http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Allahi_birakip_baska_seylere_ibadet_ediyorlar/22120#.VFh2ovmsU3k
Allah’ı bırakıp başka şeylere ibadet ediyorlar…
KUR’AN VE İLİM çalışmalarımızın 786. haftasına da ulaştık, elhamdülillah…
“Ve onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zararı ne da faydası olanlara ibadet ediyorlar ve; ...” (Yunus Sûresi, 18. âyet)
‘… Avrupalıların zararından korunmak için onlara teslim olmak, Avrupa Birliği’nden yararlanmak için AB’nin her dediğini yapmak, Avrupalılara ibadet etmedir. Yararlanalım diye Avrupa Birliği’nden gelen kanunları okumadan Meclis’ten geçirmek, Avrupalılara ibadettir. Oysa onların bize ne menfaatleri/faydaları vardır, ne de zararları vardır; olaylarda menfaat vardır, olaylarda zarar vardır.
Başka bir ifade ile bir olayda yararlı veya zararlı olabilirler ama onların istedikleri zaman yararlı olma, istedikleri zaman zararlı olma halleri yoktur. Mutlak darr (zarar) veya mutlak nafi (faydalı) değil, o olayda ve o durumda “darr” veya “nafi”dirler. Olayda biz de zararda savunuruz, yararda birlikte oluruz. Bu meşrudur. Ama birisini mutlak zarar verebilen kabul etmek veya mutlak yararlı kabul etmek demek, ona tapma demektir.
İnsanların kendi liderlerini hatasız görüp mutlak yararlı olduklarına inanmak, ona tapmadır. Karşı tarafı da mutlak zararlı görüp ona saldırmak, o da ona tapmadır.
Bu âyet çok açık olarak ifade ediyor ki; Avrupalılar veya Amerikalılar (veya başkaları) bize ne yarar, ne de zarar sağlayamazlar; yarar veya zarar kendi yaptıklarımızdan ileri gelmektedir.
İktidarda olanları güçlü kabul edip bize yarar sağlayacaklar veya bize zarar vereceklerdir diye onlara mutlak olarak teslim olup yanlış yaptıklarına doğru demek, onlara ibadettir. Oysa onlar kimseye ne yarar ne de zarar getirebilirler; yarar ve zarar kendi yaptıklarımızın sonucu olacaktır. AK Parti iyi işler yaparsa onunla beraber oluruz, çünkü iyi iş bize fayda sağlar. CHP iyi iş yaparsa onun yanında oluruz, çünkü iyi işi -kim yaparsa yapsın- yarar sağlar. Bizim için iyi veya kötü kişi yoktur, iyi veya kötü iş vardır.’ (s.3)
‘… Biz ne başarıyı ne de başarısızlığı AK Parti’de veya Avrupa Birliği’nde (veya diğerlerinde) değil, kendi amellerimizde arayacağız. İlâhi kanunlara tâbi olup orada çözümler arayacağız. Onun dışında peşinde koşulan makamlar, peşinde koşulan servetler, peşinde koşulan çoğalma hevesleri boştur; bu dünyada da işe yaramaz, âhirette de işe yaramaz. Ancak ilâhi kanunlar içinde doğru hareket ettiğimiz zaman başarılı oluruz. Avrupa Birliği’ne girdiğimizde artık cennete gireceğiz sanıyoruz. Oysa Gümrük Birliği’ne girdik, ne kazandık?!
Biz kendimizi başka uluslardan daha yüce kabul etmeyeceğiz ama biz kendimizi onlardan daha aşağı da kabul etmeyeceğiz...
Âyette “Men Lâ Yedurruhum” denmiyor da, “Mâ Lâ Yedurruhum” deniyor. Çünkü bunlar diri olan diktatörlere tapmıyorlar, bunlar ölü olan kişilerin adlarına ve heykellerine tapıyorlar. Bugün diktatörlerin hiçbirisi sağ olmadığı halde onların heykellerini dikerek onlara ibadet ediyorlar. Türkler hâlâ okullarda Mustafa Kemal Atatürk’ün heykeli karşısında toplantı yapıyorlar. Lenin yok, Tito yok ama onların temsil ettiği zihniyet dünyayı kasıp kavuruyor.
Bugünün ikinci büyük şirki ise “karşılıksız para”dır, karşılığı olmayan paradır. Herkes onun peşinde koşuyor ama onun aslında hiçbir faydası ve zararı yoktur. O karşılıksız para “faizi” yani “sömürüyü” temsil ediyor. Aslında bu para insana ne zarar verebilir ne de yarar sağlayabilir. Zarar veren de fayda veren de onların yani o çağdaş putların arkasında koşan insanların kendileridir. Bunun içindir ki âyetteki ifade çoğul olarak getirilmiştir.
Kimse kimseye zarar vermez, kimse kimseye yarar da vermez; yaptığımız işler bize zarar verir ve yarar verir; ne heykeller ne de kâğıt parçası zarar veya yarar vermez.
İnsanların peşinde koşmaları gereken gerçek varlıklardır, yaşayan varlıklardır, gerçek eşyadır, reel ekonomidir...’ (s.4; “KUR’AN VE İLİM” 786. hafta tefsir [Yunus Sûresi Tefsiri] seminerimizden aktarı-YORUM… Ve İLMÎ-AHLÂKÎ-İKTİSADÎ-SİYASÎ-SOSYAL olarak çağımızdaki hayatın her alanında var olan “SOSYAL TUFAN”a karşı gereğini yapmaya yani “ADİL DÜZEN, ADİL EKONOMİK DÜZEN GEMİSİNİ” inşa etmeye davet ediyoruz… “BİZE DÜŞEN SADECE AÇIK TEBLİĞDİR.” (Yâsin; 36/17) Ve’s-SELÂM mea’d-dua, DUA…)