İnsan Özgürlük ve Mükellefiyet
1615 Okunma, 9 Yorum
Ebubekir Sifil - Milli Gazete
Zafer Kafkas

İNSAN, ÖZGÜRLÜK VE MÜKELLEFİYET

Modernitenin meydan okumaları karşısında Müslümanlar'ın "İslam mani-i terakki değildir" türünden, çaresizlik içinde ve alelacele kotarılmış savunmacı söylemlerinden biri olarak dikkat çeken "Gerçek özgürlük Allah'a kulluktadır" önermesi, sizi bilmem ama bana oldum olası saçma gelmiştir. Bu cümleyi telaffuz edenler, ya ne söylediğini bilmeyen veya "özgürlük" ve "kulluk" kavramlarının içini boşaltmak suretiyle kaş yapayım derken göz çıkaran kimse olarak nitelendirilmeyi hak etmişlerdir. Zira bu iki kavram, barışması asla mümkün olmayan iki temel tercihi kristalize ediyor. Kur'an'ın tabiriyle insan, hakikat karşısında ya kulluğu/mükellefiyeti tercihle "şekûr" veya özgürlüğü/isyanı tercihle "kefûr" olarak pozisyon alır...

Öncelikle bahsimizin mevzuunu, "kölelik", "esaret" gibi herhangi türden bir "baskı altında olma hali"nin zıddı olan "hürriyet"in değil, "özel hayat" tanımına anlam veren "özgürlük"ün teşkil ettiğini belirtelim. İşbu özgürlüğü yaygın tanımına uygun olarak "başkasının özgürlük alanına tecavüz etmeden dilediği gibi yaşamak" şeklinde anlamak yanlış değilse eğer, kişioğlunun kendi sınırları içinde kalmak kaydıyla "sınır tanımaksızın" yaşayabileceği sonucunu çıkarmak da yanlış olmaz. Kendi özgürlüğünün temin ve bekası için "öteki"nin özgürlüğüne müdahaleyi mübah, hatta zorunlu görmesini bir an için parantez içine alarak konuşursak, "özgürlük" kavramını ontolojik olarak hayatın temeline yerleştiren Batılı için, ona "tapınma"nın, hayatın anlamıyla köklü bir irtibatı vardır. "Sosyal Mukavele"ye gelene kadar birbirinin gırtlağını sıkmayı "özgürlük" sayan Batılı, "özgürlük"ün anlamını bu ikinci aşamada "hayatına hiçbir gücün müdahale etmesine izin vermeme"ye tahvil etmiştir. Yani artık başkasının gırtlağına çökmemek şartıyla herkes kendi çöplüğünde/bireysel alanında dilediği gibi eşinecektir. Eğer bir "hesap verme"den söz edilecekse bu, ancak hak ve özgürlük ihlali durumunda bahis konusu olabilecektir. Batılı insanı bencil, acımasız, menfaat düşkünü ve "sömürgen" yapan da temelde bu "özgürlük tutkusu"dur.

"Bireysel alan"ı dışarıya tam anlamıyla kapatan bu anlayışı İslam, "hevaya kulluk" olarak tanımlıyor. Efendimiz (s.a.v)'in, "Hevasını benim getirdiğim ölçülere uydurmayan iman etmiş olamaz" buyurduğunu hatırlarsak, bir Müslüman'ın böyle bir "özgürlük" kavramına bilincinde yer açmasının mümkün bir iş olmadığını kavramamız kolaylaşır. İkinci olarak, bu tanım ve muhtevadaki "özgürlük", tabiatı gereği sekülerdir ve ona perestişte bulunmak, hayatı, yüzü ahirete dönük olarak yaşama vasfıyla muttasıf olan Müslüman'dan –modern zamanları dışarıda tutarsak– sadır olmuş değildir. Zira iman, ilahî teklifi kabulleniştir ve özünde "feragat" vardır; "nefs-i emmâre"nin özgürlüğü anlamlı kılan taleplerinden, dünyanın aldatıcı süslerinden ve "kalıcı" olan için "geçici" olan her şeyden...

