Paranın Ahlakı olmaz,
Parada Ahlak olur-II
Reşat Nuri EROL Bey biraderim,
Ben üniversiteye döndüm ve hocalığa başladım. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesindeyim. Burada yeni arkadaşlarla tanışıyorum.
Bunlardan birisi Doç. Burak Bilgehan Özpek. Bana kısmen editörlüğünü de yaptığı Liber+ dergisinin bazı sayılarını verdi. Bu arkadaş ve dergi katıksız liberallik iddiasındalar.
Dergide Barış Tersaçı müstear ismiyle yazan birisi “Paranın Ahlakı” başlıklı iki yazı neşretmiş. Bu arkadaş Amerika’daymış ama Türkiye’deki bütün yazıları bu isimle neşrediliyormuş.
Yazıları okuyunca göreceksin ki arkadaş olmadık iddialarda bulunuyor. En önemlisi de "İslam’da riba yasak, faiz değil" şeklinde olanı.
Bu konularda Üstad bir metin kaleme alırsa, dergiye cevap ya da açıklama mahiyetinde gönderelim. Ya da isterse Üstad Ocakmedya'daki yazılarından birini buna ayırsın. Benim düşüncem iki türlü olabileceği merkezinde.
Yazılar ekte. Her yazının sonuna derginin kapağının fotoğrafını da koydum.
Ben haftada bir yazmaya devam ediyorum. Sen artık maşaallah günlük yazıyorsun.
Üstad’a ve zat-ı âlinize selam ve hürmetler...
Prof. Dr. Mehmet TEKELİOĞLU
*
Barış Tersaçı / İktisat Doktoru
Barış Tersaçı:
Paranın Ahlakı-II*
Süleyman Karagülle:
Paranın Ahlakı olmaz, Parada Ahlak olur-II
Paranın Ahlakı-II*
Barış Tersaçı
Liber+
Yıl:02, Sayı:10, Temmuz-Ağustos 2016, 2016/4
Liber+’ın geçen sayısında Merkez Bankalarının ahlaki eleştirisiyle başlattığım tartışmaya bu sayıda faizsiz bankacılık konusunu ele alıp, dini kaynaklara da referans vererek devam edeceğim.
Faiz
Barış Tersaçı: - Bu noktaya kadar, parasal ilişkilerde çok önemli bir kavram olan faizi tartışma dışında tuttuk. Bunun nedeni, faizin önemsiz olmasından değil, ancak para üretimi ile ahlak ilişkisinin faizden bağımsız olduğunu, faiz söz konusu olmadığı durumda da para üretiminin ortaya çıkardığı ahlak sorunlarını tüm çıplaklığıyla gösterebilmekti. Faiz konusunu bu denklemde yerli yerine oturtabilmek için hem ekonomik anlamda, yani üretim ve tüketim arası tercihlerde, hem de parasal ilişkilerde faizin oynadığı rolü incelememiz gerekiyor. Paranın varlığı nasıl insanlar arasındaki alışveriş ilişkisini kolaylaştırıp düzene koyuyorsa, faizin varlığı da bireylerin tercihlerini farklı zamanlar açısından düzene koyar.
Süleyman Karagülle: - Ekonomide bir girdi vardır. Emek karşılılığı ücrettir. Mal karşılığı fiyattır. Yapı karşılığı kiradır. Para (güvence) karşılığı vergidir. Devletin parasını kullandığımız için vergi ödüyoruz. Ayrıca faiz bir şeyin karşılığı değildir. Ortaklık ekonomisinde faizin yerini selem farkı alır. Faiz, önce malın alınıp sonra bedelinin ödenmesidir. Selem farkı ise önce parasını ödeyip sonra mal almaktır. Matematikte biri negatif diğeri pozitiftir ama aynı değişkendir. Faizle yapılan tüm hesaplar yapılabilmektedir. Faiz zararlıdır, çünkü karşılıksız parayı üretir ve pahalılık yapar. Selem yararlıdır, çünkü birikimi üretime yönlendirir. Ucuzluk yapar. Ayrıca değiştirme fiyatları ile kredileşme fiyatları farklıdır. Kredileşmelerde zamanlar mübadele edilir. Değiştirmede miktarlar mübadele edilir. Meşrudur. Faiz ise zamanı miktarla değiştirmedir. Bu ise meşru değildir. Bundan dolayıdır ki sabit ücret, sabit kira ve sabit vergi faizdir, haramdır. Bunlara ancak üründen pay verilecektir. Okuyucularım bunları baştan bilirlerse, bundan sonraki söylediklerimi kolayca takip edebilirler.
BT - Zaman faktörü dikkate alındığında, her insan tüketim ve tasarruf arasında bir tercih yapmak zorundadır. Bu gereklilik sosyal olduğu kadar bireysel olarak da geçerlidir. Yani, tek başına bir adada yaşamak durumunda olan Robinson Crusoe da, ürettiği her ne ise, ya hemen tüketme ya da biriktirip/saklayıp gelecekte tüketme seçenekleri arasında bir tercih yapmak zorundadır. Hâlihazırdaki tüketimi kısmak gelecekte daha fazla tüketme amaçlı ise buna tasarruf, teknik olarak da yatırım denir. Başka bir deyişle, her türlü tasarruf/yatırım aktivitesi gelecekteki tüketimi artırmak amacıyla yapılır. Hem bugünün tüketimini hem de gelecekteki tüketimi azaltan aktiviteler, mahiyet olarak tasarrufa benzese de, aslında israftır.
SK - İnsan önce kendisinin ve ailesinin yaşaması için çalışmak zorundadır. Buna tüketim emeği deriz. Gün/Saat ile ifade edilir. Doğal şartlar, teknik yapı, teknoloji bilimi ve değiştirmeden doğan büyük kazanç bu Gün/Saatini büyütür. Bunun anlamı artık zamanın olmasıdır. Allah insanı öyle yaratmıştır ki daima artık zamanı olacaktır. Batılılar artık sermaye olarak tarif ediyorlar. Oysa gerçek tasarruf emek tasarrufudur. Emek tasarrufunu aile ikiye ayırır. Bir kısmını yatırıma yöneltir. İşyeri imkânlarını çoğaltır. Bir kısmı ile çocuk yetiştirir. Bunun tercihi, açık işsizlik varsa yapılaşmaya, açık işçilik yoksa çoğalmaya yönlendirilir. Bunun fazla tespiti mümkün değildir. Biz bunu kredileşme ücretleri ile sağlıyoruz. Kredileşme ücretlerini parayı üreten devlet tespit etmektedir. Buna hakkı vardır. Değiştirme fiyatlarını ise üreteci ve tüketici arz ve talep kanunları ile değiştirmektedir. Bu söylediklerimi kavrayamayanlar İslâm ekonomisini anlamış değildirler.
BT - Tasarruf/yatırım dengesini belirleyen şey bireylerin zaman tercihleridir. Bu tercihler, homojen ve tekdüze değildir. Çünkü aynen her mal ve hizmetin değerinin bireysel olarak farklı olması gibi, kişilerin şimdiki tüketimden elde ettiği fayda ve gelecekten beklentileri farklı farklıdır. Bazı insanlar hemen tüketime odaklı iken bazıları tasarrufa daha yatkındır. Bu ayrıntılar, örneğin gelir düzeyinde, geleceğe ilişkin beklentilerde, zevklerde, modada, teknolojide, vb. kişiden kişiye farklılık gösteren tercihler nedeni ile kişiden kişiye tüketim/tasarruf eğilimi de farklılaşır. Sadece tüketim bazında değerlendirildiğinde, anlık tüketimi gelecekteki tüketime tercih edenler sadece kendi ürettiklerini (gelirlerini) tüketmekle kalmaz aynı zamanda, gelecek için tasarruf yapanlardan borçlanarak daha fazla tüketim yapma olanağına kavuşur. Bu noktada gelecekteki miktar ile o andaki miktar arasında bir fark yoksa herkes anlık tüketimi tercih edecektir. Bugün eldeki bir muz veya bir altın gelecekte elimizde olacak bir muzdan veya bir altından daha değerlidir. Ancak gelecekteki miktarda beklenen bir artış insanları daha fazla tasarruf etmeye ikna edecektir. Bugünkü bir altınla gelecekteki iki altın arasında tercih söz konusu olduğunda gelecekle ilgili bir sürü belirsizliğe rağmen, bazı insanlar gelecekteki fazla miktarı seçebilir. Bazı insanların tasarruf yapmak için gelecekten beklediği artış oranı diğerlerine göre daha fazla veya daha az olabilir.
SK - Kâinatta tüm olaylarda bireyler farklı davranırlar. Az sayıda olunca onların davranışlarına bir formül bulmazsınız. Ama bireyler çoksa toplulukta bir dağılım sayısı doğar. Bunun ifadesi şöyledir. Bir anda bireylerdeki dağılım bir bireyin zaman içindeki dağılımına eşittir. Biz bir anlık bir kişinin davranışını değil, bir anlık bütün fertlerin davranışlarının toplamın değil, bileşkelerinin sonucunu biliriz. Buna “makro ekonomi” diyoruz. Yahut bir kimsenin ömrü boyunca olan davranışını gözleriz. Buna da “mikro ekonomi” denir.
BT - Faiz oranları da insanların zaman tercihlerini düzene sokar. Faizlerin rolü insanların tüketimi ertelemeleri karşılığında kazanacakları ödül olarak görülebilir. Her arz-talep dengesi gibi, tasarruf yatırım ilişkisi de, ekonomideki faiz oranını, yani borçlanmanın maliyetini dengeye ulaştırır. Tasarruflar arz tarafını, yatırım da talep tarafını belirler. Tasarrufların artışı faiz oranını aşağıya, tasarruflardaki azalma da yukarıya çeker. Yatırımların faiz oranı ile ilişkisi ise bunun tersidir. Faiz oranları yüksek olduğunda sadece yüksek derecede karlılığı ve risk seviyesi düşük olan projeler finansman bulurken, düşük faiz oranlarında daha fazla yatırım projesi hayata geçebilir. Genel eğilim olarak, herkes hemen tüketmeyi gelecekteki tüketimden daha değerli görüyorsa tasarruf miktarı az olacaktır. Bu durumda faiz oranları yükselir. Faiz oranlarının yükselmesi hem daha fazla kişiyi tasarruf etmeye ikna edecek (dolayısıyla faizlerdeki yükselişi tersine çevirecek), hem de karlılık oranı düşük olan (veya riski fazla olan) yatırım projelerini elimine edecektir. Bu döngü, zincirleme bir şekilde devam eder. Burada oluşan arz-talep dengesi, statik bir denge değil, dinamiktir. Yani beklentiler de dâhil, ekonomideki birçok faktörün değişmesi ile her an yeniden belirlenir.
