Milli Gazete 2006 Yazıları
Reşat Nuri Erol
2006 1.Baskı
1425 Okunma
2006 Ocak

 

 

 

ADİL

EKONOMİK DÜZEN

 

 

 

 

 

GÜNLÜK KÖŞE YAZILARI

2006

ÜÇÜNCÜ KİTAP

 

 

REŞAT NURİ EROL

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

T A K D İ M

 

 

İLİM ADAMLARI kendi dilleri ile anlatırlar, halk ilim adamlarının konuşmalarını ve yazılarını anlamaz.

YAZARLAR ilim adamlarının anlattıklarını halkın anlayacağı dile çevirirler, halkın anlayacağı hâle getirirler ve okurlarına sunarlar.

İLİM ADAMLARININ ANLATTIKLARI teoriktir ama tamdır, proje hâlindedir ama uygulanabilir durumdadır, özellikle de sorunlara çözümler ihtiva etmektedir.

YAZARLARIN ANLATTIKLARI ise eksiktir, uygulanabilir proje değildir ama halkın anlaması ve kavraması gerekenleri dile, söze, yazıya dökmektedir.

HALK onların yazdıkları ile projenin ne olduğunu anlar, kavrar ve onlar yani yazarlar sayesinde ilim adamlarının yaptığı projeyi destekler.

İŞ ADAMLARI da projeleri uygulanacak şekilde anlarlar.

Demek ki bir projenin uygulanır hâle gelmesi için dört sınıf insana ihtiyaç vardır:

a) PROJEYİ YAPAN ÂLİMLER.

b) PROJEYİ HALKA ANLATAN VE KABUL ETTİREN YAZARLAR.

c) PROJEYİ UYGULAYACAK VEYA UYGULATACAK İŞ ADAMLARI.

d) PROJEYE İNANAN, ANLAYAN, BENİMSEYEN VE UYGULAYAN HALK.

Bugün âlim olanlar Amerika’daki 200 aileden oluşan tekel sermayenin elindedir, onların emrindedir. Diyebiliriz ki AKEVLER dışındakiler hariç, tekel sermaye sömürüsünün sözcüleri vardır. Bunlar BATI TİPİ ÜNİVERSİTELERDE âlimler değil de sadece “nakledenler” yetiştirmektedirler. Ülkelerdeki BASIN/MEDYA bu âlimlerin görüşlerini değil de sermayenin Batı’daki yazarlarının görüşlerini halka aktarırlar, halkı onlara inandırırlar. Bugünkü İŞ ADAMLARI da Amerika’daki tekel sermayenin desteği ile iş kurarlar...

Böylece tekel sermaye dünyayı idare etmektedir. Sermayenin emri ve hizmeti dışında ne ÂLİM, ne YAZAR, ne İŞ ADAMI vardır; HALK da ister istemez onların işçisidir.

Bu “düzen” insanlığa yetmemektedir, bu “ZALİM DÜZEN” insanlığı sömürmektedir.

Fuhuş, faiz, rüşvet ve terör araçları ile dünyadaki bu vahşi düzen korunmaktadır.

*

1967’de İzmir AKEVLER Kooperatifi kurulmuştur...

NECMETTİN ERBAKAN’ın başkanlığında “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” projesi geliştirilmiştir, Erbakan bunu siyasi proje yapmış ama halka indirememiştir. Bir kısım arkadaşları Millî Görüş gömleğini çıkararak, “Adil (Ekonomik) Düzen”i de bırakarak AK Parti’yi kurdular ve iktidar oldular. Akevler de ilmî çalışmalarını halka indirememiştir...

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”i anlatan yazarlar ve yayıncılar ortaya çıkmamıştır. Bu sebeple halk tarafından “Adil Düzen”in teheccüd namazı kılmak olduğu zannedilmiştir, destekleyenler o anlayış içinde desteklemişlerdir...

Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada bu barajı kıran yalnız ve yalnız BİR YAZAR ortaya çıkmıştır, Millî Gazete’deki köşesinde AKEVLER’in geliştirdiği “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”i anlatmaktadır; Necmettin Erbakan’ın özel ilgisi ve desteği ile yazarlığını korumuştur, hâlen korumaya devam etmektedir...

Açıkça ifade ediyorum;

Yeryüzünde mevcut bütün yazarlar tekel sermayenin istediklerini yazmaktadır, bilerek veya bilmeyerek tekel sömürü sermayesinin projelerinin sözcülüğünü yapmaktadırlar, ülkelerindeki âlimleri okumamaktadırlar. ABD’deki tekel sömürü sermayesinin sözcüsü yazarların söylediklerini ve yazdıklarını Türkiye’de veya ülkelerinde yazıp yaymaktan başka iş yapmamaktadırlar.

İslâmiyet’i savunduğunu zanneden diğer yazarlar ise insanları birbirine düşürmek için sermayenin desteklediği kimselerdir. Onlar İslâmiyet’e hizmet etmemekte, aksine sermayenin siyaseti doğrultusunda ülkelerindeki halkı birbirine düşman etme görevini görmektedirler.

*

REŞAT NURİ EROL ise dışarıdaki sermaye sözcüsü yazarların Türkiye’deki sözcülüğünü değil, Akevler’deki ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARININ sözcülüğünü yapmıştır, hâlen de yapmaktadır. Bu sebepledir ki elinizdeki bu KİTAPLAR sadece Türkiye’de değil, yeryüzündeki tek tür KİTAPLARDIR. Halkın anlamayacağı ilmî kitaplardan değildir. Tekel sömürü sermayesinin sömürüsüne hizmet eden yazarların yazdığı kitaplardan değildir.