İslam uleması "zulm"ü, kişinin Allah hukukuna, kul hukukuna ve kendi nefsine zulmü olarak üçlü bir tasnifle ele almış, üçüncüyü, "başkasına zarar vermeden işlenen her türlü günah"ın oluşturduğuna dikkat çekmiştir. İşte burası tam da "özel hayat"ın anlamını belirleyen "özgürlük" ile "mükellefiyet"in çatıştığı alandır...

 

Yorum:

ADİL DÜZEN VE ÖZGÜRLÜK

İnsan topluluk içinde yaşamak zorundadır. İnsanların tek başlarını maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaları zordur. Bu yüzden bir araya gelinmiş , iş bölümleri yapılmış ve hayatın zorlukları aşılmaya çalışılmıştır. Manevi olarak da konuşmaya , dertleşmeye , üzüntülerini , sevinçlerini paylaşmaya ihtiyacı olan insan, topluluk sayesinde bu ihtiyaçlarını da karşılamıştır. Topluluğun sağladığı bu kolaylıklardan ve tatminden faydalanan insanlar diğer taraftan bir arada yaşamanın getirdiği zorluklarla da karşı karşıya gelmişlerdir. Birey olarak özgürlük talepleri , nefsin ve heveslerin etkisinde bir hayat yaşama arzusu , inançlarının istediği tarzda bir hayat sürme isteği topluluk içinde beraber  yaşayan insanların çatışma alanlarının doğmasına sebebiyet vermiştir. 

 

Yaratılış gayesine uygun bir hayat yaşama arzusuyla hayatlarının her alanını Allah’a kulluk yaparak yaşamak isteyen müminler ile dünyaya bir kere geliyoruz hayatın tadını çıkaralım düşüncesindeki insanların bir arada yaşayamaması veya çatışması doğaldır. Ülkemizde de inancını yaşamak isteyen, bunun gereklerini yerine getirmek isteyen müminler ile inancın hayatlarına yön vermediği insanların çatışması da normaldir. İki tarafta birbirlerini kendilerine tehlike görmekte , kendi hayat tarzlarına müdahale edebilecekleri korkusu duymaktadırlar.

 

Özgürlüğü sadece kendi hayat tarzına hasretmek ve bunun insan için en doğal ve adil bir hayat tarzı olduğunu düşünerek , kendi gibi inanmayan ve düşünmeyen insanlara bunu dayatmak insanın cüzi iradesine müdahaledir. Bu yüzden bir toplum içinde yaşayan insanların özgürlüklerini ve iradelerini kullanabilecekleri seçeneklerin olması onların korku duymamasına, kimseyi tehlike olarak görmemesine sebep olacaktır. Özgürlüğü Allah’ a kulluk olarak gören düşüncenin gerçekten Allah’a kulluk edebilecekleri hayatı inşa etmelerini sağlayacak ve bu anlayışta olmayanların özgürlük anlayışlarına karışmayacak   yada özgürlüğü heva hevesine kulluk olarak görenlerin de istedikleri düzeni ve hayat tarzını kurmalarını sağlayacak ve bu tarz bir hayat ile başkalarına zarar vermemelerinin sağlanacağı seçeneklere sahip  bir toplum düzenine ihtiyaç vardır. Bu şekilde hem çatışma önlenecek , hem korkular bitecek hem de bu düzenin korunabilmesi için ortak bir noktada buluşulacaktır.

 

Bu şekilde ortaya çıkacak birçok mikro sistem içerisinden hangisinin  refah ,huzur  ve güveni tesis ettiği ortaya çıkacak ve doğruya ulaşma bu şekilde olacaktır. Refahı,huzuru , güveni sağlayan birimler , kendi hayat tarzlarının,inançlarının doğruluğunu ispat edebilecek ve yayacaklardır. İnsanların huzur bulmadığı ve kendini güven içinde hissetmediği birimler ise zamanla yok olacaklardır.

 

İnsanların kendi hak ve özgürlük anlayışlarına göre yaşayacakları hayatı kurmalarına imkan veren ve insanların cüzi iradeleriyle kime veya neye kulluk edeceklerine karar verebilecekleri ortamı hazırlayacak olan Adil Düzeni öğrenmek en önemli görevimiz olmalıdır. Yoksa özgürlükleren bahsetmemiz gerçekten zor olacak.       

