Adil Düzende Merkezi Yönetim ve Yerinden Yönetim Denge Esası Vardır
Bir önceki seminerimizde “Adil Düzen İçin Siyasi Mücadele Neden Gereklidir?” konusunu anlatmaya başlamıştık. Bu hafta da konu üzerinde biraz daha durarak merkezi yönetim ve yerinden yönetim arasındaki denge esasını anlatacağız. Arkasından adil siyasi ve hukuki düzenin temel esaslarını Erbakan Hocamızın adil düzen kitapçığında belirttiği temel esaslar üzerinden anlatmaya devam edeceğiz İnşAllah.
Adil düzen devletinde merkezi yönetim ile yerinden yönetim dengesinin kurulması gerektiğini geçen seminerimizde ifade etmiştik. Dolayısı ile merkezi düzenlemeler ile kanun yapmadaki çoğulcu ve uzmanlar eliyle sağlanan meclisteki temsili, öncelikli olarak devlet düzeyindeki mecliste, daha sonraki aşamalarda da bucak düzeyindeki meclislerde gösterilmesini sağlamak gerekmektedir. Bundan dolayı devlet yönetiminin temellerinin bağımsız bir ülke düzeyindeki merkezi bir yapılanmadan mı yoksa bucak düzeyindeki bağımsız bir yapılanmadan mı başlayacağının bir önemi yoktur. Çünkü peygamberimiz ile bir bucak örneği oluşmuştur. Bize düşen bu örnek bucağın tesisine çalışmaktır. Önemli olan merkezden yapılan düzenlemeler ile peygamberimizin bucak uygulamalarının örneğini gösterebilmektir. Temsilde adaleti sağlamak amacı ile en yerelden başlamak üzere bucak meclislerinde alınan istişari kararlar doğrultusunda bucak sözleşmelerinin oluşturulmasının imkanının bucaklara verilmesidir. Dolayısı ile ülke merkezden yani anayasal temel esaslar çerçevesinde bucak meclislerinin oluşturulmasına yönelik verilmesi gereken bu yetki Peygamberimizin örneğinin bucaklarda oluşumuna imkan vermek demektir. Yani önemli olan sünnetin örneklendirildiği bucakları, ülke düzeyindeki merkezi bucağa entegre edebilmektir. Zaten zamanla büyüyerek Arap yarımadasının tamamında oluşturulan üniter devlet, bütün bucakları, illeri kendisine entegre ederek ekonomik uygulamaları, vergi- zekat toplama sistemini, merkezi bir askeri yapılanmayı tam anlamı ile teşekkül etmiştir. Dolayısı ile Davut Aleyhiselam’ın başkan iken uyguladığı merkezi uygulamalar, peygamberimizin Arap yarımadasının temamınım ele geçirdikten sonra uyguladığı merkezi uygulamalar, bucak modelini sergileme şartı ile ve bütün bucakları merkeze entegre ederek gerçekleştirilebilir. Dolayısı ile merkezi yönetim peygamberimizin örnek bucak uygulamasına anayasal temel esaslar ile imkan verdikten sonra bucaktan üniter bir devlete gidildi yine bucaktan doğmalı ve büyümeli şartını ortaya koymak değil, önemli olan bütün bucakları, öncelikli pilot uygulamalar ile başlayarak sünnete uygun örnek uygulama alanları haline getirebilmektir. Çünkü sonuç itibari ile ikisinin birbirinden farkı yoktur. Peygamberimizin bucak ile başlayan ve gittikçe büyüyen devlet örneği, yeni doğan bir düzenin zamanla ne şekilde gelişeceğinin gösterilmesi, bağlı olan insanların sayısı artıkça oluşan ihtiyaçlar çerçevesinde hangi kurumlara gerek olduğunun gösterilmesi, en alt kademeden başlayarak yerinden yönetim sisteminin ne şekilde teşekkül etmesi gerektiğinin örneklemesi için gerekmekteydi. Davut Aleyhisselam’ın ülke düzeyindeki merkezi uygulamaları ile işe başlaması da, bütün bucakların merkeze entegre edilmesini, ekonomik müdahalelerin merkezden yürütülmesi gerektiğinin gösterilmesi açısından önemli idi. Yani Davut Aleyhisselam devlet başkanı