MUHAMMET SÛRESİ TEFSİRİ(47.SÛRE)
Süleyman Karagülle
1648 Okunma
38.AYET

MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ - 12

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ)

 

هَاأَنْتُمْ هَؤُلَاءِ تُدْعَوْنَ لِتُنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَمِنْكُمْ مَنْ يَبْخَلُ وَمَنْ يَبْخَلْ فَإِنَّمَا يَبْخَلُ عَنْ نَفْسِهِ وَاللَّهُ الْغَنِيُّ وَأَنْتُمْ الْفُقَرَاءُ وَإِنْ تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ (38)

 

هَاأَنْتُمْ هَؤُلَاءِ

(HAv EaNTuM Hav EuLAEi)

“İşte siz şimdi ...”

Bundan önce sizden infak istemiyorum denmiş ve infak mükellefiyetini kaldırmıştı.

Bunu iki sebebe bağlayabiliriz.

Bugün olduğu gibi vergi verme takatimiz olmadığı için vergi kaçırmanın meşruiyetini anlatmış oluyor. O kadar ağır vergiler konmuştur ki, vergi kaçırmazsanız iflas edersiniz.

Küresel sömürü sermayesi böyle bir bozuk vergi sistemini bize empoze etmiştir. Gayesi, kendi vergimizle kendimizi imha etmemizdir. Bu durumda bizim kendimizi savunma hakkımız vardır. Nitekim Türkiye’de herkes vergi kaçırıyor. Bu arada çok sıkıştığında biraz da rüşvet veriliyor ve bu sayede Türkiye yaşıyor.

Eğer rüşvet olmasa, eğer vergi kaçırılmasa, Türkiye batar.

İşte bundan önceki âyette bu sebeple bizden infak istenmemiştir.

İkinci sebep de halkın çok hain olması nedeniyle vergi kaçırmış olmalarıdır. Bu da belvi umumi (herkesin işlediği yaygın suç) hâline geldiği için burada da yine halktan vergi kaçırmayın denmiyor. Düzen değişinceye kadar, “Adil Düzen gelinceye kadar, hainlikten de olsa vergi kaçırmaya devam edin denmektedir.

O halde bu böyle devam mı edecek?

Alan memnun veren memnun, ölen memnun kalan memnun deyip de oturacak mıyız?

Vergi kaçırmayla ve rüşvetle mücadele etmeyecek miyiz?

O zaman topluluğumuz ne olur?

Yıkılıp gider.

Bundan dolayı mutlaka birileri çıkacak, bu vergi kaçırma ve bu rüşvet musibeti ile mücadele edecektir.

Yoksa devlet yıkılıp gider, halk da soykırımına uğrar.

Biz bu cihada bundan kırk dört yıl önce 1967 yılında başladık. Akevler vergi kaçırmama ve rüşvet vermeme temel prensibi üzerine kuruldu. Ama ne oldu? Laikliğe aykırı düzen kurdunuz diye sömürü sermayesi devleti bize saldırttı. Bu sebeple mücadelemizde kısmen başarılı olduk. Kâfirlerin rüşvet vermemeyi, vergi kaçırmamayı laikliğe aykırı sayan zihniyetini yendik ama bozuk düzeni düzeltemedik. Şimdi de İstanbul Akevler’de bu mücadelenin hazırlığını yapıyoruz, bize bu konuda katılacak kimseleri bekliyoruz...

Katkı iki şekilde olacaktır.

Bedenen katılacağız. Kur’an’ın bizden istediği başta budur, bedenen katılmadır.

Buna yani bedenen katılmaya imkanınız yoksa, o zaman mâlen katılacağız.

Bu sömürü sermayesinin kurduğu rüşvet ve vergi kaçırma durumunu mutlaka ortadan kaldırmamız gerekir. Biz bu konuda siyasi partilere öneride bulunuyoruz. Kimse kulak vermiyor. Vergi kaçırılmayan ve rüşvetin olmadığı bir dünyaya gitmezsek varlığımızı sürdüremeyiz.

” harfi işaret harfidir, yahut tembih , uyandırma harfidir. “Ve” harfini atfetmeden “Hâ” ile başladığına göre birilerini işaret ederek anlatmaya başlıyor. Bunlar bundan önceki âyette geçen kimseler olabilir. Zaman farkından dolayı bu tembih ve işaret harflerini getirmiştir. Yani bundan önce siz infakla memur değildiniz ama şimdi zamanı geldi, artık infak ediniz anlamındadır. Yukarıdaki muhataplara başka zamanda emretmektedir.

Bir gün “Adil Düzen” gelirse o zaman bu âyeti o gün öyle yorumlayacak ve o mânâyı vereceğiz. Ama bugün böyle değildir. Henüz “Adil Düzen” gelmemiştir. Rüşvet alan da veren de, vergi kaçıran da vergi kaçırmaya göz yuman da mazurdur. Dolayısıyla onlar böyle bir zorlamaya şimdi de davet olunmamaktadır.

O halde burada hitap edilen kimseler kimlerdir?

Evet, burada hitap edilen, burada muhatap olan kimseler cihat yapacak olan mü’minlerdir. Yukarıda hitap edilenler müslimlerdi. Şimdi burada hitap edilenler ise Mekke mü’minleridir; savaşla memur olmayan ama cihatla memur olan Mekke mü’minleridir.

Buradaki “” tembih harfi değil tahsis harfidir.

Bir yerde konuşurken genel konuşma yaparsınız. Sonra özel olarak bir gruba döner, size söylüyorum, özel olarak size söylüyorum dersiniz

Yukarıda tüm müslimlere hitap ederek ‘sizden infak etmenizi istemiyorum’ denmiş, sonra mü’minlere dönmüş, onlara, ‘siz infaka davet olunuyorsunuz’ deniyor.

Hâ Entüm” mübteda yapılmış, davet olunanlar da haber yapılmıştır.

HaÜlâi” diyerek haber de isim cümlesi yapılarak tahsis yapılmıştır.

Evet, siz ey müminler, müslimlerden farklı olarak infaka davet olunuyorsunuz.

Böyle deniyor.

Vergi kaçırma ve rüşvet hastalığı nerden gelir?

İnsanlar birlikte üretirler, ayrı ayrı tüketirler. İnsanlar uygarlaştıkça birlikte üretme gittikçe gelişir. Birlikte üretme birlikte çalışmadır. Bu merhaleden sonra da ayrı ayrı tüketeceklerdir. Bu da bölüşmedir. Uygarlık böyle doğmaktadır.

Yeni hukuk düzeni getirirsiniz, o yeni üretim düzenini getirir. Eski hukuk düzeni işe yaramaz olur. İşte bu sebeple yani eski hukuk düzeni ile sorunlarını çözemeyen topluluk yaşlanır. O yaşlanma sebebiyle oradakiler işlerini yürütebilmek için rüşvet verme ve vergi kaçırma durumunda kalırlar. Yeni hukukla yeni üretim tipini meydana getirmezlerse, eski hukuk sistemi işe yaramaz hâle geldiği için çökerler.

