İki Yanlış Bir Doğru Etmiyor
1224 Okunma, 0 Yorum
Ebubekir Sifil - Milli Gazete
Zafer Kafkas

İKİ YANLIŞ BİR DOĞRU ETMİYOR

Ahir zamanda Müslümanların yaşadığı savrulma büyük ölçüde kendisini "dünyevîleşme" olarak ortaya koyuyor. Uluslar arası sistemin yerel yansımaları İslamî oluşumlar özelinde "yeni arayışlar" tarzında tezahür ederken, aslında sistemin meşruiyetinin tescilinden başka bir işe yaramıyor.

"Dârihim mâ dümte fî dârihim, ardihim mâ dümte fî ardihim" (Onların toprağında olduğun sürece, kendileriyle iyi geçin, durumu idare et ve onların hoşnutluğunu kazanmaya bak) sözünde ifadesini bulan tavrı benimseyen kesim, bir süre sonra mankurtlaşıyor, "ev sahipleri"nin tarafına geçiyor ve kardeşlerinin karşısına dikiliyor.

Savrulmanın bu çeşidi sadece "ideolojik" planda gerçekleşmiyor. Bu sürecin başlangıcını, güç ve etiket sahibi olma, kabul görme gibi saikler teşkil ediyor. "Ev sahipleri"nin değer yargıları ve ölçüleri kabul edildiğinde kaçınılmaz sonun adı "mankurtlaşma" oluyor.

Bundan sonrası "dünyevîleşme"nin tabii yansımalarından ibaret: Hayat standartlarını olabildiğince yükseltmek, mümkün olduğunca kaliteli ve fazla tüketmek, "özgürlüğün" ve "başarının" tadını çıkarmak. Ya da bunları yapamıyor olsa da, yapabilecek aşamaya gelmeyi hedeflemek.

Bu bir "kopuş" ve "savruluş" durumudur şüphesiz. Değerlerinden, aidiyetlerinden ve kimliğinden kopuş ve yabancı bir dünyaya savruluş… Birinci yanlışımız bu.

İkincisine gelince, onun da zihin kodlarını –tıpkı ilki gibi– modernite/sekülarite oluşturuyor. Şu farkla ki o, modern/seküler hayat tarzının vücut verdiği kapitalistleşme sürecine yine modern/seküler bir tavırla itiraz eden konumunda pozisyon alıyor ve "kapitalistleşme yanlış; doğrusu komünistleşme" diyor!

Her iki yanlışın da "İslamî" gerekçelere yaslandığına özellikle dikkat edin. İlk yanlışı işleyenler "realist" davranmayı tercih ederken sırtını "gücünün yettiğinden fazlasından sorumlu değilsin"e dayıyor. İkinci yanlışın sahipleri ise "idealist" davranmak adına "Ebû Zerr"i öne çıkarıyor.

İlk yanlışı işleyenler "özgürlük" derken, ikinciler "adalet" diyor ve her ikisi de temel referansların bu ve benzeri kavramlara yaptığı vurguyu öne çıkarıyor.

Hal-ı hazırda her iki tutumun da uluslar arası sistemin onayladığı sınırlar içinde hareket etme arızasıyla malul olduğu açık. Kullandıkları temel kavramlar bunun en bariz göstergesi. Bizim için ikinci önemli nokta da her iki tutumun, İslam tarihinin uzun geçmişinde ayaklarını basabileceklerini düşündükleri zeminlere yaptıkları abartılı vurgular.

İlk tutum Mu'tezile'ye abanırken, ikinci tutum İhvan-ı Safa ve Karmatîlik gibi figürleri köpürtmenin peşinde. Yani "çağdaş" arızalar kendilerini "tarihsel" arızalarla refere ediyor. Ne garip tecelli değil mi!

Hakikat şu ki ne Mu'tezile ile "özgürlükçüler", ne de İhvan-ı Safa ve Karmatîlik ile "adaletçiler" arasında sahici bir irtibat var. Bunlar tamamen "kurgusal" irtibatlardır ve bütün bu kesimler arasındaki tek ortak nokta "arızalı" duruşlarıdır. Asıl irtibat, fikrî nesep ilişkisi halinde onlarla Batılı modern/seküler değerler arasında aranmalı. Her iki kesim de gerçekçi ve dürüst davranmak istiyorlarsa, duruşlarına temel karakterini veren Batılı zihin kodlarını perdeleyerek Kur'an ve Sünnet'i tarihsel arızalara indirgeme cürmünü işlemeyi sürdürmemeli ve ait oldukları dünyanın içinden konuşmalıdırlar.

Allah hepsinden razı olsun, ne Hz. Ebû Bekr, Osman ve Abdurrahman b. Avf "kapitalist"ti, ne de Ebû Zerr, Selman ve Mikdat "komünist"!

Efendimiz (s.a.v)'in vahyin kılavuzluğunda inşa ettiği birey ve toplumdan ne "özgürlükçüler"in, ne de "adaletçiler"in hayalindeki dünya çıkar! O, zenginlerin servetine ne cebren el koydu, ne de azgınlaşıp önüne geleni ezebileceği bir alan açtı. Zengine zenginlik içinde, yoksula da yoksulluk içinde Allah'ı razı etmenin ve Allah'tan razı olmanın yollarını öğretti. Böylece zengin zenginliğiyle, yoksul yoksulluğuyla Müslüman olmayı ve Allah'a ulaşmayı öğrendi.

