Adil Düzenin İç Yüzü-Necmettin Erbakan ve 30 yılın muhasebesi
Süleyman Karagülle
1990 1.Baskı
4670 Okunma
ADİL DÜZEN NEDİR?

 

‘ADİL DÜZEN’ NEDİR?

 

“Onlar bir düzen/tuzak kurar; Allah da mukabil bir düzen kurar. Allah, düzen kurucuların en iyisidir”

(Al-i İmran:54)

 

TAKDİM

 

Üstad Süleyman Karagülle, sanki böyle bir ‘bölüm’ veya bir ‘kitapçık’ beklediğimi biliyormuş gibi tam da yukarıdaki başlıkla, yani ‘Adil Düzen Nedir?’ başlığı ile yazdığı bir bölüm göndermiş. ‘Kalpten kalbe bir yol vardır’ derler; gerçekten de öyle. Ben de, geçtiğimiz bahardan beri yazmakta olduğum kitabın 10. Bölümünde -en son bölüm niyetine- aynen böyle bir başlık açmış ve Allah’ın ilham, fırsat bahşetmesini bekliyordum ki; 1994 yılı sonunda Üstad’dan bir bilgisayar disketi içinde, aşağıda aktaracağım kitapçık geldi. Ama ne geliş... Teknik sebeplerden, İstanbul’da elime geçen disketin çıkışlarını ancak şubat ayında İzmir’de alabildim. Gelen diskette bu konu, yani ‘Adil Düzen’ dışında daha neler var neler!..

Kısaca arzedeyim:

Dünya ve insanlık tarihinin bir hülâsası ve ardından ‘Peygamberler Sistemi açısından Çöken Sovyet Sosyalist Sistemi ve Çözüm Önerilerimiz...’ Bu çalışmaya öncelik verdim. Doç. Dr. Ali Sayı arkadaşımızın ‘Kur’an Etrafında Makaleler’ kitabındaki ‘Sistemler ve Peygamberler’ makalesini açıklayıcı bir giriş mahiyetinde başa koydum. Ayrıca bir yıldır elimde olan ve üzerinde çalışmakta olduğum ‘Peygamberler Sistemi Açısından Anarşi ve Terör Sorunları Nasıl Çözülür’ konusunu da ilave ettim. Türkiye’nin Güneydoğu Meselesi’ne bakış açımız ve çözüm tekliflerimiz... Böylece kapsamlı ve güzel bir bölüm ortaya çıkmış oldu.

Dr. Adnan Büyükdeniz’in ‘Türkiye’de Faiz Politikaları’ kitabından yola çıkarak, ‘Türkiye’nin Ekonomik Problemlerine Genel Çözümler’ diyebileceğim, muhtevalı ve uzun bir çalışma da geldi. Önce Adnan Bey, daha sonra başta Prof. Dr. Arif Ersoy olmak üzere diğer arkadaşlarımızla değerlendirir ve yayınlanacak hale getiririz inşallah.

Alvin Toffler’in “Dünyayı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?” kitabından, Üstad’ın Türkiye’ye son gelişinde bahsetmiş, bizim çalışmalarımızla karşılaştırarak incelenmesini rica etmiş ve bir de kitap vermiştim. Okumuş, incelemiş ve sonunda istifade edilecek çok güzel bir çalışma ortaya çıkmış.

En son ve en büyük sürprizi sona sakladım. Çünkü disket çıkışını alan bizim gençler için bile harika bir sürpriz olmuş. Benden önce okuyan Hİlmî, Harun, Kazım ve Özer arkadaşlarımız da bu bölümün son derece tesirinde kalmışlar; ben de öyle... Elime geçer geçmez, defalarca okumaya ve hassasiyetle üzerinde durmaya başladım. Konu ile ilgilenen ehil arkadaşlarla üzerinde iyi bir çalışma yapıp bir an önce yayına hazırlamamız lazım. Siz de ne olduğunu merak ettiniz. Söyleyeyim: “Kur’an ve Bağışıklık.” Kur’an, bağışıklık konusunda ne diyor?...

“Adil Düzen Nedir?” çalışmasına fazla müdahale etmeden, daha doğrusu Üstad’ın bu konudaki net düşüncesi nedir; bunun açıkça anlaşılması için özellikle fazla müdahale etmemeye özen göstererek, sadece redakte ettim ve okunmaya/yayına hazır hale getirdim.

Üstad’ın Türkiye’yi terketmesinden üç yıl sonra bu konudaki tartışmaları, hayırlı ve verimli olması dileğiyle kaldığı yerden yeniden açıyor; ayrıca olumlu ve seviyeli tenkit, değerlendirme ve katkılarınızı beklediğimizi arzediyoruz.

Evet, onlar ‘Yeni Dünya Düzeni’ tuzağı kuruyor, Allah da ‘Adil Düzen’ini yavaş yavaş ve adım adım olsa da inananlara kurduruyor.

Ve ‘Adil Düzen Nedir?’ konusunda Üstad Süleyman Karagülle diyorki!..

                                                     Reşad Nuri Erol

 

 

 

 

 

 

Birinci bölüm

 

“Dini düzeni doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye,

Din/ve düzen olarak Nûh’a tavsiye ettiğini,

sana vahyettiğimizi,

İbrahim’e, Mûsa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi

sizin için şeriat/hukuk düzeni yaptı.

                          Fakat kendilerini çağırdığın bu din/ve düzen,

Allah’a ortak koşanlara ağır geldi.

Allah dilediğini kendine seçer ve

O’na yöneleni kendisine iletir.”

(42/Şûrâ,13)

 

 

 

‘ADİL DÜZEN NEDİR?’

 

 

 

G İ R İ Ş

 

 SOSYAL GRUPLAR KELİMELERİN ÇEVRESİNDE TOPLANIR

İnsanlar kelimeler ( sloganlar, deyimler, ıstılahlar...) etrafında toplanır ve gruplanırlar. Bu gruplanma, o kelimeyi benimseme şeklinde olabildiği gibi, o kelimeyi reddetme şeklinde de olabilir. Kelimeyi benimsemeyenler veya kelimeye karşı olanların çoğu, o kelimenin manasından tamamen habersizdirler. Benimseyenler de, başka başka manalar verirler. Menfi veya müsbet etkisiyle, sosyal grup oluşturan kelimelerin manaları değil, kendileridir.