Müslümanlar “Fıkıh İlmi” ile yeni hukuk sistemini meydana getirdiler. 1500’li yıllarda İstanbul’u fethedecek ve Viyana’lara gidecek kadar güçlendiler.

Müslümanlardan yeni hukuk düzenini alan Batı dünyası (Avrupa) sanayi inkılabı yaparak bugünkü uygarlığı getirdi. 1500’lerde Rönesans ile başlayan sanayileşme bugün en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Ne var ki tarım döneminden kalma hukuk sanayi dönemine uymadığı için bugünkü sorunlar ortaya çıkıyor.

Bizim bu hususta “Yüz Sorun - Yüz Çözüm” çalışmamız vardır.

Bu çalışmamızla birlikte benzeri çalışmalarımızın yayınlanması gerekmektedir.

İşte, bozuk hukuk düzeni yolsuzluklara ve rüşvete, vergi kaçakçılığına zorlar.

Bugünkü durum budur.

Halktan bunu değiştirmesini istemek mümkün değildir.

Ama Kur’an’a inanan seçkin mü’minler ortaya çıkacak. Bunlar bir taraftan Kur’an’ı incelemeye ve ondan tedebbür edip hükümler çıkarmaya devam edecek, diğer taraftan da uygulama yaparak günümüzün sorunlarını çözmeye çalışacaklardır.

İşte, son âyet Kur’an düzenini getirmeye çalışan bizlere hitap etmektedir.

Bizden, diğer Müslümanlardan istemediği fedakarlığı beklemektedir.

Ben İstanbul’da daha üniversite talebesi iken, Yalova’nın Teşvikiye köyünden Mehmet Ali Köse soru sordu: “Ben köyün ormandaki odunlarını alıp satıyorum. Eğer rüşvet vermesem, vergi kaçırmasam ticaret yapmamın imkanı yok. Çünkü ben İstanbul’da satarken yüzde 20 zarar ederek satacağım. Herkesin yaptığını yapıyorum. Ticaretim devam ediyor. Ben köyüme hadimim, çok az kârla satarak köylülere hizmet ediyorum. Ben hacca gittim, artık para kazanma ihtiyacında da değilim. Tarlalardaki gelirlerim yettiği gibi biriktirdiğim servet de bana yeter. Şimdi ben bu işi bırakmak istiyorum. Ama ondan sonra köyde bu işi yapacak olanlar halkı ezeceklerdir. Ne yapayım; bırakayım mı, devam mı edeyim ?”

İşte, o zaman bu âyetleri okumuş bile değildim. Aklımla şu cevabı verdim. “Bu işe devam edeceksin ama kazandıklarının hepsini rüşvet düzeninin kalkması için harcayacaksın.”

Devam etti...

İşte, şimdi size, tüm mü’minlere ve müslimlere söylüyorum. Mevcut düzende herkes nasıl kazanıyorsa öyle çalışacak ve kazanacaksınız. Haramlar kısas iledir. Herkes rüşvet verirken siz de vereceksiniz, herkes vergi kaçırırken siz de kaçıracaksınız. Ancak “Adil (Ekonomik) Düzen”in gelmesi için çalışacaksınız. Kazançlarınızdan size yeteni lükse gitmeden kullanacaksınız, fazlasını “Adil Düzen”in gelmesi için harcayacaksınız.

تُدْعَوْنَ لِتُنفِقُوا

(TuDGaVNa LiTuNFıQUv)

“İnfak etmeye davet olunuyorsunuz.”

İşte siz mü’minler, siz Adil Düzen Çalışanları, diğer müslimlerin dışında infak etmeye davet olunuyorsunuz.

“Emr olunuyorsunuz” denmiyor, “davet olunuyorsunuz” deniyor. Çünkü mü’min olmak, “Adil Düzen” için çalışmak farzı kifayedir. Birileri yaptı mı diğerlerinden sakıt olur.

O halde kimler mü’min olup bu işi yapacaktır?

Eskiden bu iş İsrail oğullarına verilmişti.

Kur’an’dan sonra gönüllülere verilmiştir. Kimler mü’min olmak istiyorsa işte onlar mü’mindir. Buradaki muhatap olanlar işte onlardır.

“Davet olunuyorsunuz”un mânâsı budur.

Şimdi bir soru ortaya çıkıyor: Farzı kifayelerde “emir” yok, “davet” var; kim isterse emri yerine getirir. Onlar sevaplarını alırlar. Ya kimse görevi yerine getirmezse ne olur? Kim sorumlu tutulacak? Âhirette niçin yapmadın diye kime sorulacak?

Âhirette kollektif sorumluluk olmadığı için “emir” değil de “davet” yapıldığı için kimse sorumlu olmayacaktır.

Buradan şu hüküm çıkarılır: Farzı kifayeler sadece dünyevi işlerde vardır. Yani Allah’ın halifesi olan topluluğa karşı farzlardır. Âlemlerin Rabbi Allah’a karşı olan  yükümlülüktür, farzı kifaye yoktur, farzı ayn vardır.

Peki, bir toplulukta farzı kifayeyi kimse yerine getirmezse ne olur?

O topluluk dünyada cezasını çeker.

Ölüyü defnetmezseniz kokar, hastalık yapar, hastalık yayılır ve herkes cezasını çeker.

İşte, rüşvet ve vergi kaçırma da böyledir.

Birileri çıkar da; biz “Adil (Ekonomik) Düzen”i getireceğiz, rüşvete gerek kalmayacak, vergi kaçırmaya gerek kalmayacak derlerse, o topluluk kurtulur.

Böyle yapılmazsa o topluluk helâk olur.

Helak olanların halkı bundan dolayı âhirette sorumlu olmazlar.

Biz şimdi İstanbul Yenibosna’da yaptığımız faaliyetlere davet ediyoruz.

Emretmiyoruz, davet ediyoruz...

Bizim sözümüzü dinlemeniz gerekiyor, yoksa hep beraber helâk oluruz.

  1. Bizim seminerleri birlikte bulunduğunuz yerlerde okuyacaksınız. Dergide ve makalelerde tartışacaksınız. Katkıda bulunacaksınız. Hataları düzelteceksiniz.
  2. Bulunduğunuz yerde bir tarım veya sanayi semtini kuracaksanız. Semtinizde önce bir bakkal açacaksınız. Bir de birkaç kişinin yapacağı bir işi kuracaksınız. “Adil (Ekonomik) Düzen” uygulamasını denemeye başlayacaksınız.
  3. Bunları yapabilmeniz için 10 liradan 100 liraya kadar veya daha fazlasıyla her biriniz paranızı artırıp bir hesapta toplayın. Verenlerin toplanan paraları biriksin. Bizi haberdar edin; sözleşmelerinizi hazırlayalım, muhasebenizi tutalım...
  4. Sonra düşüncelerinizi bize bildirin, biz de size bildirelim, bir iş yapalım. Mesela; biz şimdi askılı ayakkabı dolabı (yani mobilya) üretim ve pazarlaması yapıyoruz. Gelecekte bu para ile bize dolap siparişi yapar, orada pazarlamaya başlarsınız; “Adil Düzen”e göre satış yaparsınız. Veresiye değil konsinye satış. Müşterilere taksitle ödeme yerine taksitle satış yaparsınız. Ödeyemediği zaman ödediği parayı iade eder, hasar yapmamışsa malı geri alırız.

