REFAHYOL HÜKÜMETİ
YAPILAN YANLIŞLAR VE YAPILMASI GEREKEN DOĞRULAR
TÜRKİYE’NİN DÜŞMANLARI VE EMELLERİ.
ÇÖZÜM: ‘MİLLİ MUTABAKAT HÜKÜMETİ’DİR.
- ABD İsrail’i Ortadoğu’nun hakimi haline getirmek istiyor. Bu isteğinin başlıca engeli olarak da Türkiye’yi görüyor. Bundan dolayı dış politikasını Türkiye’yi yıkma projeleri üzerinde kuruyor...
Avrupa (AB), kendi birliğine en büyük engel olarak Türkiye’yi görüyor. Türkiye’yi Avrupa Birliğine (AB) alsa içi bozulacak, dışarıda bıraksa kuvvetli bir hasım blok oluşturmuş olacak.
Bundan dolayı Türkiye’nin yıkılmasını istiyor...
Rusya bir taraftan boğazlara açılma emeliyle, diğer taraftan kendi içindeki Müslüman Türklerin Türkiye çevresinde toparlanmaları korkusuyla, Türkiye’yi yıkamak istiyor...
Çin kendi içindeki 300 milyon Müslümanın ümidi olmasın diye Türkiye’nin yıkılmasını istiyor...
Hepsi de Türkiye’nin yıkılması konusunda birleşiyorlar ama Türkiye’yi kendi aralarında paylaşamıyorlar. Bundan dolayı Türkiye’yi komşusu olan küçük devletlere parçalatmak istiyorlar. Ermenistan, Gürcistan, Yunanistan, Bulgaristan, Suriye, Irak, İran ve İsrail’i; Türkiye’ye saldırmaları için hazırlıyorlar...
Türkiye’nin bu düşmanları, Türkiye’yi doğrudan doğruya yenemezler. Bundan dolayı ilk merhalede hedefleri Türk halkını; Türk – Kürt, Müslüman – laik, Sünni – Şii, kemalist – anti kemalist olarak bölmek ve iç savaş çıkartmak, böylece halkı birbirine kırdırdıktan sonra komşu devletlere işgal ettirip nüfuz bölgeleri olarak paylaştırmak. 20. Yüzyılın başında bu projeyi uygulamaya koydular ama başarılı olamadılar. Ancak vazgeçmiş değillerdir. 21. Yüzyılın başında yeniden deneyeceklerdir...
Türk devleti güçlüdür ve ordusu da devletine hakimdir. Orduyu bölmedikçe bu hedeflerine ulaşamazlar. Geçmişte yaptıkları denemelerle bunu çok iyi bilmektedirler. Şimdiki ilk hedefleri orduyu bölmek ve halkı kıran kırana bir iç savaşa sürüklemektir. Bu husus yıllarca önce tarafımızdan ortaya konmuştur ama bugüne kadar maalesef hiç kimse bu uyarımıza kulak vermemiştir. Ne yazık ki, bu dediklerimizin emareleri belirmiştir...
Ülkemizi saran tehlike sadece bu anlattıklarımızdan ibaret değildir. Enflasyon, işsizlik, açlık, iç ve dış borçlar, yolsuzluk, rüşvet, anarşi, baskı bütün ülkeyi ahtapotun kolları gibi sarmış bulunmaktadır. Bunlara ayrıca beceriksiz yöneticilerin yaptıkları ve on yıllarca süren yargı acziyeti de eklenince, açıkça görüyoruz ki devletimiz uçurumun kenarına kadar getirilmiştir...
Türk halkı, ısrarla tek bir partiyi iktidar yapmamaktadır. Bütün mevzuat zorlamalarına ve seçim kanunu dayatmalarına rağmen, Türk halkı istenileni yapmıyor. Bunun anlamı veya halkın verdiği mesaj şudur: Bu kadar büyük ve korkunç problemleri hiçbir parti tek başına çözemez. O halde tek çözüm, Milli Mutabakat Hükümeti’dir. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz bu öneriyi bir defa söyledi; ama sonra kökü dışarıda olan gizli ve kapalı cemiyetlerin fısıldamaları sonucunda bir daha ağzına almadı.
Oysa, RP daha Meclis Başkanı seçilmeden önce bu görüşü ortaya koymalı ve ısrarla savunmalıydı. İslâmiyet’in/ Şeriatın emri böyleydi. Böylesine korkunç iç ve dış düşmanlara karşı durabilmemiz, ancak Milli Mutabakat Hükümeti ile mümkün olabilir.
RP Milli Koalisyon önerimizi dikkate almadı.
Kabul etmedi ve topyekün iktidardan oldu.
Hakka kulak vermeyen batıla yenilir.
TÜRK HALKI ASKERE GÜVENİR.
“BAŞBAKAN ASKER OLUR” HÜKMÜ
- Türkler asker millettir.
Tarih boyunca tüm inkilap ve ıslahatlar orduya dayanılarak yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ordu yani askerler kurmuştur. Demokrasiyi ordu getirmiştir. Türkiye iç anarşiye sürüklendiği zaman asker müdahale ederek devleti adeta çökmekten kurtarmıştır.