TÜRKİYE ‘HAKİMİYETİ MİLLİYE’ VE

‘KUVVÂYÎ MİLLİYE’ KELİMELERİ ÜZERİNDE OLUŞTU

Türkler Anadolu’da ‘Hakimiyeti Milliye’ ve ‘Kuvâyî Milliye’ sözleri üzerine birleşerek İstiklâl Savaşı’nı kazandılar. Sonra bu kelimeler cumhuriyet ve istiklâl kelimelerine dönüştürülmüştür. Bir müddet sonra da laiklik ve batılılaşma şeklini almıştır. Bu kelimelerin manaları da herkes için farklı farklıdır.

KELİMENİN MANASI AÇIK VE NET OLMAZSA

GRUP FAYDALANAMAZ

Manası bilinmeyen veya değişik şekilde anlaşılan kelimeler, toplulukları veya sosyal grupları oluşturur. Ne var ki, bu topluluk ve sosyal grupların başarıya ulaşması için benimsedikleri kelimelerin manasını bilmeleri gerekir. Bu mana, temele dayalı ve gerçekten geliştirici bir kelime olmalıdır. Yoksa sosyal grup veya topluluk, ızdıraplar içinde kıvranarak tarihe karışır. Türkiye dahil bütün dünyadaki sosyalistlerin etrafında toplandıkları kelimeler, başarılı olamamıştır.

Günümüzdeki sıkıntıların ve ızdırapların sebebi ve kaynağı, insanların bu kelimelerin manaları üzerinde birleşememiş ve ittifak edememiş olmasından ileri gelmektedir.

‘ADİL DÜZEN’İN MANASI NETLEŞTİRİLMELİDİR’

Refah Partisi camiası kendisine böyle birleştirici bir kelime aramış ve başlangıçta ‘Milli Görüş’ kelimesini benimsemişti. Ne var ki, bu kelimenin manası belirsizdi ve toplulukta makesini tam olarak bulamamıştı. Yıllar sonra Necmettin Erbakan bizimle yaptığı çalışmalar sonunda ‘Adil Düzen’ kelimesini kullanmaya başlamış ve bu kelime etrafında sosyal ve siyasi grup oluşturmuştur. Aynı zamanda (içte ve dışta) Adil Düzen’e karşı olan grup veya gruplar da kendiliğinden oluşmaya başlamıştır. Şimdi gelinen bu merhalede, Refah grubunun başarılı bir sonuca ulaşabilmesi için ‘Adil Düzen’ kelimesine net bir açıklık getirmesi ve hiç olmazsa onu benimseyenler arasında aynı manayı taşıması gerekmektedir.

NETLEŞME, ÇABA VE ÇALIŞMA SONUCU OLUŞUR

Bir kelimenin manasının netleşmesi için o kelime üzerinde ‘ilmî çalışma’ yapılmalıdır ve bu çalışmalardan grup üyeleri de haberdar edilmelidir. Adil Düzen, Akevler’de ortaya konmuş ve geliştirİlmîş bir sistemdir. Refah Partisi camiası, genel olarak başından beri bu çalışmalara karşı olmuş, Adil Düzen düşmanları kadar –hatta zaman zaman onlardan daha çok- Refahlılar çalışmalarımıza muhalefet etmiş; yıllardır yaşadığımız ve hâlen de yaşamaya devam ettiğimiz sıkıntılara sebebiyet vermişlerdir... Bir taraftan  A k e v l e r’in ürettiği mamül ve mahsül benimsenip kullanılıyor; diğer taraftan ana kaynağa hasmane tavır takınılıyor... İnsanın, ‘gölge etmeyin; başka ihsân istemez!’ diyesi geliyor... Yıllardır, yaptığımız neşriyatlar okunmuyor ve tartışılmıyor!.. Destek ve katkıda bulunulmuyor!..

Bu durum Refah’ta başarı ümidini yok ediyor!

ADİL DÜZEN’İ HERKES TANIMLAMALI VE KARŞILAŞTIRILMALIDIR

Adil Düzen’deki mananın anlaşılabilmesi için önce ilim adamları ve düşünürler tarafından ele alınmalı ve tartışılmalıdır. Net ve ortak tanımlara ancak bundan sonra anlaşarak varabiliriz. Bunun gerçekleşmesi için karşılıklı olarak birbirimizi dinlememiz, tartışmamız ve başlangıç olarak kitaplarımızı/makalelerimizi okumamız gerekir. Ben sizin kitabınızı, siz de benim kitabımı okumazsak; bir noktada ve ortak bir kelimede birleşmemiz mümkün değildir. Kapalı kapılar ardında ve tek taraflı değerlendirmeler veya rapor hazırlamalar olmaz. Bunlar ilmî ve sağlıklı metodlar değildir. Böyle yapmaz ve bir araya gelmezsek, zaman içinde perişanlık ve dağınıklık içinde birikmiş potansiyeli de harcayıp gideriz. Hatta manası bilinmeyen ve tanınmayan kelimeler yüzünden galip ve mağlup belli olmaz; kelimenin etrafında toplananlarla kelimeye karşı olanlar arasında gittikçe artan bir kin ve nefret doğar; en sonunda da –Allah korusun- ülke halkının birbirine düşmesine sebebiyet verebilir.

ADİL DÜZEN’İ TANIMLIYORUM

‘ A d i l  D ü z e n’ kelimesini ortaya koyan ben değilim; ancak ‘Adil Düzen’ diye gösterilen muhtevanın esaslarını ortaya koyan benim. Başta Necmettin Erbakan Hoca olmak üzere, Refahlılar bu muhtevaya ‘Adil Düzen’ dediler. Anlamadan ve bugün de henüz onun ne olduğunu tam olarak anlamadan; güçlendiler. Şimdi de o kelimeyi ve muhtevasını unutarak, Batı sistem ve modelinde iktidar nimetinden yararlanma peşindedirler. Bize yakışmayan, pragmatik bir davranış, düşünce ve felsefe... Onlara afiyet olsun diyelim mi yoksa demeyelim mi bilemiyorum?!.