iken, bana emredilen iktisadi düzenin temel esaslarını bir bucakta öncelikli olarak uygulayacağım dememiş ve bütün bucakları merkeze entegre etmiştir. Şimdi bize düşen iki uygulamayı da birbirleri ile ilişkilendirerek adil düzeni tesis etme çabası içine girmektir. Peygamberimiz de ilk önce sayıları 10 bin civarında olan bütün müminleri koruma altına alan bağımsız bir bucak devleti ile işe başlanmıştır ama giderek artan bucaklar, merkezi bucağa entegre olarak bağımsız üniter bir devlet oluşturulmuştur. Dolayısı ile bağımsız, üniter bir devlet de merkezi bir bucağa entegre olan örnek bucakları oluşturabilir. Bu yönetim tarzı sonuçta Arap yarımadasının ele geçirilmesi ile oluşturulan merkezi ve yerinden yönetim dengesi sistemimin doğuracak ise, nerden başlandığının da bir önemi yoktur. Önemli olan sonuç olarak varılan noktadır. Peygamberimiz ile ihtiyaca binaen ne şekilde gelişim sağlanması gerektiği, yerinden yönetim sisteminin tam anlamı ile ne şekilde teşekkül etmesi gerektiğinin gösterilmesi gerekiyordu ve bu gösterilmiştir. Dolayısı ile önemli olan boyunduruk altında olmadan bağımsız olarak adil düzen devletini kurabilmektir, güvenliğimiz ve düzenimizi yaşama sorumluluğumuz buna bağlıdır. Hakkı üstün tutulması, hakların korunması buna bağlıdır. Dolayısı ile peygamberimizin gösterdiği en önemli sünnet bir devlet kurmaktır. Yoksa düzen ile ilgili ayetlerin bir kıymeti olmaz idi. Bir düzen teşkil etme noktasında cihad ayetlerinin bir kıymeti olmazdı.
Davut Aleyhisselam devleti boyunduruk altında değildi. Peygamberimizin Medine’de kurulan bucak düzeyindeki devleti de boyunduruk altında değildi. Dolayısı ile ilk yapılacak iş ülkemizi uluslararası anlaşmaların tasallutundan, ifsat edici, bağımsızlığımızı engelleyici etkilerinden kurtulmaktır. Erbakan Hocamız bu sebeple D-8 vurgusunu, D-60 vurgusunu yapmıştır. IMF, BM, NATO, UNİCEF gibi uluslararası ifsat kuruluşları ve AVRUPA uyum komisyonları ve komitelerinin dayattığı sözleşmelerinden korunmak, adil düzeni tesis etmek amacı ile ilk etapta İslam dünyasını bir araya getirme çalışmalarını yürütmüştür. Asıl olan bir bucakta inancımızı yaşamak olsa idi, Necaşi’nin sunmuş olduğu imkan ve şartlar en ideal olan olurdu. Demek ideal olan durumun bağımsız olma olduğunun gösterilmesi gerekiyordu ki Medine’de bağımsız bir bucak oluşturma imkânı doğunca oraya hicret edildi. Dolayısı ile asıl olan bağımsızlık ise ülkemizin bu bağımsızlığı, uluslararası sözleşmeleri fesh ederek gösterme imkânı vardır. Bütün müminleri kuşatıcı kurum ve kuruluşları kurma, bütün insanların güvenliğini koruma altına alıcı organizasyonları oluşturma imkanı var ise işe bu şekilde başlama daha uygundur. Zaten bir devlet içinde devlet oluşturulamayacağına göre bağımsız bir bucak kurma imkânı yoktur. Ama bir ülkenin bütün bucaklarını örnek bir bucak haline getirme imkânı vardır. Bütün mü’minlerin güvenliği adına, bütün insanların güvenliği adına şemsiye olmak için de günümüzde gereken budur. Gereken bu olmasa idi, diğerine imkân ve yol açılır idi. Medine’de bütün mü’minlerin sayısı 10 bini geçmiyordu. Bu sebeple, müminlerin ve bu devlete teslim kişilerin sayısı arttıkça büyüyen bir devlet örneği oluşmuştur. Dolayısı ile önemli olan imkan ve durumlara göre önceliğin nerden başladığı değil ne şekilde neticelenmesinin hedeflendiği ve bu doğrultuda da gerekli gayreti gösterebilmektir.