Nafaka” köstebek deliği/yuvası demektir. Yuva iki taraflıdır, deliklerin birinden girilir diğerinden çıkılır. Pazarın kurulduğu sokak da böyle olduğu için oradaki alınan şeylere “nafaka” denmektedir.

İnfak etmek” harcamak demektir. Evdeki aileyi doyurmak infaktır. Tarladaki harcamalar da infaktır. Genel olarak bir şeyi üretmek için çalışmak da infak olabilir. Yani, infak ediniz, harcayınız demektir.

“İnfak” ile “ita” arasında fark vardır. “İta”da siz elinizdekini verirsiniz, o istediği gibi harcar. Zekat böyledir. İnfakta ise siz harcarsınız, başkasına vermezsiniz.

Burada emredilen “ita” değil “infak”tır.

Bu ifade çok önemlidir. 

Yönetim oluşmadan insanlar kime verecekler de o harcayacak?

Herkes kendisi harcar.

Emrolunan, herkesin kendi imkanlarına kendisinin sahip çıkmasıdır.

Genellikle size katılanlar maddi desteklerini verirler, siz de onu harcarsınız. Ama bu büyük yük olur. Siz verilenlerin altında ezilirsiniz. Onların hukukunu koruyamazsınız. Bunun için herkes kendisi infak edecektir.

İstanbul Akevler muhasebesinde herkes verdiğini ve aldığını yazacaktır. Hayır yapanlar da yazacaktır. Vakıf olsa da yazacaktır. Sonra da o vakfın bekçiliğini onlar yapacaktır. Biz bu muhasebeyi kuramadığımız için kendi paramızı bile rahatlıkla harcayamıyoruz. Bundan dolayı da ben en yakınlarıma bile zulmeder oldum.

İzmir’de bizi gerek ekonomide gerek siyasette destekleyenler vardı. Bunlardan bazılarının paylarını onlara sormadan kullandım. Bunlardan biri de Şükrü Erdoğan’dı. Sonra bunu öğrenince, sormadan yaptığım için biraz yadırgadı. Haklı idi. Ama ben onu kendimden saydığım için kendime değil, cihat için kendi takdirimle kullandım. Hata ettiğimi hatırlattı. Hâlâ o pay Akevler’de duruyor. Ama karşılıklı sevgimiz daha da artmış bulunuyor.

Buradaki infak emri bunun için önemlidir. Bu suiistimalleri önler.

“Adil Düzen Partisi”ni kurduğunuzda halktan bir kuruş almayacaksınız. Muhasebenizde taahhütleri alacaksınız. Paralar onlarda veya vekillerinde duracak, siz ihtiyacınızı belirleyeceksiniz, oraya o harcayacaktır. Muhasebemizi buna göre yapacağız.

İslâmiyet’te de sigorta vardır. Ama önce sigorta aidatı toplanmaz. Ortaklık kurulur, gerektiği zaman taksit taksit toplanır.

İşte bu durum “ita” değil de “infak” emrinden ileri gelmektedir.

Ne vererek Allah’ın sebilinde  harcamış oluruz?

Emeğimizi verebiliriz, bedenen katılırız.

Malımızı verebiliriz, yapımızı veya arsamızı verebiliriz.

Dayanışmamızı verebiliriz. (Sen iş yap, kâr-zarara ben de katılırım deriz.)

Katkı iki şekilde olur.

Ya verirsiniz, karşılığını istemezsiniz.

Yahut ortak olursunuz, zarar ettiğinde ise tasadduk edersiniz. Kazanırsa, kazançtan payınızı alırsınız. Bugün bizim istediğimiz tasadduk budur. Ortak olmak, borç vermek şeklindeki katılmanızdır. “İnfak” kelimesi bunu da ifade eder. Bir tarlaya yapılan harcamalar Kur’an’da “infak” şeklinde ifade edilmiştir. O halde bir işletmeye ortak olmak da “infak”tır.

فِي سَبِيلِ اللَّهِ

(FIy SaBiLi elLAHı)

“Allah’ın sebilinde.”

Adil Düzen Çalışanları “Allah’ın sebilinde” yani topluluğun yollarında harcamaya davet olunuyorlar. “Allah” burada topluluktur. Allah’ın bizzat kendisinin bizim malımıza ihtiyacı yoktur. Onun halifesi olan topluluğun ihtiyacı vardır.

Bundan önce “Allah sizinle beraberdir, amellerinizi zayi etmez” denmiştir. Orada âlemlerin rabbi olan Allah kastedilmiştir. Bundan sonra “Allah ganidir” deniyor, gani olan da âlemlerin rabbi Allah’tır. Muhtaç olan ise onun dünyadaki halifesi olan topluluktur. Zaten başka türlü mânâ vermemiz mümkün değildir.

Sebil” ağ hâlindeki yol demektir. Herkesin komşularıyla ve yakınlarıyla kurduğu ilişki vardır, sosyal ve ekonomik ilişki kurduğu kimselerle kurduğu ilişki vardır. Bu ilişki bir yol üzerinde yapılmaktadır. Onlar da kendi çevrelerinde kurarlar. Böylece yeryüzü insanları birbirleriyle ilişki kurmuş olur.

-İlk ilişki kurduğu kimseler aile ve aşiretidir. Yaşamayı bunların içinde gerçekleştirir.

-Sonra semti ve bucağı (kabilesi) onun çalışmada kurduğu ilişkileri sağlar.

-İlde güvenlik ilişkileri vardır.

-Ülkede savunma ilişkileri vardır.

-İnsanlıkta uygarlaşma ilişkileri vardır.

İşte bu ilişkileri sağlayan araçlar “sebil”dir, yoldur.

Katı, sıvı,  gaz ve elektrik akımlarının yolları “sebilullah”tır. Radyo, telefon, cep telefonu, internet sebilullahtır. PTT sebilullahtır. Kara, deniz, hava ve demiryolları birer sebilullahtır. Araçlar, paralar, hukuk, teknoloji sebilullahtır. Sanat ve teknoloji sebilullahtır. Hâsılı, topluluğun düzenini gerçekleştirmek için çalışmak sebilullah için çalışmaktır.

Yukarıda anlattığımız rüşvetçi ve vergi kaçırıcı düzenden kurtulmamız için yapılması gerekenleri yapmak sebilullahta çalışmadır.

Eskiden halk bu sebilullahı “vakıflar” kurarak gerçekleştirirdi.

Arabayı süren arabayı tamir edemez, yenileyemez. O halde iktidarların rüşveti ve vergi kaçakçılığını önlemeleri mümkün değildir. İktidarlar zor kullanırlar. Oysa belvi umumi olmuş konularda zor halkın direncini artırır ve iktidarı devirir. Türkiye’de on yılda bir askeri müdahaleler bunun için olmuştur.