Türk halkı askerlere güvenmektedir.
Türk halkı, askerlerin yabancılarla işbirliği yapacağina ve ülkeyi satacağına inanmaktadır. Ama Türk halkı sivil yöneticilere güvenmektedir. Askerler her zaman savaşları kazanmıştır ama siviller masa başında kaybetmiştir. Lozan bile askerin eseridir. Askerler de sivillere asla inanmıyor ve güvenmiyor.
Bu durumda siviller Türkiye’yi idare edemezler.
Celal Bayar cumhurbaşkanı oldu; askeri müdahale oldu. İhsan Sabri Çağlayangil cumhurbaşkanı vekili oldu; müdahale oldu. Şimdi Süleyman Demirel cumhurbaşkanıdır; müdahaleyi beklemek gerekiyordu. Nitekim oldu.
İslâmiyet’e/ Şeriata göre; devlet başkanı askerler arasından seçilir. Silahli güçler sermayenin bekçisi değildir. Tam tersine, silahlı güç sermayenin kahyasıdır.
İnsan eşyaya hakimdir; eşya insana hakim değildir.
Bundan dolayı, ülke için savaşmayanlar cizye verirler ve yönetici olamazlar.
Öyleyse, bir askerin cumhurbaşkanı olması asıldır. Cumhurbaşkanı asker olursa, o zaman ordu kışlasında rahat uyur.
Turgut Özal bu geleneği bozdu. Sivil bir şahıs cumhurbaşkanı oldu.
İslâmiyet’e/ Şeriata göre; başkana itaat edilir.
Elbette başkanın güçlü bir başkan olması için çalışılmalıdır. Ancak, hem cumhurbaşkanı hem de başbakan sivil bir şahsiyet olamaz. Yapılması gereken iş, bir askerin başbakanlığında Milli Mutabakat Hükümeti kurmaktır. Ülkede zaten tek bir partinin hakimiyeti yoktu. Necmettin Erbakan; Tansu Çiller için değil, Mesut Yılmaz için değil, bir asker için başbakanlıktan feragat etmeliydi. Böyle yapılmadı. Milli Savunma Bakanlığı bile, Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunmuş olan bir koalisyon milletvekiline verilmedi!...
Devlet başkanının güçlü olması gerekmemektedir; halkın ve ordunun ona itaat etmesi yeterlidir.
Tarihte, nice çocuk veya deli krallar ülkelerini idare etmişlerdir. Bunun antidemokratik bir tarafı da yoktur. İngiltere halen krallıkla yönetilmektedir. Ama günümüz dünyasının en ileri seviyesindeki demokrasi de bu ülkede uygulanmaktadır. Askerler sadece askerliği ve hadlerini bilirler. Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk ve Kenan Evren son derece iyi birer cumhurbaşkanı olmuşlardır. Celal Bayar, din düşmanlığı yapmıştır. Turgut Özal, cumhurbaşkanı olduğu halde hükümeti de idare etmeye kalkışmıştır. Süleyman Demirel, orduya hakim olamamıştır...
Gerçekleri görmek ve fantazi görüş veya lafların ardasında yok olup gitmemek gerekir.
İslâmiyet’in /Şeriatın; “başkan asker olur” hükmünü değerlendirirsek; Refah Partisi yöneticileri başbakan adayını asker olarak bulmalı ve onun başkanlığında Milli Mutabakat Hükümeti tesis edilmesi için çalışmalıydı.
Takip edilmesi gereken ikinci politika bu olmalıydı.
Takip edilmedi ve sonuç böyle oldu.
Ders ve ibret almalıyız.
TÜRKİYE YENİDEN YAPILANMALIDIR;
ORDU VE PARTİLER YENİDEN YAPILANMALIDIR
- Türkiye devleti Osmanlı enkazı üzerinde kurulmuştur.
Türkiye devleti, hala müesseselerini yenileyememiştir.
Hükümette 20 bakanlık vardır. Her bakanlıkta 10 müessese olsa, 200 kadar müessese vardır. Bu müesseselerin dünyadaki sıralaması hep sondan birinci veya ikincidir.
Türkiye’deki iki müessese ise dünyadaki ilkler arasında yer alır. Baştan birinci veya ikincidir. Bu iki müessese de ordu ve partilerdir.
Türk ordusu ve siyasi partileri dışındaki bütün müesseselerin tamamının yenilenmesi gerekmektedir. Ordu ve partilerin ise sadece yeniden yapılanmaları gerekmektedir.
Dünyada partilerimizin oluşturmuş olduğu parlamento yani TBMM kadar başarılı işler yapmış olan bir parlamento bulamayız. Dünyada Türk Ordusu kadar başarılı olmuş ikinci bir ordu yoktur. Bundan dolayı biz Türk Ordusunu ve siyasi partilerimizi, dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ni güçlendirmeliyiz; yıpratmamalıyız. Bunlar arasında birlik ve ahengi sağlamalıyız.
Mustafa Kemal’in yaptığını yapmalıyız.
Orduyu sivil yönetimden ayrı tutmalıyız. Genel Kurmay Başkanı, doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı’na bağlanmalıdır, bütçesi de bağımsız hale getirilmelidir.