SK - Keynes klasik ekonomistlerin bu anlayışını reddetmiş, tasarruf meylinin faizle orantılı olmadığını, faiz meylinin başka tercihlerle doğduğunu ileri sürmüş, buna dayanarak oluşturulan ekonomi çözümleri ile 1929 krizini atlatmıştır. Kişinin tasarruf meyli ekonomik şartlara ve kişinin yaşam zevkine bağlıdır. Kendiliğinden doğar. Kişi artırdığı zamanı çocuk yapmaya mı yoksa yatırım yapmaya mı yöneltsin? Bunun tespitini biz buğday fiyatı ile inşaat işçisinin ücreti arasındaki oranla tespit ediyoruz. Buğday parası ile toprak parasındaki oran kişilere neyi tercih etmeleri gerektiğine karar verdirir. Tartışmamızı takip edebilmeniz için bir şeyi daha bilmeniz gerekir. Kur’an’a göre dört çeşit para vardır; bunlar buğday, demir, emek ve altın karşılığı çıkarılan paralardır. Emek karşılığı çıkarılan para yapılaşma şeklinde depolanır. Yapıların bedelleri toprak parası ile tespit edilir. İnşaata verilen kredi kredileşme fiyatları ile verilir. Dolayısıyla yapılar resmi ücretlerle bedellenir. İnsan emeği ile buğday fiyatları arasındaki oran tercihlere imkân verir.
BT - Kabaca faizin rolünü özetlediğimiz tasarruf-yatırım dengesi aslında paranın varlığından bağımsızdır. Adada tek başına yaşayan Robinson Crusoe için balık üretimini artıracak bir ağ örmek tipik bir yatırım örneğidir. Çünkü örebileceği ağ ile sadece eliyle yakalayabileceğinden çok fazla balık yakalama, yani üretimi artırma olanağına kavuşacaktır. Ancak bu yatırımın gerçekleşebilmesi için, Robinson’un kendisine ağ örecek zaman yaratması, başka bir deyişle, ağ öreceği zamanlarda tüketeceği gıda ve benzeri ihtiyaçları önceden tasarruf etmesi şart olacaktır. Örneğin, bir gününü yemek ihtiyacını karşılamak için Robinson, yarın ağ örmek için çalışmak istediğinde, yarın ihtiyacı olan yemeği de bugünden tedarik etmelidir. Robinson’un bu tasarruf eylemi, yani üretimin bir miktarını gelecekteki tüketim artışı için saklaması, bu sayede de bir ağ örmesi daha kalabalık ve komplike olan ekonomilerde de aynen geçerlidir.
SK - Bir köylü kendi ürettiğini tüketirdi. Onun ekonomik hesaplarını yaparken önce yeni amacı tarla yapmak, arazileri çevirmek, taşlardan ayıklamak, araziye su getirmek, kalacak evi inşa etmek gibi işler vardır. Bir de tarlada ektiği yiyecek ve giyecek araçları arasında tercih yapmaktır. Aile reisinin bu tercihleri yapabilmesi için önce domates ile patates arasında tercih yapacaktır. Bunu Gün/Saat ile yapacaktır. Yiyecekler arasında tercih, sonra giyecekler, sonra barınacak, sonra işyerleri yatırımında tercih yapacaktır. Buradaki tercihleri fiyat ve ücretlerle yapmak mümkün değildir. Yiyeceklerde Gün/Saat ile yapacaktır. Artan miktarı giyecek ve yakacak için harcayacaktır. Artan zamanını barınacak için ayıracaktır. Artan zamanı işyerleri üretimi için harcayacaktır. Tek gün/saat esasına göre tek başına da hesaplar yapılabilir. Ama bu ekonominin değil teknolojinin, biyolojinin ve psikolojinin konusudur. Mübadele ekonomisi olmadan fiyatlar, ücret, kira ve vergi olmayacağı için ekonomi ilmi de yoktur.
BT - Para üretiminin tekelleşmediği, sadece doğal paraların dolaşımda olduğu, kaydi paranın söz konusu olmadığı bir ekonomik ortamda da tasarruf-yatırım ilişkisi sekteye uğramadan çalışır. Ancak, paranın değeri üzerinde, gerek devletin tekel gücüyle, gerekse silah şiddetiyle yapılan her tür müdahale, diğer fiyatları etkilediği gibi faiz oranlarını, yani tasarruf-yatırım dengesini de etkiler. Çünkü hayatın normal akışında gelecekle ilgili beklentiler nedeniyle doğal olarak oluşan risklere ek olarak bir de paranın değerini koruyup koruyamayacağı sorusu eklenmiştir. Bu komplikasyon, bugünkü modern ekonomilerde olduğu gibi, doğal paranın neredeyse tamamen ortadan kalkıp sadece kaydi para kullanımın silah şiddeti ile tesis edildiği durumlarda daha girift, içinden çıkılamaz bir hal alır. Çünkü hiçbir şeyin fiyatı gerçek olması gereken fiyatıyla aynı değildir. Faiz oranları reel olarak farklı nominal olarak farklı seyir izler. Reel ve nominal faizler arasındaki fark, insanların tasarruf eğilimlerini temelden etkiler. Tasarruf edenler enflasyonist politikalarla cezalandırılırlar. Devlet politikasıyla, tasarrufun kötü bir şey olduğu, tüketimin tercih edilmesi gerektiği, tasarrufun fakirleştireceği, harcamalar kısılırsa işsizlik oluşacağı, tüketim artışının ise zenginlik getireceği propagandası yapılır. Yeni nesiller tasarruf olgusundan bihaber, anlık haz tatmini temelinde yetiştirilir. Enflasyonun kronik olarak yüksek, ama aynı zamanda da farklı metotlarla sürdürülebilir olduğu toplumlarda ahlaki dejenerasyonun da paralel hızda seyretmesi sürpriz değildir.
SK - Değerlendirme, değiştirme, borçlanma ve biriktirme aracı olan her şey paradır; doğal paradır. Diğer taraftan parada teklik kanunu vardır. Bugün resmen basılan nakit, nakitle orantılı üretilen senet Batı’da paradır. Gelişmemiş ekonomilerde bunun dışında bankadan geçmeyen senet ve çekler para olduğu gibi veresiye defterleri de paradır. Batı’da yapılar mal sayılmadığı halde, gelişmemiş ekonomilerde yapılar da mal olarak alınıp satılmaktadır. Bunun dışında altın ve döviz bazen para tarafı ve bazen da mal tarafı yer almaktadır. Dolayısıyla Para=Fiyat*Mal ilkesi çalışmaktadır. Kaos doğmaktır. Gelişmiş ekonomilerde kayıt dışı ekonomi yoktur. Banka dışı para da yoktur. Oradaki ekonomik krizler ekonominin faizli olmasından doğmaktadır. Hâlbuki gelişmemiş ekonomideki sorunlar, kayıt dışı olması, banka dışı paraların gelişigüzel üretilmesi, rüşvet mekanizması, parayı para olmadan çıkarmış, doğal para ekonomisi ilkelliğinde yaşıyoruz.
Modern Bankacılık
BT - Yukarıda değindiğimiz doğal para üzerine tesis edilmiş ekonomilerde bankaların rolü büyük oranda borç vermek isteyen tasarruf sahipleriyle borçlanmak isteyen yatırımcı ve girişimcileri buluşturmaktır. Burada bankanın özellikle yatırımların karlığı üzerine uzmanlaşması, aynı zamanda mevduat topladığı kişilere karşı da güven telkin edici bir çaba içinde olması şarttır. Bu iki şarttan birinde bile aksama olsa bankanın normal şartlarda iş yapabilmesi mümkün olmaz. Şayet banka yatırımların karlılığı üzerine sürekli yanlış tahminlerde bulunuyorsa bu zarar bankanın sermayesini yok edecektir. Diğer yandan, mudilerine güven telkin etmeyen, sözlerini yerine getirmeyen, mudilere ödemelerini aksatan bankanın da itibarı kalmayacağından müşteri bulması mümkün değildir.
SK - Bugünkü Merkez Bankaları, ABD Merkez Bankasının birer şubeleri durumundadır. Çünkü paralarını dolara göre ayarlamaktadırlar. Ticari bankalar da ulusun bankası değil, ABD sermaye bankasının birer şubesi halindedir. Para dolar olarak geçerlidir. Euro da dolara bağlıdır. İkisi de aynı Sermaye’nin bankasıdır. Euro da dolara bağlıdır. Aynı Sermaye’nin iki bankasıdır. Euro yalnız ekonomiye hükmetmektedir. Dolar ilme, dine ve siyasete de hükmeder. Savaşları ve terör olaylarını o finanse etmektedir. Dolar ekonomik krizleri sürdürmek için değil, ekonomik krizleri körüklemek için kullanılmaktadır.
BT - Ancak günümüz şartlarında bankaların bu rolü tamamen kaybolmuştur. Öncelikle bankaların bir numaralı müşterisi devlettir. Hemen hemen bütün dünyada devlet harcamaları hızla artmış, bankalar bu finansmanın sağlanmasında en önemli rolü oynamıştır. Diğer yandan, hem para politikasının doğrudan devlet tekeliyle belirlenmesi nedeniyle, hem de kısmi rezerv sisteminin sağladığı avantajlardan dolayı bankalar önemli miktarda para yaratır. Karşılıksız yaratılan bu paranın karını bankalar kendi aralarında bölüşürken, bunun maliyeti hem enflasyon yoluyla hem de vergiler kanalıyla vatandaşın sırtına yüklenir. Bu tarz çarpık bir sistemde, bankalar da yatırım karlılığı ve risk gibi konularda uzmanlaşmak yerine devletten aldıkları imtiyazları koruma odaklı bir politika izleyerek çıkar ilişkileri üzerine uzmanlaşırlar.