O halde “Adil Düzen”i getirecek olan iktidar değil halk olacaktır.

Halk bunu “vakıflarla” getirebilir. Ancak vakıflar çalışamaz hal almıştır.

Halk günümüzde “Adil Düzen”i “kooperatifler”le getirebilecektir.

Buradaki emir tek başına kişilere değil, birlikte olan mü’minleredir. Bu mü’minler de birlikteliklerini bu yolla temin edeceklerdir.

İşte bunun için bugünkü mevzuat içinde en uygun kuruluş “kooperatif”tir.

Demek ki buradaki “sebilullah”ı kooperatif içinde infak eden şeklinde anlayabiliriz.

Bize emredilen bir dinin yayılması için infak değildir. Dinde zorlama yoktur.

Bu sûre savaşla başlamıştır. O halde dinî değildir. Daha iktidar olmadığımız için de siyasi değildir. Halk ise ilim etrafında toplanmaz. Çünkü herkes rasih (er-rasihûne fi’l-ilmi) olamaz. Tek toplanmamız gereken kuruluş “ekonomik kuruluş”tur. Zaten sûre savaşla başlamış ama şimdi infakla bitiyor. Yani biz savaşmakla değil, infakla mükellef kılınıyoruz.

Ekonomik ortaklıklar da ikiye ayrılır.

Kooperatif dışındaki ortaklıklar sermayeye dayanır. Limited, anonim ortaklıklar sermaye ortaklıklarıdır. Kollektif ortaklıklar dar kuruluşlardır. Mal verme ortaklığıdır. Yönetim merkezidir. Tek halka açık İslâmî ortaklık şekli “kooperatif”tir. Kooperatifin mâli ortaklığı şahıs ortaklığıdır. Kararları parası olanlar değil, kişiler yani ortaklar alırlar.

Biz bir şeyi yaparken hem şeriata uymalıyız hem kanunlara uymalıyız. Şeriata ve kanunlara uygun olan kooperatiftir, vakıf veya dernek değildir. Vakıf ve dernek İslâmîdir ama İslâmî cihada uygun değildir. Orada kişisel sorumluluk yoktur. Onlarla cihat yapılamaz. Cihat ancak ve ancak kooperatifte yapılabilir.

İşte, Kur’an “konuşma dili”yle inmiştir; onu “ilim dili”ne, “hukuk dili”ne biz çeviririz dediğimizde bunu kastediyoruz. “Allah’ın sebili” demek “Adil Düzen” için çalışmadır. Bu da kooperatifler yoluyla yapılacaktır diyoruz. Biz böyle  tarif ediyoruz.

Birileri de “Bu Saadet Partisi’dir” diyebilir; “Bu Risale-i Nura hizmettir” diyebilir.

Geçmişte dediler, büyüdüler; ama şeriat/hukuk düzenini getiremediler.

Biz ise daha o zaman (1967) “Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi”ni kurduk. Hem kurduk hem de F. Gülencileri, hem Millî Görüşçüleri davet ettik. Onlar anonim ortaklıklarla cari sistemde para kazandılar. Dünyaya hakim oldular ama şeriat/hukuk düzenini getiremediler, bizim şeriat düzenini getirmemize hazırlık yaptılar.

Onlar Hazreti Musa ve Hazreti İsa’nın yaptığını yaptılar.

Şimdi Kur’an düzenini getirecek bir hâdi (mehdi değil) bekliyoruz.

Kuracağımız kooperatifleri işte o hâdi organize edip iktidar olacaktır.

İstiklâl Savaşı’ndan önce her yerde çeteler kurulmuş, direnme başlamıştı. Sonra Mustafa Kemal bunları birleştirip cumhuriyeti kurdu.

Şimdi de biz kooperatifler kuracağız, millî direniş başlayacak. Sonra bir hâdi gelecek ve ülkemiz ile dünyamızı “Adil Düzen”e kavuşturacaktır.

Önce semtimizde bir “kooperatif” kuracağız, “tüketim kooperatifi” şeklinde bir bakkal açacağız, ayrıca bir üretim atölyesi kuracağız. Başarılı işletme elde ettik mi on kadar böyle kuruluşu ile kooperatif “bucak kooperatifi” hâline getirilecektir. Diğer bankaları ve işyerlerini ortak ederek bunu sağlayacağız. Biz başarılı olursak hepsi ortak olur.

Sonra ilçemizde “hizmet kooperatifi”ni kuracağız. Sonra tüm ilin ilçelerinde bu kooperatif işletmeleri kuracaktır. İlde hizmet kooperatifi olacaktır. Sonra bölgemizde “ülke kooperatifi” kurup büyük işletmeleri ortak edeceğiz. Ülkemizin tüm bölgelerinde kooperatif büyük işletmelerden isteyenleri ortak edecektir. Sonra da İstanbul’da “İnsanlık Kooperatifi” kurarak eşitlik içinde insanlığı ekonomi bakımından “Adil Düzen”e götüreceğiz.

İşte, Allah şimdi bize bunu emretmektedir; buna başlamamızı emretmektedir. Siz bulunduğunuz yerde buna başlayacaksınız. Biz yaparken tanıdıklarımıza mektup yazarak ve görüşmelerle böyle bir şey yapmalarını teşvik edeceğiz.

Allah’ın bu davetini kabul edenler bu görevi almış olmaktadırlar.

Kabul edenler mü’min olarak yarından tezi yok yola koyulmalıdırlar.

فَمِنْكُمْ مَنْ يَبْخَلُ

(Fa MiNKuM MaN YaBPaLu)

“Sizden buhl edenler var.”

“Buhar" sıcak sudan çıkan buğu, "bahl" çok az veren, verdiği bir işe yaramayan anlamında cimri mânâsına gelir. “Buhar” kaynayan sudan çıkan buğudur. “R” “L”ye dönüşmüş, havadan başka, laftan başka bir şey vermeyen adama denmiştir.”

Bu cümleler “Akevler Kur’an Sözlüğü”nden alınmıştır.

Yani “Adil Düzen” çalışmalarına katıldığı halde bir türlü katkıda bulunamayanlar. Bilhassa “Adil Düzen”den esinlenerek zengin olanlar,  nerden geldiklerini unutarak o günleri hatırlayamayanlar vardır. Konya holdingleri bunlardandır. Babaları vermek isteseler bile kendileri yani bugünkü evlatları paralarına kıyamıyorlar.

“Adil Düzen” ile yola çıkanlar şimdi Anayasa ekseriyeti ile iktidardadırlar. Onlardan birinin çıkıp da “Adil Düzen’in kokusu bizi buraya getirdi, şimdi kendisini getirmek için infak edelim” diyene rastladınız mı? Ama ben Adil Düzen Çalışanlarından öylelerini biliyorum ki, hâlâ yiyeceğinden ve giyeceğinden artırıp “Adil Düzen” için harcayacak yer aramaktadır. Bunların varlığı, bunların kuruşla da olsa katkıları bu ülkeye “Adil Düzen”i getirecektir.  Helak olmaktan bu ülkeyi onlar kurtaracak, onların bedenî katkıları bunu sağlayacaktır.