Ordu sivil yönetime asla karışmamalıdır.
Ordu iç güvenliğe de karışmamalıdır.
Ordu ancak cephede düşman ile savaşabilir.
Ordu kendi halkıyla ve eşkiya ile savaşamaz. Bundan dolayı, Çanakkale’de, İstiklal Savaşı’nda, Kore’de ve Kıbrıs’ta kısa zamanda sonuçlar alan ordu; 13 yıldır PKK ile baş edememiştir. Edemez de; sadece yıpranır.
Siyasi partiler ve meclis de en az ordu kadar etkin hale getirilmelidir. Her türlü hizmetler partilerin denetimi ve yönlendirmesi ile yapılmalıdır. Partilerin kapatılması maddesi anayasadan çıkarılmalıdır. Milletvekillerinin dokunulmazlığı müessesesi orgenerallere de teşmil edilmeli ve teşri masuniyetinin kaldırılması müessesesi veya düşüncesi terkedilmelidir. Milletvekilleri veya orgenerallerin, milletvekili veya asker iken işledikleri suçlardan kolayı ancak milletvekillerinden seçilecek olan hakemler tarafından muhakeme edilip mahkum edilmeli; parlamentonun üzerinde bir güç tanınmamalıdır.
Hasılı, nasıl askeri suçlar ancak askeri mahkemelerde muhakeme edilebiliyorsa; parlamento suçları da sadece parlamento içi mahkemelerle muhakeme edilmelidir. Orgeneraller de, parlamento içi hakemlerden oluşan mahkemelerde muhakeme edilmelidir. Böylece parlamentonun ordunun üzerinde olduğu tescil edilmelidir.
Yüce Divan böyle oluşmalıdır.
TÜRKİYE’NİN 1000 KADAR PROBLEMİ VARDIR;
PROBLEMLERİN ÇÖZÜM MEKANİZMALARI VARDIR
4-Türkiye’nin 1000 kadar müzmin problemi vardır.
Her gün bu problemlerden birini ele alsak, ancak 4 (dört) yılda bütün problemleri ele almış oluruz. 4 (dört) yılı da çözümleri için ayırsak; Türkiye’nin istediğimiz yeni düzene tam olarak kavuşması için 8 –10 ( sekiz – on) yıla ihtiyacı vardır. Bu da istikrarlı bir yönetimle mümkündür.
Ekseriyet sistemi yerine nisbî sistemi getirirsek bu istikrar sağlanır.
PROBLEMLERİN ÇÖZÜM MEKANİZMALARI
- Siyasi partiler aldıkları oy nisbetinde ilim adamlarını seçecek ve bir İlmî Çözüm Merkezi oluşturacaktır. Bu merkez yanında, bir de ordu komutanlarının atadıkları kurmaylardan oluşan Askeri Çözüm Karargahı oluşturulacaktır. Problem, önce İlmî Çözüm Merkezi’nde çözülmeli, sonra Askeri Çözüm Karargahı’nda incelenmelidir. Aradaki ihtilaflar, Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı’nın katıldığı ve Cumhurbaşkanı’nın başkanlık ettiği mecliste karara bağlanmalıdır. Ülke yönetiminde son söz, bu üç kişide olmalıdır. Kararlar ittifakla alınmalıdır.
- Problemleri ortaya koymak, siyasi partilerin ilçe merkezlerine ait olmalıdır. Halktan gelen istekler değerlendirilmeli ve partilerin ilçe merkezleri kanalıyla İlmî Çözüm Merkezi’ne ulaştırılmalıdır. Parti ilçe merkezlerinin ve ilçe başkanlarının yerine getirmesi gereken en önemli görev budur.
- İlmî Çözüm Merkezi, hükümete problemleri arzeder ve çözüm araştırması için tahsisat ister. Hükümet problemlere öncelik verir ve tahsisat ayırır. Bu tahsisatla çözüm araştırma yarışmaları yapılır. Araştırmanın ön projesi İlmî Çözüm Merkezi tarafından tesbit edildikten sonra, hükümete arzedilir. Yarışı kazanan ekip de bu arzın içinde yer alır. Bu ön proje krediye dayalı olarak çözülür. Yani çözüm heyeti, devletten belirli bir kredi alacaktır. Aldığı bu kredi ile problemi çözecektir. Alınan kredi enflasyona sebep olmayacaktır. Kredi belli süre içinde itfa edilecektir. Böyle bir proje çözümdür.
- Hükümet çözümü uygun görürse, çözüm ekibini de yeterli bulursa, ön proje onaylanır. Ekibe proje yaptırılarak problemin çözülmesi görevi verilir. Çözüm heyeti resmen görevlendirİlmîş olur. Bu heyetin faaliyetinin denetlemek de parlamentodaki bir milletvekiline verİlmîş olur. Her milletvekiline iki çözüm müessesinin denetimi düşecektir.
- Parlamenter, çözümde aksaklık görürse, partisinden izin alarak hakemlere gider ve heyetin feshini talep edebilir. Ayrıca siyasi parti grubu karar almak şartı ile her çözüm heyetini kendi milletvekillerine denetebilir ve hakemlere gidebilir.