Bundan dolayı mevcutta bağımsız olarak adil düzen devletini kurma imkanı nerede oluşmuş ise bu imkanı sonuna kadar değerlendirmek gerekir. İster bucak düzeyinde peygamberimizin Medine uygulamalarında olduğu gibi ister ülke düzeyinde Davut Aleyhisselam’ın uygulamalarında olduğu gibi. Peki peygamberimiz Mekke’de kendisine verilmek istenen “yeter ki düzenimize karışma yönetime dahil ederiz seni” teklifini neden ret etmiştir? diye bir soru sokulacak olur ise, buna cevabımız şudur ki; bu teklif aslında ister yönetimde ol ister olma, bizim düzenimize müdahale ettiğin müddetçe senin ve ümmetinin burada yaşama şansın yok, güvenliğin tehdit altında demek anlamına geliyordu. Sana asla düzene müdahale ettirmeyeceğiz vurgusu vardı. Düzene müdahil olunamayacak olduktan sonra da yönetime dahil olmanın bir anlamı yok idi. Bu durumun o günkü şartlarda Mekke’de belirli bir güce erişmeden imkânsız olduğu, yani ıslahın imkansız olduğu Maide Suresi, 49. Ayet ile bildiriliyordu. “Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır.” Bu ayette de belirtildiği gibi, yönetimi ıslah etme imkanınız yok ise sadece onların hevalarına uyulmuş olunurdu.
Ama ıslahı emreden ayetler olduğuna göre ıslahın imkân dahilinde olduğu durumlar vardır. Daha iyi duruma getirme, düzeltme, iyileştirme için belirli bir zaman ölçüsü belirtilmediğine göre, bu iyileştirme durumunun gerçekleşmesi günümüzde halkın verdiği yetkiye dayalı olarak kanuni düzenlemeler ile belli bir zaman alabilir. Önemli olan hakkı, haklılığı ve adalet tesis etme adına bu iyileşmelerin gerçekleşip gerçekleşmediği ve halk tarafından verilen bütün yetki imkanının israf edilmeden sonuna kadar kullanılıp kullanılmadığıdır. Rabbimiz tarafından hesabı sorulacak olan bu yetkinin adil düzenin tesis edilmesi adına sonuna kadar kullanılıp kullanılmadığıdır. Mekke’de ise yönetimde yetkiyi veren halk değil, oligarşik yapıda Mekke’nin önde gelen müşrikleri idi ve bu müşrikler kendi menfaatleri zarar görmesin, Mekke’nin putlarından nemalanmaları, ticaretleri ve güçleri tehlikeye girmesin diye endişeleniyorlar ve Kabe’nin putlardan ıslahına, uyguladıkları sınıf ayrımı ilkesi ve asabiyet uygulamalarına dokunulmasını istemiyorlardı ve peygamberimize emir buyrulan başta Kabe’nin ıslahı noktasında yetkilendirme yapmıyorlardı. Kaldı ki bu hususlarda tebliğe bile imkan tanımıyorlardı. Şimdi ise halkı ikna ederek adil düzenin tesisi için yetki alma imkanı mevcuttur ve bu imkan sonuna kadar değerlendirilmelidir. Burada amaç belli bir çokluğa erişmek ve çoklukla alınan kararlar sisteminin devamını sağlamak değil, halkın tamamının konsensüsünü sağlayacak, toplum düzeninin sağlıklı yürümesinin temini esas olmak üzere mağduriyetleri giderecek uygulamaları hayata sokmaktır. Gidilmesi gereken doğrultu da imkânsız olan durumlardan imkanı olan durumlara hicret etmek şeklinde olmalıdır. Ya da en verimli olan imkana doğru hicret etmek şeklinde olmalıdır. Nerede ıslah için imkan var ise oraya doğru yönelmek gerekmektedir. Bu yönelme de asla zulmetmeden, hakkı ve haklılığı üstün tutarak olmalıdır. Batılı batıl yapan unsurları ıslah ederek olmalıdır. Evet şimdi düzene müdahale etme, ıslah etme imkanı vardır. Halkın bu düzeni değiştirme noktasında iradesi oluştuğu müddetçe vardır. Çünkü mevcutta mutlu bir azınlık dışında halkın tamamı mevcut ekonomik sistemden rahatsızdır ama sadece nasıl düzelmesi gerektiği hususunda adil düzen noktasında bilgi eksikliği vardır.
