Hocalarımı yazarken hayatımı da yazı-yorum…
Evet, birkaç gündür 1913 yılında Kosova’da doğan yani Kosovalı hemşerim olan Ali Yakup Cenkçiler Hocayı ve diğer Hocalarımı yazarken kendi hayatımı da yazı-yorum…
Mesela, Ali Yakup Hocayı yazarken aslında 1923 yılında Kosova’da doğan Babam Nuri Erol’u ve 1950 yılında Kosova’da doğan kendimi (1957 yılında da Kosova’dan yani o zamanki komünist Yugoslavya’dan Türkiye’ye HİCRET eden yani ‘MUHACİR’ olan kendimiz ile ailemizi) ve Türkiye’deki hocalarımı yazıyorum…
Nasıl? Nasılını, Ali Yakup Hocayı anıp anlatırken yazdığım 6 yazıda yer yer yazdım.
Ne demek istediğimin daha iyi anlaşılması için dördüncü yazının en başında yazdıklarımı tekrar okuyalım: ‘“Hocaların Hocası” unvanını en çok hak eden Ali Yakup Hocamızı anarken aslında Süleyman Karagülle Hocam ile Necmettin Erbakan hocamı da anıyorum… / Nasıl ve neden? / Geçen gün vefat eden elli yıllık Hocam Süleyman Karagülle, vefat etmeden birkaç gün öncesinden itibaren hastanedeydi ve ben çaresizce sadece dua edebiliyordum ama O’nu bir şekilde yazıyla da anmam gerekiyordu… / Kanaatimce, Süleyman Karagülle Hocam benzeri bir âlim olan Ali Yakup Cenkçiler Hocamızı anarken aslında Süleyman Hocamı da anmaya başlamış olduk… Ali Yakup Hoca’nın Necmettin Erbakan Hocam ile olan ilgisini ise gelecek yazıda yazacağım…’
Yine “Hocaların Hocası Ali Yakup Hocamızın hayatının tek cümleyle özü şöyle” diyerek O’nu tek cümleyle özetlemiştim: “Ali Yakup Hoca, 1913 yılında Kosova eyaletinin Gilan kasabasında başlayan 75 yıllık ömrünün 23 yılı Balkanlar’da, 21 yılı Mısır’da, geri kalan 31 yılı da Türkiye’de geçmiştir.”
Yukarıda ve burada doğum tarihleri, ülkeleri, o ülkelerde yaşanan yılları yazarken; o yıllarda o ülkelerdeki siyasi ve sosyal şartların da düşünülmesi gerekmekte… Çünkü bizler o coğrafyalarda yaşarken o şartlardan çok yönlü olarak etkilendik ve hem o günlerde hem de sonrasında yaşadığımız hayata öyle yön verdik…
Mesela, bugün burada ilk defa yazacaklarım olacak; çünkü bu yazacaklarımı kendimi bildim bileli hep düşünürüm ve düşündükçe de etkilenirimii. Bu düşünceler hayatımın her döneminde yaptıklarıma, yaşadıklarıma ve etrafımdaki insanlara yaşattıklarıma hep etki etmiştir; halen de etki etmeye devam etmektedir…
Bizler, 12 kardeş olarak, Kosova’daki adı ve soyadıyla Babam Miran Nura ile Sancaklı / Bosnalı Emina Baçiçanin’in tam 12 evladıyız. Bu evlatlardan 6 tanesi Kosova’da, 6 tanesi Türkiye’de dünyaya geldi. Sırasıyla Mehmet, Reşat, Ali, Nihat ismiyle doğan ilk 4 erkek evlattan o zamanın şartlarında sadece ben hayatta kalmışım. 8 kız kardeşimin ismi de yaş sırasına göre şöyle: Rahime, Reşadiye, Remziye, Rukiye, Rabiye, Reyzan, Cavide, Reyhan.
1913 yılında Kosova’da doğan Ali Yakup Hoca ile 1923 yılında Kosova’da doğan Nuri Erol Babamı ve Hocamı tekrar hatırlamam ve hatırlatmam gerekiyor. Evet, Babam benim Kosova’da yani o zamanki Komünist Yugoslavya şartlarında benim ilk Hocam oldu, 1957 yılında Türkiye’ye hicretimize yani 7-8 yaşıma kadar beni Babam yetiştirdi…
Doğduğum gün de ismim Osmanlı, Türkiye, İstanbul etkisiyle konmuş. Babam, doğduğum gün, sülalemizin o zaman en yaşlısı olan kişiye danışmak üzere gitmiş ve demiş ki:
“Bir oğlumuz dünyaya geldi, adını ne koyalım, buna sen karar ver.”
O da demiş ki: “Yıllar önce bu topraklara İstanbul’dan yani Türkiye’den Sultan Reşad gelip ziyaret etmişti, bu oğlumuzun adı ‘Sultan Reşad’ olsun!” Sultan Mehmed Reşad, yirmi gün süren Rumeli Seyahati dâhilinde, 15-17 Haziran 1911 tarihleri arasında, günümüzde Kosova’nın başkenti olan Priştine’yi ziyaret etmiş. Ziyaretin ikinci günü Cuma imiş. Sultan I. Murat’ın şehit olduğu yer olan Meşhed-i Hüdavendigâr’a hâkim bir tepede bir Otağı Hümâyûn kurulmuş; minber, mihrab, kürsü de konulmuş ve o gün yüz bin Kosovalı, Cuma namazını padişahla eda etmek üzere toplanmış. Ben, 1389 ve 1448 yıllarında iki “Kosova Meydan Muharebesi” yaşanan işte o koca ovanın öbür ucundaki Kosova’nın ikinci büyük şehri olan Mitrovitsa’da doğmuşum; bunları kendimi bildim bileli hep düşünürüm ve…