 

Yorum:

Yanlışları Doğruya Çevirmek Kuranla Olur

Bütün gün çalışmış yorgun bir beden ve zihinle eve gelmiş  insanımıza bu yorgunluğunu unutturacak , zihninini uyuşturacak ve daha fazla yorulmasını engelleyecek birtakım meşgaleler bulmak gerekmektedir. Eve gelip rahat koltuğuna uzanıp televizyonunu açmalı ve eğlenip günlük yorgunluğuna ait izleri silmelidir. Dizilerle başlayan gece , yarışma programlarıyla devam edecek ve ertesi gün hatıra getirilmeden , gece gülerek ve eğlenerek sona erecek. Bu arada  inancına , ahlakına, kültürüne , değerlerine yapılan bilinçaltı saldırıyla ortaya çıkan dejenerasyonun farkına varamayacak. Çarpık ilişkileri zihninde normalleştirecek, aile müessesesi yavaş yavaş önemini kaybedecek, aile içinde kadın – erkek ,çoluk çocuk arasında uçurumlar oluşacak , Karun gibi hayatlara özenecek kanaat ve tasarruf gibi hasletleri unutacak, israf normalleşecek , şehevi arzular güdülenerek hayasızlığa kapılar açılacak ve bunlar gerçekleşirken hiçbirinin farkında olamayacak.En kötüsüde heralde farkında olmamak tüm bu olanların.

Bu şekilde hayatını sürdüren insanımız , gündüz yoğun iş temposu , akşamları da televizyon etkisiyle çoluk çocuğunun terbiyesi ve eğitimiyle ilgilenmek için vakit ayıramadığından ve eğitim sistemininde değer temelli ve ilmi olmaktan uzak olup sadece sınava yönelik ve bilgi merkezli olması çocukların idealden uzak , sadece ilerde iş bulma hedefinde olan, şehvetleriyle hareket eden bireyler olmasına sebep olmaktadır.   Bu şekilde sadece midesini ve şehvetini düşünen toplumların sömürülmesi ve başkalarının amaçlarına göre yönlendirilmesi zor olmayacaktır. İnsanları açlık ve işsizlik korkusuyla üç kuruşa muhtaç etmek ve bu adaletsizliğe ses çıkarmaması içinde eğlenceye daldırıp , şehvetlerini güdülemek son dönemlerin en önemli narkozlarından biridir. Futbol , eğlence programları, yarışmalar vs.bu tuzağın parçalarıdır.

Dünyada kol gezen sömürüye , adaletsizliğe , katliamlara ses çıkaramayan ve ilgisiz kalan bir toplum haline getirildik maalesef. Bunu aşmanın tek yolu Kuran’a ait düşüncelerimizin ve bakış açımızın değişmesiyle olacaktır. Kuran’ı sadece bir inanç kitabı olarak okuyup ,mezarlıklara ve bir takım gecelere hapsetmek, Kuranı anlamadan yüzünden okumak, sömürülmeyi , adaletsizliği ve yok olmayı kabul etmek demektir. Zaten dünyayı sömüren ve insanlığı köleleştirenlerin en çok hoşuna giden de Kuran’a bu muamelenin yapılmasıdır. Kuran’ a bakış açısı değişmedikçe daha çok sıkıntı yaşayacağız , Kuran’ı insanlığın bütün problemlerini çözen, bir hayat kitabı olarak görmezsek şu ayetin muhatapları olmaktan kendimizi koruyamayız.

“Ve elçi dedi ki:Rabbim gerçekten benim kavmim bu Kuran’ı terk edilmiş olarak bıraktılar.” (Furkan Suresi/30.ayet)  

  

 

Zafer Kafkas






Sayı: 50 | Tarih: 23.05.2010
Ebubekir Sifil
İki Yanlış Bir Doğru Etmiyor
1224 Okunma
Zafer Kafkas
Hayrettin Karaman
Peygamberimizin çağrısı
1185 Okunma
Hilmi Altın
Ahmet Hakan
Olay bitmiştir
1183 Okunma
3 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Toktamış Ateş
Adalet zaafı...
1166 Okunma
Osman Eskicioğlu
Dücane Cündioğlu
Üçüncü Nokta
1124 Okunma
Abdülkadir Altınhan
Mehmet Şevket Eygi
One minute İsrail Tohumları!
1101 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Yeni İdeolojimiz
1095 Okunma
1 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Altan
CHP Madenlere İnecek mi?
1070 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Mümtazer Türköne
Laiklik uğruna tutuklanan askerler!
1040 Okunma
Arif Ersoy
Ruşen Çakır
AKP Kılıçdaroğlu’na nasıl bakıyor?
1039 Okunma
Tayibet Erzen
Reşat Nuri Erol
Yeni dünya ve TÜRKİYE
966 Okunma
1 Yorum
Ilker Ardic
Zülfü Livaneli
Acının merkezine seyahat
949 Okunma
Ali Bülent Dilek


© 2024 - Akevler