  

 

Zafer Kafkas


YorumcuYorum
metinerbey
16.05.2010
14:03

Yanlış bir hoşgörü anlayışı var sizlerde. Müslümanlar hoşgörülüdür. Fakat neye hoşgörü gösterirler? Allahın emirlerine isyan eden ve bu emirlerin aksini yapanları meşru görmek ve hoşgörmek yada özgürlük olarak görmek İnanç hassasiyetlerinizin dumura uğradığını gösterir.İyilikleri emr ve kötülüklerden sakındırmayan birçok topluluk yok olmuştur. Sizin düzeninizde bu sebepten yok olmaya mahkumdur.

zkafkas
16.05.2010
14:59

Yanılıyorsunuz. Hassasiyetlerimiz yüksek olduğundan bu sistemi savunuyoruz. Çünkü Kuran böyle istiyor.

İyilikleri emretmek ve kötülüklerden sakındırmak demek , kendi görüşüne göre iyi ve kötü olan şeyleri başkalarına dayatmak değildir. İyilikleri emredebilmek ve kötülüklerden sakındırabilmek için herkesin barış içinde olacağı ortamı oluşturup ve yapacağımız uygulamalarla yani pratikle tebliğ de bulunmaktır. Hz.Peygamber’in Medine’de yaptığı gibi barış ortamını kurduktan sonra İslamı tebliğe çalışmaktır.

Zinayı,faizi,diğer halaksızlıkları hoşgördüğümüzü nerden çıkardınız anlamadım. Hoşgörmediğimiz için bunların olmadığı bir bucak kurmamız gerektiğini ve burdaki başarımızla diğer yerlerdeki bu ahlaksızlıkların yok olmasını sağlamaya çalışacağımızı ifade ediyoruz.

Bireysel olarak zaten bunları yapan kim olursa olsun sevmiyorum ve buğz ediyorum.

metinerbey
16.05.2010
16:20

kusura bakmayın ama bu sitede grdüğüm küfre rızayı başka hiçbir yerde görmedim. Fethullahçılarda bile.

Sen kendi düzenini kuracan kendi bölgende, yanındaki bölgede fıskı fücur bunu özgürlük diye kabul edecen , sodom gomorede de fütursuz bir özgürlük vardı Allahın gazabıyla yok oldular. Pisliğe bulaşmayanlarda yok oldular çünkü pisliği yok etmeye çalışmadılar. Sizin düzeninizinde aynı duruma düşmemesi için bir sebep?

Lütfi Hocaoğlu
16.05.2010
16:41

Lut kavmini yok etmeyi Lut mu yaptı yoksa Allah mı?

Siz Hıristiyanların arasında yaşasanız ve onlara göre de hak olan yalnızca İncil olduğuna göre ve güçlü de onlar ise size zorla İncil’e göre yaşatmaya zorlasalar hoşunuza gider mi?

La ikrahe fi’ddin ayeti size inmemiş galiba. Lütfen o ayetin tefsirlerini okuyun. Buradaki Lâ nefyi cins Lâ sıdır ve arkasından gelen durum için hiçbir anlamı katar. Yani dinde (düzende) hiçbir zorlama yoktur demektir. Arkasından illa ile istisna yapılmadığı için hiçbir şartta kimseyi zorlayamazsınız.

Kuran Hz. Muhammed’e kimse üzerine zorba olmadığını ve zorlayıcı olmayacağını söylemekte.

Ama siz kendi doğrunuzu başkalarına zorlamayı İslamiyet olarak algılıyorsunuz.

Burada kimse küfre razı değil. Burada herkes küfürle savaşıyor. Küfürle savaşmak demek kafanızdan küfürde olduğuna inandığınız insanları zorlamakla olmaz. Kuran ne diyor, ey kafirler sizin dininiz (düzeniniz) size, benim dinim (düzenim) bana (leküm diniküm ve liye din). Kuran kafirleri sizin istediğiniz gibi yaşatın mı diyor? Yoksa siz kendi düzeninizde yaşayın, ben kendi düzenimde yaşayım mı diyor.