Buhl sadece parada olmaz. Bir doktor eğer para almadığı veya alamadığı yerde hastayı savsaklarsa o da buhl olur. Birinin arsası var da “Adil Düzen” inşaatına koyamıyorsa, o da buhl etmektedir. Yahut dükkanı var da cirodan kiraya veremiyorsa o da buhl etmiş olur.

Müslimlerin bu buhullarına bir şey diyemiyoruz ama mü’minler için burada bu hatırlatma yapılmaktadır.

Tekrar olarak hatırlatmak isterim ki, buradaki infak verip kurtulma değildir; ortak olup takip etmedir; “Adil Düzen” işletmelerine katılmadır; “Adil Düzen” işletmelerinde çalışmadır. Bu hususta atılacak çok küçük adımlar büyük başarılara sebep olacaktır.

Süleyman Akdemir ve arkadaşları, İstanbul Yenibosna Akevler’deki dükkanları satın aldılar. Cirodan kiraya verdiler. Ciro gelmiyor ama kimse ses çıkarmıyor.

Yenibosna’da üç yer almamız gerekiyor.

Bir atölyeyi almalıyız. Bunu bir mü’min alacak ve bize cirodan kiraya verecek; kirasını da takip edecek.

Bir de iki misafirhaneye ihtiyacımız vardır.

Biri kadınların kalacakları misafirhane, diğeri ise erkeklerin kalacağı misafirhane. Buralarda aynı zamanda erkek bekar çalışanlar kalacak, kadın bekar çalışanlar kalacak.

Bu misafirhanelerimiz olunca atölyemizi de bakkalımızı da kolayca harekete geçiririz.

İşte, “Adil Düzen” sayesinde zengin olan kardeşlerimiz buhl etmesinler, bu yerleri satın alsınlar, bize cirodan kiraya versinler. Başardığımızda gelirleri kat kat artacaktır. Başaramadığımızda nihayet kira almamış olurlar ama buradaki yerleri durur. Belki de zamanla daha kıymetli hâle gelir.

Adil Düzen Çalışanlarına bir hususu hatırlatmak isterim: Çalışmayan, kenar yerde bir dükkan bulun. Zaten kira getirmediği için size ciro ile kiraya vereceklerdir. Emekli olan ve iş yapamayan birileri de burayı çalıştırsın. Burada bir şey satmaya başlayın. Belli saatlerde açılsın. Nöbetle çalıştırın. Buraya herkes satılmak üzere (konsinye) bir mal koysun. Satıldıkça yenisini koysun. Satılmaza o malı alsın, kendisi değerlendirsin.

İşte bu şekilde “Adil Düzen İşletmesi”ni kurdunuz demektir.

وَمَنْ يَبْخَلْ

(Va MaN YaBPaL)

“Kim buhl ederse.”

Burada “Ve” harfi ile atfedilerek açıklanmıştır. Açıklama üç şekilde yapılabilir; ya aralarında harfi atıf yapılmaz, o zaman ikinci açıklama birinciyi açıklamadır. Bedeldir. Birincide söylenenin dışında  başka birisi kastedilmez.

‘Ahmet geldi, doktordur, seni tedavi eder’ derseniz. Arada atıf gelmemişse başka doktorların tedavi edebileceği meskütün anhdır (sükut edilendir). Bize kıyas yapmamızı da emr etmektedir. İstisna ile gelse kıyas yapma men edilmiş olurdu.

Eğer “Ve” harfi gelmişse, ‘Ahmet geldi, doktordur ve seni tedavi eder’ dendiğinde, bazı başka doktorlar da seni tedavi edebilir demektir. Kıyasla o doktorları bulup onlarla tedavi olacağımızı bilmemiz gerekir. Kıyas yapıp amel etmek bize emrolunmuştur demektir. “Fa” harfi ile geldiği zaman hüküm tamim edilir. Bütün doktorlar seni tedavi edebilir demektir.

Burada “Ve” harfi ile getirildiğinde benzer buhl edenler için de hüküm böyledir. Ama bazı buhl edenler, farklı hükmedenler bu hükme dahil demektir. Bilhassa farzı kifayelerin yerine getirilmesinde buhl edenler, farzı kifayeyi yapmakta gayret göstermeyenler, kendilerine buhl etmiş oluyorlar.

Burada işaret edilen başka önemli bir husus vardır. Bugün iki düzen vardır; “Adil Düzen” ve “zalim düzen”. Zalim düzende para kazanmakla uğraşanlar, bunu da rahatlıkla yapıp huzursuz olmayanlar, kendilerine ateş kazanmaktadırlar. Bunlara zaruretten dolayı o paraları kazanıp yaşamaları meşrudur. Ama bu kazançlarıyla o zalim düzenin var edilmesi yerine “Adil Düzen”in gelmesi için çalışmalıdırlar.

Her nedense insanların çoğunda ve mü’minlerin içinde de böyleleri vardır. Onlar bir türlü “Adil Düzen”e ortak olmaya paralarını kıyamazlar. Zamanlarını ayıramazlar. Ama ekseriyet sistemi demokrasisine kendilerini verme zamanları vardır.

Buradaki “Ve” harfi bize illet aramamızı emretmektedir. Biz bu illeti bulmuş bulunuyoruz. “Adil Düzen” ortaklıklarına katılamamada ortaya çıkan buhldur. Siz de başka illet bulabilirsiniz. Ama hiç bulmama demek buradaki “Ve” harfini ihmal etmek olur. Kuralımız vardır. “Ve” harfi ile yapılan atıfta matuf matufun aleyhten farklıdır. Ama aralarında alaka vardır. Biz böyle açıklıyoruz. Siz başka şekilde açıklarsınız. Ama hiç açıklamamak yoktur.

فَإِنَّمَا يَبْخَلُ عَنْ نَفْسِهِ

(Fa EinNaMA YaBPaLu GaN NAFSiHIy)

“Yalnızca kendi nefsinden buhl eder.”

Burada “Fa” harfi ile şart cevaplandırılmıştır. Bu da istimrarı (sürekliliği) ifade eder.

Yani ne zaman  buhl ederse insan kendi nefsine buhl etmiş olur.

Buhl başkasına değil kendisine zarar verir.

Elimizde milyon liramız olsun. Komşularımızın hiç parası olmasın. Böylece herkesin öldüğünü düşünelim. O halde o para ne işe yarar? Sıfır olur. O halde elimizdeki paranın veya başka şeylerin değeri çevremizledir. Bizim malımız olduğu kadar onların da malıdır. Cebimizde saklayarak değil, onu kullanarak değerlendiririz.

Onu iki şekilde değerlendiririz.

Biri, onunla birşeyler alırız, kullanırız. Onlar da bizden parayı alırlar, ihtiyaçlarını giderirler. Paranın değeri buradadır, yoksa kağıt beş para etmez.

