“Adil Ekonomik Düzen”i getirmeliyiz
İnsan genel hizmetleri alırken mesrur ve mesut idi ama kamu görevlerini ifa ederken hiç aldırış etmiyor, kaçınıyordu. Oysa biz topluluğun genel hizmetlerinden yararlanırız, ona karşılık da askerliğimizi yaparak ve vergimizi vererek kamu görevimizi yaparız. Genel hizmetlerden yararlanırken mesrur olduğumuz gibi kamu görevine koşmalıyız, âhirete topluluğa borçlu olarak değil topluluktan alacaklı olarak gitmeliyiz...
Biz bu dünyaya çalışıp yaşamamız için geldik. Bizi anne ve babamız büyüttü. Biz de en az üç çocuk büyüterek borcumuzu ödedikten sonra âhiret için biraz da alacaklı olalım. Bire on değerlendirilerek orada bize ebedi hayat bahşedilecektir. Genel hizmet aldığımız zaman olduğumuz mesrur kadar “kamu görevi” yaparken de mesrur ve mesut olmalıyız...
Mü’minler para kazanmakla uğraşmazlar, helal lokma yemekle uğraşırlar...
Bugünkü “faizli zalim düzen” şartlarında bu mümkün olmadığı için biz “Adil (Ekonomik) Düzen” için çalışmak zorundayız. Var gücümüzle çalışacağız ve elde ettiğimiz imkânları “Adil (Ekonomik) Düzen”i getirmek için yani “haram yemek zorunda kalmayacağımız düzeni kurmak” için harcayacağız... Yalan söylemeyeceğiz, hile yapmayacağız, sözümüzde duracağız, vergimizi kaçırmayacağız, rüşvet vermeyeceğiz...
Bu mümkün müdür?
Faizli zulüm düzeninde bu mümkün değildir. O sebepledir ki biz “Adil (Ekonomik) Düzen”i getirmeliyiz. Bunun için “yüz aileli semtler” oluşturmalıyız, “Mala-Mal Marketleri” ile kendimizi bu “zulüm düzeni”nden korumalıyız. Nasıl yağmurdan fırtınadan evimize kaçarak korunmakta isek, zulüm düzeninden de semtimize sığınarak korunacağız...
Allah kâinatı var etmiş ve insanı yeryüzüne halife yapmıştır. İnsan içtihat edecek ve serbestçe iş yapacak. Yani kâinat “polis rejimi” ile değil “hukuk rejimi” ile yönetiliyor. Allah insanı doğa kanunları içinde serbest bırakmıştır. Bununla beraber onun her yaptığını takip etmekte, kaydetmektedir. Zerre kadar bir şeyi yitirmemekte kaybetmemektedir. Âhirette yeni hayata geçildiği zaman bunların hepsinin hesabı sorulacaktır.
Evet, baştan müdahale etmemektedir ama sonra her şeyin hesabını sormaktadır.
Yeryüzünde Allah’ın halifesi topluluktur/devlettir. Allah bazı konularda hesap sormayı âhirete bırakmaktadır. Bu dünyanın hesabı yargılama ile bu dünyada sorulmaktadır. Yargılama tarafların seçecekleri hakemlerce yapılmaktadır. Başhakemi hakemler seçerler. Muhakeme sonunda hakemlerin kararlaştırdığı mahkûmiyet tarafların iradesi ile infaz edilir. İnfaza rıza göstermeyenlere karşı hukuk davalarında “borçlanma ehliyeti” kaldırılır, ceza davalarında ise “hukukun himayes”i kaldırılır. Bu dünyada düzen böyle sağlanmıştır. Adaletin tamamı veya eksik kalan kısmı âhirette yerine getirilecektir. Çünkü bu dünyada hükmedenler insandırlar, hataları olabilir, günahları olabilir.
Mevcut olan kâinatın bir felsefesini yapmağa kalkışırsak ancak Kur’an’da olduğu gibi anlatabiliriz. Başka türlü açıklama yapmamız mümkün değildir. Dünya hayatının düzensiz olduğunu ve bir felsefesi bulunmadığını söylememiz mümkün değildir. Öyle olsa bizim yazmamamız ve konuşmamamız gerekir. Düzenin eksiksiz açıklanması ancak âhiret hayatını Kur’an’ın açıkladığı gibi kabul etmek ve dünya düzenimizi de ona göre düzenlememizle mümkündür. Avrupa’da filozoflar çıkmış ve bu konuları açıklamaya çalışmışlar. Ne var ki onların felsefelerinde Kur’an’ın ve diğer mukaddes kitapların felsefesi yer almamaktadır. Oysa ilk anlatılacak felsefe Kur’an felsefesidir. Yani önce iman anlatılmalı sonra adalet gösterilmelidir. Bunları yapabilmemiz için Kur’an Arapçası ve Matematik öğrenilmeli, müspet ilimlerin temelleri tespit edilmeli, Kur’an’ın kâinat felsefesi ortaya konmalıdır...
Bizim kırk yıllık “Adil (Ekonomik) Düzen” çalışmalarımız bu yöndedir. Duamız, Allah’ın bunu sürdürmemize izin vermesi ve ekolleşmemiz olacaktır. Bu kadarı bile büyük bir adımdır. Daha sonra gelecek nesiller bu çalışmalarımızdan yararlanırlar, inşaallah...
Son iki haftadan beri haftalık “Kur’an ve İlim Seminerleri” ile diğer çalışmalarımızdan örnekler sunmaya gayret ettim, Kur’an ayı Ramazan’ı böyle karşılamayı murad ettim.