SK - Dolara köreltilmiş devletleri borçlandırarak, emri altına almış olan Sermaye, tek para sistemi ile dünyayı tek devlet olarak yönetmektedir. Bayrağı ve ordusu yoktur. Şimdiki savaş devletler ile Sermaye arasında olmaktadır. Sermaye devletleri savaştırarak dünyayı siyasi bakımdan da yönetmek istemektedir. Kur’an bunların muvaffak olamayacağını bildirmektedir.
BT - Karşılıksız para basmaya dayanan enflasyonist politikalarda, en fazla avantajlı olan kurumlar karşılıksız olarak basılan paraya en yakın olan kurumlardır. Karşılıksız olarak basılan paraya en uzak kesimler de bu politikalardan en fazla zararı görürler. Bu açıdan, bugün merkez bankaları tarafında belirlenen faiz tasarruf ve yatırım arasındaki dengeyi sağlama işlevinden çok uzaktadır. Ülkemizde sık sık gündeme geldiği için, ancak sadece Türkiye’ye has olmayan bir şekilde, merkez bankaları tarafından belirlenen politika faizlerinin pratik anlamını vurgulamakta fayda var. Merkez bankalarının kontrol ettiği ve siyasi iktidarlar tarafından hep düşürülmesi istenen politika faizleri, karşılıksız olarak hangi hızda para basılacağını ve bu paranın hangi hızda bankalara aktarılacağını belirler. Düşük politika faizi, karşılıksız olarak para basılmasını hızlandırır, bu paranın bankalara en düşük maliyette hızlı bir şekilde aktarılmasını sağlar. Politika faiz oranlarının yükseltilmesi, ekonomik jargonda sıkı para politikası, merkez bankalarının para basmasını yavaşlatır, bankaların karşılıksız basılan paraya erişiminin maliyetini artırır. Faiz oranlarının düşük tutulması, bankacılık sistemi dışındaki bireyler açısından, hem ellerinde bulunan paranın değer kaybetmesi nedeniyle, hem de tasarruf eğiliminin cezalandırılması nedeniyle iki farklı kanaldan genel refaha zarar verir. Uzun dönemde, paranın gayri ahlaki yollarla, çıkar ilişkileriyle yeniden dağıtımının mümkün olmadığı bir sistem, sosyal ilişkilerin zedelenmeden devam ettirilebilmesi için hem de genel refahın artması için gerek-şarttır. Tasarrufların genel refaha katkısı da aynı yöndedir.1
SK - Faizli sistem sanayileşmede yararlı olmuştur. Bu sayede fabrikalar kurulmuş ve kentleşme oluşmuştur. İşsiz kalan köylüye iş bulunmuştur. Ne var ki piyasa doyunca yani herkes iş bulunca artık faizli sistem çalışmaz. Bunu aşmanın iki yolu vardır. Yeni yatırım alanları bulmak. Sovyetler bunun için yıkıldı. Çin bunun için pazar haline getirildi. Diğer yolu da savaş çıkarmadır. Silah satarak yeni işyeri oluşturursunuz, bir de o silahla yapıları ve tesisleri yıkarsınız. Sonra onları bir otuz sene daha idare edersiniz. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları böyle çıktı. Erbakan’ın anlatımları ile üçüncü cihan savaşı çıkmıyor. İşte sıkıntı buradadır.
Faiz Yasağı ve İslami Bankacılık
BT - İslami bankacılık konusu aslında tek cümle ile özetlenebilir: “Hristiyan ayakkabıcılık”, “Yahudi inşaatçılık”, “Budist bilgisayarcılık”, “ateist lokantacılık” kavramları ne kadar saçma ise “İslami bankacılık” da o kadar saçmadır. Bugün İslami usullere göre bankacılık yaptığını iddia eden kurumların temelde diğer bankalardan farklı yaptığı hiçbir işlem yoktur. Kavramların farklı isimlerle etiketlenmesi, faiz kelimesi yerine başka kelimenin veya kelimelerin kullanılıyor olması işlemlerin mahiyetini değiştirmez.
SK - Bugünkü İslâm bankacılığı Müslümanları dolandırmak için kurulan bankacılıktır. Faizli işlemleri yapamadıkları için sözde faizsiz bankacılık adı altında isim değiştirilerek bu potansiyel değerlendirilmiştir. Bununla beraber, bunların müşterisi Müslüman olduğu için tercih edilmesinde bir sakınca yoktur.
BT - Ekonomik mantıkla faiz mekanizması tasarruf-yatırım dengesinin sağlanması, uzun vadeli tercihlerin ödüllendirilmesi, anlık tüketime dayalı miyopik tercihlerin maliyetinin de yine bu tercihleri yapanlar tarafından karşılanması için gereklidir. Bunun tersi, yani anlık haz tatminini her şeyin üstünde tutan tercihlerin maliyetinin bu tercihleri yapanlar tarafından değil de, toplumun geneli tarafından ödenmesi, hatta bu maliyetin çoğunlukla zor durumda olan, düşük gelirlilerin sırtına yüklenmesi sosyal adaleti rencide ettiği gibi ahlaken de savunulamaz. Bu açıdan faiz, bir tercih değil, zamanın durdurulamazlığından kaynaklanan kontrol edilemeyen bir faktördür.2 Bu gerçek bir yana bırakılarak faiz işlemlerinin yasaklanması en masum haliyle insanların başkalarını değilse bile kendilerini kandırmasından ibarettir.
SK - Bugünkü ekonomi faizle çalışmaktadır. Alternatif faizsiz bankacılık kurulmalıdır. Faizsiz kurum faizli kurumu hukuk kuralları içinde yenmelidir. Yoksa yasaklama veya dayatma ile faizsiz bankacılık oluşturulmaz. Diğer taraftan faizsiz bankacılık faizsiz işletmeler kurulursa çalışabilir. Sabit ücret, sabit kira, sabit para ve dolayısıyla sabit vergi sistemi ile çalışın işletmeler faizsiz kredi alamazlar. Dolayısıyla faizsiz bankadan önce faizsiz işletmeler kurulmalıdır. Faizsiz işletmeler de ancak bankalar yerine geçen hizmet ve dayanışma kooperatifleri ile gerçekleştirilecektir. Akevler bunun örneğidir.
BT - Hal böyleyken, sadece İslam’la sınırlı kalmayıp yaklaşık iki bin yıllık tarihi olan faiz yasakları hangi anlayışın ürünüdür? Faiz yasakları Eski Yunan’dan Roma’ya, Musevilik, Hristiyanlık ve İslam gibi Abrahamic dinlerden Hinduizm ve Budizme birçok dini ve hukuki anlayışta ön plana çıkmıştır. Örneğin, Aristo para üzerinden para kazanmayı açıkça kınamıştır:
“En çok tiksinmeyi hak eden, faizciliktir: çünkü bundan sağlanan kazanç, doğrudan doğruya paranın kendi varlığından ileri gelir ve paranın doğuşuna yol açmış olan ereğe aykırıdır. Zira para mübadele için yaratılmıştır; oysa faiz paranın miktarını çoğaltır. Dolayısıyla da doğaya en aykırı düşen para kazanma tarzıdır.”3
SK - Faiz bütün dinlerde ve felsefelerde yasaklanmıştır. Orta lomcaların varlığı ahszszi müesseseleri yaşatmıştır. Sermaye vergisi, faiz haramlığı (yasaklığı değil), selem sistemi, karzı hasen müessesesi o günkü şartlarda faizsiz sistemi çalıştırmıştır. Uygarlaşma da yeni piyasa düzeninin problemlerini çözmedir. Şimdi çözecektir.
BT - Hristiyan Kilisesi son iki yüz yıl hariç faize karşı katı bir tutum takınmıştır.4 Ancak Orta Çağ Hristiyan filozofları ekonomik konulara vakıf olmaya başladıktan sonra parasal “usury” ile ekonomik “interest” arasındaki farkı dile getirmişlerdir.5 Yukarıda alıntıladığımız Aristo pasajında da aslında kınanan aktivitenin ekonomik faiz olgusu değil, paranın karşılıksız olarak artmasıdır. Faiz yasağı ve din ilişkisi, özellikle de Hristiyanlık teolojisinde Katolik katı yasaklardan Protestan kapitalizmine geçiş üzerine binlerce sayfalık literatür vardır. Ancak aynı durum, İslam açısından çok doğru değildir. İslam’daki faiz yasağının üzerine yapılan tartışmalar, tutarlı bir bilimsel mantık takip etmediği için aynı zenginlikte değildir.
SK - Hükümlerin illetleri vardır hikmetleri vardır. Dört delil hikmetleri değil illetleri ele alır. Dolayısıyla İslâmiyet’te uzun uzun tartışma yoktur. Tartışma sorunların çözüldüğü yerlerde olur. İslamiyet’e faiz sorunu çözüldüğü için yatırımlar da olmalıdır.
BT - Geleneksel İslam hukukunda bütün kurallar sözlü rivayetler üzerinden yapılagelmiştir. Yazılı olanın (kitabın) pek bir hükmü yoktur. Nitekim gerek Sünni gerekse Şii içtihadında yazılı eserler kurallar tesis edildikten sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. Bugün İslam hukukundaki kuralların pek azının yazılı kaynak ve temel metin olması gereken Kur’an’da bir karşılığı vardır. Bu durum faiz konusunda da geçerlidir.
SK - İslâmiyet kanun düzeni değildir. İslâmiyet içtihat düzenidir. Dolayısıyla fıkıh sorunların dört delille nasıl çözüleceğini öğrettir. Hükümleri içermez. Çünkü hükümleri içermesi kanun sistemine götürür. Yazılan fıkıh kitapları sadece hakemlere bilgi vermek içindir. Ceza hukukunda da her bucağın kendi icmaları geçerlidir ve değişiktir. Bugün de her ulusun kanunları ayrıdır. Beldelerin kararları vardır. İnsanlık kanun sistemine ulaşmaktadır.