Ben bir kötülüğün aracı olma sıkıntısını üzerimden/üzerimizden atmak için bu küçük kitabi telif ediyorum. İktidar nimetlerine dalanların artık bizim kitabı okumaları ve çalışmalarımızı değerlendirmeleri mümkün değildir! Ama henüz yükselememiş ve bir yerlere gelememiş garipler; yükselmeden ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmadan önce, okurlar ümidiyle bu tebliğ hizmetini yerine getirmeye çalışıyorum.

BAŞARI BİR TEMELE İSTİNAD ETMEKLE MÜMKÜN OLUR

Türkiye Devleti, başlangıçta ‘Kuvâyî Milliye’ ve ‘Hakimiyeti Milliye’ ilkelerine dayanmıştır. Zaferden sonra ise ‘Hakimiyeti Milliye’ ‘Hakimiyeti Şahşiye’ye; ‘Kuvâyî Milliye’ de ‘Tabiyeti Garbiyye’ye dönüşmüştür. Batı dünyasının milli iradelerinden çıkan kanunlar, zorla yeni Türk devletinin kanunları olmuştur. Böylece cumhuriyeti oluşturan temelden cumhuriyet mahrum edİlmîştir. İşte günümüzde çekilen ıstırap ve sıkıntılar, bu yanlış uygulamadan ileri gelmektedir. 1950’den sonraki arayışlar da, eski ana temele dönülmediği için yarar sağlamamıştır. Ben, bunun sorumlusu olarak, o zamanın hakim kişileri olan Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ları görmüyorum. Bu durumun sorumlusu olarak, ‘Hakimiyeti Milliye’ ile ‘Kuvâyî Milliye’yi açık ve net olarak ortaya koyamayan, dolayısıyla topluluğu onun etrafında birleştiremeyen, ilim ve din adamlarında görüyorum. ‘Hukuk düzeni’ kurulamazsa, yerine ‘askeri düzen’ oluşur. O da oluşmazsa, devlet yıkılır. Bundan dolayıdır ki, ben tüm askeri müdahaleleri yerinde bulmuşumdur. O müdahalelerin sorumlusu askerler değil; bilakis memleketin o hâle düşmesine seyirci kalan ilim/din adamları ve politikacılardır.

REFAH OLAYININ SORUMLUSU DA

REFAHLILAR VE ANTİ REFAHLILAR OLACAKTIR

Yapacak ilk işimiz, ‘Adil Düzen’in tanım ve tarifini yapmak olmalıdır. Ortak tartışma ve çalışmalar sonunda, bu kelime açıklığa kavuşmalıdır. Benimseyenler, neyi benimsediklerini; karşı çıkanlar da, neye karşı çıktıklarını bilmelidirler. Ancak böyle bir çalışmadan sonra bu sistem ve düzen, faydalı ve yapıcı olacaktır. Çünkü bu net açıklamalardan sonra, artık ‘bilerek reddetme’ veya ‘bilerek kabul etme’ imkanı vardır. Ama bilmeden reddetmek veya kabul etmek, daima zararlıdır. Karanlıklarda körebe oynamaya benzer...

Değerli Okuyucular! Sizler öyle olmayın ve öyle yapmayın.

‘ADİL DÜZEN’ NEDİR?

PEYGAMBERLER HAKKI ÜSTÜN TUTAR

İnsanlık tarihinde daima iki düzen varolmuştur:

Hakkı üstün tutan Peygamberler Sistemi;

Kuvveti üstün tutan Filozoflar Sistemi.

Peygamberlere göre kâinatı var eden Allah vardır. O Allah, insanlara ‘cüz’î irade’ vermiş ve işlerinde serbest bırakmıştır. Hakk’ın yanında olanlar, sonunda mutlaka galip gelirler. Çünkü Hakk’ın arkasında Allah vardır ve Allah’tan daha güçlü kimse yoktur. Hakkı üstün tutanlar, zamanla gevşer, bozulur ve çökerler; o zaman Allah kuvveti üstün tutanlara izin verir ve onları galip getirir. Islâh olanlar ıslâh olur, olmayanlar da yok olup giderler... Islâh olanlar, yeniden Hakk’a dayalı bir düzen kurarlar ve bu yeni düzen, eski düzenin daha da gelişmiş bir şekli olur.

FİLOZOFLAR KUVVETLİYİ ÜSTÜN TUTARLAR

Filozoflara göre, kâinatı Allah değil tabii oluşlar yönetiyor. Kim güçlü ise çatışmada o yener, galip gelir ve sonunda seleksiyon yoluyla gelişme olur. Mahkemeler, hakkın ortaya çıkması için değil; kuvvetlinin kuvvetini her tarafta izhar etmesi ve pekiştirmesi içindir. Çıkar paralelliği yoktur; çıkar çatışması vardır. Seçim, kuvvetlinin tesbitini yapmak için yapılır. Kuvvetliyi savaşla değil de, ekseriyetle tesbit ederiz. Seçimde en çok rey alan demek, halkı en çok korkutabilen parti demektir. Seçimde en çok oy alan parti demek, devleti ve milleti en çok soyabilen, dolayısıyla serveti ve gücü çok olan, insanları aldatma konusunda becerikli olan demektir. O halde, devleti o güçler ve güçlüler yönetmelidir. Çağımızdaki kuvvete dayalı Filozoflar Sistemi böyle çalışmaktadır.