ADİL DÜZEN ÂLİMLERİNİN söylediklerini halka ulaştıran gerçek bir yazarın KİTAPLARIDIR; ondan başka da gerçek yazar yoktur.

Biliyorum, ilk anda söylediklerime inanmayacaksınız.

OKUYUN ve üstünde DÜŞÜNÜN; benzer tek bir kitap bulursanız bana haber verin.

*

REŞAT NURİ EROL’un yazılarının ve kitaplarının okuyucuları bugün için azdır.

Bu durum sakın sizi yanıltmasın.

YÜZ SENE SONRA, yüzlerce sene sonra bugünkü yazarlardan yalnız REŞAT NURİ EROL’UN YAZDIKLARI OKUNACAKTIR. Diğer bütün yazarlar Batı senfonisini çaldıkları, bilerek veya bilmeyerek sömürü sermayesine hizmet ettikleri için; aslı varken, geleceğin dünyasında okuyucular onların tercümelerini ne diye okusunlar ki?!.

Başka yazarların yazıları ve kendileri unutulup gidecektir.

BEDİÜZZAMAN’IN “RİSALELERİ” YAŞAYACAK...

MEHMET AKİF ERSOY’UN “ŞİİRLERİ” YAŞAYACAK...

REŞAT NURİ EROL’UN “YAZILARI / KİTAPLARI” YAŞAYACAK…

BU “KİTAPLARI” DİKKATLİCE VE YARARLANARAK OKUYUNUZ...

KİTAPLARDA “III. BİNYIL NİZAM VE UYGARLIĞI”NI BULACAKSINIZ...

Yazardan, kitapları yayımlayanlardan ve okuyanlardan Allah razı olsun...

 

Süleyman KARAGÜLLE

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MEDHAL / ÖNSÖZ

 

 

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” nedir?

Her gün karşılaştığım insanlar soruyorlar, hemen hemen her gün gelen sorularla soruyorlar, gittiğim yerlerde soruyorlar, çeşitli şekillerde soruyorlar:

- “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” nedir?

Dünkü yazımda ve bundan önce bu köşede yazdığım pek çok yazıda, ayrıca kırk kusur yıldan beri yazdığımız kırk bin sayfada ve kitaplarımızda bu soruya “cevap/lar” verdik…

Dün, bir kere daha “Adil Ekonomik Düzen nedir?” sorusunun cevabını verdik…

Bugün de “ADİL DÜZEN nedir?” sorusunun cevabını -bir kere daha- verelim…

“ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” -her şeyden önce- ilâhi mesajları bugünkü müspet ilmin ışığında yorumlayarak günümüzün sorunlarını çözme çalışmasıdır...

1967 yılında İzmir’de kurulmuş “Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi”nin ve 2000 yılında İstanbul’da kurulmuş olan “Akevler İstanbul Konut-Yapı” ve “Akevler İstanbul Tüketim” kooperatiflerinin ilmî çalışma sonuçlarının Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından benimsenen ve bütün insanlığa duyurulan siyasi bir programdır...

Bu girizgâh ve tanımlamalardan sonra konuyu biraz daha açıp berraklaştıralım…

1) KUR’AN SON KİTAPTIR. Dille ve yorumlama usulü ile bize ulaşmıştır. Kendisinin Allah’ın kitabı olduğunu kendisi ispat eder. Sözleri 14 asır öncesinde Hazreti Muhammed aleyhisselâma gelmiş ve bize mütevatiren ulaşmıştır; manâsı ise Allah tarafından icma ve içtihatlarla kıyamete kadar yeniden inzâl olunmaktadır. Dolayısıyla hiç eskimez, daima yenidir, daima canlıdır, daima sorun çözücüdür. Onda günü geçen hükümler yoktur.

2) AKEVLER’İN “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” ÇALIŞMALARI İstanbul’da her gün (her akşam) devam etmektedir:

a) Her hafta yayımlanan “KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ” yani tefsir çalışmaları (www.akevler.org sitemizin “Seminerler” kısmında) notları…

b) “RÛHU’L-KUR’AN” adı altında Kur’an Arapçasının çok geniş ve detaylı dil, fıkıh, müçtehit yetişme/yetiştirme altyapısı oluşturma vs. çalışmaları…

c) “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI” çalışmaları ve Kur’ânî delilleri… (Çalışmalarımızın bir kısmı “YENİ ANAYASAYA GEÇİŞ ÖNERİSİ / Anayasal Sistemde Ortak Görüş Arayışı” ismiyle kitap olarak 2012 yılında yayımlandı.)

d) “ADİL DÜZEN MUHASEBESİ” üzerinde çalışmalar...

e) Ve 1967 yılından beri sürdürülen İLMÎ VE AMELÎ diğer çalışmalarımız…

3) KUR’AN’A GÖRE; İNSANIN İLMÎ, DİNÎ, İKTİSADÎ VE SİYASÎ DAYANIŞMA ORTAKLIKLARI (EVLİYALARI) VARDIR. Yönetimi bunlar oluşturur. İnsanlıkta “DEVLETLER, İLLER, BUCAKLAR VE OCAKLAR” vardır; hakemlerden oluşmuş yargı vardır, yargı kararlarına uymayanlar mü’min değildir.