İkinci kullanış şekli ise borç vermektir. Şimdi ihtiyaçlarını o giderir, sonra biz gideririz.

Buhlün başka zararı nedir?

Bugün “Adil Düzen” için buhl edenler, faizli sistemi devam ettirmek isteyenler yarın iflas edeceklerdir. “Adil Düzen” ise yalnız fakirleri zengin etmeyecektir. “Adil Düzen” herkese aş ve iş bulacaktır. Sermaye sahiplerinin de ticaret yaparak kazanç temin etmelerini sağlayacaktır. Tevbe edip de faizsiz çalışacak olan büyük sermayeye de ihtiyacımız vardır. Onlar da bizim sistemden yararlanacaklardır. Ne var ki büyük sermayenin faizsiz dünyada iş yapabilmesi için onu şimdiden öğrenmesi gerekir. Yani “Adil Düzen”e katkıda bulunmalıdır. O zaman faizsiz düzene geçildiği zaman kolaylıkla yeni hayata intibak ederler.

“Adil Düzen” çalışmalarına Amerika’daki tekel sermaye merkezinin bile katılmaya ihtiyacı vardır. Yeni dünyada varlığını ancak “Adil Düzen”i öğrenmekle koruyabilir.

Türkiye’nin Koç’ları ve Sabancı’ları da buna muhtaçlar.

YİMPAŞ, KOMBASSAN, Dr. Ramazan, Emin Otomotiv ve diğerleri bu sözlerimi duysunlar. “Adil Düzen”in onlara ihtiyacı yoktur, onların “Adil Düzen” denemelerine katılmalarına ihtiyaçları vardır. Bunları onlara hatırlatmamız gerekir.

“Adil Düzen”in geleceğini bu sûrede öğreneceksiniz. Bu sisteminizle “Adil Düzen”de yaşayamazsınız. Sonunda kendiniz iflas edip gidersiniz. Faizsiz sistem geldiği zaman faizli sistemin yeri kalmaz. MÜSİAD gibi TÜSİAD gibi kuruluşların bize kulak vermeleri gerekir. Aksi halde sonra onlara yer gök ağlamaz.

وَاللَّهُ الْغَنِيُّ

(Va elLAHu eLĞaNıyYu) 

“Ve gani olan Allah’tır.”

Allah” burada âlemlerin rabbi olan ganidir. Hiçbir kimseye ihtiyacı olmayandır. Samettir. Kendisi haliktır. Başkasına hiçbir zaman muhtaç olmaz.

Allah” kelimesi burada iade edilmiştir. Yani yukarıdaki onun halifesi olan Allah değil de, âlemlerin rabbi olan Allah ganidir.

Kâinatta hiçbir varlık kendi kendine varlığını sürdüremez. Her atom ışık hızına çıkar. Gidebilmesi için boşluğa ihtiyacı vardır. Çarparsa ya döner ya da parçalanır. Tüm kâinatta her şey muhtaçtır. Canlılar ise dışarıdan besin almadan yaşayamazlar. Dışarıya artıklarını atmadıkça yaşayamaz. Yalnız Allah kimseye muhtaç değildir.

Konya’daki holdingler bunları yaşadı ama hiç akıllanamadılar. Konya’da bir holdinge gittim. Son derece kötü durumda idi. Sordum, zararınız var mı? Aldığımız yerler duruyor dediler ama dolar yarı yarıya yükseldi, binaların değerleri düştü, zarardayız dediler! Siz onları dolarla mı ortak ettiniz dedim. Hayır ama öyle hesaplıyorlar dediler! Demek ki küçük bir oyun sizi batırabiliyor. Yani herkes diken üzerindedir, “Adil (Ekonomik) Düzen”e muhtaçtır.

Şimdi para kazanıyorum diye kendilerini zengin zannedenler aldanıyorlar.

وَأَنْتُمْ الْفُقَرَاءُ

(Va EanTuM elFuQaRAEu)

“Siz ise fakirsiniz.”

İsim cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.

Bu sûrede mü’minlerin hatalarından iki yerde bahsetmektedir.

Birinde kimilerinin kalblerinde hastalık var denmişti.

Burada da yine mü’minlerden bahsederken buhl içinde olanlar var denmektedir.

Bu bir inzardır. Ama aynı zamanda bir müjdedir. Böyle hareket edenlerin mü’min olduğunu bildirmiş oluyor ki bu bize büyük müjdedir.

İnsan her zaman fakirdir. İnsanın zenginliği o topluluğun varlığına bağlıdır. Ben para kazanıyorum diye komşusu açken yatıp uyumak ne büyük gaflettir.

“Adil Düzen” aç ve işsiz kimseyi bırakmamaktır.

Türkçede “fakir” parası olmayan mânâsındadır. Oysa Arapçada “muhtaç” demektir. Bir eksikliğin varsa fakirsin. Serveti olanlar da fakirdirler. Çünkü “Adil Düzen”e muhtaçsınız. Allah “Adil Düzen”i yalnız fakirler için emretmiyor. Zenginlerin zenginliklerini koruyabilmeleri için halkın yaşaması, devletin var olması gerekir.

Bu ülke akıtılan kanlar üzerinde oturmaktadır.

Şimdi varlığınız olduğu halde siz “Adil Düzen” için harcamıyorsunuz. Biz size “Adil Düzen” için harcayın derken Allah diyor, sizin ihtiyacınızı giderin demek istiyor.

Kur’an’ın bizden istediği “Adil Düzen” nedir? Onu tekrar hatırlatalım.

Bugünkü faizli sistemde kredi zengine verilmekte, zengin/ler daha da zengin edilmektedir. Halk ise işsiz ve aşsız kalmaktadır. Zengin zaten zengin, onu bir daha zengin etmenin manası yoktur.

Biz ne yapacağız?

-Halka faizsiz icrasız sipariş kredisini vereceğiz...

-Onlar mağazalara sipariş verecekler…

-Onlar da tüccarlara sipariş verecekler…

-Onlar da işyerlerine sipariş verecekler...

-İşyerleri işçileri çalıştıracak ve kredilerini kapatacaklardır.

Bakınız, biz halka kredi verince mağazaya, tüccara ve işverene de kredi vermiş oluruz.

Yeter ki sipariş alsın.

Çalışana kredi verelim, işvereni borçlandıralım. Yani krediyi yine müteşebbise, işverene veya zengine vermiş oluruz; hem de faizsiz, hem de icrasız vermiş oluruz. Önce üretimini yapsın, deposuna koysun; sonra mal ne zaman satılırsa o zaman kredisini ödesin.

Bunun mânâsı nedir?

Bu sefer de işsiz kimse kalmaz.

İşte “Adil Düzen” budur.

İşi bilen ve işçi bulan müteşebbis sermaye sıkıntısında olmasın diyoruz.

Biz ne veriyoruz ki; boyalı bir kâğıt.

