Yeni Anayasa ve “canavar!”laşan eski İslâmcılar
Türkiye’deki Anayasa faaliyeti Tanzimat’la başladı... Cumhuriyet anayasalarını meclisler yaptı... Türkiye’de ilk demokratik anayasa 1962’de yapıldı. Askerler sivillerden oluşan bir ilim heyeti oluşturdular, onlar bağımsız olarak Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ın başkanlığında anayasa yaptılar... Sonra 82 Anayasası Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı’nın başkanlığında sivillerden oluşan bir ilim heyeti tarafından hazırlandı... Şimdi “Yeni Bir Anayasa”nın yapılması için genel mutabakat var... AK Parti bir kanunla anayasa hazırlama ilmî heyetini kurmalı... Bu ilim heyeti yirmi ilim adamından oluşmalı... Siyasi partiler aldıkları oy nisbetinde ilim adamı atamalı... Meclis dışında kalan partiler de kendi oyları ile istediği kimseyi destekleyebilmeli... Heyetin hazırladığı anayasa metni Anayasa Komisyonu’na gelmeli, uzlaşma o komisyonda olmalı... Uzlaşmanın tek yolu vardır, uzlaşılmayan noktalarda hakemlere gitmek...
Bu konuda bu köşede “KİTAP” olabilecek onlarca yazı yazdık ama “kör-sağır-dilsizlere” ne fayda!
Yeni Anayasa birçok yeni hükümler içermeli. 1- Mevcut Anayasa’ya göre hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Bu durumda bizim AB’ye girme imkânımız yoktur. Birleşmiş Milletler’in kararlarına uyma zorunluluğu da getirilemez. Bu hüküm kaldırılacaktır. Kendisi ilgili konularda hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir şekline çevrilmeli, uluslararası ilişkilerde uluslararası kurallara uymayı taahhüt etmelidir. 2- Anayasamız üniter devlet yapısını kabul etmiş; il, bucak ve ocak bağımsızlığını tanımamaktadır. Bunun değiştirilmesi gerekir. Devlet ülkesiyle ve ulusu ile bölünmez bütündür. Bölünmez bütünlüğe zarar vermeyecek hususlarda herkes özgürdür. Yüzde bir seviyesinde bile illerin iç işlerine devlet karışamaz. İller bağımsızdır. Yeni Anayasa birlik ve bütünlüğün yanında yerinden yönetimi ve özgürlüğü de hükme bağlamalıdır. 3- Mevcut Anayasadaki üniter devlet yapısı dikta devlet şeklinde uygulanmaktadır. Seçim barajlı partiler, tarikat ve medrese yasaklığı, tek odalar; bunlar hep antidemokratiktir. Bunlar ortadan kalkmalıdır. Çoklu sistem getirilmeli, çoğunluk yerine nisbi sistem uygulanmalıdır...
Bunlar yapılmalı ama bu önerilere “kör-sağır-dilsiz” AK Parti bunları ağzına bile almamakta...
Evet, bunlar yapılmıyor ama Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın açıklamalarına dair siyasiler ve yazarlar, “büyüklere birçok eleştiri masalları” anlatıyor; Başbakan Erdoğan’ın “Millî Görüş gömleğini çıkardık” sözüne atıfla, AYM Başkanı Kılıç’ın “Gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız” sözleri eleştiriliyor!.. O halde gömlek çıkaranların hâline bakalım…
Ali Bulaç, “ilâhiyat” ve “sosyoloji” tahsillerini içselleştirmiş bir düşünce adamı, bu birikimine istinaden derin tahliller yapıyor; “yapılması gerekenleri yapmayan eski İslâmcıların” nerelere savrulduklarını anlatıyor. Son iki yazısından alıntılar yapacağım. Önce 24 Nisan tarihli “Muhafazakâr lâiklik!” başlıklı yazısının sön bölümüne bakalım: “Başörtüsü, sakal, frapan tesettür, kutsal geceler, İslami dilin kullanımı, kısaca muamelat ve ukubata taalluk etmeyen her türlü dindarane söylem ve fiil, bu çevreleri sanki dinin tamamına sahiplermiş gibi bir duyguya sevk etmektedir. Zaman zaman da dine veya diyanetvari riütellere yönelen saldırılara karşı koyması, muhafazakârı din konusunda daha emin kılmaktadır. Eski İslamcı laiklerin saldırılarına karşı koyarken kendini sekülerleştirmektedir. Dinin diline, sembollerine ve ritüellerine sahip olduğundan piyasa kapitalizminin yasalarının tümünü işletebilir, ölümcül rekabet edebilir. Muhafazakâr siyasetçi, başarı için her yolu mubah sayabilir. Namaz kılan avukat haksız bir davayı savunabilir; sakallı tüccar faiz işlemlerini yürütebilir, taşeron işçisi çalıştırır, emeğini sömürebilir; ihale kapmak için tezvirat yapabilir, gerektiğinde rakibini karalayabilir; değil mi ki para kazanmış, dilediği gibi tüketebilir; onu Türkiye açmıyorsa Maldiv adalarında hiç utanmadan ve Allah’tan korkmadan bir gün tok bir gün aç yatan, 90 yaşında ta Arabistan’dan İstanbul’un fethine gelen Ebû Eyyûb el-Ensari Hazretleri adına açılan tatil köyünde tatil yapabilir... Dava için yolsuzluk, usulsüzlük, yalan, hile, komplo her şey mümkün ve mubah. / Cevabını aramamız gereken soru şu: Muhafazakârlardan ve eski İslamcılardan nasıl bir canavar çıkarabildik?”
“Canavar!” başlıklı dünkü (28 Nisan) yazısın sonunda meselenin bam teline dokunmuş: “Eski İslamcılar “İslamcılıktan istifa edip” yollarına devam edeceklerine; “dinin somut hükümlerini bir kenara bırakıp diyanetle yetinebilecekleri”ne hükmettiler. Tabii ki buna da zayıf da olsa bir “dini/fıkhi meşruiyet” buldular. Buna göre “laik düzende İslami hükümler uygulanmaz; iç ve dış güçler, mevcut hukuki mevzuat buna izin vermez. Ama güçlenmek de lazım, bu da ancak iktidar olmakla mümkün. Modern iktidar tek yanlı olarak güç ve zenginlik kazandırır. Bu durumda güç toplayıncaya kadar iktidar olur ve iktidarı kullanırken İslami hükümleri askıya alabilir, dini ritüellerle yetinebiliriz.” Semboller ve ritüeller hem dinle bağı koruyor, hem laik hasımlara karşı avantaj sağlıyor. / “… “İktidar için iktidar” hırsıyla yanıp tutuşan eski İslamcılar ve muhafazakâr dindarlar, dinin hükümlerine karşı bağımsızlaşarak modern Leviathan’ı kendi iktidarlarında yaşattılar; bu arada sekülerleştiler. Dostoyevski “Tanrı yoksa her şey mübahtır” demişti. Pekiyi, hem Tanrı’yı ve dini ritüellere ve sembollere hapsedeceksin, hem sekülerleşip her şeyi mübah göreceksin! Bu olur mu ey Müslüman?”