‘Men yunecciykum min zulümati’l-berri ve’l-bahri’-3
Bu yazılarımızda En’am Suresi 61-65’inci ayetler üzerinde yaptığımız çalışmalar esnasında derlediğim demetler sunuyordum; istifade edilmesi dua ve dileklerimle…
‘Men yunecciykum min zulümati’l-berri ve’l-bahri’ başlıklı önceki yazımızın devamında yerimiz kalmadığı için yazamadığımız bir bölüm ile devam ediyoruz…
Eğer birisi ile savaşa girmiş iseniz bunun anlamı şudur; ya o seni öldürecek yahut sen onu öldüreceksin. Savaşın anlamı budur. Eğer karşı taraf söz verip barışmayı kabul ederse o zaman necat bulursunuz, siz onu öldürmezseniz, o da sizi öldürmez. Barış sağlanmış olur.
Kur’an, barışı kabul edenin barış teklifini kabul etmek gerektiğini bildirmektedir. “Silm”in yani barışın temeli karşılıklı sözleşmelerdir.
Bundan önceki iki yazımızda yorumladığımız En’am Suresi 63’üncü ayette “ted’ûnehu” ve “yünecciyküm” kelimeleri geçmektedir. Dua etmek necata ermek için yeter sebeptir. Barışın kurallarını anlaşmalar belirler. Savaş biter. Eski savaşlar unutulur.
Savaşlar sonrasında, onlarla savaştığımız ülkeler, sağlanan barışın ardından en yakın dostlarımızdan olmuşlardır. Son dönemlerde savaştığımız ülkeler arasında savaş olmamaktadır, barış devam etmektedir, çünkü halklarımızın arasında düşmanlığımız yoktur. Düşmanlık Sermaye’nin faizli ve karşılıksız dolarının peşine düşmüş yöneticiler arasındadır.
Ayette “berr” ve “bahr” kelimeleri geçmektedir, “berr” kara, “bahr” deniz demektir; berr katıları, bahr akışkanları temsil eder. Katıların kanunları farklıdır. Birlikte iş görürler. Zıt özellikler dengeyi sağlamaktadır. Katı ve sıvıların kanunları farklıdır ama birlikte iş görürler.
Ayette geçen “zulümat” ve “şakirîn” kelimeleri ile devam edelim. “Zulümat” bize görünmemesi, bizim ondan yararlanamayışımızı ifade eder. Koyunun sırtında yün var ama işe yaramamaktadır. Biz onu iplik ve kumaş haline getirir elbise yaparsak işe yaramaktadır. Zulümat bir düzendir. Ayette kurallı dişil çoğul gelmiştir. Biz onu bize yarayışlı hale getiririz. Bu arada doğaya ve topluluğa hizmet ederiz. Zulümat ile şükür de birlikte düzen oluşturur.
Şayet çevremizdeki varlıkları işaretleyip seçersek, onları teker teker ayırırsak, işte o zaman çevremizin karanlığından kurtulmuş oluruz. Çevremizdeki varlıkları bize yarayışlı şekle sokmak demek onları teker teker işaretlemek demektir.
Bu örnekleri vermemin bir sebebi de şudur; biz Kur’an ayetlerini ve surelerini yorumlamada usul olarak kelimeleri etimoloji ilmi açısından tek tek de değerlendiriyoruz.
En’am Suresi 64’üncü ayet ile devam edelim… “Kuli(A)llahu yünecciyküm minha ve min külli kerbin sümme entüm tüşrikûne / Kavl et: Allah sizi ondan ve kerbin küllinden inca eder. Sonra siz işrak ediyor olursunuz.” (En’am, 64)
Önce sormuş, sonra kendisi cevap vermiştir; neden?
İnsana bir şeyleri anlatmak için önce onun üzerinde ona düşünme imkânı vereceksin; soracaksın, düşünecek, beyni söyleyeceğini anlayacak şekle gelecek. Sonra sen söyleyeceğini söylersin. Bu merhaleden sonra insan söylenenin doğrusunu anlayabilir.
Tebliğe sıfırdan başlamalıyız. Önce Allah’ı tarif etmeliyiz. Sonra Kur’an’ın Allah sözü olduğunu söylemeliyiz. Allah’ın tarifini de tabiattaki varlıkları göstererek yapacağız.
Şimdi ateist kâfirler diyorlar ya; tabiat veya dehr yaptı diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki; tamam, sizin “tabiat” veya “dehr” dediğinize biz “Allah” diyoruz. “O” önce tektir diyoruz. Çünkü kâinat tek düzene sahiptir, aralarında bir ayrılma yoktur. Sonra bilinçlidir diyoruz. Bunu nerden biliyoruz? Çevremiz düzen içinde olduğundan biliyoruz, bir de bizim ondan yararlanabileceğimiz bir düzende var olduğumuz için diyoruz.
Çevremizden bizi yararlandıran kimdir? Kim bize kulak verdi de sesleri duyuyoruz. Kim bize göz verdi de çevreyi görüyoruz. Kim bize koklamayı ve tat almayı verdi? İğne battığı zaman bize acıyı veren kim? “O” yani “Allah” bize bunları anlama özellikleri verdi, onlara da bunları anlatma özellikleri verdi. Bu uyumu sağlayan kimdir?
İşte o Allah’tır diye biz yine onlara anlatıyoruz.
(Önemli hatırlatmalarla devam edeceğiz…)