Siz ey zenginler, işçi bulamazsanız nasıl üreteceksiniz, nasıl ticaret yapacaksınız?

Siz halkı bulamazsanız ürettiğiniz malları kime satacaksınız?

“Adil Düzen” size imkanlar hazırlıyor, size son model lüks araba satın alıyor. Şimdiden o arabanın şoförlüğünü öğrenmek için Adil Düzen Çalışmalarına katılın.

وَإِنْ تَتَوَلَّوْا

(Va EiN TaTaValLav)

“Ve tevelli ederseniz.”

Allah diyor ki; şimdi siz infaka davet olunuyorsunuz.

Davet eden kim?

Orada davet edenler belirtilmemiştir.

Davet edenler biz olacağız, Adil Düzen Çalışanları olarak biz olacağız.

Bundan önce bu davetler yapıldı...

Tarikatlar yaptı, dershaneler açtı…

Nur şakirtleri yaptı, evler ve okullar kurdu…

Erbakan yaptı, Millî Görüş kuruluşlarını oluşturdu...

Alpaslan Türkeş yaptı… Turgut Özal yaptı… Diğerleri yaptı…

Orta Asya’daki Türkleri bağımsızlığa ulaştırdı...

Demek ki davet ettiler ve davetlerinin karşılığını aldılar.

İstiklâl Savaşı da böyle davetle oldu.

Şimdi de “Adil Düzen”e davet edecek bir daiye/davetçiye ihtiyaç vardır.

İşte o dai/davetçi sizsiniz; Adil Düzen Çalışanlarıdır...

Adil Düzen Çalışanları bunu nasıl yapacaklar?

Önce Yenibosna’daki kooperatifi canlandırmamız gerekir...

Sonra dergiye (Akevler Adil Düzen Dergisi) her yönüyle önem vermeliyiz… 

Dükkan/atölye (üretim) ve bakkal (tüketim) işletmelerini faaliyete geçirmeliyiz...

Sonra da yukarıda belirttiğimiz gibi proje ile İstanbul halkına gitmeliyiz. Hemen hemen herkesi davet etmeliyiz. Çok küçük paralar istemeliyiz. Verdikleri miktarlar onlara yük olmamalıdır. Davetimize katılırlarsa İstanbul kurtulacaktır.

Davetimize katılmazlarsa, işte o zaman tufan (“Sosyal Tufan”) olacaktır.

Ne var ki biz bunlardan on lira, yirmi lira, yüz lira alırken; hafta sonunda herkesin hesabı (“MUHASEBE”) belirlenmelidir. İstediği zaman o günkü değeri ile ortaklıktan çıkabilmelidir. Örnek olarak Yenibosna çalışmalarımızı anlatayım.

Yenibosna Atölyesini faaliyete geçirmeliyiz. Pazarlaması ile birlikte on kişi iş sahibi olmalı, buradan geçinmelidir. Aylık en az 2000 TL gelir temin etmelidir.

Dükkanı/bakkalı/marketi de faaliyete geçirmeliyiz. Çevremizdeki yüz haneye hitap etmeliyiz. Para ile de mal satmalıyız, “Semt Senedi” ile de satmalıyız. Böylece senedimiz artık kasamızda paraya dönüşür hâle geldiğinde, İstanbul halkının bu senedi alarak katılmasını isteyeceğiz. Senet her hafta değer kazanacak; İstanbul halkı bunu yaşayarak her an, her gün, her hafta, her ay, her yıl görmeye başlayacaktır.

İstediği zaman 10 lirasını, 20 lirasını, 100 lirasını geri alabiliyor; sonra tekrar katılıyor.

İşte o zaman İstanbul halkına gerçek anlamda ve seviyede ulaşmış olacağız. Ortak olarak “Adil Düzen” için infak edin diyeceğiz. Bu onların davet olundukları gün olacaktır.

Bize emredilen işte bu görevi yapmaktır.

Yani; onlara, şimdi Allah sebilinde infaka davet olunuyorsunuz diyebilmemiz gerekir.

Bunu diyebilmemiz için de bizim o aldığımız paraları ve emekleri değerlendirecek sistemi oluşturmamız gerekir. Madem ki biz Kur’an’ı bunun için okuyoruz, anlamaya çalışıyoruz, yorumlamaya gayret ediyoruz; o halde bunu söylemek de bize düşer.

Söyleyebilme de ancak sıkı çalışma ile mümkün olacaktır.

Biz bu tebliği yapıp “Adil (Ekonomik) Düzen” hâlinde kendilerinden basit katkılarını istediğimiz halde direnirlerse; o zaman ne olacağı bu şartın cevabında anlatılmıştır.

يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ

(YaSTaBDiL QaVMan ĞaYRaKuM)

“Sizin gayrınız olan kavmi istibdal eder.”

Bu sûre tamamen Tevrat gibi dünyevi sûredir.

Topluluklar âhirette cezalanmazlar, topluluklar bu dünyada cezalanırlar.

Bundan önceki âyetlerde bize “Adil Düzen”i kurmamızı emretmiştir.

Neden böyle bir emir vermiştir?

Peygamber gelir, kitap getirir; yeni hukuk ve yönetim düzenini oluşturur. Yeni hukuk düzeni insanlara hamle kazandırır. Yeni teknik ve ekonomik düzen gelir.

Yeni teknik ve ekonomik düzenin sorunlarını eski hukuk ve yönetim düzeni çözemez, yenilik de yapamaz. Uygarlık çökmeye başlar. Yeni sanayi ve ekonomi düzenini hukuk kuralları dışında kullanan karşı uygarlık “kuvvet uygarlığı” olarak hamle yapar, teknik ve ekonomiyi zirveye çıkarır. Ne var ki hukuk ve yönetim artık çekilmez olur.

İşte o zaman yeni peygamber gelir ve yeni uygarlık kurardı.

Şimdi peygamber gelmeyecek, onun yerine ilim adamları yeni uygarlığı kuracaklardır.

İşte, “Adil Düzen Çalışanları” “Üçüncü Bin Yıl Uygarlığı”nı kurmakla  takdir-i İlâhi ile görevlen(diril)miş kimselerdir.

Peki, bunlar bu görevi yapmazlarsa ne olacaktır?

Kur’an işte bunun cevabını vermektedir:

Sizin yerinize başka kavim gelir ve onlar bu görevi yüklenirler.

Yani, Allah bize bu görevi vermedi, bizim çalışmamıza gerek yok diyemeyiz.

Allah bu görevi kime verdi?

Tekrar hatırlatıyoruz:

Kur’an bu görevi iki din mensuplarına vermektedir; Müslümanlara ve Hıristiyanlara.

“İkinci Bin Yıl Uygarlığı” da böyle doğdu. Hıristiyanlarla Müslümanların oluşturdukları uygarlık bugünkü uygarlıktır. Son iki peygamberin mensupları Hak ve uygarlıkların temsilcisi olarak varlıklarını sürdüreceklerdir.

O halde, Hıristiyanlara ve Müslümanlara verilen bu uygarlaştırma işini biz yapamazsak, o zaman Allah bizim yerimize başka bir kavmi görevlendirebilir.

