‘Ahlak Nizamı’ da ‘Adil Nizam’ kadar önemli-3
Önce…
Beş yazıdan oluşan “Adil Nizam, Ahlak Nizamı ve 1. Ahlak Şurası” başlıklı yazılarımızda yazılması gerekenleri yazdık… Bu yazılarda “1. Ahlak Şurası” çalışmasından ve özellikle de bu çalışmanın “Sonuç Bildirisi” metnini esas alarak yapılması gereken hatırlatmaları da yaptık… Bundan öncekileri olduğu gibi bu araştırma ve çalışmamızı da istifade edilmesi dua ve dileklerimizle yaptık…
Sonra…
İşte bu yeni yazı başlığından da anlaşılacağı üzere ve önemine binaen bu önemli konuya farklı bir açıdan bakmaya, buna istinaden de önemli hatırlatmalara devam ediyoruz…
Mutlaka istifade edilmesi ve gereğinin yapılması gereken uyarılarımıza başlayalım…
İslam’ın kurucu metni ve kurucu tecrübesi esas alındığında ahlak İslami öğretinin ağırlık merkezi olmasına rağmen, klasik-çağdaş İslam düşüncesinde bu husus gerektiği şekilde vurgulanamamıştır. Bunun açık delillerinden birisi, on beş asırlık İslam tarihinde ahlak hiçbir zaman eğitim faaliyetlerinin odak noktası olamamıştır. Nitekim İslami ilimler faaliyetleri içerisinde bağımsız bir disiplin olarak ahlak ve ahlak felsefesinden bahsetmek oldukça zordur.
Ahlakın İslami eğitim anlayışının merkezinde yer almadığının en açık delili, klasik ve kadim ya da modern ve yeni olsun, İslami eğitim kurumlarında ahlak dersi denebilecek bir alanın olmayışı ya da olsa bile son derece cılız oluşudur.
Daha vahimi ise gerçek anlamda İslami denebilecek bir ahlak disiplininden söz etmenin neredeyse imkânsız oluşudur. Zira geçmişte ve günümüzde İslam ahlakı alanına ait olduğu ileri sürülen eserlerin neredeyse tamamı Kur’an’a dayalı bir ahlaktan ziyade Aristo felsefesinin ahlak anlayışının tekrarı ya da yeniden üretilmesinden ibarettir. Doğrudan Kur’an’a dayalı bir ahlak ve ahlak felsefesi ortaya koyma çabaları ise henüz çok yeni ve cılız çabalardır.
Ulema tarafından da ahlaka hak ettiği öneme denk bir itina gösterildiğini söylemek zordur. Nitekim on beş asırlık İslam geleneğinde ahlak ve ahlak felsefesine dair kapsamlı müstakil eserlerin yok denecek kadar az olması bu durumun açık bir göstergesidir. İşte bu eksiklikten dolayı bu alanda yapılmaya başlanan çalışmalar vardır ve biz de bu çalışmaların içindeyiz; bu yeni çalışmalar ilerledikçe bunlar yeni yazılarımıza konu olacaktır, inşallah.
Ahlakın İslam dünyasından tali bir mesele olarak kaldığının en aşikâr delili, çağdaş İslami hareketlerin öne çıkan gözde konularının ahlaktan ziyade “şeriatın tatbiki” meselesi olmasıdır. Halbuki şeriatın tatbiki, yukarıda işaret edildiği üzere, İslami öğretinin değerler piramidinin en son sırasında yer alan normatif alan/toplumsal düzenlemeler alanına aittir. Bu ise en son sıradaki şeriatın tatbiki meselesinin ilk sıraya alınması, yani değerler hiyerarşisinin altüst edilmesi, ya da değerler piramidinin tepetaklak edilmesi demektir.
Özellikle günümüz İslam dünyasında ahlakın rolünün son derece cılız olmasının bir başka sebebi ise, ahlakın tamamen bireysel planda ele alınması; “toplumsal ahlak”, “sistem ahlakı” veya “küresel ahlak” düzeyinde bir İslam ahlakı ortaya konamamış olmasıdır.
İslam’ın geniş kitlelere öğretilmesi amacıyla kaleme alınmış eserlerde ahlaka ayrılan yer de, ahlakın İslam’daki merkezi yer ve önemine tamamen terstir. Mesela günümüzden bir örnek vermek gerekirse, Ömer Nasuhi Bilmen hocamızın ilmihalinde zelletu’l-kârî (namazda ayetlerin okunuşunda yapılan hatalar) başta olmak üzere namaz-abdestle ilgili konulara, üstelik kılı kırk yaran bir teferruatla yüzlerce sayfa tahsis edildiği halde ahlaka birkaç on sayfa tahsis edilmiş olması bu durumun pek çok örneklerinden sadece birisidir.
Geniş kitlelere İslam hakkında bilgi vermek için yazılmış olan eserlerde “ahlak” adı altında verilen bilgilerin hatırı sayılır bir kısmı da doğrudan ahlakla alakalı olmayıp genellikle adabı muaşeret kabilinden malumatlardır.
Hukuk ahlakın müeyyide ile desteklenmiş şekli olduğu halde, İslam hukukunda teorik ve pratik olarak ahlakın genellikle göz ardı edildiğini birtakım “hile-i şer’iyyeleri” tarih boyunca devam eden uygulamalarda gözlemlemek mümkündür...
9.9.2023