4) KUR’AN’DAN BU HÜKÜMLERİ ÇIKARABİLMEMİZ İÇİN KELİMELERİN FIKIHÇILAR TARAFINDAN DA KABUL EDİLEN ISTILAHÎ MANÂLARINI KULLANIYORUZ:

Allah= Topluluk, Resûl= Başkan, Salât= Toplantı, Zekât= Vergi, Velî= Dayanışma sorumlusu, Evliyâ= Dayanışma ortakları (Sosyal Sigorta); Nâs= İnsanlar (bugün yaşayanlar), Âdemoğulları= İnsanlık (Hz. Âdem’den kıyamete kadar), Kavm= Devlet; Şa’b= İl, Kabile= Bucak, Aşiret= Ocak (apartman yönetimi), Mısr= Kıta merkezi (Kıtalar Çin, Hint), Medîne= Bölge, Belde= İlçe, Karye= Semt (köy), Beyt= Ev; Hamd= Rant (emeksiz doğan değer), DİN= DÜZEN; Şir’a= Yasama, Minhac= Yargı, Viche= Yönetim, Mensek= Yürütme; Vezir= Bakan, Ülu’l-emr= Yönetici, Zi’l-kurba= Emekliler, Âmilîn= Görevliler, Garimîn= İflas edenler, Müellefe-i kulûb= Sanatkârlar, Âlimler…

Bunlar (bu örnekler) BİZİM kelimelere verdiğimiz manâ ve tanımlardır...

Siz başka manâ ve tanımlar verebilir, Kur’an’ı baştan sonuna kadar öyle yorumlar, siz de aynen bizim gibi bir “sistem/düzen” oluşturursunuz...

Bu “sistem/düzen” tüm “sosyal sorunları” çözer...

Mezheplerin yaptıkları budur...

Her bucak kendi icma ve içtihatlarını uygular...

Sonunda elenirler ve sadece birkaç mezhep veya ekol kalır...

Kur’an konuşma diliyle nâzil olmuş, kelimelerin tanımları yapılmamıştır.

Tanımlar içtihatlara bırakılmış, mezhepler oluşmuş; mahallî icmalara bırakılmış, değişik bucaklar oluşmuştur.

Kur’an böylece her asra ve her şarta uymakta ve insanların sorunlarını çözmektedir.

Kur’an’ı bu şekilde sorunları çözen “KİTAP” olarak kabul ettiğimize göre aramızda fark kalmamıştır. Bundan sonra tartışacağımız sadece onu nasıl anlayacağımızdır.

TEMEL PRENSİP ŞUDUR: Kur’an insanların bütün sorunlarını çözer; bunu kabul edenler Kur’an ehlidir. Bunlar Kur’an’ı anlarken birbirlerine yardım ederler.

Ortak çözümlere “İCMA”, anlaşamadıkları çözümlere “İÇTİHAT” diyoruz.

İcmalarda birlikte hareket edilir, içtihatlarda herkes kendi içtihadına göre hareket eder. İçtihatlar ortalama 5000 nüfuslu bucaklar seviyesinde yapılır. Bucağın icmalarına uymak istemeyen o bucaktan ayrılma (Hicret Demokrasisi) durumundadır...

 

Reşat Nuri EROL

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

OCAK-2006

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MERHABA!(*)

REŞAT NURİ EROL

07.12.2003

- Millî Gazete okuyucularına;, “MERHABA!”

- Müslüman kardeşlerimize; “MERHABA!”

- Dünyalı komşularımıza; “MERHABA!”

- Bütün insanlara da; “MERHABA!”

0-08 yaş dönemimde, memleketlerim “Kosova” ve “Sancak”ta(Bosna), şifahi bilgi ve kültürün ana kaynağı büyüklerimi dinlemeye bayılırdım. Küçük çocuklar “oda” denen salona alınmazdı; ama ben fırsatını bulup bir köşeye ilişir, yaşlı komşu ve akrabalarımızın sohbetlerini zevkle dinlerdim. İlginç olan, gerçekten “komşu” gibi komşu olduğumuz “Hıristiyan komşularımız”ın da olmasıydı. Balkanlar’da savaş hiç bitmez. Büyükler sohbetlerde savaş anılarını da anlatırlardı. Mesela, babam 4-5 yıl boyunca II. Dünya Savaşı’nın Almanya, Fransa ve Balkanlar’daki bütün cephelerinde savaşmıştır. Son Bosna ve Kosova katliamları ise zaten hepimiz için tazeliğini koruyor. İşte bu ve benzeri savaşlarda, “iyi komşular” birbirlerini koruyup kollar; hem de Müslüman-Hıristiyan komşusunu veya Hıristiyan-Müslüman komşusunu kollar. Nasıl mı? Anlatayım. Saldıran taraf Hıristiyan ise Müslüman komşular Hıristiyan evinde gizlenir; aksi durumlarda da Hıristiyan komşular Müslüman komşusunun himayesinde onun evinde gizlenir. Böylece “komşuluk” veya “kapı komşuluğu” böylesine zor zamanda “can yoldaşı” seviyesine çıkar. Ben “komşuluk” kelimesini ilk böyle bildim ve tanıdım.

10’lu yaşlarımda, Türkiye’nin en büyük, dünyanın üçüncü büyüklükteki “Edirne Kara Sınırı Kapısı Kapıkule”den memlekete müteveccihen çıkarken, “Hoş geldin be komşo!” deyişi ile karşılaştım. Garip, ama gerçekti. Bulgar gümrük memurları bizi “komşu” olarak karşılıyordu. Demek ki, ülkeler de “komşu” oluyormuş. Böylece bir yaşıma daha girdim. Sonra ortaokul ve lise yıllarımda, evde ve okulda, “komşuluk hakkı”nı öğrendim. Hazreti Peygamber bile, “komşunun komşuya nerdeyse mirasçı olacağını” belirtmiş. Ama komşulukla ilgili şu hadis bana hep çok daha çarpıcı gelir: “Komşusu açken tok yatan, bizden değildir.” “Bizden değildir” yani “Müslüman değildir”!..

