Devletimiz ve ordumuz planlı bir şekilde zayıflatılmakta ve milli birlik ve bütünlüğümüzü güçlendiren manevi değerlerimiz zayıflatılmakta, halkımız işsiz bırakılarak yoksullaştırılmaktadır.

 

Osmanlı Devleti’nde farklı inançlara, farklı ırk ve kültürlere sahip olan halkları bir arada birlikte barış içinde altı asır idare etmiş bir millet nasıl olur da laikliği tehdit eder?

 

Osmanlı Devleti’nin din ve inanç özgürlüğü anlamına gelen laiklikte ulaştığı ileri seviyeye bugün dünyada ABD ve AB olmak üzere hiçbir devlet ulaşamamıştır.

 

Komünistlerin savunduğu dinsizleştirme anlamındaki laikliliği savunanlar bu ülkenin birlik, dirlik ve bütünlüğünü sağlayamazlar. Onlar ülkeye değil, kendilerine darbe yaptıran, balyoz planları, ay ışı v.s gibi komplolular hazırlatan emperyalist mihraklara hizmet ederler. Hem ordumuzu, hem de ülkemizi telafisi mümkün olmayan zararlara uğratırlar.               

 

Ordumuz, ülkemiz, devletimiz ve milletimiz arasında çıkar çatışması değil, menfaat paralelliği vardır. Birinin zararı hepsinin zararı demektir. Birinin kazancı hepsinin kazancı demektir.

 

Ordu ve Devletimizin güçlü, ülkemizin birlik ve dirliği, milletimizin mutlu ve huzurlu olması için ülkemizde hukukun üstünlüğünü sağlamalıyız. Güçlülerin hukukunu değil haklıların hakkını korumalıyız. Nimet- külfet paylaşımında adaleti tesis etmeliyiz.

 

Ülkemizde yöneticilerimizin yüzde doksan dokuzu vatansever gayretli insanlardır. Yanlış olan hak ve adalet merkezli olmayan mevcut sosyal yapıdır. Bu yapı düzeltilmeden hangi parti iş başına gelirse gelsin, hangi lider parti başına gelirse gelsin fazla bir şey değişmeyecektir.

 

Hukukun üstünlüğünü sağlayamayan ve paylaşımda adaleti tesis etmeyen bir düzen de iyi insanlar da kötülük yaparlar; iyi insanlar da zulüm çarklarının dönmesine yardımcı olurlar.

 

 

Arif Ersoy






Sayı: 50 | Tarih: 23.05.2010
Ebubekir Sifil
İki Yanlış Bir Doğru Etmiyor
1213 Okunma
Zafer Kafkas
Hayrettin Karaman
Peygamberimizin çağrısı
1174 Okunma
Hilmi Altın
Ahmet Hakan
Olay bitmiştir
1171 Okunma
3 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Toktamış Ateş
Adalet zaafı...
1154 Okunma
Osman Eskicioğlu
Dücane Cündioğlu
Üçüncü Nokta
1111 Okunma
Abdülkadir Altınhan
Mehmet Şevket Eygi
One minute İsrail Tohumları!
1087 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Yeni İdeolojimiz
1082 Okunma
1 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Altan
CHP Madenlere İnecek mi?
1058 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Ruşen Çakır
AKP Kılıçdaroğlu’na nasıl bakıyor?
1028 Okunma
Tayibet Erzen
Mümtazer Türköne
Laiklik uğruna tutuklanan askerler!
1028 Okunma
Arif Ersoy
Reşat Nuri Erol
Yeni dünya ve TÜRKİYE
954 Okunma
1 Yorum
Ilker Ardic
Zülfü Livaneli
Acının merkezine seyahat
936 Okunma
Ali Bülent Dilek


© 2024 - Akevler