İkinci olarak anayasamızın
“MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir” şeklinde belirtilen hükmü gereğince “adalet anlayışı içinde” denildiği müddetçe bütün kanunların adil düzene uygun olarak düzenlenmesi imkanı mevcuttur. Bu imkân sonuna kadar değerlendirilmelidir. Mevcut anayasada laiklik ilkesi de dahil olmak üzere bütün ilkeler adalet anlayışı kapsamı dahiline sokulduğu için, bu ilkelerin tanımını da milletin konsensüsünü sağlayarak adalete uygun olarak yapma imkânı vardır. Aslında sadece zayıf olan noktamız, anayasamızın ve kanunlarımızın adil düzene uygun hale getirilmesi noktasında yetkiyi ele almak için gösterdiğimiz mücadelemizdir.
Bir önemli konu da çoğunluk ile ilgili bildirilen ayetin hikmetini anlamaktır.
“Şayet (Hakka ve hayra değil de kalabalıklara) yeryüzündekilerin (veya bulunduğunuz ülkedekilerin şuursuz) çoğunluğuna uyacak olursan, Seni Allah’ın yolundan şaşırtıp saptırırlar. (Çünkü kalabalıklar) Onlar ancak (nefsi hevâlarına,) zan ve kuruntularına uymaktadırlar; ve (Kur’an’ı ölçü almayan kalabalıklar) sadece zan ve tahminle yalan uydurmaktadırlar.” En’âm Suresi 116. Ayet
- Ölçümüz bir görüşe, düşünceye sahip olanların sayısı değil hakkı, haklılığı ölçü yapıp yapmadıklarıdır.
- Hakkı ölçü yapmadan çoğunluğun parmak sayısı ile alınan kararlar adaleti tesis etmez. Allah yolundan, düzeninden sapmaya elverişli ortam oluşturulmuş olur.
- Bütün insanların uyması gereken temel esaslar çerçevesinde yani ifsada fırsat verilmeyecek şekilde siyasi temsilin bütün görüşlere tanınması, konsensüse dayalı kanunların oluşturulması gerektiği, ülke yönetimine bu şekilde bütün görüşlerin dahil edilmesi gerektiği, böylece en iyiye, en doğruya, en faydalıya, en adaletli olana ulaşılabileceği vurgusudur.
