İNSAN, ÖZGÜRLÜK VE MÜKELLEFİYET
Modernitenin meydan okumaları karşısında Müslümanlar'ın "İslam mani-i terakki değildir" türünden, çaresizlik içinde ve alelacele kotarılmış savunmacı söylemlerinden biri olarak dikkat çeken "Gerçek özgürlük Allah'a kulluktadır" önermesi, sizi bilmem ama bana oldum olası saçma gelmiştir. Bu cümleyi telaffuz edenler, ya ne söylediğini bilmeyen veya "özgürlük" ve "kulluk" kavramlarının içini boşaltmak suretiyle kaş yapayım derken göz çıkaran kimse olarak nitelendirilmeyi hak etmişlerdir. Zira bu iki kavram, barışması asla mümkün olmayan iki temel tercihi kristalize ediyor. Kur'an'ın tabiriyle insan, hakikat karşısında ya kulluğu/mükellefiyeti tercihle "şekûr" veya özgürlüğü/isyanı tercihle "kefûr" olarak pozisyon alır...
Öncelikle bahsimizin mevzuunu, "kölelik", "esaret" gibi herhangi türden bir "baskı altında olma hali"nin zıddı olan "hürriyet"in değil, "özel hayat" tanımına anlam veren "özgürlük"ün teşkil ettiğini belirtelim. İşbu özgürlüğü yaygın tanımına uygun olarak "başkasının özgürlük alanına tecavüz etmeden dilediği gibi yaşamak" şeklinde anlamak yanlış değilse eğer, kişioğlunun kendi sınırları içinde kalmak kaydıyla "sınır tanımaksızın" yaşayabileceği sonucunu çıkarmak da yanlış olmaz. Kendi özgürlüğünün temin ve bekası için "öteki"nin özgürlüğüne müdahaleyi mübah, hatta zorunlu görmesini bir an için parantez içine alarak konuşursak, "özgürlük" kavramını ontolojik olarak hayatın temeline yerleştiren Batılı için, ona "tapınma"nın, hayatın anlamıyla köklü bir irtibatı vardır. "Sosyal Mukavele"ye gelene kadar birbirinin gırtlağını sıkmayı "özgürlük" sayan Batılı, "özgürlük"ün anlamını bu ikinci aşamada "hayatına hiçbir gücün müdahale etmesine izin vermeme"ye tahvil etmiştir. Yani artık başkasının gırtlağına çökmemek şartıyla herkes kendi çöplüğünde/bireysel alanında dilediği gibi eşinecektir. Eğer bir "hesap verme"den söz edilecekse bu, ancak hak ve özgürlük ihlali durumunda bahis konusu olabilecektir. Batılı insanı bencil, acımasız, menfaat düşkünü ve "sömürgen" yapan da temelde bu "özgürlük tutkusu"dur.
"Bireysel alan"ı dışarıya tam anlamıyla kapatan bu anlayışı İslam, "hevaya kulluk" olarak tanımlıyor. Efendimiz (s.a.v)'in, "Hevasını benim getirdiğim ölçülere uydurmayan iman etmiş olamaz" buyurduğunu hatırlarsak, bir Müslüman'ın böyle bir "özgürlük" kavramına bilincinde yer açmasının mümkün bir iş olmadığını kavramamız kolaylaşır. İkinci olarak, bu tanım ve muhtevadaki "özgürlük", tabiatı gereği sekülerdir ve ona perestişte bulunmak, hayatı, yüzü ahirete dönük olarak yaşama vasfıyla muttasıf olan Müslüman'dan –modern zamanları dışarıda tutarsak– sadır olmuş değildir. Zira iman, ilahî teklifi kabulleniştir ve özünde "feragat" vardır; "nefs-i emmâre"nin özgürlüğü anlamlı kılan taleplerinden, dünyanın aldatıcı süslerinden ve "kalıcı" olan için "geçici" olan her şeyden...