ADİL DÜZEN, HAKKIN ÜSTÜNLÜĞÜNE İNANIR

Tarihe bakalım. İnsanlık tarihini inceleyelim. Mezopotamya’da peygamberler gelmiş ve Hakk’ı üstün tutan bir düzen ve medeniyet kurmuşlardır. Mezopotamya Medeniyeti yaşlanıp çökmeye başlayınca, filozofların kuvveti üstün tutan Mısır Medeniyeti ortaya çıkmıştır. Bunun ardından peygamberlerin İbrani Medeniyeti doğmuş ve yeryüzüne ‘hukuk düzeni’ni getirmiştir. Bu medeniyetin bozulmasıyla, filozofların Greko-Romen Medeniyeti ortaya Hıristiyanlık ortaya çıkmış; din ile düzen birbirlerinden ayrılmışlardır. Bu durum Roma ve Bizans döneminde kuvvet medeniyetine dönüşmüş, Hıristiyanlık tahrif edİlmîş ve halk

zorla Hıristiyanlaştırılmıştır. Bu durumu iyi değerlendiren ve Hakk’ın üstünlüğüne inanan Müslümanlar, ‘İ s l a m Medeniyeti’ ni her din ve mezhepten olan insanların birlikte yaşadığı ‘i ç t i h a d’a dayalı bir medeniyet olarak kurmuşlardır. Bu medeniyet de çökmeye başlayınca, Avrupa’da filozofların kurup geliştirdiği Ateizm Medeniyeti ortaya çıkmıştır. Şimdi bu medeniyet zirvededir. Bundan sonra çökecek ve yıkılacaktır. Sıra, insanlığın yeniden ‘Peygamberler Sistemi’nden kaynaklanan ‘Adil Düzeni’ne dönmeye gelmiştir.

YENİ MEDENİYET İLMÎ MEDENİYET OLACAKTIR

Eskiden medeniyetleri ya peygamberler ya da filozoflar kurardı. Her iki taraf da, sistem ve medeniyetlerini teorik temellere dayandırmışlardır. Geçmiş olan o dönemlerde ilmî gelişmeler yoktur. İslâmiyet sayesinde ilimler disipline edilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)den sonra yeni bir peygamber gelmeyecektir. O, insanlığa gönderilen son peygamberdir. Filozoflar devri de artık kapanmıştır. O halde yeni bir medeniyeti ancak ‘i l i m adamları’ kurabilir. Çünkü alimler, peygamberlerin varisidirler. Yeni medeniyet, teoriye dayanan ve pratikle tesbit edilebilecek bir medeniyet olacaktır. Sosyal oluşmaları, mühendislikte olduğu gibi teorik temellere dayandırıp modeller oluşturacağız ve daha sonra pilot bölgelerde uygulayacağız. Teorilerimizi pratik sonuçlara göre geliştirip değiştireceğiz. Böylece geleceğin bin yıllık  medeniyetini kurmuş olacağız.

HALK MECLİSLERİ KANUNLARI YAPAMAZ, TERCİH EDEBİLİR

Bu durumda, halkın dört veya beş senede bir ekseriyetle seçtiği meclislerin, yine ekseriyetle aldığı kararlarla, mevzuat oluşturulamaz. Bürokratların ve teknokratların, beşbin yıl önce oluşmuş kuralları kaleme almaları ile mevzuat oluşturulamaz. Mevzuatı i l m î ekoller (üniversiteler), ilmî çalışmalar yaparak ortaya koyarlar; halk bunlardan istediğini benimser ve kim hangi ekolü benimserse onunla ilzam olunur. Sağlıklı ve sağlam bir mevzuat, yığma ve yığıştırma kurallar olarak değil, sistemler içinde oluşmuş kurallar bütünü olarak ortaya çıkar. Demek ki, Adil Düzen sistemin kendisinden çok sistemin oluşma şeklini belirlemiştir.

FİLOZOFLARIN SİSTEMİ MERKEZİ SİSTEME DAYANIR

Filozoflara göre, serbest yarış başlar, bu yarış sonunda kuvvetliler zayıfları ezerler ve gittikçe daha üstün/güçlü olanlar varolmaya devam ederler. Böylece evrim olur. Bu sonuna kadar böyle devam eder gider. Sonunda merkezi bir yönetim doğar; rakipler ortadan kalkar. Bu sefer topluluk rakipsiz kaldığı için çöküp dağılır ve parçalanır. Yeniden serbest rekabet sahası doğar. Gelişme devam eder. Bu durum böyle sürüp gider. Öyle bir hukuk düzeni oluşturulur ki, bir an önce ‘merkezi yönetim’ oluşsun ve merkezi yönetim uzun zaman devam etsin.

PEYGAMBERLER SİSTEMİNDE MERKEZ HAKİM DEĞİL, HADİMDİR

Peygamberler Sistemi’nde devlet ve kademeli organizasyon vardır. Ne var ki, bu sistemde merkezi kuruluşlar hâkim değil hâdimlerdir. Merkezin çevreye emretme yetkisi yoktur. Çevreden emir alarak hizmet etme durumundadır. Vergi, merkezi yönetimlerin aldığı haraç değil; aksine halkın yapılan hizmete karşılık hizmetlilere verdiği ücrettir. Herkesin verdiği ücret mukabilinde hizmetten yararlanma hakkı vardır. Yani ödediği vergi nisbetinde kamu hizmetinden yararlanabilir.

FİLOZOFLAR SİSTEMİ MONOPOLA DAYANIR

Filozoflar sisteminde çıkar çatışması sonucunda monopol doğar ve sonunda bir kuvvetin hakimiyeti ile denge oluşur. Devlet budur. Bütün sistemler, bu monopolü oluşturmaya dayanır. Seçimler de, monopolü belirlemek için yapılır. Seçimler aracılığıyla, dört veya beş yılda bir monopolün gücü ve kuvveti kontrol edilmektedir. Burada filozoflar ikiye ayrılmaktadır. Güç, siyasi güce dayanır. Kimler iyi savaşır ve galip gelirse, yönetim onların hakkıdır. Mali imkanlar onundur. İş adamları onların memurudurlar. Bu sosyalistlerin görüşüdür. Diğer grup filozoflar ise, kapitalistlerin görüşünü benimsemişlerdir; merkezde adamlarını oturturlar ve siyasi gücü de bunların birer bekçisi ve kolluk kuvveti gibi kabul ederler. Güç, kapital kuvvetine dayanır. En fazla kapitali ve parası olan konuşur, görüşü dinlenir ve itibar görür.

