KIBRIS MÜZAKERELERİ
Prof. Dr. Sabri TEKİR
Kıbrıs, Türkiye'nin hemen güneyinde, Doğu Akdeniz'deki bir adadır. Anadolu ve Ortadoğu'ya denizden giriş kapısıdır. Sicilya ve Sardinya'dan sonra Akdeniz'in üçüncü büyük adasıdır. Kuzeyinde Türkiye 65 km, doğusunda Suriye 112 km, İsrail 267 km, Lübnan 162 km, güneyinde Mısır 418 km, kuzeybatısında ise Yunanistan 965 km. mesafede yer alır.
Kıbrıs, bilinen tarih boyunca yerleşim yeri olmuştur. Önce Mısır, Suriye ve Filistin üzerinden gelen Mezopotamyalılar yerleşmişler, zamanla ticari ve askeri açıdan çok büyük bir önem kazanmıştır. Kartaca devletinin kuruluşundan Haçlı seferlerine, sonrasında Osmanlı hakimiyetine girinceye kadar bölgede kurulmuş olan bütün güçlü devletler ada üzerinde hakimiyet tesis etmişlerdir. Roma ve Bizans hakimiyeti altında bulunmuş, Bizans döneminde Müslümanlar tarafından birkaç defa kuşatılmış, hatta ilk kuşatmaya Hz. Peygamberin halası da katılmış, orada vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir. Türbesi Larnaka'dadır.
Kıbrıs adası Bizans hakimiyetinden sonra Venediklilerin eline geçmiş, Osmanlılar da Sokullu Mehmet Paşa zamanında 1571 yılında Venediklilerin elinden fethetmiştir. 300 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan Kıbrıs adası 1878 yılında "Ruslara karşı yardım" vadiyle İngiltere'ye yıllık 92.000 Sterline kiralanmıştır. O tarihten sonra ada resmen Osmanlı mülkiyetinde, fiilen ise İngiltere yönetiminde ve hakimiyetinde olmuştur. 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile de İngiltere'ye terkedilmıştir.
İngiliz hakimiyetinde iken, 1960 yılında adanın Rum ve Türk unsurları arasında yaşanan çatışmalar sonrası Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla yeni bağımsız bir devlet kurulmuştur. Yunanistan'a bağlanmak isteyen Rumların Müslüman Türkler üzerinde katliama girişmeleri üzerine Kıbrıs adasıTürkiye ve bölge için kanayan bir yara haline gelmiştir. Türkiye değişik zamanlarda adaya müdahale girişimlerinde bulunduysa da ABD tarafından engellenmiştir. Nihayet, 1974 yılında gerçekleştirilen bir darbe sonrası, adadaki Türk varlığının yok edilmesi ve adanın Yunanistan'a bağlanması tehlikesi ortaya çıkınca Türkiye garantörlük hakkını kullanarak askeri müdahalede bulunmuştur. O tarihten itibaren adada huzur ve sükun vardır. Ancak, sorun olarak her zaman gündemdeki yerini korumuştur. Hele GKRY'nin Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB'ye üye olarak kabulünden sonra sorun daha da önem kazanmıştır.
Bir süredir Cenevre'de Kıbrıs sorunu ile ilgili müzakereler devam etmektedir. Cenevre'de teknik ve siyasi düzeyde yürütülen müzakerelerde toprak, nüfus, yönetim / yönetişim, Türk askeri mevcudiyeti ve garantörluk konularına ilişkin konular ele alınmaktadır. Rum tarafı, bütün çabalarını barış harekatı öncesi duruma dönülmesi yönünde yoğunlaştırırken, Türkiye, Türk askeri mevcudiyetinin ve garantörlük konularının son derece hassas olduğunu, bunların Turkiye ve Kıbrıs Türk halkı için vazgeçilmez bir talep niteliği taşıdığı görüşünde kararlılık göstermektedir.