İslam uleması "zulm"ü, kişinin Allah hukukuna, kul hukukuna ve kendi nefsine zulmü olarak üçlü bir tasnifle ele almış, üçüncüyü, "başkasına zarar vermeden işlenen her türlü günah"ın oluşturduğuna dikkat çekmiştir. İşte burası tam da "özel hayat"ın anlamını belirleyen "özgürlük" ile "mükellefiyet"in çatıştığı alandır...
Yorum:
ADİL DÜZEN VE ÖZGÜRLÜK
İnsan topluluk içinde yaşamak zorundadır. İnsanların tek başlarını maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaları zordur. Bu yüzden bir araya gelinmiş , iş bölümleri yapılmış ve hayatın zorlukları aşılmaya çalışılmıştır. Manevi olarak da konuşmaya , dertleşmeye , üzüntülerini , sevinçlerini paylaşmaya ihtiyacı olan insan, topluluk sayesinde bu ihtiyaçlarını da karşılamıştır. Topluluğun sağladığı bu kolaylıklardan ve tatminden faydalanan insanlar diğer taraftan bir arada yaşamanın getirdiği zorluklarla da karşı karşıya gelmişlerdir. Birey olarak özgürlük talepleri , nefsin ve heveslerin etkisinde bir hayat yaşama arzusu , inançlarının istediği tarzda bir hayat sürme isteği topluluk içinde beraber yaşayan insanların çatışma alanlarının doğmasına sebebiyet vermiştir.
Yaratılış gayesine uygun bir hayat yaşama arzusuyla hayatlarının her alanını Allah’a kulluk yaparak yaşamak isteyen müminler ile dünyaya bir kere geliyoruz hayatın tadını çıkaralım düşüncesindeki insanların bir arada yaşayamaması veya çatışması doğaldır. Ülkemizde de inancını yaşamak isteyen, bunun gereklerini yerine getirmek isteyen müminler ile inancın hayatlarına yön vermediği insanların çatışması da normaldir. İki tarafta birbirlerini kendilerine tehlike görmekte , kendi hayat tarzlarına müdahale edebilecekleri korkusu duymaktadırlar.
Özgürlüğü sadece kendi hayat tarzına hasretmek ve bunun insan için en doğal ve adil bir hayat tarzı olduğunu düşünerek , kendi gibi inanmayan ve düşünmeyen insanlara bunu dayatmak insanın cüzi iradesine müdahaledir. Bu yüzden bir toplum içinde yaşayan insanların özgürlüklerini ve iradelerini kullanabilecekleri seçeneklerin olması onların korku duymamasına, kimseyi tehlike olarak görmemesine sebep olacaktır. Özgürlüğü Allah’ a kulluk olarak gören düşüncenin gerçekten Allah’a kulluk edebilecekleri hayatı inşa etmelerini sağlayacak ve bu anlayışta olmayanların özgürlük anlayışlarına karışmayacak yada özgürlüğü heva hevesine kulluk olarak görenlerin de istedikleri düzeni ve hayat tarzını kurmalarını sağlayacak ve bu tarz bir hayat ile başkalarına zarar vermemelerinin sağlanacağı seçeneklere sahip bir toplum düzenine ihtiyaç vardır. Bu şekilde hem çatışma önlenecek , hem korkular bitecek hem de bu düzenin korunabilmesi için ortak bir noktada buluşulacaktır.
Bu şekilde ortaya çıkacak birçok mikro sistem içerisinden hangisinin refah ,huzur ve güveni tesis ettiği ortaya çıkacak ve doğruya ulaşma bu şekilde olacaktır. Refahı,huzuru , güveni sağlayan birimler , kendi hayat tarzlarının,inançlarının doğruluğunu ispat edebilecek ve yayacaklardır. İnsanların huzur bulmadığı ve kendini güven içinde hissetmediği birimler ise zamanla yok olacaklardır.
İnsanların kendi hak ve özgürlük anlayışlarına göre yaşayacakları hayatı kurmalarına imkan veren ve insanların cüzi iradeleriyle kime veya neye kulluk edeceklerine karar verebilecekleri ortamı hazırlayacak olan Adil Düzeni öğrenmek en önemli görevimiz olmalıdır. Yoksa özgürlükleren bahsetmemiz gerçekten zor olacak.