Lütfen İslamiyet’i Kuran’dan öğrenin. Hisleriniz Kuran’ın yerine geçmesin.

metinerbey
16.05.2010
18:46

Yok olan kavimleri Allah yok etti. Peki yok ederken sadece suçluluları mı yok etti? Yoksa onları hayra çağırmayanları ve bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenlerle beraber mi yok etti?

metinerbey
16.05.2010
18:53

Ayrıca bahsettiğiniz ayeti sizin gibi anlamıyorum. Kimse inanca gelmeye zorlanamaz doğrudur. Lakin herkes Allahın istediği düzeni yaşamak zorundadr.

Lütfi Hocaoğlu
16.05.2010
19:53

Zaten asıl sorun Kuran üzerinde çalışmamaktan kaynaklanıyor. Bunu sizin için söylemiyorum. Bu genel bir sorun. Herkes kafasında doğruyu oluşturuyor ve Kuran’da ne yazdığıyla ilgilenmiyor. Bu durum sizin ve başkalarının kafasını karıştıran “din” kelimesinden kaynaklanıyor.

Din kelimesi Türkçede ve diğer dillerde de inanç anlamında kullanılıyor. Oysa Kuran’da bu anlamda kullanılmıyor. Kuran’da geçen din kelimelerine bakarsanız bunu görürsünüz. Örneğin Tevbe suresi 36. ayette şöyle söyler:

“Allah’ın indinde ayların sayısı 12’dir. Gökleri ve yeri yarattığı gün Allah’ın kitabında onlardan dördü haram aydır. Bu Allah’ın dosdoğru dinidir.” (Yani düzenidir.)

Yine Yusuf suresinde Melik’in dininde olmadığı halde hırsızlığa karşı kardeşini alıkoydu şeklinde din kelimesinin düzen anlamında olduğu söylenmektedir. Bunun gibi Kuran’da bir çok örnek vardır.

Türkçede kullandığımız anlamdaki “inanç” kelimesinin Kuran’daki karşılığı “millet” kelimesidir. Türkçe de ise bu kelime ulus anlamında kullanılmaktadır.

Bazı kelimeler kullanılırken zamanla anlamlarını değiştirirler. Ancak Kuran’daki anlam Kuran’daki anlamıdır ve o zamanki anlamıdır.

Siz de “Dinde zorlama yoktur” ayetini inanç olarak anlarsanız yukarıdaki ayetteki 12 ayın dördünün haram olmasını Allah’ın inancı olması olarak anlamanız gerekir.

İşte bu nedenle “küfürle mücadele etmek” insanları zorlamakla olmaz. Önce oturup Kuran bize ne diyor onu anlayalım. Kuranın bize ne dediği zaten anlaşılmıştır derseniz Kuran’ı küçültürsünüz. Kuran’daki bütün kelimelerin anlamı üzerinde çalışılmalıdır. Kuran’daki emirlerin günümüzde nasıl uygulanacağı üzerinde çalışılmalıdır.

Allah’ın indinde din yani düzen İslam’dır. Allah’ın istediği inanç ise İbrahim milletidir yani İbrahim inancıdır. Her yer İslam düzeni olana kadar kıtal edin diyor. Yani içinde insanlara baskı yapılmayan düzen olana kadar kıtal edin diyor. Din kelimesini sizin anladığınız gibi inanç olarak algılarsanız sadece bu yanlış anlama bile bu ayetle “dinde zorlama yoktur” ayetini çelişkili hale getirir. Yani insanları inançta zorlama ama her yer İslam inancı olana kadar savaş.

Yine de sizin içtihadınız sizi bağlar. Ben din kelimesini inanç olarak anlarım ama düzeni benim istediğim gibi yaşamalılar derseniz sizin mezhebiniz resmi mezhep haline gelir. Diğerlerini reddeder olursunuz. Unutmayın ki Şafi’ye göre abdestli olan Hanefi’ye göre abdestsiz, Hanefi’ye göre abdestli olan Şafi’ye göre abdestsiz namaz kılıyordur. Bunlardan biri yanlış mıdır? Birisinin namazı geçersiz mi? Yoksa inandığından mı sorumlu? Bakın İslamiyet’i nasıl anlamışlar? İsteyenin anladığı gibi amel etmesi hoşgörüsü 1300 yıl önce anlaşılmış, ama bugün siz dayatmadan bahsediyorsunuz. Sizin Alalh’ın düzeni diye sunduğunuzu başkaları Allah’ın düzeni olarak anlamayacak. Ama bu durumda siz tek mezhep olmalı diye iddia etmek zorunda kalacaksınız. Yani Kuran’ı sadece bu şekilde anlayan doğru anlamış, diğerleri yanlış anlamıştır diye dayatacaksınız.