İşte çoğunluk demokrasisinin çoğulcu siyasi ve hukuki temsile dönüştürülebilmesi de günümüzde ilk önce devlet düzeyinde bütün görüşlerin ihtiyaçlarını gözetme onların temsilini mecliste sağlamaya çalışan siyasi bir iradenin zaman ile bağımsız bir devlette adil düzen anayasal temel esasları çerçevesinde kurulan bucakları ile mümkün olacaktır. Yani ülke düzeyinde merkezi bir yetkinin elde edilmesi ile anayasal temel esaslar çerçevesinde merkeze entegre edilen yerinden yönetim esasına göre kararlar alan bucaklar ile mümkün olabilecektir. Şu anda mevcut kanunlardan bağımsız olamayan bir köyde veya herhangi bir mevkide bu temsili sağlama imkanı yoktur. Pek tabidir ki mevcut durumda adil düzen devleti adına mücadele vermek, yönetime talip olmak batıl organizasyonların menfaatine, istek ve hevasına aykırıdır. Peki aykırı ise neden önümüze seçim sandığı kuruluyor, denilebilir. Biz de kısa bir tarihi değerlendirme yaptığımız zaman şu hususları görürüz. Batılın şu andaki temsilcisi olan Siyonist organizasyonlar ile imparatorluklar dağıtılmıştır. Daha kontrol edilebilir küçük devletler oluşturulmuştur. Dünya savaşları bu amaçla organize edilmiştir. Devlet gibi insanları da kontrol edebilmek için Erbakan Hocamızın deyimi ile Demokratur sistemi ile sağ ve sol oyunu tezgahlanmıştır. İnsanlara sanki kendi istediklerini seçiyorlar algısı oluşturulmuştur. Seçim sistemleri tam kendi arzularına uygun olarak hazırlanmıştır. Barajlar konulmuştur. Sermaye gücü ile medya gücü ile kontrol edilebilir kitleler oluşturulmuştur. Dolayısı ile her türlü oyun ve tezgâh ile menfaatlerine ters düşen milli görüş siyaset anlayışına, hakkı hâkim kılma uğraşına engel olunmaya çalışılmıştır. Yani onlar bu sandığı Demokratur oyunu için koymuşlardır. Kitleleri daha kontrol edilebilir hale getirmek için. Halkın gerçek iradesinin yansıtılması amacı ile değil. Eğer halk gerçekten adil düzenin tesisine yönelik güçlü bir iradeyi gösterme noktasına gelir ise bu noktada mevcut Demokratur oyunlarının da işe yaramaz duruma geldiğini fark ederlerse oyunu değiştireceklerdir ama şu anda mevcut oyun kendileri için yeterli olmaktadır. Halk güle oynaya bu oyun ile kendi iradesini sandığa yansıttığını zannetmekte ve böylece aslında temsilde adaleti sağlamayan mevcut seçim kanunu ile maalesef aldatılmaktadır. İşte bunu halk fark ettiği ve adil düzeni istediği durumda gücü ve yetkiyi ellerinde bulunduranlar kendi menfaatleri ve güçleri ellerinden gitmesin diye halkın bu iradesinin önüne set koymak için yeni oyunlar tezgâhlayacaklardır. Ama hangi tezgah kurulur ise kurulsun, hangi oyun sergilenir ise sergilensin halk mevcut düzenlerin batıl olduğu ve bu düzenleri ret ederek hakkı üstün tutmayı arzuladığı anda, bu iradenin artık önüne koydukları engeller bir işe yaramayacak duruma gelecektir. Çünkü halka tebliğ imkanı olduktan sonra, bu büyük iyileştirme hareketine de imkan var demektir. Halbuki Mekke’de halka ve yönetim sahiplerine tebliğ imkanı bile verilmemişti ve hicret imkanı doğunca önce Habeşistan’a, ardından devlet için daha iyi bir imkan oluşunca Medine’ye hicret edilmişti. Her türlü halkı fikri zehirleme yönünde düzen savunucuları gayret gösterse de, şimdi elimizde halka tebliğ etme imkanımız vardır, organize olup siyasi bir irade oluşturma imkanımız vardır, isteklerimizi belirtme imkanımız ve yetkiyi ele almak için mücadele imkanımız vardır. Bu imkanları en büyük bir gayret ile israf etmeden kullanmamız gerekmektedir.
https://www.youtube.com/watch?v=xi9kBVdD6P8
https://twitter.com/hilalcekmen
İnş. Müh. Hilal Çekmen,
Akevler, 55. Seminer, 24. 09. 2023
Yeniden Refah Partisi Milli Siyaset Kurulları
Kadın, Aile ve Sosyal Politikalar Kurul Başkanı