Mesela, Hıristiyanların yerini siyahiler alabilir.

Müslümanların yerini de doğu halkları alabilir.

Sonra Türk milletini görevlendirmiştir. İki-üç asırdır Türkiye Batı’yı öğrenmektedir. Şimdi iki medeniyeti sentez edecek duruma gelmiştir. Sentez zamanı da gelmiştir.

“Adil Düzen”i getirme çalışmalarına Türkiye devam etmektedir.

Türkiye görevini yapmaya devam etmezse, başka bir ulus görevlenebilir.

İran olabilir, Irak olabilir. Bir Hıristiyan devlet olabilir. İsrail oğulları da olabilir.

Ondan sonra Akevler’de başlayan, şimdi iki koldan gelişen, Millî Görüşçüler ve F. Gülencilerle güçlenen hareket mensupları artık “Adil Düzen”i uygulamakla yükümlüdürler.

Bunların ortak özelliği şudur.

Akevler, Millî Görüşçüler ve F. Gülenciler şuna inanmaktadırlar.

- Yeni uygarlık müsbet ilme dayanacaktır.

- Yeni uygarlık barış yoluyla elde edilecektir.

- İlme aykırı olan faaliyetleri İslâmî saymazlar.

- Silahla İslâmiyet’in gelmesini kabul etmezler.

Oysa dinlerin çoğu müsbet ilmi reddeder ve savaşla netice alacaklarını savunurlar.

İşte bunlar şimdi “Adil Düzen”i getirmekle yükümlüdürler.

Getirmek için çalışmazlarsa, Allah onları başkaları ile tebdil edecektir.

Asıl muhatap ise “Adil Düzen Çalışanları”dır;  “Akevler Mensupları”dır...

İhtar onlaradır.

Biz getiremezsek, Allah bizim yerimize başkalarını getirir ve onlar bizim gibi olmazlar.

KaViM” kelimesi burada nekre olmuştur. Herhangi bir kavmi getirir demektir.

Tüm yenilenmeler yenilerinin gelmesi ile olur.

Türkiye şu saplantılardan kurtulmalıdır. Bugün Kur’an’ı bugünkü müsbet ilmin verileri içinde anlamalıyız. Bin sene evvelkilerin ilimlerini ve usullerini alacağız ama onların sonuçlarına göre değil, bizim hesapladığımız sonuçlara göre hareket edeceğiz. Batılıların müsbet ilimlerini alacağız. Allah onlara da o görevi vermiştir. Ama Batılıların her türlü pisliklerini ve bozdukları şeriatı (hukuku, kanunları) bizden uzak tutacağız. Yoksa başka kavimle tebdil olunuruz. Bundan bin sene evvel şimdi yaşadığımız topraklarda biz yüzde bir (%1) bile değildik; şimdi ise yüzde doksan dokuzuz (%99). O zaman kimse Türklerin (Konstantiniye) İstanbul’u alıp bir Türk şehri yapacağını düşünemezdi. Yarın bizim sonumuz da böyle olabilir.

ثُمَّ لَا يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ (38)

(ÇümMa LAv YaKUvNu EaMÇAvLaKuM)

“Sonra onlar sizin benzeriniz olmazlar.”

Evet, bizden sonra gelecek olanlar bize benzemeyeceklerdir.

Bunu şöyle de anlayabiliriz: Bizim başkalarının yerine gelebilmemiz için onlardan daha ileri olmamız gerekir. “Adil (Ekonomik) Düzen”i benimsemeyenlerin, bizi geçmek isteyenlerin bizden daha ileri olmaları gerekir.

O halde bizi kimler geçecektir?

“Adil Düzen Çalışmaları” sonunda biz yapılacakları veya yapılması gerekenleri ortaya koyduk. Akevler Yenibosna Ekibi “Akevler Adil Düzen Dergisi”ni yeniden düzenlemektedir. Bu internet dergisine “Adil (Ekonomik) Düzen”le ilgili tüm yazılar ve kitaplar konacaktır. Anayasa çalışmaları ile ekonomi çalışmaları yer alacaktır. “Kur’an’daki 250 Mucize” kitabımız, “Kur’an’ı Anlama Metodu” ile “Kur’an’ı Uygulama Metodu” kitapçıklarımız, “İslâm Devlet ve Dünya Düzeni” kitabımız, “Alternatif Faizsiz Banka / Selem ve Kredileşme” kitabımız, “Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI” kitab(lar)ımız, değişik konulardaki pek çok kitaplarımız ve dosyalarımız, işsizlik sorunu başta olmak üzere pek çok sorunun çözümlerini içeren çalışmalarımız hep yer alacaktır.

Bizim eksiğimiz nedir?

Uygulama yaparak, halka “Adil (Ekonomik) Düzen”i göstermeliyiz. Halk görerek öğrenir. Biz bunu yapmazsak başkaları gelir ve bunu yapar. Onlar bizim gibi teorilerle ilgilenmezler, uygularlar; bizim oluşturduğumuz teorileri uygularlar.

Evet, bu sûrenin son âyeti son derece açıktır.

Biz İzmir Akevler’de teoriler oluşturduk ama uygulayamadık. Allah başka kavim yani topluluk getirdi ve uygulattı; Millî Görüşçüler ve F. Gülenciler uyguladı...

Şimdi de oluşturduğumuz “Adil (Ekonomik) Düzen”in uygulama zamanı gelmiştir. Nazarî çalışmalar bir yere varmıştır.

Önce “İstanbul Akevler Çalışanları” bunları uygulamakla yükümlüdür.

İstanbul Akevler uygulamazsa;

-İzmir Akevler uygulamakla yükümlüdür...

İzmir Akevler uygulamazsa;

-Millî Görüşçüler ve F. Gülenciler uygulanmakla görevlidir...

Onlar da uygulamazsa;

-Türkiye’de başkaları çıkıp da uygulayacaklardır...

Onlar da uygulamazsa;

-Dünyada birleri çıkacak ve bizim çalışmalarımızı değerlendirecek ve uygulayacaktır.

Eğer hâlâ İsrail oğullarından başka uygulayacak çıkmazsa, “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı da onlar kuracaklardır.

Bu sûre bizlere işte bunları haber vermektedir.

 

 

 


MUHAMMET SÛRESİ TEFSİRİ(47.SÛRE)
1-1 VE 3.AYETLER
1370 Okunma
2-4 VE 6.AYETLER
1642 Okunma
3-7 VE 11.AYETLER
1513 Okunma
4-12 VE 14.AYETLER
1424 Okunma
5-15.AYET
2917 Okunma
6-16 VE 19.AYETLER
1398 Okunma
7-20 VE 23.AYETLER
1602 Okunma
8-24 VE 28.AYETLER
1277 Okunma
9-29 VE 32.AYETLER
1467 Okunma
10-33 VE 35.AYETLER
1403 Okunma
11-36 VE 37.AYETLER
1385 Okunma
12-38.AYET
1648 Okunma