PEYGAMBERLER SİSTEMİ REKABET SİSTEMİDİR

Peygamberler Sistemi’nde monopol yoktur. Tek monopol vardır, o da başkandır. H e r aşiretin bir başkanı vardır ve başkan tektir. Ne var ki, herkes aşiret oluşturma hak ve hürriyetine sahiptir; dolayısıyla onun monopollüğü mahallidir. Hatta topluluktan ayrılıp uzlete çekilenler için bu başkanlara itaat etme mecburiyeti de yoktur. Her bucağın (küçük beldenin) bir başkanı vardır. Bu başkanın kanun yapma yetkisi yoktur. Mevzuat, sözleşmelerle oluşur. Bu başkanların görevi, hemşehrileri arasında çıkan ihtilâflarda geçici hakemlik yapmaktır. Hayatın tabiî akışını sağlamaktır. Başkanın verdiği kararda mağdur olanlar hakemlere giderler ve haklarını alırlar. Peygamberler Sistemi’nde hâkim yok, hakem vardır. Hakem kararları temyiz edilemez. Ayrıca ‘sosyal gruplar’ oluşmuştur ve bu sosyal gruplar sayesinde kişilerin hak ve hürriyetleri dayanışma içinde korunur. Sosyal gruplar rekabet içindedirler ve her zaman değiştirilebilirler. Kamu hizmetleri de rekabete dayanır. Kamu hizmetlilerinin ücretleri ortak bütçeden karşılanır ama hizmetlisini kişi kendi seçer. Hizmetliye, kendisini seçen kişi sayısınca pay verilir. Hizmetliler sürekli olarak rekabet içindedirler ve daima halka en iyi hizmeti sunmaya çalışırlar. İlçeler, İller, devletler ve birleşmiş milletler birer merkez bucak şeklinde organize olmuşlardır. Hepsinin de görevi hizmettir; hükmetmek değildir. Bunlar arasında çıkacak ihtilâflar da, başkanlar ve hakemler tarafından halledilir. Herkes bucağını, ilini ve devletini değiştirme hakkına sahiptir. Dolayısıyla bunlar arasında da rekabet vardır. Ekonomi, serbest fiyat ve ücret mekanizmasına dayanır. Tam ve sağlıklı bir serbest rekabet ortamı sağlanmıştır. Devletin görevi rekabeti korumaktır.’Kredi’, ‘vergi’, ‘kamu hizmetleri’ ve ‘vakıf tesisler’ hep bunu gerçekleştirecek şekilde düzenlenmiştir.

FİLOZOFLAR MEKANİZMAYA DEĞİL PRENSİPLERE DAYANIR

Filozoflar, kendilerine göre ideal sistemler ortaya koyarlar, ancak mekanizmasını açıklamazlar. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi, mekanizmayı bulacak olan, yarışa katılacak olanlardır ve o mekanizma ile yarışı kazanacaklardır. Eğer bunun üzerinde filozoflar çalışır ve çözümleri ortaya koyarlarsa, o zaman herkes o sistemi benimser ve yarış ortadan kalkar. Bu sebeple hep ortaya problemler atar ve ideal sonuçları açıklarlar ama oraya nasıl varacaklarına dair görüşleri ve kriterleri yoktur. Sadece tarihi bilgiler verirler. İkinci sebep ise, ortaya koydukları prensipler sadece birer kamuflajdır, halkı kandırma aracıdır. Zaman zaman kesinleştirilmez. Oyuncu seyredilir, oyuncuların zayıf ve kuvvetli tarafları belirlenir, kimi yendirmek istiyorlarsa ona göre kural ortaya koyarlar ve böylece hem sözde yarıştırır hem de istediklerine kazandırırlar. Bu yolla halkı uyutma ve yöneticilere güç sağlama imkanını elde etmiş olurlar. Bu nasıl olmaktadır? Bir misalle izah edelim: İki arabanın yarıştırılacağını varsayalım. Bilindiği üzere, bazı arabalar son derece süratlidir ama uzun zaman faal olamazlar, kısa zamanda bakıma alınmaları gerekir. Bazı arabalar ise sürat yapamazlar ama uzun zaman bakım ihtiyacı da hissetmezler. İşte bu özellikleri tam olarak tesbit etmek amacıyla, önce değişik yarışlar düzenler ve hangi arabanın ne gibi özellikler taşıdığını bilirseniz; yarışmayı yarışı kazandırmak istediğiniz kimseye göre ya kısa yolda ya da uzun yolda yaptırırsınız ve istediğinizi galip getirirsiniz. Her seçim döneminde yeni seçim kanunları, işte bu amaçla yani istediklerini galip getirmek için yapılmaktadır.

PEYGAMBERLER SİSTEMİ MEKANİZMALARA DAYANIR

Peygamberler halka sistemlerin felsefesini yapmazlar, onlara hikmetleri açıklamazlar; aksine mekanizma getirirler, her ferdin görevlerini ve haklarını tesbit ederler. Herkes peygamberlerin getirdiği sistemlere göre hareket ettiği zaman, bu hareketin tabii bir sonucu olarak sosyal kurumlar oluşur, insanlığın sabırsızlıkla beklediği ve istediği oluş gerçekleşir. Sistemler kurulur. Bu durum ve oluş, antimonopol ve desantralize sistemin zaruri bir sonucudur. Yoksa teorileri ve prensipleri halk anlayamaz ve yeni oluşun mekanizmasını kuramazsa, sonunda yine bir monopol merkezi sistem oluşur. İnsanlık tarihinde peygamberlerin getirmiş oldukları kitaplara dikkatli bir şekilde baktığımız zaman görürüz ki, o kitaplarda vaaz ve nasihat vardır ama sistemler yoktur. Ancak sonunda halk onların dediklerini yapmış, peygamberlerin çağrılarına uymuş, dünyalarını buna göre tanzim etmiş; bütün bu uygulamalardan da bugüne kadar bilinen ve bilinmeyen medeniyetler kurulmuştur. Hz. İbrahim peygamber dörtbin, Hz. Musa peygamber üçbin, Hz. İsa peygamber ikibin ve peygamberlerin sonuncusu Hz Muhammed (s.a.v.) peygamber de binbeşyüz yıl önce, sistemlerini işte böyle kurdular ve bizler de bugün hâlâ onların getirmiş oldukları sistemlerin içinde yaşıyoruz. Doğumdan ölüme, yıl başından yıl sonuna, sabahtan akşama; velhasıl günlük, haftalık, aylık, yıllık ve bir ömürlük hayatımızı, dünya düzenimizi onların getirmiş oldukları sistem ve düzen içinde yaşıyoruz. ( Burada, Şûrâ suresinin 13. ayetini hatırlayınız.)