BT - Öncelikle, faiz (فائض) kelimesi Kur’an’da geçmez.6 Kur’an’da geçen ribâ (ربا) kelimesi (ر ب و) kökünden gelir, anlamı şişmek, kabarmaktır. Kur’an’da bu kelimenin kullanıldığı diğer yerlere baktığımızda şişmek, kabarmak (22:5), taşmak (13:17), büyümek (41:39), yükselmek (2:265) anlamlarını görürüz. Bu kelimelerin kullanımı ve anlamlandırılması arasındaki fark önemlidir. Özellikle de Arapça bir kelime olan ribâ yine Arapça bir kelime olan fâiz kelimesi ile çevriliyorsa burada bir tutarsızlık vardır. Geniş anlamda, her türlü kar, kazanç, gelir faiz kavramı içine sokulabilecekken riba bu şekilde değildir. Nitekim Kur’an’da ribâ’nın özellikleri “katlanarak artması” (3:120), “görünürde artıyor gibi olması ancak gerçekte artmaması” (30:39), “alışveriş gibi olmaması” (2:275) olarak sıralanır. Ekonomik açıdan alışverişin özelliği her iki tarafın da gönüllü iştirakinin şart olmasıdır. Eğer iki taraftan birinin alım satımda zarar görmesi söz konusu ise bu taraf mübadeleden vazgeçecek, alışveriş gerçekleşmeyecektir. Ancak ribâ’da bu söz konusu değildir.
SK – Kur’an ve hadislerde riba tanımlanmıştır. İnsan için kazanç sadece emek ile olmaktadır, emek dışında bir hak yoktur. Sadece riziko varsa kâr da helaldir. Kur’an bunu açıkça ifade ettiği gibi Hazreti Peygamber de “La ribha vela damane” demiştir, risk yoksa kâr da yoktur. Bu sebepledir ki dört çeşit faiz tarif ediyoruz; pay yerine ücret, kira, belli kâr, nakit olarak alınan vergi faizdir. Girdiler üretilen ürünü bölüşürler. Para girdi değildir, ham madde girdidir.
BT - Gerek kelime anlamı, gerekse Kur’an’ın farklı yerlerindeki kullanımından hareketle, ribâ’yı parasal işlemlerde şişkinlik ve şişkinliğe neden olan her şey olarak tanımlayabiliriz. Bu durumda, yazının daha önceki bölümlerinde dile getirdiğimiz enflasyonist politikalar, hileli veya karşılıksız para basılması, kısmi rezerv sistemi ribâ’ya dâhildir. Zaten İngilizceden Türkçeye girmiş olan enflasyon da kelime anlamı olarak “şişkinlik” demektir. Enflasyonla her türlü rakam, gösterge katlanarak artar ancak reel artış söz konusu değildir. Faiz ise tasarruf sahipleriyle yatırımcılar arasında karşılıklı gönüllülük esasına dayanarak cereyan eden bir mukaveledir. Dolayısıyla Kur’an’daki ifadeyle “faiz”, “ribâ” değildir. Ne Kur’an’da ne de ondan önce aynı geleneğin farklı versiyonları olan Eski Ahit ve Yeni Ahit’te, hatta yukarıda alıntıladığımız şekliyle Aristo’da bile ekonomik anlamdaki faizin değil, “usury” anlamına gelen “ribâ”nın eleştirildiğini, yasaklandığını görüyoruz. Nitekim “faiz” konusunda çok katı yasaklar getiren Katolik şeriatı bile gönüllü anlaşmaları bu yasak kapsamında görmemiştir.
Özetlersek, bugünkü parasal sisteme genel olarak bakıldığında merkez bankaları ve ahbap çavuş kapitalizmi içinde aynı koalisyonun parçası olduğu kaydi para ve kısmi rezerv sistemi, ana başlıkta enflasyonist politikalar ahlaken savunulamaz. Bireyler bugün bu sistem karşısında savunmasız ve çaresizdir. Ancak, vatandaşın gerek kendi arasında, gerekse bu bankalarda tasarruflarını değerlendirmek amacıyla gönüllülük esasına dayalı olarak faiz uygulamasında bir sorun yoktur. Zaten vatandaş parasını bankaya da yatırsa ya da faizden kaçmak da istese (cebinde de tutsa yastık altında da saklasa) faizden kaçamaz. Banka mevduatından alınan ya da kredi borcuna eklenen faiz, baştan gönüllülük üzerine tesis edildiğinde ribâ kapsamına girmez. Burada “enflasyon kadar faiz” “az faiz” “fahiş faiz” gibi söyleyenin arzusuna göre eğilip bükülen ölçüler geçersizdir. Gönüllülük esası çerçevesinde, herkes enflasyona karşı kendini korumak isteyebileceği gibi, tasarruflarından kar etmek de isteyecektir. Hırsızlık, sahtekârlık, dolandırıcılık, zorbalık olmadığı sürece burada oranların, rakamların bir önemi yoktur. Asıl ahlaki sorun kaydi para tekelini oluşturan, kısmi rezerv sistemiyle de karşılıksız para basılmasını, kalpazanlığı meşrulaştıran, bu para politikasını da silah şiddeti ile ayakta tutan devlettir.
SK - Rıza var, irade var. Kumar oynayan iki kişi kumardaki kayıpları iradeleriyle kaybederler ama rızaları yoktur. Vatandaşlıkta ve evlilikte irade yeterlidir. İstese de istemese de evlenenlerin nikâhı sahihtir. İstemeyerek olsa da vatandaşlığı kabul eden vatandaş olur. Oysa ekonomik akitlerde irade yetmez, rıza şartı varır. Zorda olan iradesiyle borçlansa da rızası olmadığı için faiz ödemekle hukuken mükellef değildir. Kumar hükümlerine tabidir. Enflasyon karşılıksız riba kavramına girer. Riba karşılıksız paranın üretilmesidir. Bu sebepledir ki İslâmiyet rehinsiz veresiye satışlar haram kılınmıştır. Taksitli ödeme yoktur ama taksitli satış vardır.
Sonuç olarak tahliller ilmi bir yolla yapılmıştır. Mevcut düzeni genellikle doğru ortaya koymuştur. Mevcut faizsiz bankaların faizsiz olduğu iddiasının da saçma olduğu hususunda doğru sonuca varmıştır ama yazar hiçbir çözüm ortaya koymamıştır. Devletin müdahalesini yermiş ama Sermaye sömürüsüne dokunmamıştır. Dolayısıyla makale onları desteklemektedir. İslâm ekonomisi hakkında sathi de olsa bilgisi yoktur. Dolayısıyla Adil Düzen açısından bir âlim sayılmaz. Rasih olma yeteneği vardır. Kendisine tavsiye ederim; Kur’an Seminerlerini okusun ve Adil Düzen kitapları ile meşgul olsun. Kısa zamanda sevilmeyen ama herkesin kulak verdiği bir âlim olur. Hem âlim olayım, hem sevileyim; bu mümkün değildir. Âlim olmak demek inkılapçı olmak demektir. Bu da yaşayanları huzursuz etmek demektir.
Notlar:
1 Bu son argüman, yani genel refahın artması, faydacılık kaynaklı olduğu için ahlaki açıdan çok geçerli bir argüman sayılmaz. Yani, genel refahı artırsa bile, çıkar ilişkilerine dayalı bir sistem ahlaki olarak kabul edilemez.
2 Zamanın durdurulamazlığı sorunu ütopik bir hayalde bile olsa aşılabilse, yani insanların zamanlar arası seyahati mümkün olsa, faiz olgusu da kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Çünkü gelecekte elimizde olacak her varlığı zaman maliyeti olmadan bugüne transfer etmek mümkün olacakıt. Böyle bir teknoloji ortaya çıkana dek, aynen piyasada her şeyin fiyatının insanların tercihlerine bağlı olarak oluştuğu gibi, faiz de kendiliğinden oluşacaktır.
3 Aristo, Politika.
4 Ortodoks kilisesi faizi sadece kilise üyelerine yasaklarken Katolik kilisesine göre bu yasak herkes için geçerlidir. Hristiyan inancı ve ekonomi ilişkisinin detaylı analizi için bkz. (Woods Jr., 2005).
5 Bu iki kelime de bugün Türkçe’ye faiz olarak çevrilir. Bazı yerlerde usury kelimesi fahiş faiz olarak çevrilmiştir.
6 Bu kelime Türkçe’ye fazlalık olarak çevrilebilir. Arabic-English Lexicon yazarı Edward Lane (فائض) kelimesini İngilizce olarak interest, yani burada tartıştığımız faiz kavramı ile ilişkilendirmez. Telaffuzu bu kelimeye yakın olan فائدة kelimesi Türkçe’deki faiz kavramını karşılamaya daha yakındır. (http://www.tyndalearchive.com/tabs/lane/) Bu iki kelime de Kur’an’da geçmez, ancak yine telaffuzu yakın olan (فائز) kelimesi Kur’an’da olumlu olarak kullanılmıştır (9:20, 23:111, 24:52, 59:20).
Kaynakça ve konu hakkında okuma tavsiyeleri
Hulsmann, Jorg Guido. 2008. The Ethics of Money Production. Auburn Ala.: Ludwig von Mises Institute.
Dempsey, Bernard. 1943. Interest and Usury. Washington D.C.: American Council of Public Affairs.
Mises, Ludwig von.1949. Human Action. A Treatise on Economics. Auburn Ala.: Ludwig von Mises Institute. 1998.
Rothbard, Murray N. 1962. Man, Economy and State. A Treatise on Economic Principles. Auburn Ala.: Ludwig von Mises Institute. 2001.
de Soto, Juerta. 1998. Money, Bank Credit and Economic Cycles. Auburn Ala.: Ludwig von Mises Institute. 2009.
Woods Jr., Thomas E. 2005. The Church and the Market. A Catholic Defense of the Free Economy. Lexington Books.
The Catholic Encyclopedia, Online Edition © 1999 by Kevin Knight. at www.newadvent.org/cathen
Wikipedia, the free encyclopedia. “Usury”. at www.en.wikipedia.org/wiki/usury
* Barış Tersaçı, Doktor Mikro Teori, Oyun Teorisi
Paranın Ahlakı olmaz,
Parada Ahlak olur-2
Reşat Nuri EROL Bey biraderim,
Ben üniversiteye döndüm ve hocalığa başladım. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesindeyim. Burada yeni arkadaşlarla tanışıyorum.