BM Genel Sekreteri A. Guterres Cenevre'deki Kıbrıs Konferansında yaptığı konuşmada " hızlı bir çözüm yerine", " kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm " amaçladıklarını söylüyor. Bu yaklaşım doğru bir yaklaşımdır. Ancak, Kıbrıs adası Doğu Akdenizin kapısıdır. Türkiye'nin güvenliği, Akdeniz ve bölgedeki ekonomik ve politik çıkarları, son zamanlarda keşfedilen gaz rezervleri, enerji nakil hattı üzerinde bulunması ve bu nedenle küresel enerji politikaları açısından Genel Sekreterin bu dileğinin gerçekleşmesi zor görünmektedir.
Kıbrıs davası sadece adada yaşayan iki toplumun, bahusus yüzde 33 toprak üzerinde yaşayan Türklerin davası değildir. Kıbrıs davası sadece bir toprak parçası davası da değildir. Tersine ekonomisinden siyasetine, ticaretinden askerisine, bölgeselinden küreseline onlarca içiçe girmiş nedenler yumağından oluşan bir davadır ve Türkiye'nin güvenliği, itibarı, çıkarları ve geleceğini hayati derecede ilgilendirmektedir. Kıbrıs'ın hakimi, Doğu Akdenizin de hakimidir. Bu açıdan Kıbrıs, Agratur ve Dikelya üslerinin sahibi olan İngiltere de dahil olmak üzere Afrika, Avrupa ve Orta Doğu ülkeleri ve bunlarla ilişkili diğer ülkeleri (Rusya ve ABD) de ilgilendiren bir sorundur. Nitekim, BM Genel Sekreteri Kıbrıs Özel Temsilcisi Espen B. Eide 13 Ocak 2017'deki konuşmasında benzer şekilde taraflara atıfta bulunarak katılımcıları saymaya çalışmıştır. Adada yaşayan iki toplum ve garantör ülkeler bu çok taraflı sorunun sadece sahnedeki taraflarıdır.
Müzakerelerin Annan Planı zemininde yürütülmesi de Türkiye ve Türk tarafına yapılabilecek en büyük haksızlık ve stratejik hata olacaktır. Söz konusu planı, zamanında Türk tarafı kabul etmiş, Rum tarafı ise reddetmiştir. Artık bu plan yok hükmündedir (keen lemyekün'dür). Şimdi yeni bir zemin vardır ve diğer Ege adalarının kaybında olduğu gibi Kıbrısı kaybetmemek için müzakerelerin yeni oluşan zemin üzerinden yürütülmesinde kararlılık gösterilmesi gerekmektedir.
GKRY lideri Anastasyadis'in müzakerelerde ulaşmak istediği hedefi, Kıbrıs'ta siyasi yapıda 1974 öncesine dönülmesi, garantörlüklerin kaldırılması, Türk askerinin adadan ayrılması ve adada sembolik bir askeri varlığın bırakılması, nüfus bazlı yeni bir yapılanmaya gidilmesidir. Bu mümkün değildir. Garantörlük bulunmasaydı, Kıbrıs Türkünün katliama tabi tutulmasını önleyen 1974 Barış Harekatı yapılamayacaktı. Harekat sonrası izolasyon politikaları nedeniyle adadaki Türk varlığına ekonomik, sosyal ve politik destek sağlanamayacak, adadaki Türk varlığı yokluğa mahküm edilmiş olacaktı.
Sonuç olarak, varsa eğer bir Kıbrıs sorunu, sınırları açıkça belirlenmiş, iki devletli, Türkiye'nin garantörlüğünde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bulunacağı, Türkiye'den gidiş gelişlerin serbest olacağı, nüfus konusunda sınırlamanın bulunmadığı, ülkemizin bölgedeki çıkarlarını tehdit etmeyecek, tehlikeye düşürmeyecek bir siyasal sistem dahilinde çözülmelidir.
(27 Ocak 2017)
iPad’imden gönderildi