20’li yaşlarımın hemen başında, yüksek tahsil için gittiğim Almanya’da Hıristiyan dostlarım ve arkadaşlarım, yani “komşularım” oldu. Tahsil, ticaret, siyaset, sosyal faaliyetler sayesinde, zamanla o kadar çok ve çeşitli insan tanımaya başladım ki; Türkiye’nin içinden ve dışından gelenlerle, ne kadar çok komşularımızın olduğunu anladım. Balkan ülkelerinden ve Kafkaslardan gelenler, mübadeleler, iç ve dış göçlerle bir araya toplananlarla karışan ve kaynaşan insanlar, “o yöre, ülke ve bölgelerin komşuluğunu” da beraberlerinde getiriyorlardı. Nitekim “Türkiye’ye komşu” coğrafyalardan gelen arkadaşlarımla o yıllarda kurduğum dostluklar veya komşuluklar hâlâ devam ediyor…

30’lu yaşlarımın yine hemen başında, Arapça tahsili için Arabistan’a gittim ve tam yedi yıl kaldım. Evet; gittim, kaldım, yıllarca bizzat yaşadım ve gördüm ki; dünya, Türkiye ve çevresinden ibaret değilmiş!.. Riyad Üniversitesi’nde, dünyanın kırk ülkesinden arkadaşlarım oldu. Mekke ve Medine’ye hac veya umre için her gidişimde ise yetmiş-yedi milleti bir arada gördüm ve her seferinde adeta küçük mahşeri yaşadım. Meğer dünya ne kadar geniş, “dünyalı komşularımız” ne kadar da çokmuş…

40’lı yaşlar insanın olgunluk ve kemâl yaşları olur ya; bu yaşlarda edindiğim bilgi ve tecrübeleri sentez etmeye başladım. Her konudaki bilgilerimi Kur’an süzgecinden geçirmeyi öğrendim. Kur’an diyor ki:  “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve TANIŞASINIZ diye sizi kabilelere ve milletlere ayırdık.” [Hucurât(49);13] Kâinat çok büyük ve bu büyüklükteki âlemde dünyamız, deryada adeta bir damla. İşte bu küçücük dünyada altı/yedi milyar insan yaşıyor. Ayrı aile, kabile ve ülkelerde yaşasak da; bu ayrılık sadece “tanışmak” ve “komşu” olmak için veya komşu olup tanışmak için...

Globalleşen, küreselleşen ve artık bir köy kadar küçülen dünyamızda “komşuluk” daha bir önem kazandı. Mezopotamya dönemi, Nuh Tufanı sonrası dönem ve şimdi yaşamakta olduğumuz dönem insanlık için artık “tarih” oluyor. Yeni bir hayat, yeni bir dünya, yeni bir yaşam şekli, yani “şehir hayatı” yaşar olduk. Peki, bu şehir hayatının şekli, şemali, sistemi, düzeni nasıl olacak? Bunu düşünen, bilen, çözen var mı?..

Büyüyen ve değişen, ama bir o kadar da küçülen “yeni bir dünyamız” var. Artık böyle bir dünyada yaşıyoruz. İşte bu yeni dünyada, oturduğumuz apartmandaki “kapı komşularımızı” tanımasak(!) bile; bilgi ve iletişim çağının tv vs iletişim araçları ile evimizin içine kadar soktuğu diğer “dünyalı komşularımızı” her an görüyor, dinliyor ve tanıyoruz!.. Yoksa, tanımıyor muyuz?!.

Her gün haberlerle dünyanın dört bir tarafından evimizin içinde arz-ı endam edip cirit atan işte bu “dünyalı komşularımız” ile artık daha yakından tanışma zamanı gelmedi mi?..

Gelmesine geldi de...

Evet; onları, ülkelerini, bölgelerini ve dünyalarını; dinî, ilmî, iktisadî, siyasî ve sosyal hayatlarını tanımak, tanışmak, tanış olmak… Dertlerini dinlemek ve derman olmak… Sorunlarına çare ve çözümler üretmek…

Yukarıdaki Kur’an âyeti “Ey İNSANLAR!” hitabı ile başlıyor...

Küçülen, bir köy kadar küçülen dünyamızda, artık “her insan komşumuz” mesabesinde. Hadis; komşusu aç yatarken, onun derdiyle ilgilenmeyenin “Müslüman” olmadığını söylüyor. Dertler de bir değil ki; maddî açlık çekenler var... Maddî sıkıntısı olmadığı halde, manevî açlık çekenler var...

Hz. İsa’nın havarileri ve Hz. Peygamber’in sahabeleri, kendi çağlarındaki şartlarda, dünyanın dört bir tarafında insanların imdadına yetişmişler…

Artık peygamberler de gelmeyecek...

Evet; iş başa kaldı, sorunlarımızı kendimiz çözeceğiz...

Öyleyse kendi sorunlarımızı kendimiz çözmek için daha ne bekliyoruz?!.

***

Yazımın hemen başında “MERHABA!” dedim ya...

Evet; birinci kitabın başında “MERHABA!” dedim ya…

Şimdi de üçüncü kitapla yeniden “MERHABA!” diyorum...