A D İ L  D Ü Z E N, ‘PEYGAMBERLER SİSTEMİ’NİN

İLMÎ VERİLERE VE YENİ İHTİYAÇLARA GÖRE DÜZENLENMESİDİR

Adil Düzen’i iyi anlamak gerekir. Adil Düzen, hiçbir zaman yeniden icat edilmiş ve ortaya konmuş bir sistem değildir. Adil Düzen’de, peygamberlerin onbinlerce yıl içinde getirdiklerinden ve öğrettiklerinden başka bir şey yoktur. Nitekim bizim ortaya koyduğumuz her mekanizma Kur’ân’a dayanmaktadır ve birer modelleri de daha önce gönderİlmîş bulunan Tevrat ve İncil gibi kitaplarda da vardır. Kur’ân’da ne denmiş ve ne gönderİlmîşse, o ana prensipler esas alınarak sistem ve modelimiz ortaya konmuştur. Ancak burada, binlerce yıl önceki hükümlerin şimdiki zamanda uygulanmakta olduğu sanılmasın. Bizler, Kur’ân’ı bugünkü çağdaş ilimlerin ve gelişmelerin verileri çerçevesinde, günümüz ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde anlıyor ve onları ortaya çıkarıyoruz. Hayatımızı ve dünya düzenimizi Kur’ân’a göre tanzim etmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken de bizler, çağımızdan bin yıl önceki müçtehitlerin yaptıkları içtihatlara göre Adil Düzen’i ortaya koymuyoruz ancak onların yaptıklarına yapıyor ve usûllerini aynen uyguluyoruz. Yeni sistem ve düzen arayışlarımızda, onların ortaya koymuş oldukları metodu kullanıyoruz ama onlardan asırlarca sonra onların içtihatlarını körü körüne taklit etmiyoruz. Onlar nasıl ‘iç t i h a t’ yapıp kendi devirlerindeki düzen, sistem ve medeniyetlerinin mekanizmasını oluşturmuşlarsa, bizler de kendi çağımızda ve şimdiki zamanda onların yaptıklarını yapıyor ve günümüz ihtiyaçlarını karşılayacak mekanizmayı kuruyoruz. Günümüz çağdaş sistem ve düzeni ile geleceğin medeniyeti böyle kurulacaktır. Bizler, yıllardır yaptığımız araştırma ve uygulamalar sonucu bu neticeye ulaştık. Araştırmalarımızın neticesi budur. Zaten Cenab-ı Allah da Kitab’ında böyle yapmamızı emrediyor ve bizler de emrolunduğumuz gibi hareket ediyoruz.

PEYGAMBERLER SİSTEMİNDE FARK YOKTUR

Bütün peygamberler insanlara bir ‘din’, bir de ‘düzen’ getirdiler. Yani günümüzde yaygın şekliyle bilinenin veya gizlenenin aksine; bütün dinlerin bir de ‘düzen’ yönü vardır. İlâhî dinler arasında bazı ibadet farklılıkları vardır; ama ilâhî düzenler arasında bir farklılık yoktur. Bütün peygamberler, dünya düzeni olarak tek ve ortak bir düzeni insanlığa sunmuşlardır. Elbette her peygamber, kendi çağında geçerli olan bir mekanizmayı getirip kurmuş ve insanlara öğretmişlerdir; ancak bu mekanizma her devirde peygamberler arası ortak sistem ve düzenden kaynaklanmıştır. Ana kaynak ve esaslar hiçbir zaman değişmemiştir. Son Peygamber’den önceki devirlerde ilimler daha gelişmemiş olduğu için insanlar ‘içtihat’ yapamıyorlardı. Bundan dolayı Kur’ân’dan önce gönderilen kitaplar, aynı zamanda mekanizmayı da bünyelerinde içeriyorlardı.

Bunun nasıl olduğunu bir misalle izah etmeye çalışayım:

Canlılar değişik gıdalarla beslenirler. İpek böceği dut yaprağını yer. Diğer bazı böcekler ise meşe yaprağını. Her canlının midesi başka şey sindirecek şekilde hazırlanmıştır. İnsan da böyledir. İnsanın da yiyecekleri bellidir. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Omurgalılardan kurt gibi yırtıcılar, ayı gibi etçiler, domuz gibi meyveciler, at gibi otçular, inek gibi işkembeliler vardır. Genel kural, canlılar kendi seviyelerinden daha çok etçilere yaklaşan hayvanları yemezler. O halde insanın yerini de buna göre tesbit eder ve neyin kendisine gıda olacağını bilebiliriz. İnsan da maymun ve domuz gibi meyve yiyen memelidir. Dolayısıyla maymun ve domuz gibi meyvecil hayvanların etini yiyemez. Ayı ve kurt gibi hayvanların etini hiç yiyemez. At ve inek gibi ot yiyen hayvanların etlerini yiyebilir. İşte Tevrat  gibi eski kitaplarda devrin hayvanları buna göre sınıflanmış, şu hayvanın etini yiyin, şu hayvanın etini yemeyin denmiştir. Kur’ân’da ise sadece sınırda olan domuz etalon olarak verİlmîş ve aynı durumda olan diğer hayvanları saymamıştır. Hz. Peygamber (s.a.v), bu kritere göre kendi çevresindeki hayvanları tasnif edip etlerini helâl ve haram olarak bildirmiştir. Yeni ülkeler fethedilince, müçtehitler i ç t i h a t l a r yaparak helâl ve haram olan hayvanları belirlediler. Şimdi bizler de çağımızın biyolojik bilgileri içinde domuza kıyas ederek bu hayvanları belirleriz. Biz bunu yapıyoruz.

