Bir pergel tahayyül edin! Bir ayağı sabit, diğer ayağı ise hareket hâlinde bir pergel.
Bu pergeli teşbih olarak kullanmak isteseydik, acaba onu hangi mânânın karşısına koymayı tercih ederdik?
Sanırım şu mânânın: "Aslî değerleri muhafaza etmek suretiyle farklı olanla temas kurmak."
Nitekim Hz. Pir-i Mevlâna'ya nisbetle sık sık kendisinden yararlanılan bir istiaredir bu. Üstelik Anadolu hümanizminin sembolü olarak.
Farklılıklara saygı. Hoşgörü. Diyalog. Açılım. Karşılıklı hassasiyet ve nezaket.
* * *
Pergel istiâresinin yanlış kullanımı da tam burada başlıyor. Zira iki farklı entite, iki farklı özdeşlik, iki farklı ayn kabul edilip aralarında birbirlerini dışarıda bırakmayan bir ilişkinin (bütünlüğün) inşâ edileceği varsayılıyor: Müslüman-Hristiyan, Alevî-Sünnî, Türk-Kürt, vs. vs.
Böylelikle pergel metaforu bir çırpıda toplumsal bir anlam ve işlev kazanmış oluyor.
Sorun şurada: Pergelin sabit ayağı hangi noktanın üzerinde duracak?
Pek tabii ki ya taraflardan birinin üzerinde, veya tarafların dışında (üstünde) başka bir noktada.
* * *
Ortada en azından iki ayak (iki farklı değerler dizgesi) var, ama bu ayakları bir araya getirecek irade (gövde) henüz tanımsız!
Acaba o irade, o birleştirici unsur şeriat-ı islâmiye mi?
Verilecek cevap herhâlde müsbet olamaz, zira İslâm, zâten pergelin sabit ayağı olarak tanımlanmıştı.
Yukarıdaki kısa açıklamayı hatırlayınız: "Aslî değerleri muhafaza etmek suretiyle farklı olanla temas kurmak."
Bu açıklamada değerler "aslî' ve "gayr-ı aslî" şeklinde ikiye ayrılıyor. Aradaki fark, sadece birinin sabit, diğerinin izafî olması. (Ancak yine de yukarıdaki ifadede ıskalanmaması gereken sözcük: temas.)
Bu durumda, pergelin ayaklarını birleştiren iradenin, sabit ayağın (İslâm'ın) dışında, ve tabiatıyla üstünde olması gerekir. Aksi takdirde, pergel teşbihi boşa çıkmış ve işlevsiz kalmış oluyor.
* * *
İslâm'ı da içine alan daha üst bir değerler dizgesi tasavvur olunabilir mi?
Dil, din, ırk, kültür farklılıkları arasındaki ilişkiyi pergel istiâresinden hareketle yorumlamaya kalkışanlar, hareketli ayağı öteki noktalara tahsis edip, kendi dil, din, ırk ve kültürlerini de merkez nokta olarak ilân ederlerken, merkez ve çevre noktaların dışında pergelin ayaklarını bir araya getiren üçüncü bir nokta daha bulmak zorundadırlar.
İki nokta arasındaki gerilimi dengeleyecek üçüncü bir nokta!
Bu nokta hangisi?
Tanrı, Doğa ve İnsan.
Ne tuhaf değil mi, modern insan üçünü de birbirinden ayırdı, herbirine ayrı ve farklı bir entite (ayn) bahşederek insanı Doğa'dan da, Tanrı'dan da uzaklaştırdı.
Yazık ki bu tabloda insana en uzak olan yine insan! O da nefs-beden ayrımıyla kendini kendi elleriyle parçaladı. Böylelikle insanın en önemli sezgisi, bütünlük sezgisi tümüyle zarar gördü.
Intelijensiyanın dinî veya lâ-dinî kesimleri, üçüncü bir nokta varsaymak gözüpekliğini gösteremedikleri takdirde, başka bir deyişle, kendileriyle aralarına bir mesafe (kendilerine dışarıdan bakmalarını kolaylaştıracak kadar bir mesafe) koyamadıkları sürece, pergel istiâresi, bir gevezelik vesilesi olmaktan kurtulamayacaktır.
* * *
Yeri gelmişken, şu ünlü pergel istiaresinin toplumsal vurgularını biraz ihmal edip, pergelin Zekâî Dede'nin bestelediği Sûz-i Dil Ayin-i Şerif'indeki anlamını idrak etmeye çalışalım:
Aşk ateşiyle yanalı beri bir yanım işte, bir yanım boşta
Bir pergel gibiyim sanki, bir ayağım dolanıyor, diğeri sabit.
(Tâ âşık-ı an yârem, bî-kârem u bâ-kârem
Sergeşte vü pâbercâ mânend-i pergârem)
* * *
Şairin dilinde, pergel, nefsi temsil edince, o geometrik kesinliğinden nasıl da eser kalmıyor değil mi?