Bunlardan birisi Doç. Burak Bilgehan Özpek. Bana kısmen editörlüğünü de yaptığı Liber+ dergisinin bazı sayılarını verdi. Bu arkadaş ve dergi katıksız liberallik iddiasındalar.
Dergide Barış Tersaçı müstear ismiyle yazan birisi “Paranın Ahlakı” başlıklı iki yazı neşretmiş. Bu arkadaş Amerika’daymış ama Türkiye’deki bütün yazıları bu isimle neşrediliyormuş.
Yazıları okuyunca göreceksin ki arkadaş olmadık iddialarda bulunuyor. En önemlisi de "İslam’da riba yasak, faiz değil" şeklinde olanı.
Bu konularda Üstad bir metin kaleme alırsa, dergiye cevap ya da açıklama mahiyetinde gönderelim. Ya da isterse Üstad Ocakmedya'daki yazılarından birini buna ayırsın. Benim düşüncem iki türlü olabileceği merkezinde.
Yazılar ekte. Her yazının sonuna derginin kapağının fotoğrafını da koydum.
Ben haftada bir yazmaya devam ediyorum. Sen artık maşaallah günlük yazıyorsun.
Üstad’a ve zat-ı âlinize selam ve hürmetler...
Prof. Dr. Mehmet TEKELİOĞLU
*
Barış Tersaçı / İktisat Doktoru
Barış Tersaçı:
Paranın Ahlakı-II*
Süleyman Karagülle:
Paranın Ahlakı olmaz, Parada Ahlak olur-II
Paranın Ahlakı-II*
Barış Tersaçı
Liber+
Yıl:02, Sayı:10, Temmuz-Ağustos 2016, 2016/4
Liber+’ın geçen sayısında Merkez Bankalarının ahlaki eleştirisiyle başlattığım tartışmaya bu sayıda faizsiz bankacılık konusunu ele alıp, dini kaynaklara da referans vererek devam edeceğim.
Faiz
Barış Tersaçı: - Bu noktaya kadar, parasal ilişkilerde çok önemli bir kavram olan faizi tartışma dışında tuttuk. Bunun nedeni, faizin önemsiz olmasından değil, ancak para üretimi ile ahlak ilişkisinin faizden bağımsız olduğunu, faiz söz konusu olmadığı durumda da para üretiminin ortaya çıkardığı ahlak sorunlarını tüm çıplaklığıyla gösterebilmekti. Faiz konusunu bu denklemde yerli yerine oturtabilmek için hem ekonomik anlamda, yani üretim ve tüketim arası tercihlerde, hem de parasal ilişkilerde faizin oynadığı rolü incelememiz gerekiyor. Paranın varlığı nasıl insanlar arasındaki alışveriş ilişkisini kolaylaştırıp düzene koyuyorsa, faizin varlığı da bireylerin tercihlerini farklı zamanlar açısından düzene koyar.
Süleyman Karagülle: - Ekonomide bir girdi vardır. Emek karşılılığı ücrettir. Mal karşılığı fiyattır. Yapı karşılığı kiradır. Para (güvence) karşılığı vergidir. Devletin parasını kullandığımız için vergi ödüyoruz. Ayrıca faiz bir şeyin karşılığı değildir. Ortaklık ekonomisinde faizin yerini selem farkı alır. Faiz, önce malın alınıp sonra bedelinin ödenmesidir. Selem farkı ise önce parasını ödeyip sonra mal almaktır. Matematikte biri negatif diğeri pozitiftir ama aynı değişkendir. Faizle yapılan tüm hesaplar yapılabilmektedir. Faiz zararlıdır, çünkü karşılıksız parayı üretir ve pahalılık yapar. Selem yararlıdır, çünkü birikimi üretime yönlendirir. Ucuzluk yapar. Ayrıca değiştirme fiyatları ile kredileşme fiyatları farklıdır. Kredileşmelerde zamanlar mübadele edilir. Değiştirmede miktarlar mübadele edilir. Meşrudur. Faiz ise zamanı miktarla değiştirmedir. Bu ise meşru değildir. Bundan dolayıdır ki sabit ücret, sabit kira ve sabit vergi faizdir, haramdır. Bunlara ancak üründen pay verilecektir. Okuyucularım bunları baştan bilirlerse, bundan sonraki söylediklerimi kolayca takip edebilirler.
BT - Zaman faktörü dikkate alındığında, her insan tüketim ve tasarruf arasında bir tercih yapmak zorundadır. Bu gereklilik sosyal olduğu kadar bireysel olarak da geçerlidir. Yani, tek başına bir adada yaşamak durumunda olan Robinson Crusoe da, ürettiği her ne ise, ya hemen tüketme ya da biriktirip/saklayıp gelecekte tüketme seçenekleri arasında bir tercih yapmak zorundadır. Hâlihazırdaki tüketimi kısmak gelecekte daha fazla tüketme amaçlı ise buna tasarruf, teknik olarak da yatırım denir. Başka bir deyişle, her türlü tasarruf/yatırım aktivitesi gelecekteki tüketimi artırmak amacıyla yapılır. Hem bugünün tüketimini hem de gelecekteki tüketimi azaltan aktiviteler, mahiyet olarak tasarrufa benzese de, aslında israftır.
SK - İnsan önce kendisinin ve ailesinin yaşaması için çalışmak zorundadır. Buna tüketim emeği deriz. Gün/Saat ile ifade edilir. Doğal şartlar, teknik yapı, teknoloji bilimi ve değiştirmeden doğan büyük kazanç bu Gün/Saatini büyütür. Bunun anlamı artık zamanın olmasıdır. Allah insanı öyle yaratmıştır ki daima artık zamanı olacaktır. Batılılar artık sermaye olarak tarif ediyorlar. Oysa gerçek tasarruf emek tasarrufudur. Emek tasarrufunu aile ikiye ayırır. Bir kısmını yatırıma yöneltir. İşyeri imkânlarını çoğaltır. Bir kısmı ile çocuk yetiştirir. Bunun tercihi, açık işsizlik varsa yapılaşmaya, açık işçilik yoksa çoğalmaya yönlendirilir. Bunun fazla tespiti mümkün değildir. Biz bunu kredileşme ücretleri ile sağlıyoruz. Kredileşme ücretlerini parayı üreten devlet tespit etmektedir. Buna hakkı vardır. Değiştirme fiyatlarını ise üreteci ve tüketici arz ve talep kanunları ile değiştirmektedir. Bu söylediklerimi kavrayamayanlar İslâm ekonomisini anlamış değildirler.
BT - Tasarruf/yatırım dengesini belirleyen şey bireylerin zaman tercihleridir. Bu tercihler, homojen ve tekdüze değildir. Çünkü aynen her mal ve hizmetin değerinin bireysel olarak farklı olması gibi, kişilerin şimdiki tüketimden elde ettiği fayda ve gelecekten beklentileri farklı farklıdır. Bazı insanlar hemen tüketime odaklı iken bazıları tasarrufa daha yatkındır. Bu ayrıntılar, örneğin gelir düzeyinde, geleceğe ilişkin beklentilerde, zevklerde, modada, teknolojide, vb. kişiden kişiye farklılık gösteren tercihler nedeni ile kişiden kişiye tüketim/tasarruf eğilimi de farklılaşır. Sadece tüketim bazında değerlendirildiğinde, anlık tüketimi gelecekteki tüketime tercih edenler sadece kendi ürettiklerini (gelirlerini) tüketmekle kalmaz aynı zamanda, gelecek için tasarruf yapanlardan borçlanarak daha fazla tüketim yapma olanağına kavuşur. Bu noktada gelecekteki miktar ile o andaki miktar arasında bir fark yoksa herkes anlık tüketimi tercih edecektir. Bugün eldeki bir muz veya bir altın gelecekte elimizde olacak bir muzdan veya bir altından daha değerlidir. Ancak gelecekteki miktarda beklenen bir artış insanları daha fazla tasarruf etmeye ikna edecektir. Bugünkü bir altınla gelecekteki iki altın arasında tercih söz konusu olduğunda gelecekle ilgili bir sürü belirsizliğe rağmen, bazı insanlar gelecekteki fazla miktarı seçebilir. Bazı insanların tasarruf yapmak için gelecekten beklediği artış oranı diğerlerine göre daha fazla veya daha az olabilir.
SK - Kâinatta tüm olaylarda bireyler farklı davranırlar. Az sayıda olunca onların davranışlarına bir formül bulmazsınız. Ama bireyler çoksa toplulukta bir dağılım sayısı doğar. Bunun ifadesi şöyledir. Bir anda bireylerdeki dağılım bir bireyin zaman içindeki dağılımına eşittir. Biz bir anlık bir kişinin davranışını değil, bir anlık bütün fertlerin davranışlarının toplamın değil, bileşkelerinin sonucunu biliriz. Buna “makro ekonomi” diyoruz. Yahut bir kimsenin ömrü boyunca olan davranışını gözleriz. Buna da “mikro ekonomi” denir.
BT - Faiz oranları da insanların zaman tercihlerini düzene sokar. Faizlerin rolü insanların tüketimi ertelemeleri karşılığında kazanacakları ödül olarak görülebilir. Her arz-talep dengesi gibi, tasarruf yatırım ilişkisi de, ekonomideki faiz oranını, yani borçlanmanın maliyetini dengeye ulaştırır. Tasarruflar arz tarafını, yatırım da talep tarafını belirler. Tasarrufların artışı faiz oranını aşağıya, tasarruflardaki azalma da yukarıya çeker. Yatırımların faiz oranı ile ilişkisi ise bunun tersidir. Faiz oranları yüksek olduğunda sadece yüksek derecede karlılığı ve risk seviyesi düşük olan projeler finansman bulurken, düşük faiz oranlarında daha fazla yatırım projesi hayata geçebilir. Genel eğilim olarak, herkes hemen tüketmeyi gelecekteki tüketimden daha değerli görüyorsa tasarruf miktarı az olacaktır. Bu durumda faiz oranları yükselir. Faiz oranlarının yükselmesi hem daha fazla kişiyi tasarruf etmeye ikna edecek (dolayısıyla faizlerdeki yükselişi tersine çevirecek), hem de karlılık oranı düşük olan (veya riski fazla olan) yatırım projelerini elimine edecektir. Bu döngü, zincirleme bir şekilde devam eder. Burada oluşan arz-talep dengesi, statik bir denge değil, dinamiktir. Yani beklentiler de dâhil, ekonomideki birçok faktörün değişmesi ile her an yeniden belirlenir.