- Millî Gazete okuyucularına;, “MERHABA!”

- Müslüman kardeşlerimize; “MERHABA!”

- Dünyalı komşularımıza; “MERHABA!”

- Bütün insanlara da; “MERHABA!”

-----------------------------------------

(*) “MERHABA!” yazısını bilgisayarıma arşivlerken “İLK YAZI” demişim ama aslında benim/bizim Millî Gazete ile tanışıklığım/ız yukarıda sözünü ettiğim 20’li yaşlarımın hemen başına yani Millî Gazete’nin yayına başladığı ilk güne kadar dayanıyor. O zaman İzmir’de TEK YOL dergisini yayımlıyorduk ve kendiliğinden kendimizi gazetenin ikinci sayfasındaki günlük “TEK YOL” köşesinde buluverdik! Ayrıca gazetemizin İzmir ve Ege Bölgesi Temsilcisi oluverdik!..

1975 yılında MSP, Millî Görüş ve Millî Gazete çalışanları olarak Ege’yi ve Türkiye’yi taradığımız “Ve Zafer Yakındır” hamlesini 15 günlük tam sayfalık bir dizi yazısı yapmıştım...

Yine 1975 yılındaki bir gazete makalemde geçen “İslâm’ın sosyal adalet ve eşitlik esaslarına dayalı yeni bir düzen kurmak zorundayız.” cümlesi sebebiyle, o zamanki meşhur 163. maddeye istinaden İzmir ve İstanbul ağır ceza mahkemelerinde yargılandım!..

Dikkat edilirse, daha başlangıçta ve o yıllardaki yazılarımızda “YENİ BİR DÜZEN” diyor idiysek, demek ki “ADİL DÜZEN” ve “ADİL EKONOMİK DÜZEN” çalışmalarımızı o zaman başlatmışız demektir; delili ve belgesi de o zamanki Millî Gazete arşivi ve Türkiye Cumhuriyeti İzmir ve İstanbul mahkemeleri!..

Millî Gazete’de yaklaşık iki yıl önce başlayan yeni yayın döneminde köşeme isim vermem istendiğinde hiç tereddütsüz “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN” deyiverdim!..

İstanbul, 29 Ekim 2012

 

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Birileri geliyor… Birileri gidiyor…

Türkiye’de neler oluyor?..

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

01.01.2006

Çağımız dünyası çok çabuk değişiyor, gelişiyor, yeniden yapılanıyor…

Kanaatimce; yakın gelecekte bu değişim ve gelişmelere ayak uydurabilenler ayakta kalacak, diğerleri elenecektir. Meseleye çok yukarıdan bakıldığında apaçık görülüyor ki; sosyalizm çöktü, kapitalizm can çekişiyor…

Dünyamız değişiyor ve yeniden yapılanıyor…

Geleceğin dünyası yeni bir dünya düzenine doğru gidiyor ve bu düzen Batı dünyasının öngördüğü veya hayal ettiği dünya olmayacak. Aksine, bizim kırk yıllık araştırmalarımızın sonuçlarına göre “Adil Düzen” çerçevesinde yapılanacak ve şekillenecek...

Erbakan Hocamız ile yıllarca yaptığımız ve yine Hocamızın ‘TESBİT-TEŞHİS-TEDAVİ’ kelimeleriyle çok veciz bir şekilde özetlemiş olduğu “Adil Düzen Çalışmaları” bunun böyle olacağını, bizim açımızdan bakıldığında ilmî olarak ortaya koymuştur. Nitekim Muhterem Hocamız geçenlerde Ankara’da yeni ESAM/ Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nde yapmış olduğu ‘tarihî konuşması’nda bu gerçeği bir kere daha Türkiye’ye ve bütün dünyaya hatırlatmış oldu.

*

Ülkeyi yönetmek mi, pazarlamak mı?

Dünyadaki olaylar hızla değişip gelişiyorken, Türkiye’deki gelişmeler de baş döndürücü bir seyir takip ediyor... Öyle görünüyor ki, yeni yıl ile birlikte önümüzdeki aylar çok hızlı ve önemli gelişmelere gebe.

Bunların emarelerini hep beraber dikkatle izliyor, bu arada değerlendirip yorumlamaya çalışıyoruz.

Gelişmelerle ilgili olarak her kafadan bir ses yani farklı bir yorum çıkıyor.

Medyaya intikal eden değerlendirme ve yorumların çok dar, sığ, yetersiz, hattâ maksatlı olduğu ve daha çok bir şeyleri gizlemeye matuf bulunduğu apaçık görülüyor.

Ama çağımız iletişim şartlarında her konuda olduğu gibi, dikkatleri çekmeye çalıştığım bu alanlarda da artık mızrak çuvala sığmıyor. En sade insanlar bile gerçekleri görebiliyor.

Yukarıda dediğim gibi; dünya değişiyor, gelişiyor… Bu arada insanların idraki de değişip gelişiyor… Artık insanları eskisi kadar kolay bir şekilde kandırmak ve yönlendirmek mümkün olmuyor.

Yazımın başında “Birileri geliyor… Birileri gidiyor” üst başlığını kullandım. Bu başlığı kullanırken ne demek istiyorum? Kısaca özetleyeyim.