Bir ser-hoşu temsil eder bizim pergelimiz. Kendini aramak için yollara düşmüş bir şaşkının bir o yana, bir bu yana salınışını.... aklı ile kalbi arasındaki çelişki ve çatışmayı...
Nefsin kadem-i sabiti, yani sabit duran ayağı akıl'dır, sergeşte olan, gezip dolaşan tarafıysa gönül.
Kesinliği ve zorunluluğu arzulayan aklın alâmeti sübûtiyet'tir. Sübût ve isbat. Şeriat'ın ve zahirin de alâmeti isbattır. Yasa'nın yani.
İtikadda iman ve küfür, amelde helâl ve haram. Ya siyah, ya beyaz.
İman şek, şüphe ve tereddüde aslâ tahammül edemez. Emin olmak ister. Tahminden kaçar. Yakîni arar. Kesinliği ve zorunluluğu. Ölçer ve tartar. Keskin teraziler kullanmak ister bu yüzden.
Aritmetik ve geometrinin merhameti olmaz. Bu nedenle, Yasa, niceliği önemser. Önemsemek zorundadır da. Çünkü adil olmak zorundadır.
İnsaf ve adalet öncelikle tarafların mevcudiyetini gerektirir. En az iki taraf olmalı, ve aralarında insaf ve adaletle hükmolunmalıdır. Haklar tam ortadan bölünmelidir. Nısf yoksa insaftan, taraflar yoksa adaletten söz edilemez.
* * *
Gönüle gelince, o öyle mi?
Hayır! Gönül bî-karardır. Kararlı olmaktan, tutarlılıktan, kesinlikten ve zorunluluktan hoşlanmaz, anlamaz da zaten. Adalete de ihtiyacı yoktur. O sadece rahmet ve şefkat taleb eder. Yargılanmak istemez, bağışlanmak ister.
Pergelin bir ayağı ilim, diğer ayağı irfan. Bir yanı bilim, diğer yanı sanat. Bir diğer tabirle, bir tarafta şeriat, diğer tarafta tarikat.
Oysa bu denklemde bir de hakikat noktası olmalı!
Üçüncü nokta.
Tarafların dışında kalan bir nokta. Ayakların dışında.
Öyle ki ey talib, sonunda sana, hakikatte 'ayak' filan olmadığını öğretecek bir nokta! Seni senden bile mahrum edecek bir nokta.
O nokta, tüm pergellerin ayaklarını kaybettiği noktadır.
Pergelin Tek Ayağı
Mevlana'dan dilimize pelesenk olan o meşhur metafor. Belki de şu son dönemde hümanizmanın da verdiği o muhteşem etkiyle Platon'un mağara metaforuna toz duman attıracak o esrarengiz teşbih. Her müslüman ekolun tek bir ayağımız olmalı gerisi dolaşmalı diyerek o ayağı Kur'ana Kur'anı da kendilerine has kıldıkları sözlere delil teşkil edecek olan cümle dizini vs.
Esas mesele bu benzetmenin tarihi kişileri sosyopolitik arka planı değil bugünden bize benzeyen kısmı ve bunun tartışılacak olan yönüdür. Bu pergel biziz bunda bir kavga ve tasa yok ama dolaşılan yere gelince sesler yükseliyor. En önemlisi sabita ayağa gelince sesler yerini sukunete bırakıp içten hesaplaşmalar ve sakince tekfirler başlıyor.
Dolaşılan yere her zaman büyüklerimiz farklı düşünceler diyor fakat farklı düşünceler kime göre farklı? Büyüklerime göre, ya ben? Ve bunu belirleyen ölçüt ne? Benim düşüncelerim ya da senin düşüncelerin niye bir başkası adına farklı olmuyor da o başaksı farklı oluyor? İşte burada da aslında mesele sabit ayağa dönüyor ve onu belirlemeye kalıyor. O sabit ayak için söylenilen Kuran sözü her cemaat ve ekolun söylediği birer yalan ve kendini aldatmacadır. Çünkü Kur'an onları savunduğu ve hevalarını tatmin ettiği müddetçe onların bunun dışında bir şey çıktığı zaman "efendim bu mesele o zamanlara aitti bugün durum çok farklı" sözüne muhatab tarihsel bir kitab yani eskilerin masalıdır. O abilerimize göre. Peki sabit ayak olan Kurana irca' nasıl olacak bu neyle gerçekleşecek. Tabii, ki önce benle yani Kuranın sana sen demesinin idrakiyle olacak. Ve bunun yanında İslamı da kapsayacak bir değer sözlerini atlayarak İslam/barıştan büyük değer olamaz her şey bunu tesis etmek için vardır diyerek olacaktır.Tek çözüm; Kur'ana irca' , onunla yaşama ve anlama, onu rehber ve önder kılarak geleceğe emin adımlarla yürümek ve ikinci Kur'an medeniyetini kurmaktır.