SK - Keynes klasik ekonomistlerin bu anlayışını reddetmiş, tasarruf meylinin faizle orantılı olmadığını, faiz meylinin başka tercihlerle doğduğunu ileri sürmüş, buna dayanarak oluşturulan ekonomi çözümleri ile 1929 krizini atlatmıştır. Kişinin tasarruf meyli ekonomik şartlara ve kişinin yaşam zevkine bağlıdır. Kendiliğinden doğar. Kişi artırdığı zamanı çocuk yapmaya mı yoksa yatırım yapmaya mı yöneltsin? Bunun tespitini biz buğday fiyatı ile inşaat işçisinin ücreti arasındaki oranla tespit ediyoruz. Buğday parası ile toprak parasındaki oran kişilere neyi tercih etmeleri gerektiğine karar verdirir. Tartışmamızı takip edebilmeniz için bir şeyi daha bilmeniz gerekir. Kur’an’a göre dört çeşit para vardır; bunlar buğday, demir, emek ve altın karşılığı çıkarılan paralardır. Emek karşılığı çıkarılan para yapılaşma şeklinde depolanır. Yapıların bedelleri toprak parası ile tespit edilir. İnşaata verilen kredi kredileşme fiyatları ile verilir. Dolayısıyla yapılar resmi ücretlerle bedellenir. İnsan emeği ile buğday fiyatları arasındaki oran tercihlere imkân verir.
BT - Kabaca faizin rolünü özetlediğimiz tasarruf-yatırım dengesi aslında paranın varlığından bağımsızdır. Adada tek başına yaşayan Robinson Crusoe için balık üretimini artıracak bir ağ örmek tipik bir yatırım örneğidir. Çünkü örebileceği ağ ile sadece eliyle yakalayabileceğinden çok fazla balık yakalama, yani üretimi artırma olanağına kavuşacaktır. Ancak bu yatırımın gerçekleşebilmesi için, Robinson’un kendisine ağ örecek zaman yaratması, başka bir deyişle, ağ öreceği zamanlarda tüketeceği gıda ve benzeri ihtiyaçları önceden tasarruf etmesi şart olacaktır. Örneğin, bir gününü yemek ihtiyacını karşılamak için Robinson, yarın ağ örmek için çalışmak istediğinde, yarın ihtiyacı olan yemeği de bugünden tedarik etmelidir. Robinson’un bu tasarruf eylemi, yani üretimin bir miktarını gelecekteki tüketim artışı için saklaması, bu sayede de bir ağ örmesi daha kalabalık ve komplike olan ekonomilerde de aynen geçerlidir.
SK - Bir köylü kendi ürettiğini tüketirdi. Onun ekonomik hesaplarını yaparken önce yeni amacı tarla yapmak, arazileri çevirmek, taşlardan ayıklamak, araziye su getirmek, kalacak evi inşa etmek gibi işler vardır. Bir de tarlada ektiği yiyecek ve giyecek araçları arasında tercih yapmaktır. Aile reisinin bu tercihleri yapabilmesi için önce domates ile patates arasında tercih yapacaktır. Bunu Gün/Saat ile yapacaktır. Yiyecekler arasında tercih, sonra giyecekler, sonra barınacak, sonra işyerleri yatırımında tercih yapacaktır. Buradaki tercihleri fiyat ve ücretlerle yapmak mümkün değildir. Yiyeceklerde Gün/Saat ile yapacaktır. Artan miktarı giyecek ve yakacak için harcayacaktır. Artan zamanını barınacak için ayıracaktır. Artan zamanı işyerleri üretimi için harcayacaktır. Tek gün/saat esasına göre tek başına da hesaplar yapılabilir. Ama bu ekonominin değil teknolojinin, biyolojinin ve psikolojinin konusudur. Mübadele ekonomisi olmadan fiyatlar, ücret, kira ve vergi olmayacağı için ekonomi ilmi de yoktur.
BT - Para üretiminin tekelleşmediği, sadece doğal paraların dolaşımda olduğu, kaydi paranın söz konusu olmadığı bir ekonomik ortamda da tasarruf-yatırım ilişkisi sekteye uğramadan çalışır. Ancak, paranın değeri üzerinde, gerek devletin tekel gücüyle, gerekse silah şiddetiyle yapılan her tür müdahale, diğer fiyatları etkilediği gibi faiz oranlarını, yani tasarruf-yatırım dengesini de etkiler. Çünkü hayatın normal akışında gelecekle ilgili beklentiler nedeniyle doğal olarak oluşan risklere ek olarak bir de paranın değerini koruyup koruyamayacağı sorusu eklenmiştir. Bu komplikasyon, bugünkü modern ekonomilerde olduğu gibi, doğal paranın neredeyse tamamen ortadan kalkıp sadece kaydi para kullanımın silah şiddeti ile tesis edildiği durumlarda daha girift, içinden çıkılamaz bir hal alır. Çünkü hiçbir şeyin fiyatı gerçek olması gereken fiyatıyla aynı değildir. Faiz oranları reel olarak farklı nominal olarak farklı seyir izler. Reel ve nominal faizler arasındaki fark, insanların tasarruf eğilimlerini temelden etkiler. Tasarruf edenler enflasyonist politikalarla cezalandırılırlar. Devlet politikasıyla, tasarrufun kötü bir şey olduğu, tüketimin tercih edilmesi gerektiği, tasarrufun fakirleştireceği, harcamalar kısılırsa işsizlik oluşacağı, tüketim artışının ise zenginlik getireceği propagandası yapılır. Yeni nesiller tasarruf olgusundan bihaber, anlık haz tatmini temelinde yetiştirilir. Enflasyonun kronik olarak yüksek, ama aynı zamanda da farklı metotlarla sürdürülebilir olduğu toplumlarda ahlaki dejenerasyonun da paralel hızda seyretmesi sürpriz değildir.
SK - Değerlendirme, değiştirme, borçlanma ve biriktirme aracı olan her şey paradır; doğal paradır. Diğer taraftan parada teklik kanunu vardır. Bugün resmen basılan nakit, nakitle orantılı üretilen senet Batı’da paradır. Gelişmemiş ekonomilerde bunun dışında bankadan geçmeyen senet ve çekler para olduğu gibi veresiye defterleri de paradır. Batı’da yapılar mal sayılmadığı halde, gelişmemiş ekonomilerde yapılar da mal olarak alınıp satılmaktadır. Bunun dışında altın ve döviz bazen para tarafı ve bazen da mal tarafı yer almaktadır. Dolayısıyla Para=Fiyat*Mal ilkesi çalışmaktadır. Kaos doğmaktır. Gelişmiş ekonomilerde kayıt dışı ekonomi yoktur. Banka dışı para da yoktur. Oradaki ekonomik krizler ekonominin faizli olmasından doğmaktadır. Hâlbuki gelişmemiş ekonomideki sorunlar, kayıt dışı olması, banka dışı paraların gelişigüzel üretilmesi, rüşvet mekanizması, parayı para olmadan çıkarmış, doğal para ekonomisi ilkelliğinde yaşıyoruz.
Modern Bankacılık
BT - Yukarıda değindiğimiz doğal para üzerine tesis edilmiş ekonomilerde bankaların rolü büyük oranda borç vermek isteyen tasarruf sahipleriyle borçlanmak isteyen yatırımcı ve girişimcileri buluşturmaktır. Burada bankanın özellikle yatırımların karlığı üzerine uzmanlaşması, aynı zamanda mevduat topladığı kişilere karşı da güven telkin edici bir çaba içinde olması şarttır. Bu iki şarttan birinde bile aksama olsa bankanın normal şartlarda iş yapabilmesi mümkün olmaz. Şayet banka yatırımların karlılığı üzerine sürekli yanlış tahminlerde bulunuyorsa bu zarar bankanın sermayesini yok edecektir. Diğer yandan, mudilerine güven telkin etmeyen, sözlerini yerine getirmeyen, mudilere ödemelerini aksatan bankanın da itibarı kalmayacağından müşteri bulması mümkün değildir.
SK - Bugünkü Merkez Bankaları, ABD Merkez Bankasının birer şubeleri durumundadır. Çünkü paralarını dolara göre ayarlamaktadırlar. Ticari bankalar da ulusun bankası değil, ABD sermaye bankasının birer şubesi halindedir. Para dolar olarak geçerlidir. Euro da dolara bağlıdır. İkisi de aynı Sermaye’nin bankasıdır. Euro da dolara bağlıdır. Aynı Sermaye’nin iki bankasıdır. Euro yalnız ekonomiye hükmetmektedir. Dolar ilme, dine ve siyasete de hükmeder. Savaşları ve terör olaylarını o finanse etmektedir. Dolar ekonomik krizleri sürdürmek için değil, ekonomik krizleri körüklemek için kullanılmaktadır.
BT - Ancak günümüz şartlarında bankaların bu rolü tamamen kaybolmuştur. Öncelikle bankaların bir numaralı müşterisi devlettir. Hemen hemen bütün dünyada devlet harcamaları hızla artmış, bankalar bu finansmanın sağlanmasında en önemli rolü oynamıştır. Diğer yandan, hem para politikasının doğrudan devlet tekeliyle belirlenmesi nedeniyle, hem de kısmi rezerv sisteminin sağladığı avantajlardan dolayı bankalar önemli miktarda para yaratır. Karşılıksız yaratılan bu paranın karını bankalar kendi aralarında bölüşürken, bunun maliyeti hem enflasyon yoluyla hem de vergiler kanalıyla vatandaşın sırtına yüklenir. Bu tarz çarpık bir sistemde, bankalar da yatırım karlılığı ve risk gibi konularda uzmanlaşmak yerine devletten aldıkları imtiyazları koruma odaklı bir politika izleyerek çıkar ilişkileri üzerine uzmanlaşırlar.