KUR’ÂN KONUŞMA DİLİ İLE İNMİŞTİR, TANIMLARI BİZ YAPARIZ

Halkın kullandığı konuşma dilinde mefhumlar/kavramlar vardır ama mefhumların tanımları yoktur. Müçtehitler kavramları tanımlar ve buna göre mekanizmaları kurarlar. Bu tanımlara göre de yeni düzen, sistem ve medeniyetler oluşur. Böylece yenileşme ve gelişme olur. Zira artık o eski tanımlar yetersiz kalmıştır. Bu merhalede yeniden i l i m adamları çıkar, yeni tarif ve tanımlar yapar, bunlara istinaden de yeni sistem ve medeniyetler kurarlar. Yeni tanımlar gelişmiş medeniyetin yeni ilmî buluşlarına dayanır. Bizim yaptığımız işte budur. Biz Kur’ân’daki kavramları bugünkü ilmî sonuçlara göre tarif ediyoruz. Elbette ki yeni tarifler yeni sonuçlar doğuracaktır. Artık bundan bin sene önce yapılmış içtihatlar geçersiz olmuştur. O içtihatlarla çağımız dünyasının meselelerini çözüme kavuşturmak ve halletmek mümkün değildir.

Şimdi çok daha yakın bir zaman biriminden örnek verelim: Meselâ, 1970’li yıllarda büyük şehirler yoktu. Günümüzde ise  gittikçe büyüyen ve süratle gelişen şehirler oluşuyor. Buna bağlı olarak problemler de gelişip büyüyor. Bugün, dünkü küçük şehir belediyelerinin görev ve yetkileri elbette farklı olmalıdır. Eski yorum ve değerlendirmelerin yerine, yeni yeni yorum ve değerlendirmelerin gelmesi gerekmektedir. Bu durum, onbeş-yirmi yıllık bir fark sebebiyle böyledir. Çağımızda, günlük, haftalık, aylık, yıllık olarak gelişen ve değişen durumlarla sık sık karşılaşıyoruz. Peki, ya ‘bin yıllık’ bir fark sözkonusu olursa, durum ve netice ne olacaktır? Gerçek ilim sahibi olan, anlayan ve çağı kavrayan aklıselim sahipleri için durum ve yapılması gerekenler bellidir.

Buna da bir örnek verelim: Kur’ân’da yabancılar için ayrı hukuk konmuştur. Ancak kimin ne zaman yabancı olduğu tanımlanmamıştır. Hz. Peygamber de tanımlamamış, sadece fiilen bu hükümleri uygulamıştır. Eski müçtehitler bunu uzaklıkla yorumlamışlar ve at, deve, yaya veya gemi ile yapılan yolculuklara göre mesafeleri belirlemişlerdir. Onların belirlediği mesafe ‘doksan kilometre’dir ve günümüz modern ulaşım araçları için bu mesafe artık gülünç bir mesafe olarak önümüzde durmaktadır. Hâlâ aynı içtihatlarla amel etmeye devam edecek miyiz? İstanbul’dan İzmit ve İzmir’e gidiş, yine aynı şekilde mi değerlendirilecektir?.. Biz günümüzdeki yabancılığı, hukuk düzeninin değişmesi şeklinde anlıyoruz. Dolayısıyla yabancı olma ile ilgili hükümleri de buna göre düzenliyoruz. Mesela, her belde veya belediyenin trafik kuralları farklı olabilir ve o belediyeye giden kimse o trafik kurallarına uymak zorundadır. Ne var ki, her yabancı, trafik kuralları ile ilgili levhaları olmayan yasaklara uymak zorunda değildir.

ADİL DÜZEN GERÇEK LAİKLİĞİ VE DİNDARLIĞI GETİRMİŞTİR

Çağımızdaki hızlı  değişim ve gelişmeler sebebiyle eski içtihatlar yeni hayatın ihtiyaçlarına cevap verememiş ve inanmış insanları hep sıkıntı içinde bırakmıştır. Dinsiz olsalar, iyi insan olma vasfını kaybediyor ve yeni nesilleri de zaptetme imkanı kalmıyor; dindar olsalar, hayatın problemlerini çözemiyor ve iki arada bir derede kalmış oluyorlar... Asırlardır böyle gelmiş, böyle gidiyor!.. Altı asırlık koca Osmanlı çınarı niçin yıkıldı? Osmanlı Devleti’nin duraklama, gerileme, çöküş ve yıkılış merhalelerini, bir de bu açıdan düşünüp değerlendiriniz...

Batı dünyasında ‘laiklik ilkesi’ bu duruma bir çözüm arama şeklinde ortaya çıkmıştır. Kilisede başka türlü, kilisenin dışında başka türlü düşünme ve başka insan olma ilkesini getirmişler; ama başarılı olamamışlardır. İslâmiyet ise bu duruma çözüm getirmiştir. Bu çözüm ‘i ç t i h a t  s i s t e m i’dir. Bu sistem sayesinde, her zaman yeni meseleleri hemen çözüme kavuşturmak mümkündür. Herkes kendi içtihadını kendisi yapacak veya bir müçtehide uyacaktır. Böylece hem yaşadığı dönemdeki hayatın meselelerini çözecek, hem de inançlarına bağlı kalacaktır. Bu uygulama sayesinde gericilerle ilericiler, dindarlarla dinsizler, gerçek laiklerle fanatik laikler arasındaki kavgalar da bitecektir. Sağlıklı, hür ve dengeli bir yarış ortamı sağlanırsa; hak ile bâtıl, doğru ile yanlış, aydınlık ile karanlık sistemlerin ortaya çıkması kolaylaşacaktır.