Sayın Başbakan ülkeyi yönetmeyi bırakmış, vaktinin çoğunu ülke dışında geçiriyor, hep bir yerlere ‘gidip-geliyor’ ve üstüne vazifeymiş gibi asıl görevi olan ülkeyi yönetmekten ziyade, ‘ülkeyi pazarlama’ işiyle meşgul!.. Bu yüzden de, “Sayın Başbakan, vakit bulursa, arada sırada da Türkiye’ye de uğruyor!” esprileri yapılmaya başlandı…

Bu arada, diğer gitmeleri bir yana, Başbakan Erdoğan’ın özellikle en son ‘ABD’ye gidişi’ ve orada nasıl karşılandığı hafızalarda tazeliğini koruyor…

*

Mevlâm nice şerleri hayreyler

ABD’den gelip-giden çok. Önce ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ülkemize geldi…

Bilahare, Kara Kuvvetleri Komutanımız Yaşar Büyükanıt ABD’ye gitti… ABD Ankara eski Büyükelçisi Eric Edelman ülkemizden gideli çok oldu ama Yaşar Paşa onunla da görüştü!..

Nihayet, özellikleriyle onu pek aratmayacak gibi görünen ‘mikser’ yani ‘karıştırıcı’ lakaplı yeni Ankara ABD Büyükelçisi Ross Wilson geldi… Wilson, gazetemizin geçen gün işaret ettiği üzere, ‘Soros’un adamı’ şüphelerini taşıyor ve 2000-2003 yıllarında görev yaptığı Azerbaycan’da iç kargaşa çıkartarak Aliyev’i köşeye sıkıştırmaya destek verdi… Ne dersiniz; şimdi sıkıştırma sırası Türkiye’de mi?..

Ve; son olarak Amerika’dan FBI Başkanı Robert Mueller ve CIA Başkanı Portes Goss, peş peşe, ‘görüşmeler yapmak’ üzere Ankara’ya geldiler… Ne dersiniz; kapalı kapılar ardında neler görüşüyorlar?.. Bence, Türkiye için hiç de iyi şeyler görüşmüyorlar… Ama; Allah’tan hayırlısı…

Diğer gelip-gidenler bir yana… Son olarak 18-19 Aralık günleri NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer geldi. Neden geldi? Afganistan’daki ISAF operasyonu, NATO-AB-Türkiye savunma işbirliği ve Irak konularını görüşmek üzere geldi…

Yukarıda isimlerini saydığım zevatın ülkemize gelip-gitmeleri hiç de hayırlı gelişmelerin habercisi gibi görünmüyor. Nitekim, Almanya mahreçli son haberler, bu gelip-gitmelerin komşularımız İran ve Suriye’ye yapılması düşünülen saldırılarda Türkiye’nin desteğini istemeye yönelik olduğu iddia ediliyor…

Ne diyelim? Allah’tan hayırlısını dilemekten başka yapacak bir şey yok.

Görelim Mevlâm neyler./ Neylerse güzel eyler./ Nice şerleri hayreyler.

Nitekim Cenabı Allah Kur’an’ı Kerimde; “Onlar mekr (yani plan-proje) yapar, Allah da mekr yapar ve Allah mekr yapanların hayırlısıdır.” (Âli İmrân, 3/54) buyuruyor…

 

 

***

 

 

 

 

 

2005’ten 2006’ya DÜNYA - 1

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

10.01.2006

Tarih, tekerrür ve gelecek

Tarih neden ‘tekerrür’ ediyor? Yaşananlardan ‘ibret’ alınmadığı için tekerrür ediyor.

2005 gitti, 2006 geldi; hoş geldi!

‘2005’te neler oldu?’ ile ilgili kronolojik bilgileri gazete ve dergilerdeki dosyalarda okudunuz…

‘2006’da neler olacak, 2006 nelere gebe?’ türündeki değerlendirmeler ve dosyalar da, ‘derin tarih bilincine’ değil, daha çok olaylar silsilesinin 2005’ten 2006’ya doğru akıp giden ümit ve endişelerin dökümünden ibaret bir şekilde anlatıldı, anlatıldı...

Oysa, eskilerin diliyle söylersek, ‘mâzi-hâl-istikbâl’ ya da ‘geçmiş-bugün-gelecek’ daha dikkatli ve derinlikli bir perspektiften ele alınmayı hak ediyor. İnsanın yaşadığı ‘hayat’ denen süreç, özellikle bu gibi ‘giden ve sona eren’ ile ‘yeni bir başlangıç dönemlerinde’ bunu fazlasıyla gerektiriyor.

Geçmişi iyi değerlendiremeyenlerin, geleceğe umutla bakmaları mümkün olmaz.

Başta da söylediğim üzere, tarihin ‘tekerrür’ etmemesi için ondan ‘ibret’ almak gerekiyor.

Kur’an nice kavimlerin kıssalarını ‘hikâye olsun’ diye değil, ‘ibret alınsın’ diye anlatır.

Her şeyden önce ‘ibret almak’ ve biraz da ‘derinlikli değerlendirme’ diyebileceğim bir anlayışla meseleleri ele alıp değerlendirme yapacağız. Yaşayan her insan gibi biz de mâzi ile istikbâl yani geçmiş ile gelecek arasında duran biriyiz. Yaşadığımız çağdaki karanlığa küfretmekten ziyade, bugünkü karanlıkları ve geleceğimizi aydınlatmak için -hep yapmaya çalıştığımız üzere,- ‘çare ve çözüm’ mahiyetindeki her yazımızda bir mum daha yakmak gayretinde olacağız. Ana prensibimiz ve olayları değerlendirmede temel perspektifimiz böyledir, hep böyle olmaya devam edecektir.