SK - Dolara köreltilmiş devletleri borçlandırarak, emri altına almış olan Sermaye, tek para sistemi ile dünyayı tek devlet olarak yönetmektedir. Bayrağı ve ordusu yoktur. Şimdiki savaş devletler ile Sermaye arasında olmaktadır. Sermaye devletleri savaştırarak dünyayı siyasi bakımdan da yönetmek istemektedir. Kur’an bunların muvaffak olamayacağını bildirmektedir.
BT - Karşılıksız para basmaya dayanan enflasyonist politikalarda, en fazla avantajlı olan kurumlar karşılıksız olarak basılan paraya en yakın olan kurumlardır. Karşılıksız olarak basılan paraya en uzak kesimler de bu politikalardan en fazla zararı görürler. Bu açıdan, bugün merkez bankaları tarafında belirlenen faiz tasarruf ve yatırım arasındaki dengeyi sağlama işlevinden çok uzaktadır. Ülkemizde sık sık gündeme geldiği için, ancak sadece Türkiye’ye has olmayan bir şekilde, merkez bankaları tarafından belirlenen politika faizlerinin pratik anlamını vurgulamakta fayda var. Merkez bankalarının kontrol ettiği ve siyasi iktidarlar tarafından hep düşürülmesi istenen politika faizleri, karşılıksız olarak hangi hızda para basılacağını ve bu paranın hangi hızda bankalara aktarılacağını belirler. Düşük politika faizi, karşılıksız olarak para basılmasını hızlandırır, bu paranın bankalara en düşük maliyette hızlı bir şekilde aktarılmasını sağlar. Politika faiz oranlarının yükseltilmesi, ekonomik jargonda sıkı para politikası, merkez bankalarının para basmasını yavaşlatır, bankaların karşılıksız basılan paraya erişiminin maliyetini artırır. Faiz oranlarının düşük tutulması, bankacılık sistemi dışındaki bireyler açısından, hem ellerinde bulunan paranın değer kaybetmesi nedeniyle, hem de tasarruf eğiliminin cezalandırılması nedeniyle iki farklı kanaldan genel refaha zarar verir. Uzun dönemde, paranın gayri ahlaki yollarla, çıkar ilişkileriyle yeniden dağıtımının mümkün olmadığı bir sistem, sosyal ilişkilerin zedelenmeden devam ettirilebilmesi için hem de genel refahın artması için gerek-şarttır. Tasarrufların genel refaha katkısı da aynı yöndedir.1
SK - Faizli sistem sanayileşmede yararlı olmuştur. Bu sayede fabrikalar kurulmuş ve kentleşme oluşmuştur. İşsiz kalan köylüye iş bulunmuştur. Ne var ki piyasa doyunca yani herkes iş bulunca artık faizli sistem çalışmaz. Bunu aşmanın iki yolu vardır. Yeni yatırım alanları bulmak. Sovyetler bunun için yıkıldı. Çin bunun için pazar haline getirildi. Diğer yolu da savaş çıkarmadır. Silah satarak yeni işyeri oluşturursunuz, bir de o silahla yapıları ve tesisleri yıkarsınız. Sonra onları bir otuz sene daha idare edersiniz. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları böyle çıktı. Erbakan’ın anlatımları ile üçüncü cihan savaşı çıkmıyor. İşte sıkıntı buradadır.
Faiz Yasağı ve İslami Bankacılık
BT - İslami bankacılık konusu aslında tek cümle ile özetlenebilir: “Hristiyan ayakkabıcılık”, “Yahudi inşaatçılık”, “Budist bilgisayarcılık”, “ateist lokantacılık” kavramları ne kadar saçma ise “İslami bankacılık” da o kadar saçmadır. Bugün İslami usullere göre bankacılık yaptığını iddia eden kurumların temelde diğer bankalardan farklı yaptığı hiçbir işlem yoktur. Kavramların farklı isimlerle etiketlenmesi, faiz kelimesi yerine başka kelimenin veya kelimelerin kullanılıyor olması işlemlerin mahiyetini değiştirmez.
SK - Bugünkü İslâm bankacılığı Müslümanları dolandırmak için kurulan bankacılıktır. Faizli işlemleri yapamadıkları için sözde faizsiz bankacılık adı altında isim değiştirilerek bu potansiyel değerlendirilmiştir. Bununla beraber, bunların müşterisi Müslüman olduğu için tercih edilmesinde bir sakınca yoktur.
BT - Ekonomik mantıkla faiz mekanizması tasarruf-yatırım dengesinin sağlanması, uzun vadeli tercihlerin ödüllendirilmesi, anlık tüketime dayalı miyopik tercihlerin maliyetinin de yine bu tercihleri yapanlar tarafından karşılanması için gereklidir. Bunun tersi, yani anlık haz tatminini her şeyin üstünde tutan tercihlerin maliyetinin bu tercihleri yapanlar tarafından değil de, toplumun geneli tarafından ödenmesi, hatta bu maliyetin çoğunlukla zor durumda olan, düşük gelirlilerin sırtına yüklenmesi sosyal adaleti rencide ettiği gibi ahlaken de savunulamaz. Bu açıdan faiz, bir tercih değil, zamanın durdurulamazlığından kaynaklanan kontrol edilemeyen bir faktördür.2 Bu gerçek bir yana bırakılarak faiz işlemlerinin yasaklanması en masum haliyle insanların başkalarını değilse bile kendilerini kandırmasından ibarettir.
SK - Bugünkü ekonomi faizle çalışmaktadır. Alternatif faizsiz bankacılık kurulmalıdır. Faizsiz kurum faizli kurumu hukuk kuralları içinde yenmelidir. Yoksa yasaklama veya dayatma ile faizsiz bankacılık oluşturulmaz. Diğer taraftan faizsiz bankacılık faizsiz işletmeler kurulursa çalışabilir. Sabit ücret, sabit kira, sabit para ve dolayısıyla sabit vergi sistemi ile çalışın işletmeler faizsiz kredi alamazlar. Dolayısıyla faizsiz bankadan önce faizsiz işletmeler kurulmalıdır. Faizsiz işletmeler de ancak bankalar yerine geçen hizmet ve dayanışma kooperatifleri ile gerçekleştirilecektir. Akevler bunun örneğidir.
BT - Hal böyleyken, sadece İslam’la sınırlı kalmayıp yaklaşık iki bin yıllık tarihi olan faiz yasakları hangi anlayışın ürünüdür? Faiz yasakları Eski Yunan’dan Roma’ya, Musevilik, Hristiyanlık ve İslam gibi Abrahamic dinlerden Hinduizm ve Budizme birçok dini ve hukuki anlayışta ön plana çıkmıştır. Örneğin, Aristo para üzerinden para kazanmayı açıkça kınamıştır:
“En çok tiksinmeyi hak eden, faizciliktir: çünkü bundan sağlanan kazanç, doğrudan doğruya paranın kendi varlığından ileri gelir ve paranın doğuşuna yol açmış olan ereğe aykırıdır. Zira para mübadele için yaratılmıştır; oysa faiz paranın miktarını çoğaltır. Dolayısıyla da doğaya en aykırı düşen para kazanma tarzıdır.”3
SK - Faiz bütün dinlerde ve felsefelerde yasaklanmıştır. Orta lomcaların varlığı ahszszi müesseseleri yaşatmıştır. Sermaye vergisi, faiz haramlığı (yasaklığı değil), selem sistemi, karzı hasen müessesesi o günkü şartlarda faizsiz sistemi çalıştırmıştır. Uygarlaşma da yeni piyasa düzeninin problemlerini çözmedir. Şimdi çözecektir.
BT - Hristiyan Kilisesi son iki yüz yıl hariç faize karşı katı bir tutum takınmıştır.4 Ancak Orta Çağ Hristiyan filozofları ekonomik konulara vakıf olmaya başladıktan sonra parasal “usury” ile ekonomik “interest” arasındaki farkı dile getirmişlerdir.5 Yukarıda alıntıladığımız Aristo pasajında da aslında kınanan aktivitenin ekonomik faiz olgusu değil, paranın karşılıksız olarak artmasıdır. Faiz yasağı ve din ilişkisi, özellikle de Hristiyanlık teolojisinde Katolik katı yasaklardan Protestan kapitalizmine geçiş üzerine binlerce sayfalık literatür vardır. Ancak aynı durum, İslam açısından çok doğru değildir. İslam’daki faiz yasağının üzerine yapılan tartışmalar, tutarlı bir bilimsel mantık takip etmediği için aynı zenginlikte değildir.
SK - Hükümlerin illetleri vardır hikmetleri vardır. Dört delil hikmetleri değil illetleri ele alır. Dolayısıyla İslâmiyet’e uzun uzun tartışma yoktur. Tartışma sorunların çözüldüğü yerlerde olur. İslamiyet’e faiz sorunu çözüldüğü için yatırımlar da olmalıdır.
BT - Geleneksel İslam hukukunda bütün kurallar sözlü rivayetler üzerinden yapılagelmiştir. Yazılı olanın (kitabın) pek bir hükmü yoktur. Nitekim gerek Sünni gerekse Şii içtihadında yazılı eserler kurallar tesis edildikten sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. Bugün İslam hukukundaki kuralların pek azının yazılı kaynak ve temel metin olması gereken Kur’an’da bir karşılığı vardır. Bu durum faiz konusunda da geçerlidir.
SK - İslâmiyet kanun düzeni değildir. İslâmiyet içtihat düzenidir. Dolayısıyla fıkıh sorunların dört delille nasıl çözüleceğini öğrettir. Hükümleri içermez. Çünkü hükümleri içermesi kanun sistemine götürür. Yazılan fıkıh kitapları sadece hakemlere bilgi vermek içindir. Ceza hukukunda da her bucağın kendi icmaları geçerlidir ve değişiktir. Bugün de her ulusun kanunları ayrıdır. Beldelerin kararları vardır. İnsanlık kanun sistemine ulaşmaktadır.