Allah razı olsun ki fikirlerinizi yazıyorsunuz ve burada tartışma ortamı oluşuyor. Sonuçta insanların doğruyu bulmaları için yapılan bu tür tartışmalar cihattır. Karşı tarafı yenmek için uğraşmak cidaldır. Yanlış anlamayın, sizin fikirleriniz size göre doğrudur, benimkiler bana göre.

metinerbey
16.05.2010
20:01

Din kelimesini sadece düzen olarak çevirmek dğru mudur? Bir çok tefsirde düzen olarak çevrildiği yerler var inanç olarak çevrildiği yerler var.

Dinde zorlama yoktur ayetinde inanç olarak, din Allahın oluncaya kadar savaşındaki ayette düzen olarak çevriliyor.

Yok olan kavimleri Allah yok etti. Peki yok ederken sadece suçluluları mı yok etti? Yoksa onları hayra çağırmayanları ve bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenlerle beraber mi yok etti? sorusuna da cvp alamadım.

Lütfi Hocaoğlu
16.05.2010
20:37

Tabi ki sadece suçlular yok edilmedi. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlerde yok edilir.

Aynı durum her zaman geçerlidir. Ancak bu yok edilenler cehenneme girecek anlamına gelmez. Bugünde Allah’ın düzeni için çalışanlar, cihad edenleri Allah koruyacak veya şehit olmalarını sağlayacaktır. Allah’ın düzeni için çalışmayan ama zarar da vermeyenleri korumaz. Helak olurlar, ancak cehenneme girecekleri anlamına gelmez.

Din kelimesine gelince inanç anlamı verirseniz millet kelimesine ne anlam vereceksiniz. Kuran’da bir kural vardır. Bir kelime birden fazla anlama gelir ama iki kelime aynı anlama gelmez. Yani Allah kelimeleri israf etmez.

Sizin dediğiniz gibi bir yerde başka diğer yerde başka anlam vermeleri kelimenin günümüzde kazandığı anlamı Kuran’daki anlamı olarak düşünmelerinden kaynaklanan bir hatadır. Böyle olunca ve çelişkiyi gideremeyince mecburen iki anlam vermek zorunda kalıyorlar.

Zaten Din ile Deyn (borç) aynı kötendir. Borç-alacak ilişkileri ile ilgilidir. Medine, din yeri yani düzen yeri demektir. Medine’nin gerçek adı Yesrib’dir. Oraya din yani düzen geldikten sonra Medine adını almıştır.





Sayı: 49 | Tarih: 16.05.2010
Reşat Nuri Erol
İşsizlik ve istihdam
1629 Okunma
10 Yorum
Ilker Ardic
Ebubekir Sifil
İnsan Özgürlük ve Mükellefiyet
1615 Okunma
9 Yorum
Zafer Kafkas
Hayrettin Karaman
Yoksulluk ve İşsizlik
1254 Okunma
Hilmi Altın
Dücane Cündioğlu
Meryemsiz İsa
1243 Okunma
1 Yorum
Abdülkadir Altınhan
Oktay Ekşi
Bir Dakika!
1229 Okunma
Vahap Alma
Toktamış Ateş
Sivil anlayış
1217 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mehmet Şevket Eygi
Ayasofya Açılsın Ama Nasıl Açılsın?
1214 Okunma
5 Yorum
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
İstifası yanlıştı, dönmesi de yanlış olur
1206 Okunma
2 Yorum
Tayibet Erzen
Ahmet Hakan
Gandi'nin gelişi engellenemez
1204 Okunma
3 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Fehmi Koru
Yine, yeni, yeniden...
1172 Okunma
1 Yorum
Ahmet Kirtekin
Zülfü Livaneli
Bir koyunun yüzünde ifade olur mu?
1155 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Nasıl sonuçlanabilir?
1150 Okunma
7 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Altan
12 Eylüle vicdani red
1065 Okunma
Mehmet Hikmetumut