İşte bu anlayış ve bakış açısıyla Türkiye’nin, İslâm âleminin ve bütün insanlığın 2006 yılı ile birlikte geleceği aydınlık olsun.

*

Sömürü sermayesi ne yapacak?

2005 yılı insanlık ve Türkiye için etkin yıl olmuştur. 2005 yılı yakın tarihin dönüm yılı olmuştur.

Yahudi sermayesi 500 senedir savaşlar çıkartarak, uygarlıkları ve ulusları savaştırarak insanlığı yönetmiştir. İnsanlık camiası içinde ‘fitneler çıkartmak’ sömürü sermayesinin birinci silahıdır.

Sermayenin ikinci silahı da yeryüzünü dinsizleştirme, ahlâksızlaştırma, faiz ve fuhuş içinde sarhoş hâle getirme ve böylece halkı yönetmedir. Sermaye yıllardır bunu hep uygulayagelmiştir.

2005 yılında sömürü sermayesi yüzlerce senedir uygulayageldiği yöntemlerinin başarısız olduğunu görmüş, artık ‘yeni yönetme ve sömürme yollarını aramak’ zorunda kalmıştır.

2006 yılı sömürü sermayesi için ‘yeni sömürü yöntemleri arama yılı’ olacaktır.

Sonra ne olacaktır?

Yahudi sömürü sermayesi;

-Ya eski usulüne yani tarihteki benzer uygulamalarına devam kararını alacak ve tarihteki iki büyük ‘Yahudi Sürgünü’ benzeri sürgünle ve hezimetle karşı karşıya kalacak…

-Yahut, fitne yani savaş çıkarma, dünyayı fuhuşla ahlâksızlaştırma, dinsizleştirme, faizle sömürme dışında şeriata uygun çözüm yolu bulacak ve III. Bin Yıl Medeniyeti’ne müsbet katkısı olacaktır…

2005 yılı, 2006’yı hazırladığı için önemlidir.

*

BOP/ Büyük Ortadoğu Projesi

2005 yılının insanlık için ikinci önemli olayı, ABD’nin BOP/Büyük Ortadoğu Projesi’nin başarısızlığıdır. Meseleyi biraz açıp açıklığa kavuşturalım. Yahudi sömürü sermeyesi dünyayı önce İslâm-Hıristiyan cephelerine bölmüş ve bin yıl savaştırmıştır. Yakın geçmişte artık bu savaşın sürdürülemeyeceğini anlamış olan sermaye, ‘dinî bölme’ yerine ‘rejim bölme sistemi’ni yani ‘doğu-batı’ veya ‘komünizm-kapitalizm’ ayırımını uygulamış ve bu bölme bir asır bile sürmemiştir. Gorbaçov’un reformları ve Sovyetler’in çökmesi ile bu da iflas edince, 2005 yılında ‘BOP/Büyük Ortadoğu Projesi’ni ortaya atmıştır.

BOP projesi çerçevesinde ABD önce Irak’ı işgal edecek... Ondan sonra Ortadoğu devletlerini parçalayacak ve on milyondan az nüfuslu devletlere dönüştürecek… Bunları silahsızlandıracak… İsrail’i ise atom, nükleer, kimyasal, biyolojik dâhil her türlü modern silahlarla donatacak ve bir ‘Ortadoğu Birleşik Devletleri’ kuracak... Bu proje Arap Yarımadası, Türkiye, İran, Kafkasya, Afganistan ve Orta Asya devletçiklerini, yani tüm ‘Ortadoğu’ topraklarını içine olacak... Böylece yeryüzü coğrafi olarak ikiye bölünecek, ‘din’ ve ‘rejim’den sonra ‘coğrafi bloklar’ oluşturacak, sömürü sermayesi de gelen-geçeni burada soyacak...

ABD işte bu projesini sermaye adına ortaya koydu ama umduğunu bulamadı. Başarısızlık sebebiyle bu projeyi tatil ediyor…

2006 yılında işte bu husus tekrar ele alınacak, coğrafi kutuplaşma üzerinde araştırmalar yapılacaktır.

 

 

***

 

 

 

 

 

2005’ten 2006’ya DÜNYA - 2

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

14.01.2006

Sömürü sermayesi çaresiz

Dünkü yazımda, bazı açılardan dünyanın geçmişini ve sömürü sermayesinin son projesi BOP’un akıbetini kısaca özetledim. Batı cephesinde, yani Amerika ve Avrupa’da yeni bir şey yok!.. İbret alamadıkları için sömürü sermayesi ve işbirlikçileri yani ‘Batı zihniyeti’ için tarih sadece tekerrür ediyor…

Sonuç ortada…

ABD derin bir bataklıkta…

Yahudi sömürü sermayesi çaresiz…

Tarih, dünya, insanlık, ‘geleceğin yeni medeniyeti’ yeni başoyuncularını bekliyor…

Geleceğin dünyasında kutuplaşma olabilir. Ancak bu kutuplaşma siyasi kutuplaşma olmayacaktır.

Bilindiği üzere bugün ‘sağ-sol partiler’ var, ancak Türkiye ve Almanya gibi ülkelerde bunlar ‘birlikte koalisyon’ yapıyorsa, kutuplaşma gayet medenî ise; gelecek dünyadaki kutuplaşma da böyle olacaktır.

Bu vesileyle bu konuda önemli bir hatırlatma yapma gereği ortaya çıkıyor.