ÜÇLÜ HEYET, YÜCE DİVAN, HAKEMLİK SİSTEMİ;
BUNLARIN ÇALIŞMA ŞEKİLLERİ VE YETKİLERİ
5- Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı’ndan oluşan üçlü heyet ‘ittifakla karar almak şartı’ ile ülke içindeki her kademede görevlinin görevine son verebilmelidir. Devlet organları arasındaki yetkileri belirleyebilmelidir. Anayasal yetkiyi gaspedip isyan eden yetkilinin yakalanmasına, tutuklanmasına, hatta öldürülmesine karar verebilmeli; her kademedeki görevliye emir verebilmelidir.
Ancak bu şekildeki kararlardan mağdur olanlar devletten ağır tazminat alabilmelidir.
Milletvekillerine dokunulmamalıdır.
Üçlü heyet, seçimlerin yenilenmesine karar verebilmelidir.
Gerek çözüm uygulamalarında gerekse Yüce Divan’ın oluşturulmasında mutlaka hakemlik sistemi geçerli olmalıdır. Siyasi parti gruplarının dava açma hakkı bulunmalıdır. Buna yüksek yargı organlarının görevlerini kötüye kullanmaları hali de dahil olmalıdır. Son yargı denetimi Yüce Divan olmalıdır. Yüce Divan da hakemlerden oluşmalıdır.
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı Yüce Divan’da muhakeme olunamamalıdır. Ancak aleyhlerinde tazminat davası açılabilmelidir.
SONUÇ
Refah Partisi işte bu çözüm önerileriyle hükümet kurmaya, Milli Mutabakat Hükümeti kurmaya talip olmalıydı. RP’nin önerileri kabul edilmez, daha iyi başka öneriler de getirilemezse; bu durumda hükümete girmeyi reddetmeliydi. Diğer partiler kendi kışında denemeler yapacak, sonra ister istemez bu önerilere geleceklerdi.
İslâmiyet’in/ Şeriatın gereği buydu. Şeriat uzlaşma yapmaya veya taviz vermeye izin verir. Ne var ki, bu uzlaşma çözüm getirmiyorsa, o zaman yapılmamalıdır. Taviz bir işe yarayacaksa verilmelidir; aksi halde verilmemelidir.
Çözüm getirmeyen ve çare olmayan uzlaşmaların ne manası vardır? Yararsız tavizlerin ne anlamı vardır? Yararı olmayan şey yapılmaz.
DİĞER PARTİLER
TÜRK SİYASETİNİN BÜYÜK HATASI
Eskiden, Demokrat Parti (DP) ile Adalet Partisi’nin (AP) bir sermayesi vardı: “Bölünmeyelim; yoksa CHP iktidar olur!”
Başkasına hasımlık yaparak bir parti kurulabilir mi ve kurulursa bile bu parti yaşar mı? Ama ülkemizde maalesef bu söz üzerine yıllarca siyaset yapıldı ve hükümetler kuruldu. Bu hata yıllarca terkedilmedi ve sürekli olarak çatışmalara sebebiyet verdi.
Türk siyasetinde varolan bu büyük hatayı veya fobiyi CHP-MSP Koalisyonu ortadan kaldırmıştır. Bu koalisyon, CHP düşmanlığının ülkeye bir yararı olmadığını göstermiştir. Renksiz partiler bu gerçeği gördüler ve CHP düşmanlığının bir işe yaramadığını öğrendiler. Şimdi o eski düşman partiler birbirleriyle sıkı dost oldular. Ancak, bütün bu olanlara rağmen siyaset yapma mantıkları ve meseleye bakış açıları değişmedi. Bu sefer hepsi birleşip RP düşmanlığı üzerinde siyaset oluşturdular.
Türk siyasetinin hatası işte budur.
Bir parti düşmanlığına dayanan siyaset olmaz, bunu yapan parti de parti olamaz. Parti, ya kadrosuyla iktidara talip olur veya programı ile reform yapmaya aday olur.
Sadece düşmanlık bir partiyi yaşatmaz.
BATI ZAYIF İKTİDARLAR İSTER
Batı dünyası zayıf iktidarlar ister.
Batılı düşmanlarımız ikili denge ister. Batı dünyası, böylece kendi etkisini kolayca sürdürür. Bir parti çok güçlü olursa, o zaman partiye söz geçiremez. Eğer güçlü bir partiyi parçalayamazsa, o zaman da diğer bütün partileri ona karşı birleştirir.
Türkiye’deki siyasi partiler işte bu oyunu anlamıyorlar.
Batı dünyası, Müslüman Türk halkını sağcı, dinci ve milliyetçi olarak üç sınıfa bölüp zayıf düşürmek istedi. Ancak bunu başaramadı. Aksi oldu ve her iki grup da, güçlendi. Dindarlık ve milliyetçilikte de birbirine yaklaştı. Hatta daha da ileri gidip seçim ittifakı yaptılar.