BT - Öncelikle, faiz (فائض) kelimesi Kur’an’da geçmez.6 Kur’an’da geçen ribâ (ربا) kelimesi (ر ب و) kökünden gelir, anlamı şişmek, kabarmaktır. Kur’an’da bu kelimenin kullanıldığı diğer yerlere baktığımızda şişmek, kabarmak (22:5), taşmak (13:17), büyümek (41:39), yükselmek (2:265) anlamlarını görürüz. Bu kelimelerin kullanımı ve anlamlandırılması arasındaki fark önemlidir. Özellikle de Arapça bir kelime olan ribâ yine Arapça bir kelime olan fâiz kelimesi ile çevriliyorsa burada bir tutarsızlık vardır. Geniş anlamda, her türlü kar, kazanç, gelir faiz kavramı içine sokulabilecekken riba bu şekilde değildir. Nitekim Kur’an’da ribâ’nın özellikleri “katlanarak artması” (3:120), “görünürde artıyor gibi olması ancak gerçekte artmaması” (30:39), “alışveriş gibi olmaması” (2:275) olarak sıralanır. Ekonomik açıdan alışverişin özelliği her iki tarafın da gönüllü iştirakinin şart olmasıdır. Eğer iki taraftan birinin alım satımda zarar görmesi söz konusu ise bu taraf mübadeleden vazgeçecek, alışveriş gerçekleşmeyecektir. Ancak ribâ’da bu söz konusu değildir.
SK – Kur’an ve hadislerde riba tanımlanmıştır. İnsan için kazanç sadece emek ile olmaktadır, emek dışında bir hak yoktur. Sadece riziko varsa kâr da helaldir. Kur’an bunu açıkça ifade ettiği gibi Hazreti Peygamber de “La ribha vela damane” demiştir, risk yoksa kâr da yoktur. Bu sebepledir ki dört çeşit faiz tarif ediyoruz; pay yerine ücret, kira, belli kâr, nakit olarak alınan vergi faizdir. Girdiler üretilen ürünü bölüşürler. Para girdi değildir, ham madde girdidir.
BT - Gerek kelime anlamı, gerekse Kur’an’ın farklı yerlerindeki kullanımından hareketle, ribâ’yı parasal işlemlerde şişkinlik ve şişkinliğe neden olan her şey olarak tanımlayabiliriz. Bu durumda, yazının daha önceki bölümlerinde dile getirdiğimiz enflasyonist politikalar, hileli veya karşılıksız para basılması, kısmi rezerv sistemi ribâ’ya dâhildir. Zaten İngilizceden Türkçeye girmiş olan enflasyon da kelime anlamı olarak “şişkinlik” demektir. Enflasyonla her türlü rakam, gösterge katlanarak artar ancak reel artış söz konusu değildir. Faiz ise tasarruf sahipleriyle yatırımcılar arasında karşılıklı gönüllülük esasına dayanarak cereyan eden bir mukaveledir. Dolayısıyla Kur’an’daki ifadeyle “faiz”, “ribâ” değildir. Ne Kur’an’da ne de ondan önce aynı geleneğin farklı versiyonları olan Eski Ahit ve Yeni Ahit’te, hatta yukarıda alıntıladığımız şekliyle Aristo’da bile ekonomik anlamdaki faizin değil, “usury” anlamına gelen “ribâ”nın eleştirildiğini, yasaklandığını görüyoruz. Nitekim “faiz” konusunda çok katı yasaklar getiren Katolik şeriatı bile gönüllü anlaşmaları bu yasak kapsamında görmemiştir.
Özetlersek, bugünkü parasal sisteme genel olarak bakıldığında merkez bankaları ve ahbap çavuş kapitalizmi içinde aynı koalisyonun parçası olduğu kaydi para ve kısmi rezerv sistemi, ana başlıkta enflasyonist politikalar ahlaken savunulamaz. Bireyler bugün bu sistem karşısında savunmasız ve çaresizdir. Ancak, vatandaşın gerek kendi arasında, gerekse bu bankalarda tasarruflarını değerlendirmek amacıyla gönüllülük esasına dayalı olarak faiz uygulamasında bir sorun yoktur. Zaten vatandaş parasını bankaya da yatırsa ya da faizden kaçmak da istese (cebinde de tutsa yastık altında da saklasa) faizden kaçamaz. Banka mevduatından alınan ya da kredi borcuna eklenen faiz, baştan gönüllülük üzerine tesis edildiğinde ribâ kapsamına girmez. Burada “enflasyon kadar faiz” “az faiz” “fahiş faiz” gibi söyleyenin arzusuna göre eğilip bükülen ölçüler geçersizdir. Gönüllülük esası çerçevesinde, herkes enflasyona karşı kendini korumak isteyebileceği gibi, tasarruflarından kar etmek de isteyecektir. Hırsızlık, sahtekârlık, dolandırıcılık, zorbalık olmadığı sürece burada oranların, rakamların bir önemi yoktur. Asıl ahlaki sorun kaydi para tekelini oluşturan, kısmi rezerv sistemiyle de karşılıksız para basılmasını, kalpazanlığı meşrulaştıran, bu para politikasını da silah şiddeti ile ayakta tutan devlettir.
SK - Rıza var, irade var. Kumar oynayan iki kişi kumardaki kayıpları iradeleriyle kaybederler ama rızaları yoktur. Vatandaşlıkta ve evlilikte irade yeterlidir. İstese de istemese de evlenenlerin nikâhı sahihtir. İstemeyerek olsa da vatandaşlığı kabul eden vatandaş olur. Oysa ekonomik akitlerde irade yetmez, rıza şartı varır. Zorda olan iradesiyle borçlansa da rızası olmadığı için faiz ödemekle hukuken mükellef değildir. Kumar hükümlerine tabidir. Enflasyon karşılıksız riba kavramına girer. Riba karşılıksız paranın üretilmesidir. Bu sebepledir ki İslâmiyet rehinsiz veresiye satışlar haram kılınmıştır. Taksitli ödeme yoktur ama taksitli satış vardır.
Sonuç olarak tahliller ilmi bir yolla yapılmıştır. Mevcut düzeni genellikle doğru ortaya koymuştur. Mevcut faizsiz bankaların faizsiz olduğu iddiasının da saçma olduğu hususunda doğru sonuca varmıştır ama yazar hiçbir çözüm ortaya koymamıştır. Devletin müdahalesini yermiş ama Sermaye sömürüsüne dokunmamıştır. Dolayısıyla makale onları desteklemektedir. İslâm ekonomisi hakkında sathi de olsa bilgisi yoktur. Dolayısıyla Adil Düzen açısından bir âlim sayılmaz. Rasih olma yeteneği vardır. Kendisine tavsiye ederim; Kur’an Seminerlerini okusun ve Adil Düzen kitapları ile meşgul olsun. Kısa zamanda sevilmeyen ama herkesin kulak verdiği bir âlim olur. Hem âlim olayım, hem sevileyim; bu mümkün değildir. Âlim olmak demek inkılapçı olmak demektir. Bu da yaşayanları huzursuz etmek demektir.
Notlar:
1 Bu son argüman, yani genel refahın artması, faydacılık kaynaklı olduğu için ahlaki açıdan çok geçerli bir argüman sayılmaz. Yani, genel refahı artırsa bile, çıkar ilişkilerine dayalı bir sistem ahlaki olarak kabul edilemez.
2 Zamanın durdurulamazlığı sorunu ütopik bir hayalde bile olsa aşılabilse, yani insanların zamanlar arası seyahati mümkün olsa, faiz olgusu da kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Çünkü gelecekte elimizde olacak her varlığı zaman maliyeti olmadan bugüne transfer etmek mümkün olacakıt. Böyle bir teknoloji ortaya çıkana dek, aynen piyasada her şeyin fiyatının insanların tercihlerine bağlı olarak oluştuğu gibi, faiz de kendiliğinden oluşacaktır.
3 Aristo, Politika.
4 Ortodoks kilisesi faizi sadece kilise üyelerine yasaklarken Katolik kilisesine göre bu yasak herkes için geçerlidir. Hristiyan inancı ve ekonomi ilişkisinin detaylı analizi için bkz. (Woods Jr., 2005).
5 Bu iki kelime de bugün Türkçe’ye faiz olarak çevrilir. Bazı yerlerde usury kelimesi fahiş faiz olarak çevrilmiştir.
6 Bu kelime Türkçe’ye fazlalık olarak çevrilebilir. Arabic-English Lexicon yazarı Edward Lane (فائض) kelimesini İngilizce olarak interest, yani burada tartıştığımız faiz kavramı ile ilişkilendirmez. Telaffuzu bu kelimeye yakın olan فائدة kelimesi Türkçe’deki faiz kavramını karşılamaya daha yakındır. (http://www.tyndalearchive.com/tabs/lane/) Bu iki kelime de Kur’an’da geçmez, ancak yine telaffuzu yakın olan (فائز) kelimesi Kur’an’da olumlu olarak kullanılmıştır (9:20, 23:111, 24:52, 59:20).
Kaynakça ve konu hakkında okuma tavsiyeleri
Hulsmann, Jorg Guido. 2008. The Ethics of Money Production. Auburn Ala.: Ludwig von Mises Institute.
Dempsey, Bernard. 1943. Interest and Usury. Washington D.C.: American Council of Public Affairs.
Mises, Ludwig von.1949. Human Action. A Treatise on Economics. Auburn Ala.: Ludwig von Mises Institute. 1998.
Rothbard, Murray N. 1962. Man, Economy and State. A Treatise on Economic Principles. Auburn Ala.: Ludwig von Mises Institute. 2001.
de Soto, Juerta. 1998. Money, Bank Credit and Economic Cycles. Auburn Ala.: Ludwig von Mises Institute. 2009.
Woods Jr., Thomas E. 2005. The Church and the Market. A Catholic Defense of the Free Economy. Lexington Books.
The Catholic Encyclopedia, Online Edition © 1999 by Kevin Knight. at www.newadvent.org/cathen
Wikipedia, the free encyclopedia. “Usury”. at www.en.wikipedia.org/wiki/usury
* Barış Tersaçı, Doktor Mikro Teori, Oyun Teorisi