ADİL DÜZEN’İN FIKHI YAZILMALIDIR

Adil Düzen’in gerçekten gelebilmesi için teorilerden çok basit ve pratik uygulama sistemleri geliştirilecektir. Bu elzemdir. Meselâ, geçmiş asırlarda müçtehitler temiz ve pis suları tesbit etmişlerdir. O devre ait şartlar içinde rengi, kokusu, tadı ve akıcılığı değişmemiş olmak şartıyla, ‘akarsular temizdir’ demişlerdir. Ancak günümüz dünyasında bu hükmün uygulanması mümkün değildir. Koli ihtiva eden, kolera kaynağı olan bir akarsu, geçmiş müçtehitlere göre temizdir. O halde, bugünkü temiz ve kirli suları yeniden ele almamız ve başka türlü tanımlamamız gerekmektedir. Bu tanım, doktor ve kimyagerlerin keyfi anlayışlarına da terkedilemez. Başlangıç olarak hiç olmazsa tanımlama yetkisinin kimde olacağı belirtilmelidir. Bizim sistemimizde bu tanımlama yetkisini din alimlerine bırakıyoruz. Her din alimi kendi şartları içinde güvendiği doktorlara tahliller yaptıracak ve neticesini yayınlayacaktır. Ancak doktorların bu sınırları nasıl belirledikleri bilinecek ve bunun usûlü tesbit olunacaktır. Bu tesbit bağlayıcı olmayacak ama yol gösterici olacaktır.

ADİL DÜZEN’DE FERDİ ÇALIŞMALAR YETERLİ DEĞİLDİR

Eski müçtehitler, çağlarının bütün ilimlerini biliyorlardı. Bundan dolayı tek başlarına içtihat yapabiliyorlardı. Bugün ise bir kimsenin gelişmiş bütün ilimleri tek başına bilmesi imkansızdır. Bundan dolayı bir ekole ve üniversitelere ihtiyaç vardır. Bu ekollerin de nasıl olması gerektiği, hangi özellik ve esasları ihtiva etmesi gerekeceği tesbit edilmelidir. İşte Adil Düzen ile ilgili sonuçlar, bu e k o l veya e k o l l e r tarafından ortaya konacaktır. Adil Düzen, ancak böyle bir çalışma sonucunda oluştuktan ve halka iyice anlatıldıktan sonra uygulama imkanı bulabilecektir. Bütün bu anlattıklarımızla beraber, pilot bir uygulamaya başlamadan da hiçbir şey yapmamız mümkün değildir. Bizler,1967 yılında ‘Akevler’i bu maksatla kurduk ve ancak buradaki uygulamalarımız sayesinde bugün sizlere anlattığımız sistemi geliştirebildik.

Burada bu vesile ile bir gerçeği ifade etmeden geçemeyeceğim. Şöyle ki: Bizim yıllarca üzerinde çalışarak ve çilesini çekerek geliştirdiğimiz sistemi politik amaçları için kullananlar; çalışmalarımızın çekirdeği olan kooperatifimize ve dolayısıyla bize, akıl almaz hasmane tavırlar takınmışlar ve bizi sürekli olarak son derece rahatsız etmişlerdir... Zaman zaman hor görmüş ve hakaret de etmişlerdir... Yıllarca bunlara göğüs gererek ve sabrederek, doğru bildiğimiz yolda azimle yürüdük ve çalıştık... Genellikle ve çoğu zaman, Allah’tan başka dostumuz ve yardımcımız da olmadı... Sadece düşmanlarımızın değil; o dost bildiklerimizin bile şikayetleri yüzünden, bırakınız nice normal mahkemelerde; Devlet Güvenlik mahkemelerinde bile yargılandık!.. Türkiye’de olduğum yıllarda, -hafta sonu ve resmi tatil günleri hariç- günübirlik veya gün aşırı ve sürekli olarak mahkemelerde vakit tüketmek zorunda kaldık. Karakollardaki soruşturmalarda yorulduk. Bizler bu halleri yaşarken , dost ve arkadaş bildiklerimiz, bırakınız destek olmayı, köstek olmayıp -veya hiç olmazsa- gölge etmeselerdi; başkaca bir ihsan istemez ve ona bile razı olabilirdik! Ama maalesef olmadı!.. sonunda nice üst seviyedeki yetkililere ve belediye başkanlarına, birlikte sistem ve düzen çalışmalarını yürütme veya ‘model yerel yönetim uygulaması’ yapma tekliflerimi de yaptıktan, daha doğrusu en son ‘davet ve tebliğ’ görevimi de yerine getirdikten sonra; şimdilik Türkiye’deki çalışmalarımızın ve çabalarımızın netice vermeyeceğini anladım... Nihayet, daha fazla devam etmekte fayda görmediğim için Akevler Kooperatifi’nin başkanlığını yönetimini arkadaşlarıma terkederek Türkiye’den uzaklaştım...

Bu mantıkla bir partinin Adil Düzen’i getirmesi mümkün olabilir mi? Gerçekten Adil Düzen getirilmek isteniyor mu; yoksa Adil Düzen sayesinde sadece iktidar mı olunmak isteniyor? Bu sorunun cevabını ve yorumunu siz değerli okuyuculara bırakıyorum. Görebildiğim kadarıyla, Batılılar da bu tür sahte çıkışları destekliyorlar ki, bu sayede gerçekler ortaya çıkmasın. Bugün gelinen bu noktanın iyi bilinmesi ve kavranması gerekiyor.

Değerli Okuyucular!

Sizler bu gelişmeleri bu vesileyle öğreniniz ve gerçek Adil Düzen’i kurmakla yükümlü olduğunuzu da biliniz. Yarın Allah tarafından “Adil Düzen’i niçin kurmadık?” (veya kuramadık) diye sizler ve bizler hep beraber hesaba çekileceğiz. O hesap gününün şiddetinden şimdiden hepimiz korkmalı ve daha dünyadayken davranışlarımızın muhasebesini yapmalıyız. Her birimiz, “Allah’ım! elimden bu kadarı geldi!” diyebilmek için; gerçekten elimizden geleni hayattayken yapmış olmak zorundayız. Bizler, burada kısaca özetlediğim bu kitapçıkta ve uzun yıllardır arkadaşlarımla birlikte detayları ile anlattığımız diğer bütün çalışmalarımızda, yapılması gerekenleri yaklaşık olarak ortaya koymuş bulunuyoruz. Bunları okuyup öğrenmeli ve anlamalı; sonra bu ortak çalışmalara katılacak arkadaşlar bulmalı; en sonunda da birlik ve beraberli içinde uygulamalısınız...

‘Peygamberler Sistemi’ne dayanan bir ‘Adil Düzen’ ancak böyle kurulabilir; vesselâm....