Müslüman halkı bölmek için tarikatlar desteklendi. Risale-i Nur önce parçalandı sonra bu cemaatler ayrı ayrı desteklendi. Kur’ân kursları ve İmam Hatip Okulları desteklendi. Bütün bunlar, Refah Partisi’ne karşı olacak olan merkezler halinde organize edildi...
Yine başarılı olunamadı. Müslümanların sayısı çoğaldı ve RP’nin de oyları arttı.
Bundan sonra tüm partiler birleştirilip RP’ye karşı topyekün saldırıya geçildi. Yine başarı elde edilemedi. Sonuçta bütün merkez partiler RP’ye doğru kaydılar.
Bunlar yanlış politikalardır.
Refah Partisi hala dışlanıyor.
RP’nin kapatılması için davalar açılıyor.
Artık sadece RP’ye değil, RP vesilesiyle doğrudan İslâmiyet’e saldırılıyor. Türk halkı her zaman mağdurun tarafını tutar. Böylece zayıflatılmak istenirken aslında RP durmadan güçlendiriliyor.
Bütün bunlar yanlış politikalardır.
Orduyu, hakimleri, sömürücü sermayeyi, mesleki kuruluşları, üniversiteleri, vs. Kuruluşları arkalarına alarak RP’ye saldıran ve İslâmiyet’i bu yolla yeneceklerini zannedenler, çok yakında pişman olacaklardır. Hiç kimse Allah’tan daha güçlü değildir. Hakkın üstünde bir güç yoktur. Ordu Müslüman Türk halkının ordusudur; bundan dolayı İslâm düşmanı olamaz. Bir ülkenin halkı Müslüman olacak, o halkın oluşturduğu ordu ateist olacak!
Bu nasıl bir mantıktır?
Eceli gelen köpek cami duvarına pislermiş.
Geliniz, bu olumsuz sevdadan vazgeçiniz. İntihar etmekten vazgeçiniz. Dış güçlere ve Türk halkının düşmanlarına dayanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Dış güçler ülkemize hakim oldukları andan itibaren, bizden önce sizleri yok ederler. Bunu böyle biliniz. Çünkü tarihte hep böyle olmuştur. Düşman, zaferden sonra ilk olarak işbirlikçilerini yok eder. Kendi milletine yar olamayanlar düşmana hiç yar olmaz. Düşman bunu iyi bilir.
PARTİLERİMİZİN RP DÜŞMANLIĞI
CHP sadece Refah Partisi’nin önünü kesmek için beğenmediği ve kesinlikle başarısız olacağına inandığı hükümete güvenoyu verir. Yani, ben hasmımı zarara sokayım da ne olursa olsun; memleket yıkılsın (!) önemli değil!..
DSP son zamanlarda sadece RP belasında kurtulma operasyonları üzerine siyaset yapar. Tüm siyasetini RP düşmanlığı üzerine oturtur. Bunun dışında önemli bir görüşü ve projesi yoktur!...
DYP yani adı Doğru Yol olan bir parti, bir ara yolunu ve siyasetini sadece RP düşmanlığı üzerine kurar. Tansu Çiller’in bütün siyaseti RP’yi iktidara getirmemek olur. Hatta DYP sadece bu amaçla parçalanır!..
ANAP koalisyon görüşmeleri tamamlanıp bütün anlaşmaların yapıldığı bir anda, gizli mahfillerden aldığı emirle RP’den kaçar. RP’yi parti bile saymayacak olan bir anlayış sergiler. Biricik siyaseti budur!...
Kur’ân böyle düşünenlere “gayzınızla geberin” diyor.
Geliniz bu kin ve düşmanlıktan, gayzınızdan vazgeçiniz. Bu ülkeyi birlikte koruyalım ve yüceltelim. Çünkü başka Türkiye yok.
DYP son zamanlarda bu gerçeği anladı ve gerçekten doğru yola girdi. Direnir de bu anlayışından vazgeçmezse, gireceği ilk seçimde nasıl başarılı olacağı görülecektir. Düşmanlarının saldırıları sebebiyle RP ve DYP seçimlerde Anayasa ekseriyetini bile elde edeceklerdir.
SUYU TERSİNE AKITMAYA ÇALIŞANLAR
Suyu tersine akıtmaya çalışanlar tavsiyemiz şudur: Seçimleri askıya almayı veya tek partili dönemde olduğu gibi baskılı seçim yapmayı düşünüyorsunuz; ancak çok büyük bir yanılgı içinde bocalıyorsunuz. Sovyetler Birliği 70 yıl bu sistemi denedi ve sonunda başarısız oldu. Çavuşesku’nun ibret alınması gereken sonuna bakın.. İran’daki inkılaba ve Şah’ın ibretli sonuna bakın.. Dünyanın dört bir tarafındaki diktatörlerin sonuna bakın.. Cezayir’deki zulüm ve katliam idaresinden medet umuyorsanız, yanılıyorsunuz. Oradaki yönetim akibeti de diğer diktatörlerin akibetinden başka bir şey olmayacaktır.
İnsanlık, diktatörlük rejimlerini arkaya atmış ve tarihe gömmüştür. Hiç kimse kendisini Mustafa Kemal ile kıyaslamasın. Mustafa Kemal başkomutan olarak Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nı yönetmiştir. Cumhuriyeti kurmuş ve zorunlu inkılapları yapmıştır. Bununla beraber sırtına orduya dayamamıştır. Orduya daima siyasetten uzak tutmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kapatmak aklından bile geçmemiştir.