Dünyada ilk ‘sağ-sol koalisyonu’nu 1974 yılında MSP-CHP yani Erbakan-Ecevit gerçekleştirmiştir. O zaman Bursa’da sürgünde bulunan Humeyni bunu görmüş ve daha sonra solcularla işbirliği yaparak aynı şeyi İran’da gerçekleştirmiştir. Gorbaçov da reformlar yaparak Sovyetler’in çöküşünü ve yeni Rusya’nın kuruluşunu gerçekleştirirken, dünyada ilk defa Türkiye’de yapılan ‘sağ-sol koalisyonu’ndan ilham almıştır.

Yahudi sömürü sermayesi bunu anlar da şeriatın, hukukun, insanlığın sınırları içine girerse, Yahudiler insanlık camiasında huzur içinde bin yıl yaşayacaklardır. Aksi hâlde, tarihte yaşadıkları büyük sürgünlerden birini daha yaşamaları mukadder görünüyor.

2005 yılı onlara düşünme şansını sağlamıştır.

2006 yılı son vâde olabilir.

*

Yeniden dine dönüş…

2005 yılında insanlık için üçüncü büyük olay, dindarlığın ve dine dönüşün şaha kalkmış olmasıdır.

Papa II. John Paul 2005 yılında ölmüş ve cenazesi insanlık için ümit olmuş... Avrupa bu vesileyle, ‘ben dinsiz değil, ben ateist değil, ben dindarım’ diye ilân etmiş... Papa’nın cenazesi vesilesiyle, dinsiz lâik devletlerin devlet ve hükümet başkanları sıraya girmiş ve bağlılıklarını yenilemişler... Protestan devlet başkanları bile tıpış tıpış sıraya girmiş ve arzı endam etmişler... Bu da yetmemiş, yeni Papa hem de Protestanlığın kalesi olan Almanya’dan seçilmiş ve Almanya’ya yaptığı ziyaretle Protestanlar ile Katolikler arasındaki buzları eritmiş... Bunun sonucu olarak Almanya’da Katolik bir hanım Başbakan olmuş... Yani, ‘dinsizlik’ akımlarından sonra, din ateist Batı dünyasında yeniden hatırlanmıştı...

Bu arada Türkiye’den birinin İKÖ/İslâm Konferansı Örgütü Genel Sekreteri olması, hem Türkiye hem de İslâm âlemi için ilginç olduğu kadar, birçok yönden kayda değer bir ayrıntıdır...

Bu olaylar gösteriyor ki, insanlık âlemi ‘yeniden dine dönüş’ yapmaktadır. Dindarlar gelecek III. Bin Yıl Uygarlığında etkin rol oynayacak, ateizmi bir daha dirilmemek üzere tarihe gömeceklerdir. Fitne olacak, şirk olacak, ama artık ateistler müsbet ilmin verileri karşısında bir daha ağızlarını açamayacaklardır.

*

Önce tsunami… Sonra kasırga…

2005 yılında dünyada oluşmuş dördüncü ve belki de en önemli olay Allah’ın ‘tsunami’ ve ‘kasırga’ ile kendisini insanlara, özellikle de dünyaya tek başına hükmetmeye kalkışan çağdaş firavunlara göstermesidir.

-Tanrı yok sayılıyor ve tabiat kanunları ile dünya yönetiliyordu!..

-O kanunlar ABD’nin avucunda idi ve istediği gibi kullanıyordu!..

-ABD, -kendisine ve stratejik ortaklarına sorsanız,- artık tanrı olmuştu!..

Irak Savaşı’nda, 1 Mart Tezkeresi ile ABD’nin tanrılığı da, ‘süper güç’ efsanesi de sarsılmış, karizması çizilmişti... ABD şimdi Irak bataklığından nasıl çıkacağını kara kara düşünüyor, ama…

Allah kendisini yani gerçek gücünü henüz göstermemişti. Allah bütün azameti ile 2005 yılında önce doğuda göründü. İnsanlar hiç duymadıkları ve işitmedikleri bir felâketle yani tsunami ile karşı karşıya kalmıştı… Allah bütün dünyaya, bütün insanlığa ABD’den başka bir Halik’ın var olduğunu hatırlatmıştı…

Bu da yetmedi.

Allah daha sonra batıda görünmüş, ‘siyasal darbe’ sonrasında bir de ‘doğal darbe’ yani kasırga ile ABD’nin mutlak iktidarı ve tanrılığı son bulmuştu... Yüce Yaradan, artık insanlara Allah’ın varlığını, her şeye muktedir olduğunu, isterse bir saatte yeryüzünü yok edebileceğini hissettirmişti...

2005 yılında insanlık, kurtuluşun artık inançsızlık, ahlâksızlık, faiz, fitne, ‘savaş ve zulüm ile değil; Allah’a inanarak ahlâklı olmakla, faizsiz ekonomide ‘barış ve adalet ile sağlanabileceğini düşünmesi için belki de yüzlerce yıldır almadığı ihtarları almıştır. Selâm, sevgi, salât ve duâ ile nice hayırlı yıllara…

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 


Milli Gazete 2006 Yazıları
1-2006 Ocak
1425 Okunma
2-2006 Şubat
1213 Okunma
3-2006 Mart
1294 Okunma
4-2006 Nisan
1241 Okunma
5-2006 Mayıs
1273 Okunma
6-2006 Haziran
1190 Okunma
7-2006 Temmuz
1515 Okunma
8-2006 Ağustos
1452 Okunma
9-2006 Eylül
1461 Okunma
10-2006 Ekim
1321 Okunma
11-2006 Kasım
1402 Okunma
12-2006 Aralık
1230 Okunma

© 2024 - Akevler