Mustafa Kemal’in en yakın çalışma arkadaşları olan Mareşal Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü, vakti izme gidildi, diktatörlüğe gidildi? Aksine, her müdahale sonrasında daha da gelişmiş olan din hürriyetine kavuşuldu ve demokrasiye gidildi.
Türkiye’de kaç defa partiler kapatıldı? Sonuç ne oldu? Her seferinde daha güçlü partiler ortaya çıktı. Hiç kimse halkın karşısında duramaz ve sosyal akışı değiştiremez. Suyu yukarıya doğru tersine akıtmaya çalışanlar, sonunda kendileri o sularda boğulurlar.
TÜRKİYE’DE SİYASİ PARTİLER
CHP ateist sol bir partidir. Saygımız var. Biz saygılıyız, ama o da din düşmanlığı yapmasın ve inancımıza karşı saygılı davransın. DSP ateist olmayan sol bir partidir. Ona da saygımız var. Ama o da siyasetini sadece RP belası üzerine bina etmesin. DYP sağ merkez partisidir. Ona da saygımız var. Güçlenecek ve varlığını koruyacaktır. ANAP sol merkez partisidir. Ona da saygımız vardır. DTP renksiz bir merkez partisi oluğunu söylüyor. Biz bu parti için bir başarı şansı görmüyoruz, ama ona da saygımız vardır. BBP dindar milliyetçi bir partidir. Saygımız var. MHP laik milliyetçi bir partidir. Ona da saygımız var. RP tarikatçı dindar partidir. Ona da saygımız var.
Ülkemizde henüz şeriatçı (ilim,içtihat ve icmaya dayanan şeriat) dindar bir parti kurulmamıştır. Biz bu partinin gönüldaşıyız. Onun için gerekli olan çalışmaları yapıyoruz. Fikriyatını oluşturuyoruz. Günü gelince bu parti de kurulacaktır.
Bir de HADEP, ÖDEP, İP gibi komünist veya sosyalist partiler vardır. Biz bu partilere karşı da saygılıyız. Yeter ki, bütün bu partiler kendi rejimlerini halka silah gücü ile değil de fikir gücüyle kabul ettirsinler. Burada yeri gelmişken bir noktayı vurgulamakta yarar vardır: Sadece orduya dayanan iktidarların ihtilalci marksistlerin hiçbir farkları yoktur.
Görülüyor ki, Türkiye’de partiler fikriyata dayanmaktadır. Bundan dolayı varlıklarını korumaktadır. Demokrasi budur. Biz, bu kadar çetin şartlarda, halkının bu kadar çoklu görüşleri ile partileri yaşatan başka bir ülke ve millet bİlmîyoruz. Bu özelliğinden dolayı Türkiye dünyanın en demokratik ülkesidir.
Dünyayı korkutan da işte Türkiye’nin bu özelliğidir.
Refah Partisi’nin görevi, sabırla barış yolundaki yürüyüşüne devam etmesidir. DYP bugün gerçekleri kavramıştır. Hasımlık yerine dostluk ve barış yolunu seçmiştir. Doğru olan yol da budur. ANAP da yakında bu gerçekleri anlayacak ve o da düşmanlığı bırakacaktır. DSP ve Ecevit, başını taşa çarpacak ve sonunda aynen DYP gibi ANAP ile mi yoksa RP ile mi koalisyon yapmak daha kolaydır; görecek ve anlayacaktır. İslâmiyet mi yoksa renksizlik mi memleket
İçin hayırlıdır; idrak edecektir. CHP ise ya değişecek veya bu kin ve gayzı yok olup gidecektir. Onun da başka çıkar yolu kalmamıştır.
Burada RP’ye hasım olan tabanda yer alan azınlığın azınlığı bir küçük gruptan da kısaca söz etmemiz gerekmektedir. Mecliste ahlaksızca yapılan transferlerle ayakta duran partilere hatırlatmak isteriz ki; siz halkın temayülleri sebebiyle bugün olduğunuz yerde bulunuyorsunuz. İyi biliniz ki, size oy verenlerin binde biri bile, RP düşmanlığı yapmanız için oy vermedi. Siz bu düşmanlığı kimin adına yapıyorsunuz? Partinizin çıkarı için yapmıyorsunuz, memleketin menfatı için yapmıyorsunuz. Peki, siz bu saçma sapan siyaseti kimin için ve kimin adına yapıyorsunuz?!. Hiç tereddüt etmeden cevabını verelim: Düşmanlarımız adına ve onların çıkarı için yapıyorsunuz. Bu siyasetinizin sonu yoktur ve çok kısa zamanda hüsrana uğrayacaksınız.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız üzere, Türkiye’deki siyasi partiler bugünlerde bu durumdadır.
SABIKALI VE SABIKASIZ PARTİLER
Burada bu vesileyle önemli bir noktayı açıklamamız gerekmektedir:
Bir devlet hukuk düzeni ile yönetilir. Ancak, bir an gelir de hukuk düzeni yeterli olmazsa, o zaman ister istemez askeri metodlara başvurulur. Hak, hukuk ve adalet bir tarafa bırakılır. Ana hedef olarak sadece devlet korunur veya kurtarılır. Günümüzde bu fazlasıyla yapılmaktadır.
Mevcut düzen iç ve dış güvenliği sağlamıyorsa, hukuk dışı davranışlar sebebiyle bu duruma gelinmiştir. Yakın geçmişte görev almış olan herkesin bu hukuk dışı davranışlarda rolü vardır. Yönetici olan herkes, mevcut olan mevzuata göre suçludur. Bu suçluluk sadece iyi niyetle görev almış olan herkesin devlet adına yapmış olduğu hukuk dışı davranışlardan ibaret değildir; daha geniş boyutludur.
Konuya kısaca açıklık getirelim:
Bu hareketler dış güçler tarafından tesbit edİlmîştir ve şimdi şantaj olarak kullanılmaktadır. Mevzuat dışı olan bu hareketler yurt içi medya tarafından öğrenİlmîş ve bir kısım basın patronları da özel olarak haberdar edİlmîştir. Böylece şantaj yapılmak suretiyle bu patronların devlet imkanlarından yararlanma imkanı ortaya çıkmıştır. Son zamanlardaki parti-medya savaşları buradan kaynaklanmaktadır.
Geçmişte iktidara katılan bütün partilerin bu olaylarda kararları ve katkıları vardır. Bu partiler, geçmişte yaptıklarından dolayı yeni partilerin devreye girmelerini istememektedirler. Bundan dolayı sabıkalı partiler ile sabıkasız partiler gruplanmaktadır. Bu gruplaşma çok kötü sonuçlar doğurabilir ki, o da maalesef şuduru: Ülkenin bölünmesi, parçalanması ve yok olması.
Tek çıkar yol ve çözüm vardır: Yeni bir adil düzen kurmak ve genel bir af çıkararak bu gidişe son vermek.
SUSURLUK OLAYI
1997 müdahalesi neden yapıldı?
Her şeyden önce bu müdahalenin neden yapıldığını tesbit etmemiz gerekmektedir. Bu müdahale süreci ‘Susurluk Olayı’ ile başlamıştır. Devleti yönetenler, mevzuat dışı davranışlarla devleti korumak istemişlerdir. Kenan Evren ve Süleyman Demirel de bu davranışlara katılmıştır. Jandarma kuvvetleri komutanı ile Deniz kuvvetleri komutanı da bu davranışlara dahildir. Bu kişiler, bu davranışları elbette ülkenin çıkarı için yapmışlardır. Ne var ki, bunların yanındaki görevliler bu davranışları esnasında yapılanları istismar etmiş ve kendilerine özel menfaat sağlamışlardır. Ancak bu davranışlar dış ajanlar tarafından tesbit edİlmîştir ve şimdi şantaj olarak kullanılmaktadır. Bu hareketleri sömürücü iç kapital da öğrenmiştir ve o da kendi çıkarı için baskı unsuru olarak kullanmaktadır.
Bu konuda ve ‘Susurluk Olayı’nda eli çamura bulaşmayan belki de biricik parti Refah Partisi’dir. Ancak bu konudaki bütün fatura RP’ye çıkarılmaktadır. Çünkü suçlular birbirlerini korumaktadırlar. Bu işlere en az karışmış olan kişi de Tansu Çiller’dir. Bundan dolayı yok edilmek istenmektedir.
Refah Partisi çok önemli bir fırsat yakalamıştı. Bu fırsatı milletin menfaati için kullanmalıydı. Bunu gerçekleştirmek için de polis soruşturması yerine, bağımsız soruşturma kurulları oluşturmalı, soruşturmanın bunlar tarafından yapılmasını önermeli ve bunu sağlamalıydı.
Bu bağımsız soruşturma sistemini kısaca anlatalım:
Siyasi partilerin ilçe başkanları, ilçelerinde aldıkları oy oranı nispetinde resmi soruşturmacılar atarlar. Soruşturmacılar, ayağa çağırarak veya ayağa giderek sorular sormak suretiyle soruşturma yaparlar. Soruşturmacıların şehadeti ile hükmedilir. Sonra mahkemelerde hakemlik sistemi getirilir ve şeriata göre muhakeme sistemi ile ülke adalete kavuşturulur. Geçmişte işlenen suçlar affedilir. Mağdur olanlara devletçe tazminat ödenir. Böylece ülkeye adil bir düzen ve adalet gelmiş olur. Refah Partisi böyle yapmadı. Büyük bir fırsatı kaçırdı ve heba etti. Kendi hasmı olan Mehmet Ağar’ın dosyasını bile oyaladı; daha sonra mecliste savsakladı!..
‘Susurluk Olayı’nı çözemeyen hiçbir iktidar, anayasa ekseriyeti oranında oy alsa da muktedir olamaz ve orada duramaz. Mesele güvenoyu alma meselesi değil, mesele ‘Susurluk Olayı’nı çözme meselesidir. Bizim her zaman önerdiğimiz, iş ve sorumluluk bölüşülmesi ilkesi söz konusu olsaydı, bu konuda sorumluluk İçişleri ve Millil Savunma’da olacağından, Başbakan Erbakan’a bir sorumluluk gelmeyecekti.
Bu konuda daha baştan İslâmiyet’e yani Şeriat’a uyulmadığı için, daha sonra başkalarının suçunun cezası Refah Partisi’e yüklenmiştir.
BAŞBAKANLIĞIN DEVREDİLMESİ
Başbakanlık hiç kimsenin özel mülkü değildir.
Başbakanlık hiç kimseye devredilemez.
Başbakanlık satılamaz, satın alınamaz, kiralanamaz.
Koalisyon protokolüne böyle gayrimeşru madde konulduğunda, o zaman işte böyle anormal sonuçlara varılır.
Refah Partisi ne yapmalıydı?
Refah Partisi, başbakanlığı devretmemeliydi. Başbakan Erbakan, bu sebeplerle de istifa etmemeliydi. İstifa etmemeli ve şu öneride bulunmalıydı:
Ülkemiz, iç ve dış düşmanların azması sonucunda tehlikeli bir duruma girmiştir. Bu ağır şartlar altında daha geniş tabanlı bir hükümetin kurulması zorunlu hale gelmiştir. Daha geniş tabanlı bir hükümetin oluşmasına imkan vermek için istifa ediyorum.
Başbakan Erbakan böyle demeli ve daha sonra istifa etmeliydi. Seçim şartına dayanarak istifa edilmez. Çünkü seçimae karar verme yetkisi hükümetin elinde değildir. Bu noktada da hata yapılmıştır.
Partiler arasındaki milletvekili transferlerinin ana sebebi, maddi menfaatlerden çok erken seçime gidilmesi endişesidir.
Başbakan Erbakan ve RP yöneticileri burada önemli bir hata yaptılar. Allah bir şeyi emrediyorsa, elbette onun hikmeti vardır. İslâmiyet’e göre; başbakanlığın takas edilmesi caiz değildir. Bİlmîyorsanız, bari bilenlere sorun. İnanmıyorsanız, hiç olmazsa inandığınızı söylemeyin. Sonuç olarak; sadece kendinizi kandırmış olursunuz. Bu arada, maalesef halka da zarar veriyorsunuz. Maddi manevi beklentilerimizi yıkıyorsunuz.
SEKİZ YILLIK ZORUNLU EĞİTİM
Bir komutan, sadece inat olsun diye resmi bir ziyafette sofraya rakı getirtmiş ve içmiştir. Bir başbakan, aynı toplantıda içki içmedi diye ayıplanmıştır. Provake edilen olaylar bahane edilerek tanklar yürütülmüşlürdür.
Sonunda, bu olaylar ve benzerleri bahane edilerek, sekiz yıllık zorunlu eğitim konusu ortaya çıkarılmıştır.
Bütün mesele, sadece ve sadece Susurluk Olayı ile ilgili olan sıcak gündemi değiştirmek ve bu konuda oluşan kamuoyunu soğutmaktı. Nitekim, RP’nin bu konudaki gafletinden de yararlanarak, ışık söndürme başta olmak üzere bütün eylemler terkedildi. Medya gündemi saptırdı. Sonunda tek suçsuz olan RP suçlu olup çıktı!.. Gerisi tamamen bahaneydi.
Refah Partisi bütün bu gelişmeleri ve olayları kendi lehine değerlendirebilirdi.
Cumhurbaşkanına gidip; “Anayasal kurumlar arasında denge sağlamak senin görevindir. Ordu içinde meşru olmayan sesler yükselmektedir. Ya bunları sustur ya da istifa et de senin yerine gereğini yapacak olan bir cumhurbaşkanı seçelim” demeli ve olayların üstüne üstüne yürümeliydi.
Cumhurbaşkanı duruma hakim olamaz, istifa da etmezse; o zaman hükümet istifa etmeli ve mecliste yapacağı anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının değiştirilmesi zorunluğunu getirmeliydi. Bu arada bir asker cumhurbaşkanı önermeliydi.
Refah Partisi bunu yapmadı. Yapmadı ve sonuçlarına katlanmak zorunda kaldı.
Biz, zorunlu eğitimle ilgili olarak geniş bir dosya hazırladık ve Akevler Bülteni’nde yayınladık. Genel ve özel çözüm önerilerimizi geniş bir şekilde sunduk.
Burada sadece kısa birkaç hatırlatmada bulunalım:
1-Sekiz yıllık eğitim bedavadır. Veliler çocuklarını okullara devam ettirmek zorundadırlar. Çocuğunu okula göndermeyen velinin velilik hakkı düşer.
2- Sekiz yıllık zorunlu eğitim, 8 yıl veya 5+3 değil,3+5 yıl şeklinde olacaktır. Öğrenci, okulunu ve öğretmenini kendisi seçecektir. Ücreti devlet verecektir. İmtihanları ortak İlmî heyet yapacaktır.
3- İlköğretim programı, partilerin atadıkları öğretmenler tarafından yapılacaktır.